28 Mart 2016 Pazartesi

Çok Katmanlı Sistemler (ÇKS): Kuramsal Altyapı-2

Doğuda sistem düşüncesi matematik, tıp, astronomi, felsefe, sosyoloji (özellikle İbn-i Haldun’la; -ki görüşümce sosyolojinin kurucusudur- bugün dahi ünlü eseri Kitâbu'l-İber’in giriş bölümü olan Mukaddime zengin bir öğrenme kaynağıdır) ve pek çok ilim dalında önemli bir rol oynamış, siyaset alanında da sistem kuramının belki de ilk kompakt öğretisi olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun temel siyasi düzenini oluşturan "Nazariyet-ül Nizam" tamlaması ile üst kavramını şekillendirmiştir. Siyasette Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri ve Siyâsetnâme adlı eserin müellifi olan ve Nizam al-mülk lakabıyla bilinen Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali, dünya tarihinin en etkili devlet yönetimlerinden ve toplum düzenlerinden birini inşa etmiş ve yapılandırmıştır. Burada derinliğine inemeyeceğimiz için şunu belirtmekle yetinelim: Nizam al-mülk’ün kurduğu siyasi düzen Osmanlı’yı da aşarak günümüz Türkiye’sinin dahi siyasi yapılanmasında kurumsal uzantıları bulunan bir sistematiğe haizdir. Sistem teorisi Müslüman âlimler tarafından genel anlamda nazariyat olarak adlandırılsa da genel bir yöntem, bir bakış açısı ve bir değerlendirme yöntemi olarak da kullanılmıştır ki, günümüzde batıda da fen bilimlerinin yanı sıra eğitim, psikoloji, sosyoloji, siyaset, ekonomi gibi sosyal bilimlerin dallarında da ağırlıkla yöntem bilimsel olarak uygulama imkânı sağlamaktadır.

Epistemolojik açıdan sistem, belirli parçalardan (alt birimlerden) oluşan, bu parçalar arasında belirli ilişkiler olan, bunların aynı zamanda dış çevre ile ilişkili olduğu, bir amaca veya sonuca ulaşmak üzere fiziksel veya kavramsal, birden çok bileşenin oluşturduğu bir bütündür. Diğer yandan aynı zamanda birbirleriyle ilişkili küçük parçalardan oluşan, fakat kendisi de daha büyük bir sistemin parçası olarak işlevde bulunan kombine ve bütünsel bir birleşimdir. Sistem yaklaşımında, onun içerisindeki bileşenler dinamik olarak birbirleriyle ilişkili veya bağımlıdırlar. Dışında kalan öğeler, onun -duruma göre- kapsamına dâhil olabilen çevresinioluşturmaktadır. Sistemde düzenli ve uyumlu bir işleyişin olduğu varsayımı önemli bir yer tutar. Epistemolojik anlamda bu durum evrendeki düzenli işleyişin doğal bir sonucudur. Düzenli ve uyumlu işleyişteki bir aksaklık veya uyumsuzluk soruna veya sorunlara yol açar ki, bunların büyümesi bunalımlar, krizler olarak zuhur eder.

Örgütsel açıdan bakılacak olursa; Sistem Yaklaşımı yönetsel birimlerin birbirleri ile olan ilişkilerini ve bu ilişkilerin niteliklerini incelemeyi, belirli bir birimdeki gelişmelerin diğer birimler üzerindeki etkilerini araştırmayı; kısacası yönetimin olaylarını başka olaylarla ve dış çevre şartları ile ilişkili olarak değerlendirmeyi bir metot olarak benimser. Bu metodoloji doğrultusunda, saptanan her olayı belirli bir çerçeve içinde, başka olaylarla ilişkili olarak incelemenin, olayları anlama, tahmin etme ve kontrol etme açılarından daha etkili olduğu öngörülerek “bütüncü(l)” görüşün yönetim konularına uygulanması ile “Yönetimde Sistem Yaklaşımı” çıkarsanabilir. Bu yaklaşımın, iş hayatında bahusus belirli aşama-süreç niteliksel işlerin sistematik tasvir-açıklanması ve bunun basit dokümantasyonu (izlekler) vasıtasıyla devredilmesi-delege edilmesi ile geniş anlamda organizasyonun öğrenmesi açısından pratik kullanım olanakları sağladığı görüşündeyim. Sistem anlayışı bağlamında -çalışma hayatım içinde bizzat uyguladığım- bu türden ilişkili-birleşik dizinli işlerin icrası yönünde kullanım fırsatları yaratan söz konusu usulü “Babil Örneklemi” olarak adlandırmaktayım.1 

Klasik yönetim anlayışları örgüte önem veren bir bakış açısına sahiptir. Bu açıdan bütünsel olarak bakıldığında çıkış noktasındaki Sistem Yaklaşımı ile klasik yaklaşımlar arasında örgüte verilen önem noktasında bir çelişki görülmez. Çünkü örgütün kendisi sistemin üst yapıdaki asli çekirdeğini oluşturmaktadır. Fakat burada bir üst sistem olarak çevrenin dikkate alınması gerekliliği bulunurken, klasik teorilerde çevre konusuna yeterince önem verilmemiştir. Yine insanı hemen hiç dikkate almayan klasik yaklaşımların aksine, neoklasik Sistem Yaklaşımı hem birey olarak hem de gruplar halinde insanı dikkate almayı zorunlu kılar. Örneğin biçimsel olmayan gruplar, sendikal örgütlerin kurum içi yapılanmaları, çalışma takımları, yönetim birimlerindeki ve alt bölümlerinde çalışanların hem mekân hem de statü olarak konumlanmaları sistem açısından önem arz eder. Çünkü bunların hepsi sistem içindeki alt sistemler veya birimlerdir. Söz konusu neoklasik teorilerde insan merkezli bir yaklaşım baskın iken, örgüt düşük düzeyde dikkate alınmıştır. Bu nedenle bunlar, bizce zatında ve kavramın kapsamına uygun ve uyumlu olması gereken Sistem Yaklaşımı ile aralarında önemli sayabileceğimiz bir bakış açısı farklılığı mevcuttur. Sistem yaklaşımının terminolojisi ile ifade edilecek olursa neoklasik görüşlerde alt sistemler (insan ve gruplar, onları motive eden faktörler) dikkate alınırken, üst sistem üzerinde yeterince durulmamıştır. Bu da alışılmış ve tipik hâlihazır sistemci görüşler açısından eksiklik arz eden bir durumdur. Çünkü tümdengelim yöntemi ile de belirli ortak noktalar içeren sistem anlayışının belirleyici özelliklerini, bütünü olabildiğince kapsamlı bir biçimde anlamadan sadece parçaları ile değerlendirebilmek mümkün değildir. Bundan dolayı, düşünceme göre sistem teorisinin yaygın anlaşılma tarzının güncellenmesi gerekmektedir. Şöyle ki, kişinin sistem düşüncesinin bütünselliği ön plana alan zihni genleşmeye uygun olarak örgüt ve insan vb. ayrımlar üretmemesi, her iki unsuru da kapsayıcı tek bir anasır içinde “ayrılamaz bileşik özgünlük çıkarımı” olarak görmesi ve bu bakış açısını bilincinde içselleştirilmesi zorunludur. Tipik görüşe göre; insana izafeten örgütün, çevrenin veya insanla ilgili herhangi bir ‘şeyin’ pratikte ayrı olduğu sanısının farkına varılmasının ve en vurgulayıcı misallerini kırsaldaki insanda gözlemlediğimiz “bileşik-bütünsel yaşama” tabiatının-zihniyetinin, diğer bir deyişle öz devinimli doğal anlayışın kavranması gerektiğini düşünmekteyim. Örneğin, Anadolu’da köydeki bir kadın mekân ve zaman anlayışında kendini, bireyselliğini tarlada çalışırken, orada işi bittiğinde önceliğine göre ya evdeki çocuğuna yönelerek onunla veya ahırdaki hayvanıyla ilgilenmesi gerektiğini bir bütünlük anlayışı içinde yaşar. Bu bağlamda onun için kendisi, tarladaki işi, çocuğu ya da hayvanı arasında herhangi bir ayrılık, hatta farklılık söz konusu değildir. Diğer bir tabirle kendisi dâhil tüm öğeler belirli bir vasat düzlemin ayrılmazlarıdır.

Bu makalede temanın tümselliğinin temelini oluşturan çok katmanlı sistemlerin (ÇKS) ve ona bağlı olarak yönetişim olgusunun üst şemsiyesi ve aynı zamanda –paradoksal görünse de-en önemli altyapısal birimi olan sistem teorisinin ortaya koyduğu 3 ana yaklaşım bulunmaktadır. Bunların arasında aşağıda ilk sırada belirttiğimiz “Parça-Bütün Yaklaşımı” ÇKS’in de asli çıkış kaynağıdır;
·         Parça-Bütün Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre sistem, birbiriyle etkileşim içinde olan parçaların oluşturduğu bir bütün olarak ele alınmaktadır.
·         Süreç Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre, sistem belirli bir girdiyi işleyerek çıktıya dönüştüren bir süreç olarak ele alınmaktadır.
·         Diyalektik Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre iç çelişkisi olan her şey bir sistemdir: Diyalektik süreç; “Tez + Antitez = Sentez” bağıntısına göre işler.
Diğer iki yaklaşım parça-bütün yaklaşımına göre daha sınırlı ve kısıtlı alan bilgisi ve düşünce imkânı sunarlar. Bunlardan bilhassa 3.sü Türkiye gibi ithal hâkim öğretilerin yaygın olduğu ülkelerde, katı ideolojik yorumlamalar doğrultusunda sistem düşüncesini neredeyse mutlak anlamda siyaset ekonomisi ve buna bağlı olarak dar anlamlı bir şekilde tevil edilen diyalektik materyalist esinli alanlara sıkıştırmaktadırlar.

1 Söz konusu örnekleme adını, Tevrat’ta ismen anılan, Kur’an da ise ad verilmeden ve daha kısa olarak zikredilen insanların aynı ortak lisanı konuştukları devirde, çoğunun kibirlenerek “Tanrıya giden kapı” olarak Babil’de inşa ettikleri kulenin yapımı sırasında aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle ayrı dilleri konuşmaya başlaması ve birbirlerini anlayamamaları kıssasından hareketle esinlenerek verdim. 9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin “Peygamberler ve Krallar Tarihi” adlı eserinde öyküye ilişkin daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nemrut Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında lisan açısından oluşan bu farklılık, Kur’an-ı Kerim’de 49:13’te geçtiği üzere, “… Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız…” her türden farklılık gösteren ve kopukluk gibi gözüken şeyler arasındaki ilintileri, ilişkileri, illiyetleri, bağlantıları ve ‘hayranlık ve hayret verici’ ayrılık ve parçalanma yansımalarının derinliğinde saklanan kombine birliğin derin hakikatini ve bunun bizlere sunduğu çok yönlü zenginliği, çeşitliliği keşfetmemiz ve faydalanmamız açısından insana bahşedilen lütuftur.   


24 Mart 2016 Perşembe

Çok Katmanlı Sistemler (ÇKS): Kuramsal Altyapı-1

Sistem teorisi, sistemlerin temel yönlerini ve ilkelerini, çeşitli karmaşık olayların betimlenmesi ve açıklanması aracılığıyla kullanılan disiplinler arası bir yaklaşımdır. Güneş sistemi, biyolojik hücreler, insan, aile, işletmesel bir organizasyon, devlet ve kurumları, ama aynı zamanda makinalar ve gelişen bilgi teknolojileri sistemler olarak anlaşılmak suretiyle sistem kuramsal açıdan betimlenebilirler. Sistem düşüncesi yalnızca nesneleri değil, nesnelerin içinde bulunduğu ilişkileri ve hatta olayları, eylemleri de görmeyi gerektirir.1 Sistem teorisinin konseptleriyle bağlantılı bilmeye ve problem çözümüne dair bilgilerimiz sıklıkla sistem düşüncesi kavramının şemsiyesi altında yer alırlar. Sistem düşüncesi, sistemi ve sistem içindeki etkileşimleri farklı yollardan düşünmeyi gerektiren bir yaklaşımdır. Bunun bir yolu bazı sistemleri karmaşık veya diğerlerini adaptasyonel sistemler olarak ele almayı gerektirir. ‘Sistem’ başlığı adı altında karşımıza çıkan problemler yeni ortaya çıkmış değildirler. Sistem konulu problemler zaten matematik, bilim, teknoloji gibi çok farklı disiplinlerde karşılaştığımız türdendir.2 Bu noktadan multidisipliner bir bakış açısı ile bakıldığında sistematik düşünceye anlam kazandırmak daha kolay olacaktır. Sistem teorisi başlangıçtan itibaren bilimsel disiplinlerde parçalanmış olan bilginin dağılmasına karşı bir araç olarak etkisizleştirme amacına odaklıdır.3 Sistem kuramı disiplinler arası tartışma açısından, bir yanıyla genel diğer yanıyla özgün bir disiplin olarak dallanarak, heterojen bir çerçeve içinde sistem kavramını temel bir konsept olarak sunmaktadır.
Sistem kavramı neredeyse felsefe kadar eski bir kavramdır. Sistem kavramının felsefi temelleri Sokrates’den öncesine dayanmaktadır. Aristoteles’in ‘her şeyin her şeye bağlı olduğu’ şeklindeki tanımı sistemi açıklayan en temel deyişlerden biri olarak kabul edilir. Bu yaklaşıma göre yalın bir sistem kavramından söz etmek mümkün değildir. Ancak, Aristoteles’in bu yaklaşımı bilhassa Ludwig von Bertalanffy tarafından sistem ile ilgili problemlerin yeni bir epistemolojik yaklaşım ile ele alınması gerektiğini belirtmesiyle ağırlıklı olarak felsefi bir yaklaşım olarak ele alınmış ve incelenmiştir.4 Sistem yaklaşımının gelişiminde rol oynamış olan araştırmacılardan bir diğeri olan Ackoff ise sistem yaklaşımı konusunda anahtar değişkenlere değinmiş ve bilimsel gelişmenin sistem yaklaşımının iyi biçimde anlaşılması ile mümkün olabileceğinden bahsetmiştir. Ackoff sistem düşüncesinin ancak sistematik bir bakış açısı ile geliştirilebileceğini ifade ederek, sistemin genelinin doğru anlaşılabilmesi için tüm parçaların birbiri ile uyumlu olması gerektiğine vurgu yapan ‘sistem sinerjisi’ adında bir kavram geliştirmiştir.5
Modern anlamda sistem teorisi, birbirinden bağımsız geliştirilmiş yaklaşımlar üzerinde temellendirilmiş ve bunu müteakip sentezlenerek genişletilmiştir; sistem teorisi, sistem öğretisi kavramı biyolog Ludwig von Bertalanffy tarafından kaleme alınan “General System Theory; Biologia Generalis” başlıklı eserindeki “Genel Sistem Teorisi(GST)” nitelemesinden hareketle köken bulmuştur. Biyolojide sistemlerin gözlemlenebilirliğin pek çok bilim dalına nazaran daha kolay ve belirgin olması, bu yaklaşımın ilk kez söz konusu alanda ortaya çıkışının önemli nedenlerinden birisidir. Von Bertalanffy biyolojide uyguladığı sistem teorisini diğer alanlara da uygulamak istemiş ve çeşitli disiplinler için ortak prensiplerin var olduğunu göstererek hepsine uygulanabilecek genel bir analitik model geliştirmeye çalışmıştır.6
Sistem teorisini biçimlendiren sistem düşüncesi aslında tüm bilimlerin temelini oluşturan bakış açıları arasında felsefi ağırlıklı olanıdır demek yerinde olacaktır. Sistem düşüncesi bilimsel yönü dışında, kısmen metafizik özellikler de taşıyan ve daraltılmış anlamda bilimin analitik bağlamda yanıt arayan sorularına belli bir ölçüde de olsa destek sunan bir yapısallığa haizdir. Söz konusu kapsayıcı hususiyetleri çerçevesinde, bu yaklaşım çok sayıda bilim alanında da uygulama alanı bulabilmiştir. Sistem yaklaşımı için büyük önem taşıyan bu ‘organize karmaşıklık’ yaklaşımı termodinamik, biyoloji, tıp, genetik, istatistik, beşeri-sosyal bilimler gibi çok farklı disiplinlerin de yararlandıkları bir yönelimdir. Literatürde sistem yaklaşımını anlamamızı sağlayacak iki ana akım bulunmaktadır. Bunlardan birincisi dinamik ve karmaşık sistemlerin olduğundan söz ederken, bir diğeri biyolojik ve mekanik sistemlerin var olduğundan söz etmektedir. Genel sistem teorisindeki madde sistemi, bilgi sistemi, kavramsal sistemler ve diğer türdekiler günümüzdeki sorunların çözümü için fayda sağlayabilecek unsurlar içerirler. Sistem bakış açısı bilimlerin birbiri ile karşılıklı ilişki içinde olduklarına işaret ettiğine göre, bu karmaşık ilişkileri anlamak için bize felsefe de destek sağlayabilecektir; özellikle analitiğin dayanaklarının açıklanması hususunda. Bunlardan birincisi; ‘parçaların’ birbiri ile sıkı bir ilişki içinde olduğu, diğeri ise parçalar arasındaki irtibatı açıklamaya çalışan ilişkilerin doğrusallığıdır.7
Von Bertalanffy Genel Sistem Teorisinin sadece oluşturucusu değil, aynı zamanda bu anlayışın yaygınlaştırılmasına dayalı bir hareketin ve bilimsel örgütlenmenin de başta gelen öncüsü ve organizatörüdür. 1954'de ilk olarak “Genel Sistemler Teorisi’ni Geliştirme Birliği” (The Society of the Advancement of General Systems Theory) adıyla kurulan organizasyon sonradan “Genel Sistemler Teorisi Birliği” (The Society of General Systems Theory) adını almıştır. Bu kuruluş yaygınlaştırmaya çalıştığı Sistem Teorisini aynı zamanda bir yöntem olarak da benimsemiştir. Dolayısıyla bu teorinin bilinçli bir biçimde kullanılan ilk uygulamasını gerçekleştirmiş, sistem yaklaşımı değişik alanlarda farklılaşarak bilim dallarına özgü ayrıntıları da belirginleşmeye başlamıştır. Antropoloji alanında Margaret Mead, sosyolojide Talcott Parsons ve Niklas Luhmann, çevrebilim ve yeni-fizik sahasında Fritjof Capra, yönetim bilimlerinde özellikle Beşinci Disiplin (1990) adlı eseri ile Peter Senge, İnsan Kaynakları alanında Richard Swanson ve fizikte Köhler sistem yaklaşımının başlıca kullanıcıları olmuşlardır.8
GST, her türden sistemlere ilişkin yöntemlerin, sorunların, ilkelerin ve genel kavramların tümünü içeren ortak bir yaklaşım oluşturmayı amaçlar. Bu yönüyle, sistem kuramına bir teoriden ziyade metodolojik bir yaklaşım veya çalışma-araştırma alanı olduğu yönünde eleştiriler yöneltilmiştir. Bu sebeple sıklıkla “Genel Sistemler Araştırması” (İng. General System Research) olarak da adlandırılmaktadır. Doğu literatüründe ise ilgili teorinin öncül düşüncelerine rastlamak mümkündür. Bahusus tasavvuftaki “vahdet-i vücud” veya “vahdet-i şuhud” gibi görüşlerin temel öğeleri arasında sistemin ve onun ayrılmaz üst fikrinde yer alan “billahi” sözcüğü ile kavramsallaşan, parçalanamayan ve aşkın bir tam birlik-bütünlüğün sistemine işaret edilir. Bu parçalan(a)mayan bütünlüktür ve Allah’a mahsustur. 
Parçalar olarak algıladıklarımız ise O’nun tecellileridir ve insan açısından sınırsız ve sonsuz sayıdadır (Osm. kesret). Bunlar da Yaratıcı’nın yarattığı sistem(ler)in parçaları olarak insanın Yaratıcısını bilmesinde (marifetullah) rol oynayan ve vesile olan bir tür araçlardır. “Beşinci Disiplin” adlı eserinde P. M. Senge’de bu anlayışın bir nevi tersten okumasını görebiliriz. Senge’ye göre öğrenmenin araçlarından olan parçalardan hareket insan için önemli birer aracı-araçtır, ama parçaların toplamı asla bütünü oluşturamaz.9 Aristoteles’e göre de parçaların toplamı bütünden büyüktür.
1 G. Ropohl, Allgemeine Systemtheorie, Einführung in transdisziplinäres Denken, Edition Sigma, Berlin 2012, s. 21
2 L. von Bertalanffy, Allgemeine Systemtheorie. In: Deutsche Universitätszeitung. Nr. 12, 1957, s. 8–12. http://www.umweltsystemwissenschaften.at/usw-magazin/systemwissenschaften/156-allgemeine-systemtheorie-general-system-theory: [Erişim: 23.04.2015]
3 G. Ropohl, a.g.e., s.22
4 L. von Bertalanffy, a.g.e., s. 17
5 http://de.wikipedia.org/wiki/Management-Informationssystem [Erişim: 23.04.2015]
6 http://de.wikipedia.org/wiki/Ludwig_von_Bertalanffy [Erişim: 23.04.2015]
7 L. von Bertalanffy, a.g.e., s. 27-32
8 G. J. Klir, Approach to General Systems Theory, Michigan University, digitized 2007, s. 26

9 P. M. Senge, Die fünfte Disziplin: Kunst und Praxis der lernenden Organisation, Schäffer-Poeschel; 10. Aufl., 2008

19 Mart 2016 Cumartesi

Çok Katmanlı Sistem Teorisi ve Yönetim: Karşılıklı Bağımlılığın Rasyonalitesi, Bilimcilik ve Ulusal Geleneklerden Çok Katmanlı Yönetsel İkileme-2

Bilimcilik hakkında en sert eleştirileri yapan Paul Feyerabend, bilimin bir yandan bir piyasa aracı haline getirilmesi, diğer yandan ideolojik hiyerarşik bir sistem haline dönüştürülmesiyle kendine münhasır bir “kilise” ve sömürü aygıtı olarak kullanıldığını vurgulamıştır. Ona göre, hakikat arayışında bilginin edinimi yalnızca modern bilimle değil,   insanın gelenekselleştirdiği diğer yollarla da mümkündür. “Bilimsel yönteme hayır” mottosuyla bilimler teorileri alanına ‘anarşist modellemeler’ gibi görüşleri taşıyan Feyerabend, “karşılaştırılamazlık kuramı” vasıtasıyla teorik yapılanmaların eninde sonunda izafilikleriyle malul olduğunu sıklıkla tekrarlamıştır.1 Feyerabend’ın bu yöndeki yaklaşımları gerçekten de bilimi dogmatik bilimciliğe dönüştürerek bilim cemaatleri oluşturan ve bunun üzerinden her türlü sömürüyü meşrulaştıranlara karşı girişilen yerinde, bir yanıyla devrimci ama diğer bir yanıyla bazen izafiyetçiliğe eğilim gösteren bir mücadeledir.  
Bilimsel bilginin, tarihsel bağlantı içerisinde yeşeren yaşam anlayışı ve bu gelenekselliğin sağladığı sağlam meşruiyeti bir noktaya kadar insan topluluklarına göre farklılıklar arz etse de galebe çaldığını söyleyebiliriz. Geleneğin değerli geçerliliğinin, bilimsel bilginin yaşam tarzlarını devam eden süreç içinde dönüştürmesiyle oldukça yitirildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.2 Zaman-mekan bağlamında üretilen modellemelere bağlı bilgi, norm ve davranış stillerinin batının bilimi karşısında sorgulanır bir hale gelmesi tabii olarak kabul gören anlayışları bozguna uğratmıştır. Tarih kökenli bağlantılar çerçevesinde oluşan bilgi, örf ve davranış biçimleri, bilimin baskınlığı vasıtasıyla kendi nitelikleri doğrultusunda geçerliliklerini kaybederler; hatta bunlar dünyadaki kültürel bağlamlarında genel olarak bilimsel olanla ilişkili olarak amaçlara erişim için araçsal rasyonalite ile bazı değişim ve dönüşümler açısından kullanışlıdırlar. Örneğin; bilginin (tartışmalı) ilerlemeci gelişimi ve maddi refah seviyesindeki artış, araçsal aklı somutlaştıran başat etkenlerdendir. Bu meyanda çevreyle ilgili problemlerin refah artışı için tehlikeli bir hal alması durumunda, yine bundan erinç devşirmeye yönelik araçsal akıl bu sorunu da bertaraf etmek için devreye girer.
Özellikle John Meyers’in neo-kurumsallaştırma olarak nitelendirdiği yaklaşımla, batının etkisiyle biçimlendirilen dünya kültürü anlayışı aracılığıyla rasyonel pratiğin bilimsel temelli modellerinin yayılımı açıklanabilirdir. Şöyle ki, bilimsel ve rasyonel batı kaynaklı dünya görüşlerinin malum prensiplerine göre; dünya sahnesinde yer alan bireyler, organizasyonlar ve ulus devletler öncelikle akılcı aksiyon alan aktörler vasfını elde ederler ve bunun üzerinden yeni düzenin aktörleri olarak hareket etmeye kendilerini zorunlu hissederler. Zira rasyonel hareket eden aktörlerin meşru statülerini kazanmaları için bu başlıca koşullardandır. Böyle bir ortamın inşası açısından küresel uzman ağların ve uluslararası örgütlerin ilişkisel tanımlayıcı güç olarak uygulamacı merciler haline gelmeleri büyük önem arz eder ki, bunu realize etmek rasyonel davranışın asli öğelerindendir.3    
Çok katmanlı sistemler kuramlarının bir çıkarımı olarak yönetişim olgusunun biçimlenmesinde demokratik idareyle alâkalı olarak bilimciliğin tesiri oldukça önemlidir. Bilimcilik zihniyeti yönetişimi transnasyonalist/ulusaşırı ötesi bir çıkarımla kürevi bağlamda çok katmanlı uluslararası sistemin zeminine taşır ve böylelikle parlamentoların, siyasi partilerin ve kuruluşların yetkelerini baskılayarak zayıflatır. Bu durum bilimci uzmanların, danışmanların ve farklı komisyonların güç devşirmesini sağlar.4 Örnek olarak; söz konusu güç kaymasının en üst meşruiyet düzeyine eriştiği nokta, yönetişimin Avrupa formu üzerine yapılan bilimsel tartışmalarda erişilenidir. Bu tartışmalarda güç kayması artan bir şekilde anlam kazanan teorilerden dışa yansır. Söz konusu kaymayı özellikle AB’de düzenleyici bir devlet çerçevesinde tanımamız mümkündür. Ancak düzenleyici devlet biçeminin, dağıtıcı ve milli sosyal (refah) devletinin yerini aldığı da diğer bir gerçekliktir. Düzenleyici devletin ana yürütümü denetleme işleviyle şekillenir; politikacıların ve tipik-klasik bürokratların yerine uzmanların, danışmanların vesayeti belirleyici unsur olmaya başlar. Örneğin, AB’nin komitolojisinin kurullarındaki tartışmalara dayalı pazarlıklar, demokratik karar alma mekanizmalarını çözeltileyen, dönüştüren faktörel öğeler başında danışmanlar ve uzmanlar gelmektedir.
Bu türden bilimsel kurgular parlamentoların, partilerin ve diğer kuruluşların meşru temellerinin uzmanlar aracılığıyla güçsüzleştirilmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda klasik bürokrasinin de çözüldüğünü ifade etmek yanlış olmayacaktır.5 19. Yy. dan bu yana gittikçe güçlenen ve teknolojik sıçramalarla zirveye çıkan bilim olgusu, yine bilgi teknolojilerinin buna paralel sağladığı geniş kapsamlı imkânlarla politikanın üretken desenlerini de değişimlere ve dönüşümlere müsait kılmaktadır. Örneğin çağımızda dikkati çeken hızlı ve kapsayıcı stratejik iletişim olanakları politikanın yenilikçi yapılanmalarında (İng. policy) önemli bir rol oynamakta ve “bilimsel toplumun” temel taşlarını oluşturmaktadır.  
Parlamenter sistemi ve bilimciliğin bir hayli örtülü kıldığı açık toplum hedefini zayıflatarak, kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği politik iletişimin oyun sahasını görünürde amaçsızca büyüten yönelim(ler) bilgi toplumunun bir gerçekliği olarak karşımızdadır. Bunun bir neticesi toplumun malûmat tarzındaki bilginin adeta bombardımanı altına girmesidir. Ancak bu durumun yol açtığı diğer bir biçimlenme yeni türden entelektüel bilgi kümelerinin oluşturulmasına da imkân sunmaktadır. Şöyle ki, insanlığın asırların süreçsel süzgecinden geçirerek eriştiği kavramlar, eklemlenen yeni zihinsel bulgularla çeper genleşmesi kazanmaktadırlar. Bu da günümüzde yeni bir kavram* olarak neşet eden “büyük veriye” ilave olmaktadır. Büyük veri açısından insanı ilgilendiren en önemli husus, her nedense onun yönetiminde odaklanmaktadır. Bu her yönüyle anlaşılır olmakla beraber; büyük verinin yönetiminden önce onun eleştirel süzgeçten geçirilmesi, karşıt bilgiler aracılığıyla taşıdığı pek çok verinin elimine edilmesi gerekmez mi acaba? Örneğin, politik iletişimi karmaşıklaştıran kitlesel ve kütlesel enformasyonun Dikkat Ekonomisinin normları doğrultusunda kritikçi incelemesinin yapılması iyi bir önerme olarak kullanılabilir mi veya benzer sınamalara dayalı sorgulamalar yapmak nasıl olacaktır?..
1 P. Feyerabend, Erkenntnis für freie Menschen, veränderte Ausgabe, Frankfurt, Suhrkamp Verlag, 1980
2 G. Drori, World Society and the Authority and Empowerment of Science, in: dies. (Hg.): Science in the Modern World Polity, Stanford, 2003, 23–42.
3 J.W., Meyer, Weltkultur: Wie die westlichen Prinzipien die Welt durchdringen, Frankfurt/M., 2005
4 R., Münch, Constructing a European Society by Jurisdiction, in: European Law Journal, 14/5, 2008, s. 519–541; ders.: Die Konstruktion der europäischen Gesellschaft Zur Dialektik von transnationaler Integration und nationaler Desintegration, Frankfurt/New York, 2008
5 C. Joerges, J. Neyer, From Intergovernmental Bargaining to Deliberative Political Processes: The Constitutionalization of Comitology, in: European Law Journal, 3/3 (1997), 273–299
*Büyük veri, yeni bir kavram gibi gözükse de; Kur’an’daki şu ayet ironik bir şekilde bu hususa işaret etmektedir: “Tevrat'ın yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına kitaplar yüklenmiş (ama onlardan habersiz bulunan) merkebin durumuna benzer...” (Kur’an-ı Kerim, 62/5)   

   

18 Mart 2016 Cuma

Çok Katmanlı Sistem Teorisi ve Yönetim: Karşılıklı Bağımlılığın Rasyonalitesi, Bilimcilik ve Ulusal Geleneklerden Çok Katmanlı Yönetsel İkileme-1

Ulusüstüleşme çok katmanlı sistemlerin (ÇKS) belirgin ve merkez yansımalarından olan politik etkinliği, ulus devletlerin bileşik ve karşılıklı bağımlılık içinde oluşturdukları işbirliklerini zorunlu kılar. İşbirliklerinin baskınlığı ekonomi üzerinden şekilde görünür olsa da, arka planı ve esası politika belirler. Örneğin, AB’ye bakıldığında dikkat çeken birleştirici unsur ekonomik faktörler gibi görünse de, temelinde kıta Avrupa’sında ve oradan da dünyada etki yapmaya yönelik olan Almanya ve Fransa’nın politik baskınlığıdır. Burada Almanya’nın ağırlıklı olarak iktisadi ve siyasi aklı, Fransa’nın ise askeri ve bürokratik enstrümanı öne çıkarttığı görülmektedir. AB içinde yer alan İngiltere ise Kıta Avrupa’sında merkezileşen politik güce adeta A.B.D.’nin koordinatörü olarak eklemlenmiştir. Yoksa birleşik-entegre ülkeler birliği anglo sakson siyasetin başkaları için tercih ettiği, ama kendisi için kesinlikle karşı olduğu düşük ilişkili parçalar bölünmüşlüğü yönetilmesi politikasına ters gelen bir pozisyondur. Aslında birleşik krallık mecburiyetin bir dayatmasıdır.* AB’nin varlığı İngiliz politik aklını yaşamsal manada ilgilendiren bir unsur değildir. Bundandır ki, İngiltere ekonomik gücün yansımalarından olan ortak para birimine dâhil olmamıştır. Öyle ki, son yıllarda İngiliz siyaseti içinde AB’den tamamıyla ayrılma fikri oldukça tartışılır bir hale gelmiştir ve günümüzde AB içindeki Yunanistan sorununda İngiltere oldukça mesafeli bir tutum almıştır. Aslında A.B.D.’nin siyasi istemi devrede olmasa, büyük ihtimalle İngiltere daha önce AB’den ayrılma konusunda çoktan referanduma gitmiş olurdu. Bu tip örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Bu durum, çok katmanlı sistemlerdeki ilişkilerin ve girişimsel uygulamaların çeşitli ve çok yönlü şekillerde olabileceğini gösterdiği gibi, aynı zamanda bir yönüyle ÇKS’in bünyesinde barındırdığı karşılıklı, çok yönlü ve karmaşık etkileşimini ve eşgüdüm gayretini; ya da tam tersi diğer yandan ise ÇKS’in politik-sosyal bir görüngü olarak izahının doğa bilimlerinden aktarma bir analog kümesiyle tam olarak açıklanamayacağını gösterir. Biyoloji, fizik veya bir başka doğa bilimi sektörüne ait herhangi bir sistemik yapı ile siyasal-sosyal ve ekonomik değerler dizisi arasında benzerlikler olabilir; ama aralarında bu benzerliklerin olması homojenik işlerliğe işaret etmez veya benzeşen çıkarımlar yapmamıza netice açısından olanak sağlamaz. Doğadaki düzenlilik ve istikrar sosyal yaşamda aynı biçimde karşılık bulmaz.  
Ancak ÇKS ile ilgili olarak fikri yayılım bu doğrultuda değildir. Şöyle ki, ÇKS’in oluşumuyla beraber başlayan ideal düşünce, sistemin unsurlarının ortak-bileşik bir amaca beraber yürüyerek en azından simgesel bir sonuca ulaşmaktır. Örneğin, AB’de söz konusu netice baskın biçimlenme olarak ulus devletlerin-toplumların “Avrupalılaşma”sıdır. Nitekim bu erek başı çeken Almanya ve Fransa’nın istediği yönde evirilmiştir; her ne kadar bağlar görünene göre daha zayıf, düzensiz ve istikrarsız olsa da. Avrupalılaşma düşüncesi, politikanın tüm süreçlerinde (İng. polity) ihtivasını (İng. politics) ortaya koyarak görünür yapılanmasının (İng. policy) çatısını oluşturur ki, kendisini en saydam şekilde gösterdiği alan hukuk ve ekonomidir.
AB gibi –ki dünya üzerindeki en ideal örnektir- bir yanıyla politik ekonomiyle belirli durumlarda tek taraflı ve karşılıklı bağımlılık şeklinde, diğer yanıyla sosyo-kültürel biçimiyle simgeleşen birlikler, lokal otoritelerin gücünü zayıflatıp yerel uygulamaları kendi çeperleri içinde tam meşruiyetin dışındaymış gibi gösterirler. Bu gibi etkiler, birlik içinde direnç hatta çatışmalar oluştursa da, asli tesir bu gibi etkileşimler aracılığıyla bilgi-bilim seçkinlerinin ortaya çıkan hâkimiyeti ve kürevi geçerlilik verilen “bilimsel-leştirilen” temelli rasyonalite modelleridir. Bu modeller bireylere yerel ve ulusal bağlardan, hiyerarşik kontrollerden bağımsızlaşma imkânı verirler ve bu sayede yaşamın hemen tüm alanlarına nüfuz eden piyasalarda bireysel girişimin yolunu açarlar. Politikanın örtülü kalan yanı ise, temeli oluşturan “bilimcilik (İng. scientization)” ve “piyasalaştırma (İng. marketization)” anasırlarının felsefi içerikli vizyonudur. Bu vizyon küresel bağlamda (bazı) bireylerin diğerleriyle ortak çıkarlar oluşturdukları organizasyonlar vasıtasıyla önemli ve belirleyici aktörler olmalarını sağlar.
Bu serbestiyet vasıtasıyla bölgesel iktidarların diğer tarafında bulunan toplumsal yaşamdaki hiyerarşi dar sınırlara doğru itilmiş olur. Bu aksiyon insan eylemlerinin koordine edilmesiyle birlikte pazarlarda-piyasalarda verimli sahaları hazır eder. Von Hayek’in de ifade ettiği gibi, yaşam pazarlar sayesinde açık eşgüdümü meydana getirir. Pazarların oluşturulması ise eylemler sayesinde gerçekleştirilir. Tasarımsal fikir eyleme nazaran zayıf bir olgudur.1 Her ne kadar von Hayek tasarımı ikinci plana atsa da bunun ‘eksik’ bir saptama olduğu ortadadır. Zira eylemlerin arka planını ve temelini inşa eden tepkisellik dışında hemen her zaman tasarımsal yaklaşımdır; bu nedenle her iki işlev de tamamlayıcı unsurlardır. Eylem somut sahada, tasarım ise soyut alanda tezahür ederler, ama eylemin ‘anası’ sonuç itibarıyla tasarımdır. Çünkü tasarım bizatihi farklı bir eylem biçimi olarak aksiyonu mündemiç kılan yaratımcı bir süreçtir. Örneğin, başlangıçta söz mesabesinde sorunsal açıdan soyut gibi görünse de, psikolojide çözüme yönelik fikirler ya sağaltım ya da psikiyatri-psikopatoloji aracılığıyla eylem olarak tezahür ederler. 
Yönetim olgusunun bilimselleştirilmesinin ve piyasalaştırılmasının günümüzdeki yoğun eğilimlerin, yaşam tarzının bireyselleştirilmesinin ve yaşama dair fırsatların bölüştürülmesinin yapısal sistemler içindeki unsurların birbirleriyle olan tesadüfi ilişkilerinin dışında derininde yatan sebep şudur: Yönetselliğin ulusüstülüğü ve sosyalizasyon. Bunlar iki ana süreç olarak özellikle dikkatten kaçırılmamalıdır. Aynı zamanda bu her iki husus süreçsellikleri, başat prosesler olan bilimselleştirmenin ve yönetselin piyasalaştırılmasının aşamaları içinde toplumsal olayların ve çok katmanlı sistemik yönetimin ulusüstülüğünün, yani karşılıklı bağımlılığının sonuçları olarak muhteviyata dönüşürler. Çok katmanlı yönetsel sistematiğin ilginç bir özelliği de zaten budur; süreci içeriğe evirmek. Bu hususiyet ama aynı zamanda ÇKS’in uzantısı olan yönetişimin bazı türevlerinde zuhur eden yönetsel ikilemi de doğurur. Bu dilemmanın temelinde bireysel ekonomik ve sosyal refaha dayanan avantaj veya tersine dezavantaj yaratan bakış açıları yatar. Gerek bizdeki gerekse batı literatüründe basitleştirilmiş bir şekilde siyasetin sağ ve (yeni) sol söylemleri dâhilinde sınırlandırılan söz konusu perspektifler, aslında ÇKS’in çok yönlü boyutsallığına mündemiçtirler. Yani burada söz konusu olan sağ veya sol ideolojilerin kısır döngüleri değil, yönetici erklerin ya yararcı ya da dengeleyici yaklaşımlarıdır. İkilemi oluşturan da sanıldığı gibi tabii diyalektikten maada bilimselleştirmeden kaynaklı yaklaşımlardaki belirgin veya ince ayrımlardır.
ÇKS’in siyaset kurumları açısından kapsayıcılığı ve AB uygulamaları ile oluşan süreçlerde gelişen bilimci politikalar, birer vasıta olarak genel anlamda yönetim modellerini işin pratiğinde yer alan aktörlerden çok akademik uzmanların eline bırakmıştır. Mart 2000 tarihinde Portekiz'in başkanlığında, Lizbon'da yapılan Avrupa zirvesinde, ön planda AB ekonomisini yeniden yapılandırmayı, Avrupa Birliği'nin genel gelişme perspektifini belirleyen plan olan Lizbon Stratejisi (Lizbon Ajandası) arka planında bilim toplumunun etkinliğini siyasal ve sosyolojik eğilimler bağlamında baskın kılarak demokratik yönetimden ziyade bilimsel yönetime aktarımın güç odaklarını belirlemiştir. Merkezinde çok katmanlı sistemlerden türetilmiş çok yönlü, ama ayrışmaya yatkın yönetişim modellemelerinin yer aldığı bu politikanın üst ve alt yapılarının mimarları akademik uzmanlardır ve bunların kullandığı başlıca usullerin ana unsurları; bilimciliğe vardırılan bilimselleştirme, piyasalaştırma, ulusüstücülük ve derinleştirilen post modernist izafiyetçiliktir. 

*Sultan II. Mehmed’in düşündüğü ve nihayet padişah II. Abdülhamid’in istihbarat siyasetiyle körüklenen yoğun protestan-katolik ayrılığına dayalı çatışma ile oluşan İrlanda sorunu merkezdeki İngiltere’yi birleşik krallığa razı eden sebeplerden biridir.
1 F. A. v. Hayek, “Die Ergebnisse menschlichen Handelns, aber nicht menschlichen Entwurfs…” (Türk. “pazarların-piyasaların oluşmasını insanın eylemlerinin sonuçları oluşturur; onun tasarımının neticeleri değil.”) in: ders.: Freiburger Studien. Gesammelte Aufsätze, Tübingen, 1969, 97–107.


16 Mart 2016 Çarşamba

Organizasyonel Gelişim ve Gönüllüğe Dayalı Çalışma

Organizasyonel Gelişim (OG) birleşik bir yaklaşım değildir. Pek çok yöntem ve tekniği içeren bir terimdir. OG kavramı planlı, uzun vadeli ve tüm bir organizasyonu kapsayan gelişim ve değişim olarak anlaşılmalıdır. OG iki hedefe odaklanmıştır: Biri verimliliğin arttırılmasının yanında yaşam ve çalışma kalitesini yükselmek, diğeri ise bu meyanda organizasyonda problem çözümlerine yönelik yetileri iyileştirmek (İkili amaç metodu: Etkinlik ve insan olmak).
OG’de amaç organizasyonel yapıyı değiştirmek ve bununla ilgili gerekli bilgileri çalışanların edinmesini sağlamak ve çalışan gelişimini sürekli desteklemektir. Yani ön planda olan unsurlar çalışanların örgütlenme ve iletişim altyapılarını, tutumlarını ve becerilerini geliştirmek ve bu bağlamda çalışanın işyeri ile uyumlanma ayarlarını sıhhatli bir hale getirmektir. Kapsayıcı anlamda OG insan, yapılanma, görevler-sorumluluklar ve teknoloji gibi öğeleri içerir.1
OG’nin özellikli önlemleri ve yöntemleri arasında şunları sayabiliriz:
·         Organizasyonel süreçlerin ve yapıların iyileştirilmesine yönelik önlemler (örnek; takım çalışmasının uygulanması),
·         Çalışan gelişimine yönelik tüm tedbirler (sürekli öğrenme ve eğitim, kariyer planlaması, kişisel gelişim, güçlendirme-yetkilendirme),
·         İşin insanileştirilmesine yönelik tüm önlemler (grup çalışması, iş genişlemesi, işi zenginleştirme, rotasyon, anket geribildirim yöntemi ve laboratuvar metodu vb.),
Yukarıdaki şıklarda zikredilen bazı kavramların iş yaşamındaki açılımları aşağıdaki gibi yapabiliriz:2
Güçlendirme-Yetkilendirme: Çalışanın sorumluluk alanı genişletilirken uygun yetkilerle de donatılır.
İş Genişlemesi: Nicel işlerin genişlemesine işaret eder. Görev ve sorumluluk alanındaki genişleme, çalışanın iştigal ettiği iş birimlerindeki faaliyetlerine ilave iş elemanları taşır.  Bu durumda yapılması gereken asli işlerdekine benzer şekilde ilave işlerin elenmesi ve geriye kalanların nitel hale getirilmesi görevini çalışan üstlenerek bu işlerde uzmanlaşmayı öğrenerek tek yönlü yüklenmeyi ve monotonluğu minimize etmeyi de beller.
İşi Zenginleştirme: Nitel işlerin genişlemesine işaret eder. İş alanının içerik olarak büyütülmesi, işgörene geniş bir yaratım alanı sunar. Bu sayede o kendi yapacağı iş planları, kalite kontrolü ve diğer bölümlerle eşgüdüm içinde çalışmaya yatkınlaşır. İşi zenginleştirmede erişilmek istenen ideal hedef çalışanın iş motivasyonunu pozitif yönde etkilemektir.
Rotasyon: Çalışanlar planlama ve duruma göre, farklı işleri yapmak üzere sistematik olarak işyeri değişimine giderler. Burada hedeflenen tekdüzeliği ve önlemek ve isteklendirmeyi arttırmaktır. İş rotasyonu çalışanların kendi branşları haricinde diğer ilave yetkinlikler ve yeterlilikler kazanmasını sağlar. Bundan başka çalışan diğer faaliyetler hakkında bilgi sahibi olmak suretiyle işletmenin büyük çaplı bağlantılarına dair geniş bir bakış açısı ve bilme yetisine haiz olur. Ayrıca işletmeye ilişkin önem, değer ve manaya yönelik zihni varsıllık edinir.    
Anket Geribildirim Yöntemi: Bu metodun uygulamasında çalışana anonim soru formu verilir. Bu formda; işletme yapısı, iş faaliyetleri ve zaman planlaması (nesnel “sert değerlendirmeler”), işyeri iklimi, amirlerin yönetim tarzı ve iş memnuniyeti (öznel “yumuşak değerlendirmeler”) vb. sualler yer alır. Elde edilen veriler değerlendirildikten sonra çalışanlara ve yöneticilere iletilir. Değerlendirmeler üzerine atölye çalışmalarında tartışılır. Burada amaç, aşamalı olarak tanımlanan problemler için çözüm önerileri bulmaktır. 
Laboratuvar Metodu: Birkaç günlük eğitimlerde farklı bölüm çalışanları karşılıklı tanışmak için bir araya gelirler. Gruplar halinde sosyal yönlü ilişki için faaliyetlerde bulunurlar. Her çalışan kendi eylemlerini tanır ve farkındalık edinmeye gayret eder ve gerekli ise değişimler için aksiyonlar alır.
İşletme uygulamalarında umut uyandıran OG’de hedef işletmenin verimliliğini ve çalışanların çalışma koşullarını eş zamanlı iyileştirmektir. Ancak, OG’nin avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Avantajları;3
·       -  İkna Edicilik: Aşamalı eylem ve aktif katılım, çalışanların değişimlere karşı muhtemel direnişini azaltır.
·       -  Yalıtılmamış Aşamalar Yerine Bütüncül Yaklaşım: OG reorganizasyona kıyasla bölümlerde ve alanlarda zayıf yanların düzeltilmesini sağlamaz, ayrıca kapsayıcı değişimleri de gerçekleştirir.
·            -      Hedef Olarak Çalışan Yararı: Daha fazla sorumluluk, daha iyi iş koşulları, sürekli eğitim…
Dezavantajlar olarak;4
·    -  Eksik Kalabilecek Müşteri ve Pazar Perspektifi: OG’nin ikili amaç yönelimi, etkinlik ve insancıllaş-tır-ma pazara ve müşteriyi yönelimi zayıflatabilir. Böylelikle OG’nin asli hedefi olan pazar etkinliği ve müşteri yakınlığı ihmal edilebilir.
·         OG sistematik ve verimli olma açısından eksiklikler barındırabilir. Acil durumlar için değişim konsepti yetersiz gelebilir, çünkü taslak “küçük adımlar” ile dönüşüm fikrini içerir.
·         Uzun vadeli dönüşüm işletme huzursuzluğu yaratabilir. Ayrıca, OG’ye karşı olan genel tepkisellik nedeniyle birbirinden oldukça farklı tanımlar ve prosedürler ortaya çıkmaktadır. Bugüne değin üzerinde mutabakat sağlanmış genel bir OG konsepti bulunmamaktadır.
Literatürün önemli bir kısmında OG, örgütsel davranış paradigması kapsamında gösterilmekte olup, öğrenen organizasyon (ÖO) fikrinin de OG’den kaynak alan disipliner bir dal olduğu vurgulanır. Diğer bir kısım alanyazında ise OG, örgütsel davranıştan ayrı bir kuram ve ÖO OG’nin modüler bir alt sistemi olarak kabul edilir.
OG üzerine yapılan araştırmalarda uygulayıcıların genel görüşü, OG’nin kapsamlı pratiğinin sistem oturtulana değin en az 3 yıllık bir süre gerektirdiği için sadece az sayıda işletme tarafından uygulanabilir olduğu yönündedir. Çoğunlukla zaman baskısı ve beklenmeyen durumlar (ciro azalması, teknolojik yeni gelişmeler ve uyum süreçleri, üst yönetim değişiklikleri vs.) nedeniyle ortaya çıkan acil ve öncel değişiklikler OG proseslerinin kesilmesine zorunlu olarak sebep olmaktadır. Diğer yandan öncellik ve aciliyet arz etmeyen durumlarda gerek yöneticiler gerekse diğer çalışanlar işletme içinde OG gibi değişim programlarının uygulamaya konulmasını ek iş yükü olarak görmekte ve bundan ötürü isteksiz olmaktadırlar. OG gibi geniş kapsamlı ve içerikli süreç zengin programlar için işletmelerde “uygun zaman penceresi” açılamamaktadır.5    
OG bağlamında ÖO dışında bahsedilen alanlar şunlardır: Grid-Model (GM), Birlikte Karar Alma, Grup Çalışması, Organizasyon Denetimi, Organizasyon Psikolojisi, Personel Gelişimi, Sistemik Organizasyon Danışmanlığı, Kişisel Gelişim, İdari Etik vs. Bunlar arasında 1960’lı yıllarda oldukça tanınan ve Exxon Mobil’de geniş uygulama sahası bulan, halen de bazı batılı büyük şirketlerde uygulanmaya çalışılan, günümüzdeki esnek yönetim modellerine esin kaynağı olan ve Türkiye gibi birçok yeni sanayileşmiş olan ülkeye (Newly Industrialized Country-NIC) son 30 yıldır transfer edilen GM’dir. Adından da okunacağı gibi bu model, yönetimi “parmaklıklara-kafese” koyarak üstten alta doğru tüm sevk ve idarenin elindeki yönetim erkinin, her bir işletme katmanına yaygınlaştırılmasının eğitim aracılığıyla bizzat yaşanmasını önerir. Bilimsel bir model olarak söz konusu yaklaşım, yönetimde çalışanlar ve branşlara özgün kılınan görevlerin uyumlanarak yöneltimini sunar.6
OG kapsamına entegre edilen GM’de modelin sürekliliği için bu doğrultudaki programlar çerçevesinde ilgili eğitimlerin yapılması şart koşulmaktadır. Diğer yandan GM çalışanların üst yönetime dair özellikle değişim konusunda yapıcı kritik yapmalarını ister. Tabiidir ki bu durum üst düzey yöneticiler için hiç de hoş olmayan bir husustur, zira yöneticiler tarzlarının alttakiler tarafından hesaba çekilmesi yerine, onların kendi istedikleri doğrultuda kendilerini değiştirmelerini isteyeceklerdir. Görüleceği üzere formel tanımlamalara dayalı modellerin birebir uygulamalarındaki zorluk, sıkı formatlanmış modellerin yol açabileceği sert günlerin ardından eski prosedürlere geri dönüşü tetikler (eve geri dönüş etkisi). Burada modellemeler için devreye sokulacak tazeleme fazlarının ne kadar yararlı olacağı ise soru işaretleriyle doludur.
Gerek OG’de gerekse alt dalı olan GM’de klasik yönetim modellerine karşı göze ve kulağa hoş gelen yönler olsa da, örgütsel davranış öğretilerinde son yıllarda sıklıkla zikredilen ”işgörenlerin örgüte katkıda bulunmak için istekli olarak gösterdikleri rol fazlası, gönüllülük esaslı bireysel davranış” söylemi öncelikle gerçekçilik ve devamında beklentilerin formele dönüşümü açısından neredeyse hayal mesabesindedir. İnsanların gönüllülükten anladığı şeyler genel olarak yapmaları gerekli ve zorunlu işlerin, hatta ortamların dışındakiler için geçerlidir. Bilhassa maddi yönden tam olarak tatminin sağlanamadığı durumlarda bireylerden gönüllülüğe yönelik girişimler beklemek beyhudedir; hele ki bireysel seçim topluluk tercihine dönüştürülmüş ise…     

1 Erişim: http://www.managerseminare.de/downpdf/LernOrg.pdf [16.04.2015]
2 Erişim: http://www.managerseminare.de/downpdf/LernOrg.pdf [16.04.2015]
3-4 Erişim: http://www.sozialnetz-hessen.de/ergo-online/Arbeitsorg/G_OE.htm?csok=3 [16.04.2015]
5 Schulte-Zurhausen, Manfred, Organisation, 5. Auflage, Vahlen Vrlg., München, 2005, s. 44

6 Erişim: http://de.wikipedia.org/wiki/Managerial_Grid [16.04.2015]

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...