17 Aralık 2013 Salı

İş’in Teorisi – 6/4: Birey ve Benlik Problemi


“Etiğini gözetmeden isyan eden insan, en önce nisyan ile maluldür.”

İnsanın bütünlük karakterini, fıtratındaki enerji vasıtasıyla yaşamı araç kılarak zihinselin ürettiği bilişsel kabiliyeti ve becerileri parçalara (algılama, okuma, anlama, kavrama, öğrenme, hatırlama, tahayyül etme, fanteziler türetme ya da düşünmenin formları “düşünüp taşınmak, seçmek, karar vermek, niyet oluşturmak ve planlamak, stratejiler oluşturmak ve izlemek, önceden görmek ve kestirmek, tahmin-takdir etmek, belirlemek, ağırlık vermek, muayene-kontrol ve teftiş etmek, gözlemlemek-izlemek, gözetmek, denetlemek, uyanıklık ve farkındalık, yoğunlaşma, odaklanma ve hatta para-psikolojik hipnozdan trans hallerine kadar uzanan ‘derin uyanıklık ve zihinsel soğukkanlılık’ gibi bölünmüş bilinç-dimağ durumsallıkları) ayırma benliğin birey üzerinden bireyciliğe uzanan serüveninin diğer bir yansımasıdır. Bunun diğer bir okuması, bireyin kendi düşüncesinden hareketle, öznelin nesnelleştirilmesi olarak, kısmen de olsa sosyalleşmenin göbeğine oturtulan nesnel kılıklı öznel(ci)liğe meyletmesi ve bunu yaşamda gerçekleştirebilmesidir. Bu mefhum, insan ilişkilerinde açık ve/veya gizli baskı ve sömürü-zulüm ile tecelli eder. Tarihsel gelişimde “terbiye” edilmemiş üretim kaynaklı ilişkiler içinde, İş’in çerçevelenmesinde bu tecelli adeta ‘eşyanın tabiatına’ uygun bir hal almıştır. Öyle ki günümüzde “asgari ücret” isimlendirilmesi altında iş’in değeri devlet erki ile “biçilmektedir”. Bu öylesine çelişkili bir değer biçmedir ki, masa başında yapılan 8 saat süreli hafif bir iş ile bir maden ocağında yapılan son derece ağır-tehlikeli ve gayrisıhhi 12 saatlik işin değeri çok rahatlıkla eşitlenebilir. Asıl ilginç ve tuhaf olan değerlemenin ücretlendirme zaviyesinden yapılmasıdır. Benliğin “İş”e dair en acımasız problemlerinden biri bu sakil, çirkin ve gayri medeni bakış açısıdır. Genel ekonomiden, sektörele ve dahi işletmelere-şirketlere değin uzanan bu berbat zihniyet, diğer yandan gösterişli fiziki kütleleri ve sözde hümanist yaklaşımları ile sömürünün abidesinin dışını insan hakları (bunun bir de temel olarak adlandırılanı var!), kalite sistemleri, sosyal haklar ve aksiyonlar, eğitim, bilimsellik vs. riyakâr kılıflar ile süsler. Bir uçta kuantumun bilmem nesi, diğer uçta kaynağa indirgenen insan evladı, diğer bir yanda çevre hassasiyeti olarak “pompalanan ve gazlanan” olgu ile aslında insandan soyutlanan en doğal bütünselimiz, enaniyetimizin insancılık komedyası ile darmadağın edilmektedir. Bu durumda abandone olan insan evladı, havucun ardında koşulan tavşan misali edilir. Evet, edilir; edilgenleştirilir. İnsanın edilgenliği, yabancılaşması ve zamanla tek boyutlu suretlere bürünmesi, asliyeti ve ondan beslenen özellik ve özgünlüklerini ve de bu bağlamda öz(ü)gürlüğünü unutmasıdır.

            İnsanda tezahür eden drama, kendini afak ve enfüs ile parçalayıp, her iki halde de oluşturduğu ötekilere nazaran kendini tanımlamasıdır. Kendindeki birliği unutan, hatırlatıldığında inanmayıp uzaklaşan insan, idrakinin dışında olduğunu varsaydığı yabancılaşma problemini, bu ön kabul devam ettiği müddetçe tanıyamayacak, hatta çoğunlukla böyle bir şeyin olup olmadığını fark etmeyecektir. Yeni zamanların “farkındalık” modası tam da bu nedenle metaya yoğunlaşmıştır. Meta içselleştirilendir aynı zamanda. Bu böyle olduğu sürece de yabancılaşma ve güçleşen boyutları insan idrakinin dışında kalacaktır. Sorunu içinden çıkılmaz kılan etkenlerin başında da bu gelmektedir. İnsanın haiz olduğu asli kabiliyetin, yani kesret içindeki birliğini fark edememesi, paradoksal olarak onun zihinsel işlevlerini tek boyutluluğa sürükleyecektir: Yani yabancılaşmasına.

            İş’in teorisi, insan emeğinin baskın olarak tek boyutlu ele alınmasına işaret eder. Bu boyut emeğin, ağırlıklı olarak ücrete endekslenerek değerlemesidir. Bu başlı başına adil olmadığı gibi, bizatihi bu değerlemenin kapitalin gösterdiği performansa –kapitalin emeğine- göre adaletsizliği de aşarak zulüm haline dönüştürülmesidir. Kapitalin kendi ürettiği emeği de para ile değerleyerek ölçmesi, paranın değerli madenden kağıda evirilmesine değin süren “insan zekasının hokkabazlık-üçkağıt (acaba hangi zeka türü –duygusal, ruhsal veya ???- ile bunu becermiştir!)” serüveni nihayetinde, metanın elde edilmesinde mübadele aracı olan parayı bizzat meta, hatta daha da ileri giderek kağıt, plastik ve her türden sanal bir nemenem’e  dönüştürmeyi becermiştir. Nemenemden kasıt her halde garabettir; nasıl ki bilgi çağı olarak adlandırılan periyot büyünün, falcılığın, bir takım post modern metafizik, mistik cazibe suretlerinin ve türettiği bilgi yığınlarının çağı olmaya başladı ise… Ve dahi bu dönemin artık sözde bilgelik çağı olacağından dem vurulsa da; çok şükür buna dair işaretlerin okumasını yapan akl-ı selim bazı insanlar, gelenin bilgelik değil, daha da ustalaşmış tilkilik (tilkiden özür ile) çağı olduğunu fark etmişler ve uyarılarını yapmaktadırlar. Dinleyene gerçekten aşk olsun: Bilgeler iyi atlara bindiler ve gittiler. Meydan tilkilerindir artık. İnsan evladının enaniyet-benlikten başlayan macerası haklı nedenlerle bireyleşmeye yönelmiş iken, doyumsuzluk ve bencillik baskın bir biçimde galebe çalmış, birey bireyciye dönüşmüştür. Bu düzeye erişmiş canlı türünün sınırları tanıması, haddini bilmesi ve edep ile ahlakı şiar edinmesi çok zordur. Tümü birer yitik mesabesindedir artık. İnsan evladına bahşedilen en değerli armağanlardan biri olan iş ve aksiyonu çalışmak kirletilmiştir. Zira karşısına çıkarılan neredeyse yegane önemli değerleme enstrümanı ücretleme, yani paradır. İnsanın en lüzumlu sorgulaması varoluş, bırakın alt sıralara geriletilmiş olmayı, çoktan bir alt lige küme-düşmüştür. Her insan bilmelidir ki, kendini sorgulamadığı sürece gerek eylemleri gerek üretime dair fikir ve çıkarımları etiğin derinliği ile hemhal olamayacaktır. Etik ile hemhal olamayan “şeyler” ise tükenip yokluğa gömülmeye mecburlardır.   

 

2 yorum:

  1. Ücret olarak ne aldığınız önemli mi? Altın bile dolarla değerlendirildikten sonra...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazıda vurgulanan ücretin ne olduğu değil, kantitatif değerlemenin yetersizliğidir. Bundandır ki, kalitatif değerleme ve ölçümlerin devreye alınması önerilir. Fakat şu da dikkat çekicidir ki, hak mücadelesinde sendikalizasyonun ücrete indirgenmiş olmasıdır. Kalitatif özellikler çok geniş bir kapsama alanına haiz olup, ayrı bir çalışmanın konusudur. Altının dolarla değerlemesi ise durumsallıklara göre değişkendir; yani uluslararası ekonomik ilişkilerde, gerekliliklere göre altının mübadele aracı olduğu bazı durumlarda değerleme de Euro veya ülkelerden birinin daha değerli konvertibiliteye haiz parası, hatta para dışı değişimli ticarette ölçüm ve tayinde belirleyici olur (Şangay beşlisi ilişkileri, Türkiye-İran petrol ticareti, Türkiye-Venezuela ön ticari anlaşmaları vb.). Aslında söz konusu makale, genel anlamda sömürücü zihniyetin yaratıcılığını, yani diğer bir deyişle enaniyetin genleşme kabiliyetini göstermeyi amaçlar.
      Selam ve saygı ile.

      Sil

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...