Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik
kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında
temellendirilmesidir. Söz konusu eylem araştırması da araştırma programının
önemli bir parçasıdır ve uygulamaya geçirilmesi de zahmetli bir iştir. Örneğin,
hem işletmesel demokratikleşmenin fiili bir praktikası hem de çalışanlarla
birebir iletişim kurulmasında ve onlarla -titizlikle hazırlanmış- yazılı veya
yüz yüze anket karakterli yapılacak olan fikir-görüş alışverişiyle
gerçekleştirilen diyaloglardan işletmesel yönetimin şekillendirilmesine katkı
sağlayacak enformasyonların alınmasına aracılık eder. Görüleceği üzere araçsal
yönetişimin hedeflediği gaye çalışanlar ile ilişkisel bir bağlantı oluşturması
ve bunun sonucunda gezerek yönetme, ‘sohbetin’ taban sağladığı rahat atmosferde
gerçekleştirilen diyaloglar kurarak amaç olarak belirlediği ilişkiyi topladığı
bilgileri katılımcı verilere dönüştürerek hem ereği hem de bilgiyi aygıtsal
mekanizmalar için kullanışlı araçlar haline getirmesidir. Ve eğer mümkünse,
oluşturulması planlanan ilişkisel bağlantının işletmenin en alt katmanlarına
değin yaygınlaştırılarak ve böylece katılımı olabildiğince üst düzeylere
taşıyabilmektir. Tabiidir ki bu türden eylem araştırmalarında görev alacakların
işin uzmanı olmaları ve işletmeyi çok iyi tanımaları şarttır. Bunun yanı sıra
elde edilen sonuçların ciddiyetle derlenmesi yoluyla kaliteli bilgi olarak
yönetime sunulması önemlidir. Bu süreçleri müteakip karar alıcı yönetsel
mekanizmaların çalışmalarını “sümen altına” itmeden işin uzmanları ile beraber
yönetimin çalışanlarla uyum sağlayıcı kararları zamanında almaları ve yürürlüğe
koymaları gerekmektedir ki, bu da öngörülebilirlik oluşturmaya yönelik
‘üzerinde erken zamanda düşünmek’ ile yakından ilişkili bir süreçtir. Alınacak
kararlar işletme açısından nesnel özellikleri ağır basan hususlar olabildiği
gibi çalışanların özel problemlerine yönelik olarak öznel çözümleri de
içerebilir. Yani kararlar objektif ve/veya sübjektif nitelikli olabilirler ve
işletmeye sağlayacakları fayda açısından aralarında fark gözetilmemesi
gereklidir. Her iki yönlü kararlar kişilerin, yani çalışanların imkânlar
dâhilinde yararına olduğu takdirde anlam da kazanarak önce değerlere,
istikrarlı olarak uygulamaların devamında ise süreç yaklaşımına dayalı sonuç
odaklı erdem yüklü edimlere dönüşeceklerdir. Bu ortamın sağlanması iş
kültüründe güzel ahlaki davranışların da tesis edilmesine katkı sağlayacaktır.
Eylem araştırmasında süreklilik belki de en önemli husustur ve en etkili
özelliği yorumlama yerine, işletmeye dair bilimsel bilgiye eleştirel
yaklaşabilmekte ve çalışanlarla sağlanan diyaloglar sonucunda elde edilen
güncel ve pratik bilgi ile işletmedeki bilgi birikimin kıyaslanması ve bu
doğrultuda yanlışlanan bilginin elimine edilerek işletmeye ilişkin reel resmin
netlikle ortaya konulmasıdır. Bu nevi bilgi üretimi demokratik olmasının yanı
sıra, gerek yönetimin gerekse çalışanların ve diğer ilgililerin ortak bir
süreçte karar almalarda belirli düzeyde de olsa katılımının sağlanmasını
realize etmesine ve kolektif organizasyonel öğrenmeye vesile olmasıdır.
Araştırma programının diğer bir
özelliği netice itibarıyla verilen kararların –ayrıca karar alma süreçlerinin-
kalitesinin de değerlendirilmesi aşamalarını içermesidir. Yönetimce alınan
nihai kararlarla eylem araştırması sonuçlarının ne seviyede mutabakat içinde
olduğunun tespit edilmesi ve bu mukayeselere ilişkin raporların anlaşılır ve
şeffaf bir tekrar gözden geçirilmesini
ve lüzum üzere revize edilmesini sağlayacaktır. Bunun temini ise ağırlıklı
olarak “entegre düşünceye ve bunun çıkarımı olan entegre raporlamaya” dayalı
bakış açsının kavranmasına bağlıdır (“entegre düşünce” de kendi bağlamında
öncelikle ayrı ve bağımsız olarak ele alınması gereken bir temadır).
Görüleceği üzere tezimizin
merkezinde yer alan yönetişime dair araçsallık atfı, literatürdeki
yaygın Corporate Governance (CG) yaklaşımından oldukça farklı bir kuramsallıkta
taban bulan yöntemsellik sunmaktadır. Klasik
yönetişim olarak adlandırdığım CG, devletin piyasa yönelik düzenleme ve
denetim yönüyle meydana getirdiği bir yönetme anlayışı olmakla beraber, bunu şirketlerin
içe ve dışa yönelik olarak yeni bir yönetim tarzı(ymış) gibi (şeklinde)
uygulamaları devlete karşı kendilerine yüklenen sorumlulukları yerine getirme
aksiyonu olarak tek yönlü ve dışa dönük mesabede kalmaktadır. Şirket
yönetimleri içlerine yönelik edimler çerçevesinde oluşturdukları yönetme işini
ise sözde bırakarak bahis konusu ettikleri katılımcı karar alma, sosyalizasyon,
eğitim, sendika dışı işgören temsili vb. demokratikleşmeye yönelik (sosyal)
diyalog pratiklerini ya sadece görüntü olarak kısmen devreye sokmakta ya da bu
türden konularda hiçbir şey yapmadan iş, üretim, karlılık gibi öğeleri sürekli
önceleyerek “durumu idare” etmektedirler. Bunun yanı sıra düşük ve dengesiz
ücretlendirme, esnek çalışma adı altında fazla çalışma, üst katmansal odaklı
yönetim, mobbing, tek yönlü tarafsız performans uygulamaları, çalışanlara
yönelik “rızanın imalatı”* gibi gayri insaniliğe varan iş yapma alışkanlıkları
çalışma yaşamını malul kılmaktadırlar. Büyük şirketlerde ise dışa yönelik
kotarma usulü ve imaj imalatına yönelik sosyalizasyon faaliyetleri, üretim
ağırlıklı iş kültürü, sosyal katma değer yaratma türünde kendine övgü gibi
öğeler ön plandadır. Pek çok şirketin bırakın çalışanlarına karşı olan
sorumluluklarının bilincinde olmayı, hissedarları için de mesuliyet
anlayışından uzak oldukları ve genel anlamda kapalı sisteme dayalı
“gündelik-rutin” yönetmenin zihniyeti ile çevrelendikleri ortadadır. Kapalı
sisteme dayanan şirketlerde ise öğrenen işletmesel örgüt ve entelektüel donanım
olguları gelişim sağlayamaz. Böyle olunca da Çok Katmanlı Sistemler
modellemelerinden kaynak alan yönetişimden söz etmek mümkün değildir veya sözü
edilen şey en fazla kurumsal yöneti(şi)m gibi tuhaflıklar olacaktır.
Bu gibi tuhaflıklar sıradanlaşsa dahi son bölümde
belirttiğimiz gibi unutulmamalıdır ki, ahlaki yozlaşma yeni zamanların en ağır
sorunlarından biridir. Çirkin ahlak gibi güzel ahlak da bulaşıcı etkinliğe
haizdir. Bilindiği üzere, toplumsal alanların her biçeminde çarpıtılmış algı,
yanıltmanın ve yalanın baskı oluşturan öğelerdir ve etik dejenerasyona sebep
olurlar. Yönetimlerin en büyük yanılgılarından belki de en
önemlisi büyük çoğunluğunun ahlaki duruş zaafının farkına varmadan içlerine
düştükleri yalan-kandırmaca gayyasıdır. Şöyle ki pek çok şirket esnek
yapılanmanın baş koşulu olan demokratikleşmeyi, bunun için gönüllülüğü, sabrı
ve samimiyeti göze alamamaktadır. Aslında eski düzene birkaç rötuş atarak
(kurumsal yönetimi yönetişim olarak lanse etmek gibi) günü kurtarmanın
peşindedir. Bu manada atlanılan en önemli püf noktalarının başında demokratik
zihniyet oluşumunun sağladığı bakış açısı ve bunların içselleştirilmesi
suretiyle ileriye aktarılacak olan, merkezinde güzel ahlakın yer aldığı ve önce
mekânsal sonra da zamansal katmanlara sirayet eden kültürel birikimdir.
*N.
Chomsky, E. S. Herman, Rızanın İmalatı: Kite Medyasının Ekonomi Politiği, BGST
Yay., İstanbul, 2012. Eserde, ilgili kavram “Rızanın İmalatı”, kitle medyası
aracılığıyla temel olarak devletlerin ve şirketlerin normalde insanların karşı
çıkabileceği davranışlarına olumlu bakmalarının veya tepkisiz kalmalarının
nasıl sağlandığını çeşitli açılardan ele alır ve insanların istemedikleri
şeyleri istiyormuş gibi hissetmelerini, ihtiyaç duymadıkları şeylere ihtiyaç
duyduklarını sanmalarını ve kabul etmeyecekleri şeylere rıza göstermelerini
sağlamak olarak tanımlanmaktadır. Bazı şirket yönetimleri de aynı (psikolojik)
yöntemi çalışanlarına karşı uygulamaktan geri durmazlar.