18 Haziran 2014 Çarşamba

İş’in Teorisi – 6/5: Birey ve Benlik Problemi – Değişim mi, Farklılaşma mı?

Garip mi yoksa olağan mı; olması gerekenin olması hangisidir? Çok az, nadiren ya da “oldukça sıra dışı” olarak nitelendirebiliriz, ama öyle değil. Hatta sıradan, öyleyse olağan mı; belki ama aynı zamanda garip. Fakat buradaki garip olma hali ile kastedilen aslında tuhaf olandır. Gariplik, tuhaflıktan daha farklı bir halin adlandırılması. İnsanın bireye ve bir sonraki aşamada bireyselleşmeye doğru hareketi, oradan bireyciliğe uzanışı tuhaf. Garip olan insanın olgunluğa uzanışı, istemli veya istemsiz. Bireycilik bazen ayarlanan, bazen ise adeta dörtnala uçan etken bir oluş; ancak bazı durumlarda edilgenliği fark edilen bir oluş. Edilgenliği incinmededir, kırılganlığında ve kendini faş eden çaresizliğinde; bu düşüş ve çöküş bazısına rahmet tokadı, bazısına ise azdırıcı afrodizyaktır. Bazısını mahzun eder, bazısını ise kışkırtır, şımarıklaştırır ve sonuçta coşku ile kibre iter. Kibir zulmetmenin ana kaynağıdır, acı vermenin ve mazlum etmenin; her insan küçük âlemdir ve zalim âlemi mazlum eder. Mazlumun acısı, zalim için kibrinin şişmesi ve sonunda paramparça olmasıdır. Bireyciliğin sürüklediği bencillik, kibir ve zulüm olarak tezahür eder. Bu hal de eninde sonunda sıradanlığa mahkûm olduğundan, zalim ve mazlum ve az sayıda insan dışında zulüm de olağanlaşır: Kahreden sıradanlaşma tuzak içre tuzak, azma üstüne azmaktır. Firavunlaşmaktır, taraftarları ve takipçileri ile birlikte. Şu çok bahsedilen liderlik olgusunun karanlık yüzünün en bariz ortaya çıktığı ahval, zalimliğin vukuudur. Şu dünyada canı yanan insanın, hayvanın, bitkinin ve bilumum canlının haddi hesabı yoktur. Bazı yerlerde savaş, her türden kirlilik, bazı yerlerde baskı, ötekileştirme, korku, katliam, sömürü: Travmanın olağanlığı. Bireyi duyarsızlaştıran tam da burasıdır, nefsindeki sıradanlık duygusunda; bu sarsıntı oluşturanı da adeta maruz kılar. Bireyciliğin bize getirisi olan maruz olma hali aynı zamanda götürüsüdür. Gelenin götürülmesi, insan olmanın onurunda yatanı silip süpüren ve yakıcı sefilliğe sürükleyen, bireyciliğin kucağına oturmaktır.
            Son 30-35 yılın moda ve gündemde kalmayı başaran sihirli sözcüklerinin başında gelen “değişim” kelimesi, uzun vadedeki gelişimine şöyle bir göz attığımızda sözcüğün içeriğinde yer alan bir mananın tezahürüdür de aynı zamanda: Farklılaşmanın, adı üzerinde farklı bir şeye dönüşmenin. Nihayet birey olmanın bize sağladığı özelliklerden biri, semantiğin de tasdikleyeceği bir oluşu ortaya koyar kendimizde. İçinden geçme imkânının bizlere sunduğu muhteşem (!) oluş serüveni: Bir şeyden daha değişik, farklı bir şeye doğru yolcuğun macerası. İşte insan böylesine müthiş, iç içe geçmiş dünyaların âlemindedir; imkânlar âleminin. Neredeyse düşünülen, hayal edilen hemen her şeyin gerçeklik elde edebileceği bir âlem; âlem-i imkân. Bilincinde olarak veya olmayarak bireycileşen varlığın ayrımına varabileceği bir gerçekliktir bu. Maddi tarafı ağır bassa da mana yönü de kuvvetlidir âlem-i imkânın. İyi veya şer ya da ikisinin ayırt edilemeyeceği bir durum-ortam. Algının ve anlamanın veya kavrayıp, içselleştirmenin zihinselimize sundukları nasıl farklı kademelerde oluyorlarsa, insandan bireyciye uzanan süreçler de öylesine farklı katmanlarda cereyan eder. Her bir kademe veya katman kendine özgü bir dünyadır, istediğiniz gibi sistematiğe bağlayabilirsiniz bunu. Sistematiğin taşıyacağı problemler, kategorizasyona veya standardizasyona göre çok daha az olacaktır. Sistematiğin ortamı bireyde, diğerlerininki ise kademeli olarak bireyselleşmede ve bireycilikte zuhur eder.  Dikkat edilecek olursa, kategorizasyon ve standardizasyon buyurgandırlar, bireycilik gibi. Ara aşama olan bireyselleşme ise dilimizdeki mülayimlik hali ile yakınlık içindedir; ama riskli bir çizgidedir: Ya olgunlaşmanın yönlendireceği insan-ı kâmile veya bencilleşmenin baskın olduğu bireyciliğe uzanan kavşak alanıdır. Ve bu alanda yön tabelası yoktur. İşte âlem-i imkânın bir özelliği de budur, insana yol gösterilmez. İnsana yol göstermemesi, imkânların özgürlüğü sunduğu duygusunun yarattığı duruma bağlı olarak öyle sandırmasıdır. Az biraz derin düşünen insan, bu âlem-i imkânın asli özgürlüğe vurulmuş prangalar olduğunu anlayabilir: Hep imkânlara odaklanmak ve onlara inanmak, onları beklemek ve geldiğinde kullanmak. İmkânlar fırsatlardır, iyi veya kötüye yelken açtıracak vesileler. Seçim kişinindir. Ya sürekli onların esiri olacaktır ya da özgürlüğün aslını sorgulayacaktır. İnsana yaşamında eşlik eden en tehlikeli edim yetilerinden biri fırsata olan düşkünlüğü, bu hususta müptelalığa varan tutkusudur. Hele bunlar birer merdiven olarak onu imkân mertebesine çıkarmışsa ve bir de üstüne üstlük bu mertebe makam olmuşsa tehlike katlanarak artmıştır. Olgunlaşmanın yolunda yürüyen insan ise fırsatlara ve imkânlara karşı mesafeli durandır, onların başına ne çoraplar örebileceğini kestirir. İmkânlar özündeki hakikat itibariyle sınırlı olmanın işaretidir, yani cehennemin. Cennette ise imkânlara gereksinim duyulmaz, zira cennet kodlamalardan beridir.
Kapitalist sistemin en belirgin özelliklerinden biri fırsatları, imkânları olabilecek en uygun biçimde kullanmaktır, hatta suyunu çıkarmaktır. Kapitalizm iktisadın doz aşımına tabi tutulmasıdır. Özellikle 20. asrın son çeyreği ile birlikte politikanın parayı da metalaştırılması ve kendisiyle mübadele edilmesi imkânı, gelişen bilişim teknolojisinin de bireyciliğe olan desteği ile bireycileşen insan, o muhteşem kâşifliğiyle finans kapitalist sistemi bu denli kuşatıcı kılmıştır. Aslında finans kapital binlerce yıldır mevcuttur ve başlıca enstrümanı faiz iken, son kırk yılda çeşitli spekülatif araçlarla imkanları daha da artmış ve günümüzde bir yandan vahşiliği, diğer yandan çökertici etkileriyle insanların baş belası olmuştur. Fikret Başkaya’nın tabiriyle kapitalizm, artık ekonomi adını almıştır ve bizi sarmalayan da budur: Zulmün ve vahşetin sarmalı. Absürt olan ise şudur: Her şey bir yana, son derece basit bir deyişle; sadece açlık, aşırı dengesiz gelir dağılımı (günümüzde 1,5 milyon kat gibi anormal fark), yolsuzluklar, anormal maddi-manevi-mental sömürüyü misal göstermemiz hal-i pür melalimizi göstermek açısından yeter de artar. Zırva tevil götürmez.
Bireyciliğin tezahür etmesi sadece kapital ve servet birikimini gerektirmez, burada örneklenmesi İş’in alanına dair olmasındandır. Ama diğer yandan aynı şekilde çalışanlar arasında da hastalık tablosunun (sendromun) tezahürü görülür; zira bireycilik insani ben’den kaynağını alır ve çok karmaşıktan en basite değin yansıma ve edimde bulunma kabiliyetine haizdir. Dünyada taze umutlarla kurulan yaklaşık her 5 şirketten 3 tanesi ilk 5 yıl içinde, baskın bireyci özelliklere haiz üst düzey yöneticiler veya iş sahipleri sayesinde kepenk indirmek zorunda kalmaktadır ki, egonun maruz kaldığı narsisizm illeti bunun başlıca tetikçisidir.
            Bu hastalıktan mustarip olanların şifa bulması, ancak benliğin bu sonuca geliş sürecini, kısırlaşan döngüyü tersine çevirmekle veya tamamen kırmakla mümkün olabilmektedir. Ancak bu da çok zahmetli ve acı verici bir işlemler dizininin uygulanmasını elzem kılmakta, bu da bireyin yeni korkular, panikler, gerilimler ve başka zorluklar sebebiyle tedaviden uzaklaşmasına, deyim yerindeyse kaçmasına gerekçe olmaktadır. Bu kişiler aynı sistem ve düzen içinde çalışmaya devam ettikleri süre içinde kendilerine verdikleri sinsi zararın yanı sıra, diğer çalışanları da zehirlemektedirler. Açık bireyci davranış modellerine ilaveten örtülü olanı da vardır ki, bunu “namert yöntem” olarak adlandırıyorum. Bu yöntemin günlük yaşamdaki tezahürü, sinsilik, üç maymunu oynamak ve top dolaştırmadır. Bu yöntemin diğer bir adı riyakârlıktır: Öz sağaltım ve kişinin kendini avutması. Yaşamdaki belirimi ilişkileri donuklaştırma vasıtasıyla kural dışı kurnazlıkları sorumluluklardan kaçmak ve pratiği problemlerle dolu şişirilen ve diğerlerine pompalanan, ama süreklilik arz eden “Kurum Kültürü, Müşteri İlişkileri ve Memnuniyeti, Liderlik, bir takım Zekâ Türleri, Toplam Kalite Yönetimi, Marka Değeri, Kurum(sal)laşma vb.” gibi yapmacık kavramlardır.
            Benlik probleminde odaktaki mevhum benlik sevgisidir. Buna bağlı olarak gelişen ihtirasın; üstünlük kompleksi (ücub), hasetlik, doyumsuzluk ve haz düşkünlüğü, paranoya, mutlaklaştırılmak istenen gücün devşirilmesi ve diğerlerini sevememe gibi kendini tatmine yönelik hasletleri oluşturması benliğin aşırılaşmasıdır. Yoksa Prof. Dr. Rasim Adasal’ın da belirttiği gibi, “…aslında bir şey olmak ve sivrilmek arzusu insana ait bir özelliktir. Normal olarak ihtiras insana içinde yaşadığı toplumda kendini göstermek, isim yapmak, başkalarını geçmek ve itibar kazanmak çabasını kamçılar.” Ancak bunda dahi bireyin, kendisi olarak addettiklerini bir şeylerle özdeşleştirmesinin farkına varamaması, dengelenmiş ihtirası riskli kılar.

            Şu ya da bu şekilde bireyselleşme aşamasına gelmiş olan insanın, üstlendiği sorumluluğu ve kendisine yüklenen emaneti iyi irdelemesi ve tahlil etmesi, bunu müteakip uyanık durması içine düşme riski son derece yüksek olan benlik problemine karşı alınacak çok önemli bir önlemdir. Aksi takdirde, bireycilik sarmalından afiyetle çıkış çok zor olacaktır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...