12 Aralık 2016 Pazartesi

Toplumsal Gelişimin Katmansallığı: Çok Katmanlı Sistemlerin Ağsal Özelliğinden Yönetişimin Araçsallığına-1

Sivil toplum kavramı demokrasi kuramlarının etkin bir öğesi olarak -demokrasi kuramcıları için- demokrasinin vazgeçilmez bir bileşeni, kişilerin farklı paydaşlara seslerini duyurabilmeleri ve örgütlenmeleri için çeşitli sahaların sunulmasıdır. Devlet, sivil toplumdan ayrı gibi görünse de aralarında hiçbir bağlantı olmadığı söylenemez. Tocqueville’in de vurguladığı gibi, devlet gündelik yaşamın kendini yenileyerek var oluşunda rol sahibidir ve dolayısıyla devlet ile sivil toplum aslında iç içe geçmiş unsurlardır.1 Ginsborg da, “gündelik yaşamda örgütlenme alışkanlığı teşvik edilmezse, demokrasinin hayatta kalma şansının düşük olduğuna” vurgu yapar.2 Nitekim adı geçen düşünürlere göre gönüllü oluşumlar kurma ve de bunlarda yer alma edimi, üyelerine yurttaşlık yetilerini ve değerlerini öğretmekte; gönüllü oluşumlar “demokrasi okulları” olarak hizmet vermektedir. Burada toplumsal katılımın, halk katılımına yarar sağlayan bir yan ürün olduğu düşüncesi hâkimdir.
Sivil toplumun önemli bir yansıması olan toplumsal sermaye kuramları da, temsili ve katılımcı demokrasinin birbirlerini tamamlayıcı özelliklerini ve bu kapsamda yer alan sivil toplumun rolünü daha iyi kavramamıza; bireyler ile gruplar arasındaki ve toplumun genelindeki güç/iktidar ilişkileri üzerine düşünmemize yardımcı olmaktadır. Putnam tarafından gündelik söyleme katılan toplumsal sermaye kuramı, Tocqueville’in sivil toplum ve örgütlenme yaşamına olan ilgisini temel almaktadır. Putnam toplumsal sermayeyi “bireyler arasındaki bağlantılar, yani toplumsal ağlar ile bunlardan kaynaklanan karşılıklılık ve güvenilirlik normları” olarak tanımlamaktadır.3 Putnam, yerel örgütlere katılmanın ve bu örgütlerde yer almanın başkalarına duyulan güveni ve ortak değerler algısını pekiştireceğini ve böylece katılımcıların “ben algısını” genişleterek kolektif yarar yaklaşımlarını daha olumlu kılacağını öne sürmektedir. Ayrıca, katılım norm ve ağlarının, temsili yönetimin performansını geliştireceğini, halk katılımının varlığı ya da yokluğunun yönetişimin niteliği, demokratik kurumlar ve kamusal yaşam üzerinde etkileri olacağını vurgulamaktadır. Toplumsal sermayenin, ailenin ötesindeki toplumsal ağlar aracılığıyla doğan yararların bir kaynağı olarak bir dizi başka olumlu etkileri olacağına ilişkin bulgular gün geçtikçe artmaktadır. Örneğin bu yararlar arasında, artan eğitim başarısı, barınma kalitesindeki artış, sosyal iletişimde yaygınlık gibi hususlar öncelikle çarpıcı olanlarıdır.4
Toplumsal sermaye, bir kavram ve kuram olarak popülerliğine karşın, gerek teorik gerekse pratik anlamda eleştirilerle de karşılanmaktadır. Toplumsal sermaye kuramına karşı başlıca teorik eleştirilerden biri, kuramın örgütlü yaşam, yüksek toplumsal güven ve daha iyi yönetim arasındaki nedensellik bağını kuramadığı yönündedir. Toplumsal sermaye olumlu sonuçlara yol açabilmekteyse de, kendisinin varlığının bu sonuçları üreten değil, aksine bunlardan çıkarsandığı tezidir. Toplumsal sermaye konusundaki ampirik bulgulardan bir kısmı da, güç/iktidar ve eşitsizlik kavramlarını ön plana çıkarmasıdır. Toplumsal sermayenin, biraz da farklı ağlara erişim olanaklarının eşitsiz dağılımı nedeniyle, var olan eşitsizlikleri pekiştirme yönünde bir etkisi olduğu tezi de dikkat çekicidir. Örneğin Field’ın ifadesiyle, “herkes çıkarlarına yönelik olarak bağlantılarını kullanabilir; ancak bazı insanların bağlantıları diğerlerine nazaran daha değerlidir.” Dolayısıyla Field, toplumsal sermayeyi “hem kendi başına eşitsiz dağılımı olan bir değer hem de daha da büyük eşitsizlik yaratabilecek bir mekanizma” olarak görmektedir.5 Fransız sosyolog Bourdieu, toplumsal sermaye ile ilişkilendirilen toplumsal ağları hali hazırda ayrıcalıklı olanlara yarar sağlayan, toplumun diğer kesimlerini ilerleme olanaklarından mahrum kılan bir ayrıcalık kaynağı olarak tanımlamaktadır. Bourdieu’nun toplumsal (ve kültürel) sermayeye getirdiği eleştiriler, kaynağını toplumun sınıfsal yapısını irdeleyen Weber’in çalışmalarından ve neo-Marksist kuramlardan alan sosyoekonomik eşitsizliğe ilişkin kaynak dağılımı temelli kuramlarla ilişkilendirilebilir. Weber, sosyoekonomik kaynakların ve statünün, gönüllülük eğiliminin temel belirleyicisi olduğunu ifade etmektedir. İngiltere’de toplumsal sermayeye ilişkin yakın tarihli çalışmalar da bu düşünceyi destekler niteliktedir. Buna göre ‘sınıf’, katılımın önemli bir belirleyicisidir ve “orta sınıfın” gönüllülük ya da yurttaşlık temelli örgütlenmelere üye olma oranı daha yüksektir.6
Görüşüme göre, günümüzün çağdaş yazınında toplumsal yapılanmada hala ön plana çıkartılan “sınıf” kavramının dominant konumlanması belirli bir düzeyde farkına tam vukuf olunamamanın bir göstergesidir. İlgili kavram gerek fiziksel ve psikolojik gerekse politik ve sosyolojik açıdan çok katmanlılık olgusunun alt dallarında –o da duruma göre- belirli kümelenme türlerine işaret etmesi açısından kullanılabilirdir. Toplumsal yapının çeşitliliği, karmaşıklığı ve gittikçe artan melezleşme sınıf nitelendirmesini de –hem mealen hem de tefsir yönüyle- dağınık ve oldukça ayrışık, ölçütlere bağımlı durumsallığa göre farklı tanımlamalara bürümektedir. Marx bunu ağırlıklı olarak politik iktisat-ekonomi, üretim ilişkileri ve bunun üzerinden sömürü kavramında temellendirerek açıklamaya çalışır. Weberci yaklaşım ise sınıf olgusunu betimlemede pazar ilişkilerini temel alır. Marksist düşünceye göre, üretim ilişkileri ve üretim araçları esas alındığında, bütün toplumlar en az iki sosyal sınıfa sahiptir. Birincisi, üretim araçlarına sahip olan ya da bu araçları kontrol altında tutan “yönetici sınıf”tır. İkincisi ise üretim araçlarını elinde ya da kontrolünde bulunduramayan “sömürülen sınıf”. Etzioni’nin de vurguladığı gibi, Marx’a göre, maddi üretim araçlarını kontrol edenler, akli ve zihinsel üretim araçlarının kontrollerini de ellerinde tutarlar. Bu sebeple yönetici sınıf, yalnızca ekonomik açıdan yönetmez, bunun yanı sıra ideolojiyi de şekillendirip yaygınlaştırır.7 Neo-marksistler ise sınıf kavramının yetersizliğinin farkındadırlar; ama buna rağmen temayı irdelemek yerine Marx’ın sınıf teorisini -yine de- büyük bir önemlilik atfı ile merkezde tutarak, (vazgeçilemez mitosları olan!) tarihsel gelişim içinde sınıfların toplumsal statülerle konumlarındaki artış, ara sınıflar ile çeşitlenmeden söz etmekte ama bir türlü toplumsal sınıf(lar) doktrininden vazgeçemeyerek bunu ikrar edemezler. Aslında bu hal ideolojik saplantıların tabulaştırıldığı/putlaştırıldığı tüm fikri yaklaşımlarda var olan bir sendromdur (illettir). Zaten neo-marksistlerin her nedense sonu bir türlü gelmeyen tarih okumaları ve bunun etrafında döndürdükleri sürekli evirilen kapitalizm, meşhur tarihsicilik fetişinin (kâhinliğin miti) sonucunda günümüzdeki ifadesiyle neo-liberal kapitalizme dönüşmüş ve bunda da “sınıf saplantısından” bir türlü kopamamaktadır. Neo-marksistlere göre, yeni odaklılıklar her durumda “örgütlü kapitalizmin” sınıf yapısına açıklamalar getirmenin bir aracıdır. Ayrıca, onlara göre sınıf kuramına getirilen eleştiriler genelde hiyerarşik ve toplumsal süreklilik tez(ler)i üzerinde inşa edilmiştir, bu da sınıf olgusunu aşmada tek yönlü bir yaklaşımdır ve kifayetsizdir. Hâlbuki kendilerinin de fark ettiği üzere, toplumsal yapılanma gerek görüngüsel manada soyut ve soyut-somut veya somut, bunun dışında edimsel düzeyde olgusal ve geniş kapsamlı pek çok unsuru ve bunların bazılarının suret nitelikli uzantılarını içermektedir. Sınıf, neo-liberalizm, her tür teoriler, melez alanlar vb. pek çok saha, hatta marksizm ve kapitalizmin kendileri dahi insan zihninin düşünsel manada anlamlandırdıkları, yorumladıkları ve ortaya koydukları açıklayıcı nitelikli sistemlerin dışında değildir. Bu sistemler, tarafımızca bu çalışmanın da konusu olan bir tür çok yönlü ve çeşitli biçimlerde açıklama amacı da taşıyan ÇKS’nin (Çok Katmanlı Sistemler) diğer bir şekilde dillendirilen sürümlerinden başka bir şey değildir. Bu bağlamda marksist teoriler de ÇKS’nin içeriklerinden biridir ve bu meyanda ÇKS paradigması, toplumsal yapılanmayı ve bu yapılanmayı oluşturan süreçsel özellikli gelişimi tarihsel evrim içine sıkıştıran sınıf kuramı üzerinden tanımlamanın yetersizliğini ve dar kapsamlılığını ortaya koyar. Böylelikle insanın çevresi ile birlikte zaman zaman merkezde olduğu dünyayı, toplumları, eylemleri veya olayları çeşitli-çok yönlü açılardan araştırma olanaklarını sunar ve dogmatizmde saplanıp kalma riskini de azaltır. Bundan da anlaşılacağı üzere, ÇKS imkânların yanı sıra riskleri ve risklerin barındırdığı tehlikelerle birlikte fırsatları da belirgin kılmada araçsallığını devreye sokar. Bu yüzyılın en çarpıcı gelişimleri olan küreselleşme ve bunun getirisi yerelleşme, klasik endüstri ile ince teknoloji (BT) arasındaki belirgin rekabet ve bu durumun meydana getirdiği yeni dikey ve yatay yönetimsel yapılanmalar ile bunların geniş çaplı etkileri, yeni jeostratejik politik ve toplumsal değişim ve dönüşümler, taşere edilen terörle beraber oluşturulan çatışmalar, siyasi sınırların göreceleşmesi, ekonominin değişken karakteri ile buna bağlı istikrarsızlıklar, ama aynı zamanda serbest sermayenin dünyada dolaşımı ile ön plana çıkan ve politik, ekonomik, sosyolojik ve beşeri alanlarda şirketlerin kürevi ve yerel açılardan yaşamın pek çok alanında önlenemeyen yükselişi ve etkinliği, eğitim sektörünün önemli rolü, spekülatif ve manipülatif medya gücü gibi hususların kaynak olduğu karmaşık ağsal döngülerin anlaşılabilmesinde ve tümselin yönetiminde ÇKS’nin kuramsal dizini önemli hale gelmiştir. Yeni zamanlara dair gelişmelerin açıklanması yönünde ÇKS paradigması pratik bir kullanıma da haizdir. Bundan dolayı, bu çalışmanın merkez temalarının başında gelen yönetişim olgusunun kavranmasında, anlaşılmasında ve buna bağlı olarak çeşitlilik arz eden uygulamalarının vücuda getirilmesinde ÇKS’nin anasır özelliklerini içselleştirmek olmazsa olmaz bir önkoşuldur.
 
1 http://www.acikders.org.tr/file.php/109/Lectures/PDF/Ders21.pdf , (Steven B. Smith, Siyaset Felsefesine Giriş, Kasım 2006) [Erişim: 11.08.2015]
2 T. Gibson, The Power in our Hands, Neighbourhood-based World Shaking, Charlbury, Jon Carpenter Publishing, 1996, s. 165
3 N. Altun, İ. Hira, Suçu Önlemede Sosyal Sermaye Olarak Sosyal Kontrolden Yararlanmak, file:///C:/Users/user/Downloads/5000049801-5000067507-1-SM.pdf  [Erişim: 11.08.2015]
4 R., Putnam, Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community, New York, Simon & Schuster, 2000, s. 67
5 J. Field, Social Capital, Routledge, Londra, 2003, s. 74-75
6 P. Bourdieu, The forms of capital, J. Richardson (Ed.) in Handbook of Theory and Research for the Sociology of Education, New York, Greenwood, 1986, s. 120-136

7 E. Etzioni-Halevy, The Elite Connection: Problems and Potential of Western Democracy. Cambridge, Polity Press, 1993

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...