21 Nisan 2015 Salı

İŞ’İN TEORİSİ-11/2: Karizma, Liderlik ve Arka Plan

Karizma sözcüğü Eski Yunanca’da “ilahi ilham yeteneği” anlamını taşır. Aynı sözcük, Tevrat’ta ve İncil’de de (birilerine verilmiş bir takım güçler, örneğin; kehanet, üfürükçülük, gaipten haber verme…) zikredilen bir kavramdır. Günümüzdeki kutsal kilise odaklı Hıristiyanlığın kurucusu olan Paulus, karizmayı “ruhsal yetenek üzerinde temellenen sıra dışı özellikler” olarak tarif eder. Böylece, teolojik yönüyle karizma insanlar üzerinde gruplara yönelik otoriteyi de oluşturan, bazı seçkin insanlara bahşedilmiş önemli bir kabiliyettir.
Organizasyon ve yönetim bilimleri alanında karizma, dönüştürücü yönetim teorisinin pratikte sevk ve idare gücünün gelişimi çerçevesinde yönetici unsurların önderlik potansiyelini harekete geçirmede kullanılan operasyonel bir kavram olarak betimlenmektedir. Diğer yandan Ben Parr’ın popüler kitabıCaptivology: The Science of Capturing People’s Attention”da ‘İlgi Çekmenin 7 Yolu’ndan bahisle zikrettiği ve insana çekici gelen “gizem ve kabul” mefhumlarını oluşturan en etkin unsurlardan birinin “öğrenilmiş karizmatik davranışlar” olduğu kanısındayım. Üniversite tahsilim sırasında “diplomasi” derslerine ilaveten verilen “karizma oluşturma” eğitimlerinde, üzerinde fazlaca pratik yapılan davranışları etkileme konusunda, insanları etkileme araçlarından ikisi olarak gizem ve kabul duygusu yaratma ön sıralarda gelmekteydi.
Modern anlamda karizma kelimesinin Max Weber tarafından sosyolojik bir kavram olarak karakterize edildiğini söyleyebiliriz. Weber’in Bürokrasi Modelinde, karizma terimi “karizmatik yetki” şeklinde kullanılmıştır. Weber’e göre, otoritenin üç biçeminden biri olarak karizmatik yetki, otoritedeki diğer iki formun, “geleneksel” ve “akılcı-yasal” yetkilerin karşı kutbu olarak tezahür etmiştir. Geleneksel yetkiyi, kişisel ve doğuştan kazanılan statüye dayanan bir yetki olarak ele alan Weber, astların bu yetkiye sahip kişinin emirlerine geleneklere uygun olduğu sürece riayet edeceklerini vurgulamaktadır. Weber'e göre karizmatik yetki de kişisel bir yetki tipi olmakla beraber, elde ediliş biçimi açısından iki yetki tipi farklılık göstermektedir. Zira karizmatik yetki, yönetici güce yönelik kişisel bir atıftır. İzleyicileri, karizmatik yönetim güçlerinin insanüstü, süper bir kişi olduğuna ya da en azından istisnai güçlere sahip olduğuna inanmaktadırlar.
Weber ussal-yasal yetkinin ise geleneksel ve karizmatik yetkiden farklı olarak kişisel olmadığını, seçimle kazanıldığını ve rasyonel esaslara dayandığını belirtmektedir. Bu yetki türünde emirler herkesi bağlayıcı kural ve normlara dayanır ve yetkiyi elinde bulunduranlar da kurallara uymak zorundadır. Emirlere geleneklere uyduğu ya da liderin arzusu olduğu için değil, rasyonel kurallara dayanması nedeniyle riayet edilir.
Bürokrasinin teknik anlamda en pür ve legal otorite olduğunu ve bürokrasi modelinin ussal-yasal yetkiye dayandığını ifade eden Weber, karizmatik yetkinin ussal-yasal yetkinin elde edilmesini kolaylaştıracağını da vurgulamaktadır (örneğin; Hitler ve Mussolini). Weber karizma terimini bireyi normal insanlardan ayıran hiç olmazsa istisnai bazı kudretleri belirten kişisel bir özellik olarak tanımlamaktadır. Weber’e göre karizma bir güç biçimi olarak büyüsellik, duygusal bağlılık, bağımlılık, kanaatlere bağlı sadakat, abartılı saygı, hatta doğaüstü güçler gibi mistifikasyonları da kapsar. Her ne kadar Weber’in tarif ettiği karizmatik liderliğe irrasyonellik atfedilse de, bu tür yönetim gücüne haiz kişilerce bunun insanlar üzerindeki etkisi fark edildikten sonra etki yayılımı ve istikrarı son derece rasyonel prensipler üzerinde temellendirilmek suretiyle legal olarak stabil kılınabilir. Şirketler bazında konuya yaklaştığımızda, çalışanlar üzerinde herhangi bir şekilde karizma aracılığıyla oluşturulan ılımlı otorite, şirket içi bürokrasiyi çalışanların çoğunluğundan aldığı itici güç vasıtasıyla yumuşatarak gruplar lehine olumlu kararların ve uygulamaların önünü açabilir. Bu yönde elde edilen sonuçlar, karizmatik idarecilerin bağlı çalışanlar üzerinde tesirlerini sağlamlaştırdığı gibi, arka planda yöneticinin hükmetme ve hiyerarşik gücünü de arttırır. Tarihte lider olarak anılan kişilerin büyük çoğunluğunun elde ettiği bu kudreti süreç içinde “aşırı güç vehmi, ilah sanrısı” gibi olumsuz psikolojik savrulmalar nedeniyle davranışlarında haddi aşmak, aşırı gitmek (ifrat) noktasına taşıdığı tecrübe edilmiştir. Öyle ki, bir noktadan sonra illegalitenin yasallaştığına veya ekstra-legalite düzlemine yerleştiğine tanık olunmaktadır. Bürokrasinin boğuculuğunun karizmatik etki veya başka yollardan yumuşatılması elbette muhatapları için soluk aldırıcıdır. Ancak, her hâlükârda bu türden aksiyonların ifrat veya tefrit noktasına vardırılması, ahlâkî davranışların kaynağı olan psikolojik yeteneklerin işleyişinde itidal noktasının ilerisine geçen sapmaların oluşmasına yol açacaktır.
Aslında karizma insani özelliklerden biridir; ancak her nedense liderliğe ilişkin yazında bu kavram –diğer moda haline getirilen pek çok yönetim bölümlendirmelerinde olduğu gibi- ayrı bir liderlik türü başlığı altında nevi şahsına münhasır olarak kullanılmaktadır. Diğer yandan genel liderlik modellemesinde zikredilen alabildiğince uzun hususiyetler listesinde karizma yalnızca bir unsur olarak belirtilmektedir. Tek bir özellikten hareketle yeni bir alt-model oluşturmak ve bunu “karizmatik liderlik” başlığı altında pazarlamak pragmatik olmakla beraber ironik olmaktan öteye gitmemekte olup, genel teoriyi de (!) paradoksal bir konumlanmaya mecbur etmektedir. Ve bu durum liderlik türlerinin diğerleri için de geçerlidir.
Tek başına karizma kavramı sosyolojik çerçevede önemli bir kavramdır ve politikanın kullanışlı araçlarından biridir. Zaten gerek liderlik gerekse karizma olguları politik bilimlerden yönetim bilimlerine ve dolayısıyla işletme sistemleri alanına transfer edilmiştir. İşletme alanındaki kullanımı özellikle anglo-sakson ve amerikan rant odaklı pazarlama zihniyetinin marifetiyle şirketlerin yönetim felsefelerine “ılımlı ve pahalı” yönetim eğitimleri vasıtasıyla enjekte edilmektedir.
Weber’in karizma olgusuna ilişkin ortaya koyduğu tezler irdeleyici bir şekilde analiz edildiğinde, bu fenomeni tek bir kişilik üzerine odaklamaktan maada bir davranış biçimleri demeti olarak sevk ve idare güçleri üzerinden kolektif anlamda ortama yansıttığı görülecektir. Sadece olağandışı durumlarda karizmatik billurlaşmanın bir kişi üzerinde yoğunlaşmış biçimde kümelenebileceği, bunun da güçlü bir etkiyle izleyiciler üzerinde, onların bilhassa duygularına enerjik bir şekilde tesiriyle bu şahsın yönetme erkini büyük bir oranda kendisi için devşirebileceği varsayılabilir. Nitekim insanlık tarihinde bu nevi vakaların cereyan ettiği bilinmektedir. Ayrıca bu türden lider olarak nitelendirilen tipler ile ilgili sonuçta tanık olduğumuz diğer bir husus da, bazı örneklerin olumlu örnekler olarak tarihe mal olduğu, bazılarının ise izleri hala tam olarak silinemeyen son derece derin felaketlere sebep olduğudur. Diğer dikkat çekici bir nokta ise liderlik atfına dair iki başat gerçekliğin genelde bilinçli ya da bilinçsiz es geçilmesidir: Ekip hareketi ve diğer sorun tortulu-sonuçlar.
Günümüzde liderliğe dair modellerin büyük bir kısmının neticede liderlik isnat edilen bir kişiye yönelik vurgulanmasının arka planında politik yaklaşımdan neşet eden yararcı bir çıkış noktası olduğu ve böylelikle bireylere tekil anlamda liderlik potansiyelinin adeta herkeste var olduğu fikrinin aşılanarak, herhangi bir alanda öne çıkan, takip edilen ve karizmatik bir karaktere sahip olabilecekleri sanrısı oluşturularak rant sağlayıcı yapay bir isteklendirme duygusu yaratıldığı kanısındayım. Tabiidir ki, bu türden motive edici tematiklerin çalışanları rutin dışı bir imge (lider olmak) ile özdeşleşebilmelerini sağlamasının yanı sıra; işverenler veya üst yönetim açısından hissiyattan yoksun işletme disiplininin belirli ölçülerde aşılması, yeni şeylerle günlük olanın dışına çıkılması, duyguların tatmini, sosyalleşme ve daha özgür bir çalışma ortamına olan ihtiyacın giderilmesi gibi katkılar sunmasıdır.

Liderliğin ön plana çıkartılarak yönetim olgusunun anasırı haline getirilmesinin, yönetim modellerine ilişkin alan açılımının genişletilerek çalışanlar nezdinde görünür kılınmasına yöneliktir. Bireylerin yaptıkları işin liderlik kapsamına dahli ve onların liderlik özelliklerine sahip oldukları şeklinde yönlendirilmeleri, onlardaki görev sorumluluğu ve inovatif katkıda bulunma bilincini yükseltmek için kullanılan yöntemlerden biridir. Bunun en etkin örneklerini Japonların kalite çemberleri sistematiğinde görmek mümkündür. Ancak, onlarda bu yönde oluşturulan şuur, ekip çalışmasının ve bunun getireceği kolektif başarının bir koşulu olarak benimsetilmekte ve bu bağlamda bireysel anlamda içselleştirilmektedir. Bu içselleştirmenin ilgili kültürün binlerce yıllık geleneği ve yaşam tarzının bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Uzak Doğuda Japonya ve kısmen Güney Kore’deki ekip çalışmalarına dayalı ve ekipteki her bir kişinin işinin lideri olduğu şeklindeki öğretinin içeriğini alarak liderlik olgusunu tepede bir noktaya yerleştirmek, Kaizen’deki bakış açısının çarpıtılmasıdır. Her ne kadar bu çarpıtılmış liderlik algısına dayalı modellerde de ekip veya takım çalışması gibi hususlar yer alsa da, bu yine lidere bağlı bir takipçiler güruhunu monte etmek amaçlıdır; zira burada elde edilen başarı sadece lafta ekibe ithaf edilir, ama hakikatte öne çıkarılan ve kaymağı yiyen liderlik atfedilen kişi ya da kişilerdir. Yukarıda ekip hareketinin es geçilmesi olarak bahsettiğimiz mevzu buna dairdir. Bir ya da birkaç kişiyi lider olarak öne çıkartan bu uygulamanın alt yapısını oluşturan ise durumsal insan-grup psikolojisinin araçsallaştırılarak lider(ler) için kullanılmasıdır ki, bu da zikrettiğimiz sorun tortulu-sonuçların tetikleyicisidir: Açık veya örtülü baskı, zulme yol açan narsizm-kibir ve travmalar. İşin kötüsü bu türden sonuçların yol açtığı ortam zehirlenmeleri ortaya konulduğunda yapılan savunmaların ana gerekçesi, durumun abartıldığı ve yapılanın aslında iş ve işyeri düzenini, disiplinini sağlamak olduğu şeklindedir. Yani; Onlara ‘Yeryüzünde yozlaşmaya ve çürümeye yol açmayın!’ dediklerinde ‘Biz sadece düzeltmeye ve iyileştirmeye çalışıyoruz!’ diye cevap verirler.” (Kur’an-ı Kerim, 2/11)

17 Nisan 2015 Cuma

İŞ’İN TEORİSİ-11/1: Oluşturulan Öznelleştirme Üzerinden Liderlik Olgusunun Okuması

Modernizmin insana dair etkin bir biçimde ortaya koyduğu “merkeze konumlandırılan insan” modeli; aklın hâkimiyetini ve bu sayede insanın yeryüzündeki krallığını ilan ederek, Rab’ın cennet krallığını rafa kaldırması batı insanını tarihinde ilk kez yaygın olarak bireyselleşmenin bilincine vâkıf kılmıştır. Bizzat müslüman düşünürlerin bahusus Endülüs üzerinden Avrupa’yı etkileyen eserleri ve bunların üzerinden Arapçaya tercümesini yapmak suretiyle yok olmaktan kurtardıkları Grekçe yazınlar sayesinde kotarılan Rönesans, Reform ve nihayetinde Aydınlanmanın süreçleri sonucunda eriştiği ve inşa ettiği modern medeniyet, maddenin baskınlığını ön plana çıkartarak, mananın oluşturduğu bireyselleşmeyi maneviyatın engin deryasından uzaklaştırarak onu materinin dar dünyasına atmıştır. Dar olan bu dünyanın arkasını dolduran, bilgeliğin hikmet ve irfan pınarlarıyla bezenmiş maneviyat muharref dini öğretiye izafe edildiğinden reddedilerek ve aldırış edilmeyerek kapsam dışına itilmiştir. Böyle bir zeminde kök salan bireyselleşme eşyanın tabiatına uygun olarak enaniyetin eseri olan bireycileşmeye ve son iki yüzyılın ciddi bir sorunu olarak zuhur eden ve insanda(n) yansıyan rahatsızlık verici çeşitli sendromları ihtiva eden nicelleşmeye doğru hızla evirilmiştir.

Özne olmak sadece bireye değil, topluluklara hatta insan tarafından kurulan yönetim-yürütme kurumlarına –örneğin devlet aygıtlarına- dahi açıktır. Kişinin bilinç düzeyini yükseltmek için iradesinden güç alarak, bağımsız bir tarzda özneleşmesi yaşam içindeki çeşitli politik, sosyo-ekonomik ve kültürel, psikolojik boyutlu süreçlere hâkim olması açısından pozitif bir gelişimdir. Ancak, özne olma süreci dış etkenlerin manipülasyonu ile gerçekleşiyorsa, yani söz konusu olan öznelleştirme ise, bunun üzerinden oluşturulan tek biçimliliklerin ürettiği düşünme kaynaklı davranış, olgular ve diğerlerine merkezlenmesi hasebiyle özden oluşturucu rolünü kişinin elde edebilmesine engel olur. Aslında, öznelliğin belirgin özelliği maddi üretim ile olan karşılıklı etkileşimidir. Maddi varlığın üretimi öznelliği, öznellik de maddi üretimin çeşitli biçimlerini ortaya çıkarır. Ancak, nesneden özneye yönelik okuma, anlama, bilme işlevleri genelde eksik kaldığından, öznellik tek biçimliliği tarz olarak türetir ve bunun üzerinden yürütmenin yolunu açar.1

İnsan emeğinin, çalışmanın alanlarına ilişkin öznelleştirme araçları bir yönüyle gerçeklik yansımalarından, diğer yanıyla üretilen mitos-modellemelerden neşet eden geniş bir yelpazeye sahiptir. Ama her hâlükârda ortak yan, sürümlerin modalaştırılmasıdır. Örneğin, artı(k) değerin oluşturulması için emeğin sömürüsüyle erişilen sermaye birikiminin bir sonucu olarak, şirketlerdeki personel işleri sömürge döneminden esinlenen bir analoji ile “insan kaynağı” kavramı şeklinde formüle edilmiştir. Kürevi değişimlerin en belirgin yansımalarından olan kriz-bunalım olgularıyla birlikte birçok şeyin yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı aşamalarda, eski tanımlamalar da yeni öznelleştirmelere uygun olarak yeniden tasarlanmakta ve politikalar buna göre üretilmektedir. Aynı şekilde liderlik olgusunun çok fazla dillendirilmesi ve bununla alan açılımı bulan çalışanlar üzerinde “heveslendirmenin” aktive edilerek yapay ve sanrılara dayanan bir liderler güruhunun oluşturulması da, insanı gerçekten koparmanın araçlarından biridir.
Politik iktisada dayalı küreselleşme olgusunun hâkim konuma gelmesi, geleneksel sanayi ile bilişim teknolojisinin üretim biçimleri arasındaki çatışma, kültürler arası ilişkinin dahi sermayeye ve ranta tahvil edilmesi, paranın sanallaşmasının getirdiği spekülasyona dayalı vurgunlar-yolsuzluklar, gelir dengesindeki aşırı bozulma, borçlandırılmış birey, çevre sorunları, gelir dağılımındaki aşırı bozulmalar, şişirilen ve yalana dayalı malumat üzerinden algı manipülasyonları ile körüklenen ırkçılık, ayrımcılık ve düşman yaratımları, tefekkürün moda kalıplamalara dayalı modellere indirgenmesi ve bunun getirdiği düşünme erozyonu ve yozlaşması, nesnenin/eşyanın hakikati yerine (eşyanın künhüne vakıf olmak) öznenin nesneye bağımlı kılınarak nesnelleşmesi ve hazzın özgürlük esamesi zannı, geniş çaplı tahribat vb. bozulmalar ve alçalmalar, yeni zamanlarda insanın yolunu çıkmazlara sokmaktadır. Mesela, yukarıda bahsettiğimiz liderlik hususundaki yaygın ve etkin yönlendirme, anlama-tanıma ve bilmekten ziyade algıya dayalı bir çalışmanın ürünüdür. Şöyle ki, günümüzdeki moda söylemlerden bir olan türetilmiş liderlik mevzusu aslında yöneticilik olgusundan çıkartılan ve adeta kaçınılmaz hale sokulan bir tür ideolojik mitostur. Yeni zamanların iktisadi değerler dizinini inşa eden neoliberal modeller yumağı, oluşturduğu tüm bunalımları ve aşırı sömürü düzenini bilgi-bilgi toplumu-bilgi işçisi, büyük veri, sosyal sorumluluk, ılımlı kapitalizm, strateji ile başlayıp yönetim ile tamladığı programlar vb. retoriklerle parlatarak, bu tür öznelleştirmeler vasıtasıyla hem örter hem de yeniden türetmeye yönlendirir. Lider-yönetici “yapay ikilemi” de bunlardan biridir ve bu dilemma asli olanı, borçlandırılmış insanı-çalışanı aşina kılmanın aracıdır.
Neoliberal düzende öznelleştirmenin hedefi üretimin tarzını belirlemektir. Üretimin tarzı ise yönetimin modelini biçimlendirir. Liderlik olgusu modellerin bazılarında yer alan imaj yapıcı unsur mesabesinde zikredilir, ancak bunun pratikteki tezahürü sorgulandığında; lider tiplerinden bahsedilse de üzerinde mutabık kalınan birine veya bir kaçına rastlamanız neredeyse imkânsızdır. İşaret edilenler arasında ‘iyi yöneticiye’ denk gelmeniz dahi çok zor bir durumdur. Çünkü asli olan genel bir üst yönetim düzeni ve bunların bağlı olduğu bir ya da birkaç patron figüründen ibarettir. Patron da kapitalin temsilcisi ve dolayısıyla oluşturulmuş gücün figürasyonudur. İş'e-çalışmaya dayalı sistematiğin özü kapitalden hareketle yaratılır. Bu bağlamda emeği temel alan tüm yönetim sistemleri, onu artı-değer üretiminin güvence altına alınması yönünde araçsallaştırır. Tam da bu nedenle, insan hem doğrudan üreten hem de tüketen olarak sömürenin ve sömürülenin kaynağıdır. Genel amaç artı-değerin güvencesi olduğu halde, insana konulan hedeflerin büyük bölümü onu, yine kendisinin ürettiğine yabancı kılarak yapay karmaşalarla uyutmaktır.
Toplumsal temayüllerin gidişatını öngörebilmek yeni zamanların enstrümanları ile daha mümkün iken, bireyselin öngörülebilmesi gittikçe zorlaşmaktadır. Genişleyen teknolojik imkânlar insanı birey olarak tabiatının gereği daha uç noktalara savurarak denge unsurunun tahmin edilebilirliğinin limitlerini de genişletmiştir. Bunu dizginlemenin ve olabildiğince denetleyebilmenin yolu popülerliği ve fanteziyi yaygınlaştırmakla bir nebze de olsa mümkün kılınabilmektedir. Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, sosyal bilimlerde örgün öğretime olan ilgi azalırken, bunlara ilişkin popüler yayınların satışları artış göstermektedir. Bu yayınların ortak özelliği sonuçta kişinin nelere dair bilgiler edineceğini, kazanımlarını daha baştan maddeler halinde sıralaması ve bireyin kendi tahayyül gücünün üretimlerini, yani sonuç olarak erişimlerini daha baştan “verilmiş olanlarla” ikame etmektir. İkame ediciler modanın da tayin edicileridir. İnsanın kahramanları, idealleri, elde edeceği sonuçları daha baştan domine edilmiştir.
İnsanüstü özelliklerle donatılan liderlik olgusu geçmişte o çağın, şimdikiler ise yeni zamanların olağan dışı olarak algılanan mevhumlarıyla donatılmışlardır. İnsanlık tarihinde lider olarak figüre edilen tiplemelere bakıldığında belirli sabit özellikler dışında, tiplerde birbirinden farklı çeşitliliklerin mündemiç kılındığı görülecektir. Bu da olguya ilişkin oluşturulacak imgelemeyi kategorilere ayırmayı ve bilgiyi yayvanlaştırmayı olanaklı kılar. Bu durum liderliğe ilişkin resmedici yayınlarda da dikkat çekici ortak bir yandır. Böylelikle yeni nesillere kendilerini özdeşleştirebilecekleri demode olmuş, geçmişin liderler olarak öne çıkarılanlarının yerine koyabilecekleri ve bu yöndeki özlemlerini giderebilecekleri çok çeşitli yeni lider figürleriyle bezenmiş mitler sunulmaktadır. Çünkü insan algısının oluşmasında önemli rolü olan beyin nöronlarımız parlatılan laflarla ve görüntülerle “yeni pazarlama” stiline oldukça uyumlanarak kolayca manipüle edilebilmektedir. Can Kozanoğlu’nun aynı isimli kitabında vurguladığı üzere, zaman artık “cilalı imaj” devridir.2   
1 İnsanın dış dünyayı okuması ağırlıklı olarak kendisi (özne) üzerinden eşyayı (nesne) tanıma ve inceleme işleviyle sınırlı kalmaktadır. Hâlbuki insan fıtratının bir özelliği olan içselliğin yaratımının insana sağladığı zenginlik ona nesneden özneyi okumasına da olanak sağlar. Ancak insan dış dünyaya olan aşırı yönlenmesi ve tiryakiliği nedeniyle çoğunlukla ya da tamamen bu imkânın farkına dahi varamaz.

2 Can Kozanoğlu, Cilalı İmaj Devri, İletişim Yay., İstanbul, 1992

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...