“Etiğini gözetmeden
isyan eden insan, en önce nisyan ile maluldür.”
İnsanın bütünlük
karakterini, fıtratındaki enerji vasıtasıyla yaşamı araç kılarak zihinselin ürettiği
bilişsel kabiliyeti ve becerileri parçalara (algılama, okuma, anlama, kavrama,
öğrenme, hatırlama, tahayyül etme, fanteziler türetme ya da düşünmenin formları
“düşünüp taşınmak, seçmek, karar vermek, niyet oluşturmak ve planlamak,
stratejiler oluşturmak ve izlemek, önceden görmek ve kestirmek, tahmin-takdir
etmek, belirlemek, ağırlık vermek, muayene-kontrol ve teftiş etmek,
gözlemlemek-izlemek, gözetmek, denetlemek, uyanıklık ve farkındalık,
yoğunlaşma, odaklanma ve hatta para-psikolojik hipnozdan trans hallerine kadar uzanan
‘derin uyanıklık ve zihinsel soğukkanlılık’ gibi bölünmüş bilinç-dimağ
durumsallıkları) ayırma benliğin birey üzerinden bireyciliğe uzanan serüveninin
diğer bir yansımasıdır. Bunun diğer bir okuması, bireyin kendi düşüncesinden
hareketle, öznelin nesnelleştirilmesi olarak, kısmen de olsa sosyalleşmenin göbeğine
oturtulan nesnel kılıklı öznel(ci)liğe meyletmesi ve bunu yaşamda
gerçekleştirebilmesidir. Bu mefhum, insan ilişkilerinde açık ve/veya gizli
baskı ve sömürü-zulüm ile tecelli eder. Tarihsel gelişimde “terbiye” edilmemiş
üretim kaynaklı ilişkiler içinde, İş’in çerçevelenmesinde bu tecelli adeta
‘eşyanın tabiatına’ uygun bir hal almıştır. Öyle ki günümüzde “asgari ücret”
isimlendirilmesi altında iş’in değeri devlet erki ile “biçilmektedir”. Bu
öylesine çelişkili bir değer biçmedir ki, masa başında yapılan 8 saat süreli
hafif bir iş ile bir maden ocağında yapılan son derece ağır-tehlikeli ve
gayrisıhhi 12 saatlik işin değeri çok rahatlıkla eşitlenebilir. Asıl ilginç ve
tuhaf olan değerlemenin ücretlendirme zaviyesinden
yapılmasıdır. Benliğin “İş”e dair en acımasız problemlerinden biri bu sakil,
çirkin ve gayri medeni bakış açısıdır. Genel ekonomiden, sektörele ve dahi
işletmelere-şirketlere değin uzanan bu berbat zihniyet, diğer yandan gösterişli
fiziki kütleleri ve sözde hümanist yaklaşımları ile sömürünün abidesinin dışını
insan hakları (bunun bir de temel olarak adlandırılanı var!), kalite
sistemleri, sosyal haklar ve aksiyonlar, eğitim, bilimsellik vs. riyakâr kılıflar
ile süsler. Bir uçta kuantumun bilmem nesi, diğer uçta kaynağa indirgenen insan
evladı, diğer bir yanda çevre hassasiyeti olarak “pompalanan ve gazlanan” olgu
ile aslında insandan soyutlanan en doğal bütünselimiz, enaniyetimizin
insancılık komedyası ile darmadağın edilmektedir. Bu durumda abandone olan
insan evladı, havucun ardında koşulan tavşan misali edilir. Evet, edilir;
edilgenleştirilir. İnsanın edilgenliği, yabancılaşması ve zamanla tek boyutlu
suretlere bürünmesi, asliyeti ve ondan beslenen özellik ve özgünlüklerini ve de
bu bağlamda öz(ü)gürlüğünü unutmasıdır.
İnsanda tezahür eden drama, kendini
afak ve enfüs ile parçalayıp, her iki halde de oluşturduğu ötekilere nazaran kendini
tanımlamasıdır. Kendindeki birliği unutan, hatırlatıldığında inanmayıp
uzaklaşan insan, idrakinin dışında olduğunu varsaydığı yabancılaşma problemini,
bu ön kabul devam ettiği müddetçe tanıyamayacak, hatta çoğunlukla böyle bir
şeyin olup olmadığını fark etmeyecektir. Yeni zamanların “farkındalık” modası
tam da bu nedenle metaya yoğunlaşmıştır. Meta içselleştirilendir aynı zamanda. Bu
böyle olduğu sürece de yabancılaşma ve güçleşen boyutları insan idrakinin
dışında kalacaktır. Sorunu içinden çıkılmaz kılan
etkenlerin başında da bu gelmektedir. İnsanın haiz olduğu asli kabiliyetin,
yani kesret içindeki birliğini fark edememesi, paradoksal olarak onun zihinsel
işlevlerini tek boyutluluğa sürükleyecektir: Yani yabancılaşmasına.
İş’in teorisi, insan emeğinin baskın
olarak tek boyutlu ele alınmasına işaret eder. Bu boyut emeğin, ağırlıklı
olarak ücrete endekslenerek değerlemesidir. Bu başlı başına adil olmadığı gibi,
bizatihi bu değerlemenin kapitalin gösterdiği performansa –kapitalin emeğine-
göre adaletsizliği de aşarak zulüm haline dönüştürülmesidir. Kapitalin kendi
ürettiği emeği de para ile değerleyerek ölçmesi, paranın değerli madenden
kağıda evirilmesine değin süren “insan zekasının hokkabazlık-üçkağıt (acaba
hangi zeka türü –duygusal, ruhsal veya ???- ile bunu becermiştir!)” serüveni nihayetinde,
metanın elde edilmesinde mübadele aracı olan parayı bizzat meta, hatta daha da
ileri giderek kağıt, plastik ve her türden sanal bir nemenem’e dönüştürmeyi becermiştir. Nemenemden kasıt
her halde garabettir; nasıl ki bilgi çağı olarak adlandırılan periyot büyünün,
falcılığın, bir takım post modern metafizik, mistik cazibe suretlerinin ve
türettiği bilgi yığınlarının çağı olmaya başladı ise… Ve dahi bu dönemin artık
sözde bilgelik çağı olacağından dem vurulsa da; çok şükür buna dair işaretlerin
okumasını yapan akl-ı selim bazı insanlar, gelenin bilgelik değil, daha da ustalaşmış
tilkilik (tilkiden özür ile) çağı olduğunu fark etmişler ve uyarılarını
yapmaktadırlar. Dinleyene gerçekten aşk olsun: Bilgeler iyi atlara bindiler ve
gittiler. Meydan tilkilerindir artık. İnsan evladının enaniyet-benlikten
başlayan macerası haklı nedenlerle bireyleşmeye yönelmiş iken, doyumsuzluk ve
bencillik baskın bir biçimde galebe çalmış, birey bireyciye dönüşmüştür. Bu düzeye
erişmiş canlı türünün sınırları tanıması, haddini bilmesi ve edep ile ahlakı
şiar edinmesi çok zordur. Tümü birer yitik mesabesindedir artık. İnsan evladına
bahşedilen en değerli armağanlardan biri olan iş ve aksiyonu çalışmak
kirletilmiştir. Zira karşısına çıkarılan neredeyse yegane önemli değerleme
enstrümanı ücretleme, yani paradır. İnsanın en lüzumlu sorgulaması varoluş,
bırakın alt sıralara geriletilmiş olmayı, çoktan bir alt lige küme-düşmüştür. Her
insan bilmelidir ki, kendini sorgulamadığı sürece gerek eylemleri gerek üretime
dair fikir ve çıkarımları etiğin derinliği ile hemhal olamayacaktır. Etik ile
hemhal olamayan “şeyler” ise tükenip yokluğa gömülmeye mecburlardır.
Ücret olarak ne aldığınız önemli mi? Altın bile dolarla değerlendirildikten sonra...
YanıtlaSilYazıda vurgulanan ücretin ne olduğu değil, kantitatif değerlemenin yetersizliğidir. Bundandır ki, kalitatif değerleme ve ölçümlerin devreye alınması önerilir. Fakat şu da dikkat çekicidir ki, hak mücadelesinde sendikalizasyonun ücrete indirgenmiş olmasıdır. Kalitatif özellikler çok geniş bir kapsama alanına haiz olup, ayrı bir çalışmanın konusudur. Altının dolarla değerlemesi ise durumsallıklara göre değişkendir; yani uluslararası ekonomik ilişkilerde, gerekliliklere göre altının mübadele aracı olduğu bazı durumlarda değerleme de Euro veya ülkelerden birinin daha değerli konvertibiliteye haiz parası, hatta para dışı değişimli ticarette ölçüm ve tayinde belirleyici olur (Şangay beşlisi ilişkileri, Türkiye-İran petrol ticareti, Türkiye-Venezuela ön ticari anlaşmaları vb.). Aslında söz konusu makale, genel anlamda sömürücü zihniyetin yaratıcılığını, yani diğer bir deyişle enaniyetin genleşme kabiliyetini göstermeyi amaçlar.
SilSelam ve saygı ile.