İçinde bulunduğumuz yaygın küresel karakterli
çok yönlü dönüşüm süreci, cevherinde olmasa da politika olgusunu ve daha etkili
olarak politikanın ürettiği formları da etkilemekte, özellikle yönetime dair
genellenmiş anlayış ve yaklaşımlardaki meşruiyet ve yürütümleri de sorgulanır
kılmaktadır. Bunun yanı sıra otomatik olarak devlet, rejim ve idare
biçimlerinin ve buna bağlı olarak yönetim olgusunun “sosyal evirilme” süreci de daha
belirginleşmektedir. Öyle ki, fikri manada bir yanda “anarşist” yaklaşımlar üzerinden
“yeni bir sol” anlayışın, diğer tarafta kapitalizmin son otuz yılda eriştiği
finans kapital akımların “şirket benzeri devlet” türünde mülâhazaların
tartışıldığı “post modern çağ” kavramı her geçen gün daha fazla
dillendirilmektedir. “Diyalektik İzafiyetçilik” olarak adlandırdığım ve bir
nevi kavram-olgu aşındırıcı etkilere haiz bu düşünce şeklinin getiri-götürü
muhasebesinden maada insanın araştırma, inceleme-analiz ve önermelerin
mantığında hangi koşulları oluşturduğudur.
Görüşüme göre, oluşan ve gittikçe olgunlaşan ana koşul, araştırmanın
mantığının yerini gittikçe almaya başlayan “ikame ön-yargılı” yeni arayışların
ortaya çıkmasıdır. Pek çok yönetim gurusuna göre öncel çıkıntı; bu süreçte
devletin yurttaşların giderek artan ve karmaşıklaşan taleplerine yanıt vermekte
zorlanmasıdır ve bunun oluşturduğu konjonktürde yönetimin başarısızlık
sorunlarıyla ve bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan “yönetemeyen”
sistemlerle yüz yüze gelinmesidir.
Yaşanan hızlı değişim ve dönüşüm sürecinde
mekân ve zamana dair algılama ile beraber ilişkinin nitelikleri de
farklılaşmış, ünsiyetin ağır bastığı insanlar arası münasebette
uzaklık-yakınlık kavramları belirleyiciliğini önemli ölçüde yitirerek tamamen
mesafe mesabesine indirgenmiş ve ilişki de ileri teknoloji vasıtasıyla
ağırlıkla iletişim şeklinde varlık kazanarak yapaylaşmıştır. Günümüzde
iletişim, münasebetin geçerli biçemidir. Dünyanın büyük bir bölümünü kalite
bağlamında farklılıklar arz etse de iletişim ağları sarmış, bu gelişim
yönetimin şeklini de derinden etkilemiştir. Söz konusu ağların yönetilmesi
hususu da ayrı bir uzmanlık alanı olarak ön plana çıkmış, klasik yönetim
yaklaşımlarının dönüşümünü hızlandırmıştır. İlişkinin yerelliğinden iletişimin
kürevileşmesine evirilen bir dünyada yüzeysel bir biçem de arz etse, ülkeler ve
insanlar arası tanış olma melezleşen yönetme işini önce çeşitlenerek yenilenen
yurttaş kimlikleri ile karşı karşıya bırakmıştır. İletişim ağları üzerinden
oluşan yeni kimlikler, yurttaş kavramının yanında ‘çağdaş kavramını’ da farklı
bir mecraya taşımaktadır. Çok çeşitli iletişim ağları içindeki insanlar, tek
kimlikli olmaktan çıkmakta ve çok kimlikli hale gelmektedirler. Doğal olarak bu
ortam genel olarak yönetim disiplinini ve onun öncel özelliklerinden olan
denetim-kontrol mekanizmalarını da doğrudan etkilemektedir. Mevcut denetimler,
toplumsal bağlılıkları oluşturmakta tek başına yeterli olamamaktadır.
Disiplinde 1970’lerde “Kamu Yönetimi”, 1980’lerde “Kamu Politikası ve
Yönetimi”, 1990’larda ise, yaşanan bu hızlı değişim sürecinin sonucu olarak
“Yönetişim” yaklaşımları baskın olmaya başlamıştır. Artan küreselleşme ile
birlikte büyüyen ağ yönetimi politika marifetiyle ekonomi piyasalarını
etki-tepki bağlamında, umumi işlemler alanında iç içe geçen ve belirli
noktalarda kesişimlere, böylelikle özel alanlarda çoklu kümelerin oluşumlarını
tetiklemiş ve yapısal yönden sistemlere her geçen gün artan bir eğilimde çok
katmanlılık hususiyetini kazandırmaktadır. Bu durum dünyada yeni bir “düzenler
kompleksinin” inşasıdır ve durumsal olanaklar ile risklerin netleşmesidir.
Dünya konjonktürel gelişimin önemli bir değişken haline geldiği bir yer olarak,
küresel ölçekte ortaya çıkan olanaklar, riskler, fırsatlar ve sorunlar arasında
denge noktasının bulunması için arayışların içindedir. Peki, bu görev kimlerin
sorumluluğundadır ve bu konuda kimler yetkilidir? Bir görüşe göre düzenleyici
olarak devletin, diğer bir görüşe göre kamu ile özel sektörün ortaklaşa
oluşturdukları üst kuruluşlarda. Devletin unsur olarak tüm ağırlığıyla yetki ve
sorumluluk sahibi olduğundan kasıt “klasik” devlet yapılanmasının ihyası ve
devamıdır. Diğer durumda ise devlet düzenlediği üst kuruluşlar ve ilgili
kurullar ile denetleyen roldedir, zira klasik kurulu denetimler, toplumsal
bağlılıkları oluşturmakta tek başına yeterli olamamaktadır. Bu görevin etkin
şekilde yerine getirilebilmesinin ise ancak iyi bir yönetişim yapısının
kurulması ile mümkün olabileceği düşüncesi yeni doktrinin temelini teşkil eder.
Bu meyanda devlet erki küresel ekonomiye göre şekillenmeli ve organize olmalı,
yönetişim ise önemli yönüyle neoliberal siyasanın mekanizmalarını oluşturmalı
ve esnek yasalarla yolunu açmalıdır.
BM, DB, IMF, OECD ve AB gibi ulus üstü
mekanizmalarca devletlerin önüne konan sevk ve idare biçimi son dönemin popüler
kamu yönetimi akımı olan Yeni Kamu Yönetimi (YKY) düşüncesidir. Bu doğrultuda
kapsama alanında önemli bir yeri olan “Corporate Governance” formundaki
yönetişimin öncel işlevi, YKY aracılığıyla kamu sektörüne rekabeti getirmektir.
Çünkü rekabetsiz ortamda kamu sektörü yönetim stillerini değiştirmenin mümkün
olmadığı ve devlet organlarının gerekli kaliteye erişemeyeceği yaygın bir ön
kabuldür. Klasik yönetim tarzı, rekabetle çok bağımlı değildir.1 Artık önceden belirlenen bir ortak amacı gerçekleştirmek için tek özneli,
merkezi, hiyerarşik bir iş bölümü içinde, araçsal rasyonelliği ön plâna alarak
yapan, üreten, bunun için kaynakları ve yetkileri kendilerinde toplayan
yönetimden, önceden belirlenen bir yöne doğru değil, insan haklarına dayalı
performans ölçütlerini gerçekleştirecek, çok aktörlü, yerel, ağsal ilişkiler
içinde iletişimsel bir rasyonellik anlayışı içinde, kendisi yapmaktan çok
toplumdaki aktörleri yapabilir kılan, yönlendiren, kaynakların
yönlendirilmesini kolaylaştıran yönetişim anlayışına geçilmektedir. Bu
özellikleriyle yönetişim siyasal ve ekonomik gücün daha yaygın dağılımını da
içermektedir. Ancak bize göre, böyle bir yaklaşımda kamu kuruluşlarında
rekabetten maada kamu kuruluşları ile özel sektör kaynaklarının karışımı
öngörülmekte, bu çerçevede hizmet üretimi ve dağıtımı için alternatif yöntemler
gündeme getirilmektedir. Bu bağlamda “Corporate Governance”, bir
toplumsal-politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde
edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzendir. Diğer yandan ise “Corporate
Governance”, ayrımı bulanık olan kamu kuruluşları ve özel sektör arasındaki
sınırlarda gelişen yönetim tarzlarını göstermekte ve yönetimin daha iyi
yönetebilmek amacıyla yeniden yapılandırılmasına vurgu yapmaktadır.2
1 B. Guy Peters, John Pierre, “Governance without government?, Journal of PA
Research&Theory, 1998, 8, 2, s. 223-244
2 H. Ulrich,
Gesammelte Schriften - Management: Aufsätze 2. Teil 1981-1998, Verlag Paul
Haupt., Bern, 2001, s. 28-31
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder