İşletmelerde
yönetim işinin, sistem düşüncesi ve yaklaşımından hareketle sistemik bir
veriler kümesi veya çoklu kümelenmelerin dizin mantığı göz önüne alınmadan
değerlendirilemeyeceği fikri, modern yönetim teorisinde/teorilerinde -diğer bir
bakış açısından durumsallık yaklaşımının da kuramın diğer bir dayanağı olması
dikkatten kaçırılmadan- geçerli bir varsayım olmakla birlikte; bizzat sistem
sözcüğünün oldukça geniş içerikli bir kavram ve pek çok alt sistemi bünyesinde
barındırmakta olduğu da unutulmamalı ve bu meyanda yönetimin interaktif
işlevselliği de bir gerçeklik olarak ortadayken, bu realiteye en uygun analizin
çok katmanlı sistemler düşüncesinden oluşturulan “yönetimsel teorik”
yaklaşımı üzerinden araştırılması ve analizinden hareket edilmesi ana
koşulların belki de en başında gelmektedir. Yani bir yanda genel bir şart
olarak sistem olgusu diğer yanda ise onu oluşturan ve şekillendiren insan
varlığıdır. Burada gerek sistem gerekse insan bizatihi nev’i şahsına
münhasırdır. İnsanın olmaması halinde de sistem geniş manada vardır; ama asli
anlamına insanla kavuşur. Bu şekilde belki de en belirgin olan faal unsur,
insana mahsus araçsallaştırıcı akıl ve onun ürünlerinden biri olan -teorik ve
pratik- yararcı düşüncenin varlığıdır. İşte tam da bu anda “yararcı düşüncenin”
neyi öncellediği sorusu önemlidir: salt kendisini mi yoksa toplumu mu? Ya da
birbiri içine geçmiş ikili varlık sentezini mi?
Gezegende
hali hazırda mevcut toplumların geleneğe dayalı gelişimine dayanan “basit” felsefesi ve toplumlara ‘özgü durumsallık’ belirleyici rol
oynar. Bu iki unsur yönetimin sistematiğini şekillendirir; ki bu husus
ağırlıklı olarak bazen önder olan insanlara bazen ise daha çok toplumsal
kolektif bilince (bir arada yaşama pratiğine) dayanır. Dünya tarihinde bazı
toplumlar için ‘çok kritik’ olarak nitelendireceğimiz dönemlerde bu
durumsallığın daha berrak bir şekilde tezahür ettiği tecrübesine sahibiz: 1.
Büyük Savaş sonrası Türkiye 2. Büyük Savaş sonrası Almanya ve Japonya
örnekleri. Her iki örnekte de ortak nokta birbirine göre farklılıklar arz etse
de özgün oluş-turul-muş kültürün çeşitlilik sunan özellikleridir. İnsanlığın
süregelen tarihinde merkez rol oynayan toplumlar ile onlara izafen çevrede
kalan toplumlar genel manada sistemin anlam sağlayan çoklu katmanlarını
oluştururlar. Bu bağlamda toplumlar arasında bazen birbirine yaklaşmalar bazen
ise uzak kalmalar konunun doğasındandır. Ama bu durumlar kainattaki ilintiler
varlığının gerçekliğini hiçbir surette etkilemez.
İki ana tematik olan çok katmanlı sistemler (ÇKS) ve
buna bağlı yönetişim birlikte değerlendirilmeden, ayrıca konu tümsel manada bir
araştırma programı çerçevesinde işlenmeden yapılacak araştırma girişimlerinin
yönetişim kavramının farklı sürümlerini üretemeyeceği ortadadır. Yönetimin çok
katmanlı sistemler dâhilinde araştırılmasının asli amacı, alt sistemler
arasında uyumu ortaya koyarak karmaşıklığı en aza indirebilmektir. Buradan
hareketle yönetişimin sosyal-beşeri bilimlerin tüm sahalarında ve özgün manada
işletmesel yönetimdeki rolünü anlamanın öncelikli yolu bilimsel yönden kapsayıcı
niteliğe haiz çok katmanlı sistemlerin olabildiğince iyi bir biçimde okumasını
gerektirmektedir. Bu bağlamda yönetişimle alakalı sunumun da açık sistem
yaklaşımı ile ele alınması elzem olmaktadır. Zaten yönetim olgusunun kendisi de
toplumsal sistemler içinde bulunduğundan temaya yaklaşımın açık sistem
üzerinden şekillenmesi eşyanın tabiatındandır. Çünkü açık sistem ÇKS’nin
muhtevasını görünür kılar. Açık sistemlerin aşağıda belirtilen başlıca
özellikleri aynı şekilde yönetim-şirket-işletme kümesi için de geçerlidir:
ü Büyüme yeteneği
ü Diğer sistemlerden girdi alır, ürüne/hizmete
dönüştürür, çıktı verirler
ü Kendilerini koruma eğilim ve yeteneği
ü İç ve dış çevreleriyle etkileşim
ü Bir başka sistemin alt veya üst sistemidirler
ÇKS’nin ilginç bir özelliği içsel
çelişkilerin ihtivası yanında, diyalektik manada tez anti-tez karşıtlıklarını
da bir arada barındırmasıdır. ÇKS hem hissi hem de rasyonel biçimde fark
edilebilen kullanışlı ve araçsallaştırılabilen imkânların da kapsayıcısı bir
potansiyele sahiptir. Ne var ki diğer yandan, bu imkânların yanı sıra yine
bunlardan çıkarsanacak yorumlamaların anlama boyutunda eksikliklere sebebiyet
verebilme riskleri de bir hayli fazladır. Diğer bir risk ise teorik olarak
yönetim modellerine ilişkin ayrım yapılmaksızın ÇKS’nin her türden yönetsel
yaklaşıma meşruiyet kazandırabilme esnekliğidir. Bu durumda karşı tezlerin
ortaya konulmasında da başvurulan ilk yöntem yine ÇKS’nin içerdiği sistematik
ile sağlanacaktır. Bir paradigmanın bu denli esnek ve kapsayıcı olmasının
önemli bir hususiyeti de onun üzerinden çok sayıda çeşitli yararcı teorilerin
üretilmesine yol açmasıdır ki, bu durum toplumlar için getirilerin ve
götürülerin rasyonel hesaplanabilir olmasını zorunlu kılmaktadır. Örneğin, ÇKS
demokratikleşme yönünde farklı modelleme imkânları sağladığı gibi,
otokratik-diktatoryal rejimler açısından da aynı olanağı sunabilmektedir. Aynı
zamanda sunduğu modeller üzerinde çoklu yorumların yapılabileceği ve revizyona
açık desenlere haizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder