4 Ağustos 2016 Perşembe

Yönetişim: Epistemik Yetersizlikten Ontolojik Soruna

İçinde bulunduğumuz yaygın küresel karakterli çok yönlü dönüşüm süreci, cevherinde olmasa da politika olgusunu ve daha etkili olarak politikanın ürettiği formları da etkilemekte, özellikle yönetime dair genellenmiş anlayış ve yaklaşımlardaki meşruiyet ve yürütümleri de sorgulanır kılmaktadır. Bunun yanı sıra otomatik olarak devlet, rejim ve idare biçimlerinin ve buna bağlı olarak yönetim olgusunun  “sosyal evirilme” süreci de daha belirginleşmektedir. Öyle ki, fikri manada bir yanda “anarşist” yaklaşımlar üzerinden “yeni bir sol” anlayışın, diğer tarafta kapitalizmin son otuz yılda eriştiği finans kapital akımların “şirket benzeri devlet” türünde mülâhazaların tartışıldığı “post modern çağ” kavramı her geçen gün daha fazla dillendirilmektedir. “Diyalektik İzafiyetçilik” olarak adlandırdığım ve bir nevi kavram-olgu aşındırıcı etkilere haiz bu düşünce şeklinin getiri-götürü muhasebesinden maada insanın araştırma, inceleme-analiz ve önermelerin mantığında hangi koşulları oluşturduğudur.  Görüşüme göre, oluşan ve gittikçe olgunlaşan ana koşul, araştırmanın mantığının yerini gittikçe almaya başlayan “ikame ön-yargılı” yeni arayışların ortaya çıkmasıdır. Pek çok yönetim gurusuna göre öncel çıkıntı; bu süreçte devletin yurttaşların giderek artan ve karmaşıklaşan taleplerine yanıt vermekte zorlanmasıdır ve bunun oluşturduğu konjonktürde yönetimin başarısızlık sorunlarıyla ve bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan “yönetemeyen” sistemlerle yüz yüze gelinmesidir.
Yaşanan hızlı değişim ve dönüşüm sürecinde mekân ve zamana dair algılama ile beraber ilişkinin nitelikleri de farklılaşmış, ünsiyetin ağır bastığı insanlar arası münasebette uzaklık-yakınlık kavramları belirleyiciliğini önemli ölçüde yitirerek tamamen mesafe mesabesine indirgenmiş ve ilişki de ileri teknoloji vasıtasıyla ağırlıkla iletişim şeklinde varlık kazanarak yapaylaşmıştır. Günümüzde iletişim, münasebetin geçerli biçemidir. Dünyanın büyük bir bölümünü kalite bağlamında farklılıklar arz etse de iletişim ağları sarmış, bu gelişim yönetimin şeklini de derinden etkilemiştir. Söz konusu ağların yönetilmesi hususu da ayrı bir uzmanlık alanı olarak ön plana çıkmış, klasik yönetim yaklaşımlarının dönüşümünü hızlandırmıştır. İlişkinin yerelliğinden iletişimin kürevileşmesine evirilen bir dünyada yüzeysel bir biçem de arz etse, ülkeler ve insanlar arası tanış olma melezleşen yönetme işini önce çeşitlenerek yenilenen yurttaş kimlikleri ile karşı karşıya bırakmıştır. İletişim ağları üzerinden oluşan yeni kimlikler, yurttaş kavramının yanında ‘çağdaş kavramını’ da farklı bir mecraya taşımaktadır. Çok çeşitli iletişim ağları içindeki insanlar, tek kimlikli olmaktan çıkmakta ve çok kimlikli hale gelmektedirler. Doğal olarak bu ortam genel olarak yönetim disiplinini ve onun öncel özelliklerinden olan denetim-kontrol mekanizmalarını da doğrudan etkilemektedir. Mevcut denetimler, toplumsal bağlılıkları oluşturmakta tek başına yeterli olamamaktadır. Disiplinde 1970’lerde “Kamu Yönetimi”, 1980’lerde “Kamu Politikası ve Yönetimi”, 1990’larda ise, yaşanan bu hızlı değişim sürecinin sonucu olarak “Yönetişim” yaklaşımları baskın olmaya başlamıştır. Artan küreselleşme ile birlikte büyüyen ağ yönetimi politika marifetiyle ekonomi piyasalarını etki-tepki bağlamında, umumi işlemler alanında iç içe geçen ve belirli noktalarda kesişimlere, böylelikle özel alanlarda çoklu kümelerin oluşumlarını tetiklemiş ve yapısal yönden sistemlere her geçen gün artan bir eğilimde çok katmanlılık hususiyetini kazandırmaktadır. Bu durum dünyada yeni bir “düzenler kompleksinin” inşasıdır ve durumsal olanaklar ile risklerin netleşmesidir. Dünya konjonktürel gelişimin önemli bir değişken haline geldiği bir yer olarak, küresel ölçekte ortaya çıkan olanaklar, riskler, fırsatlar ve sorunlar arasında denge noktasının bulunması için arayışların içindedir. Peki, bu görev kimlerin sorumluluğundadır ve bu konuda kimler yetkilidir? Bir görüşe göre düzenleyici olarak devletin, diğer bir görüşe göre kamu ile özel sektörün ortaklaşa oluşturdukları üst kuruluşlarda. Devletin unsur olarak tüm ağırlığıyla yetki ve sorumluluk sahibi olduğundan kasıt “klasik” devlet yapılanmasının ihyası ve devamıdır. Diğer durumda ise devlet düzenlediği üst kuruluşlar ve ilgili kurullar ile denetleyen roldedir, zira klasik kurulu denetimler, toplumsal bağlılıkları oluşturmakta tek başına yeterli olamamaktadır. Bu görevin etkin şekilde yerine getirilebilmesinin ise ancak iyi bir yönetişim yapısının kurulması ile mümkün olabileceği düşüncesi yeni doktrinin temelini teşkil eder. Bu meyanda devlet erki küresel ekonomiye göre şekillenmeli ve organize olmalı, yönetişim ise önemli yönüyle neoliberal siyasanın mekanizmalarını oluşturmalı ve esnek yasalarla yolunu açmalıdır.
BM, DB, IMF, OECD ve AB gibi ulus üstü mekanizmalarca devletlerin önüne konan sevk ve idare biçimi son dönemin popüler kamu yönetimi akımı olan Yeni Kamu Yönetimi (YKY) düşüncesidir. Bu doğrultuda kapsama alanında önemli bir yeri olan “Corporate Governance” formundaki yönetişimin öncel işlevi, YKY aracılığıyla kamu sektörüne rekabeti getirmektir. Çünkü rekabetsiz ortamda kamu sektörü yönetim stillerini değiştirmenin mümkün olmadığı ve devlet organlarının gerekli kaliteye erişemeyeceği yaygın bir ön kabuldür. Klasik yönetim tarzı, rekabetle çok bağımlı değildir.1 Artık önceden belirlenen bir ortak amacı gerçekleştirmek için tek özneli, merkezi, hiyerarşik bir iş bölümü içinde, araçsal rasyonelliği ön plâna alarak yapan, üreten, bunun için kaynakları ve yetkileri kendilerinde toplayan yönetimden, önceden belirlenen bir yöne doğru değil, insan haklarına dayalı performans ölçütlerini gerçekleştirecek, çok aktörlü, yerel, ağsal ilişkiler içinde iletişimsel bir rasyonellik anlayışı içinde, kendisi yapmaktan çok toplumdaki aktörleri yapabilir kılan, yönlendiren, kaynakların yönlendirilmesini kolaylaştıran yönetişim anlayışına geçilmektedir. Bu özellikleriyle yönetişim siyasal ve ekonomik gücün daha yaygın dağılımını da içermektedir. Ancak bize göre, böyle bir yaklaşımda kamu kuruluşlarında rekabetten maada kamu kuruluşları ile özel sektör kaynaklarının karışımı öngörülmekte, bu çerçevede hizmet üretimi ve dağıtımı için alternatif yöntemler gündeme getirilmektedir. Bu bağlamda “Corporate Governance”, bir toplumsal-politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzendir. Diğer yandan ise “Corporate Governance”, ayrımı bulanık olan kamu kuruluşları ve özel sektör arasındaki sınırlarda gelişen yönetim tarzlarını göstermekte ve yönetimin daha iyi yönetebilmek amacıyla yeniden yapılandırılmasına vurgu yapmaktadır.2

1 B. Guy Peters, John Pierre, “Governance without government?, Journal of PA Research&Theory, 1998, 8, 2, s. 223-244

2 H. Ulrich, Gesammelte Schriften - Management: Aufsätze 2. Teil 1981-1998, Verlag Paul Haupt., Bern, 2001, s. 28-31 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...