Yönetişimin yönetme işine dair algılatılmak
istenen teorik tabanlı şeklinin yanı sıra, onun mutlak surette ulaşılması
gereken bir erek değil, çeşitli yönetsel araçların kullanılmasına dönük bir
aygıt olduğu konusuna daha önce değinmiştik. Kötü yönetimler, suiistimaller,
etik dışı uygulamalar vb. olumsuzluklar yaşamın bütünlüğü içinde yer alan
gerçekliklerdir; insanlık tarihinin geçmişe veya geleceğe yönelik
projeksiyonlarında daima var olacaklardır. Enron, Worldcom veya diğer çok
sayıda vakalar tüm zamanlarda oluşum potansiyeli taşırlar; devletler ve
toplumlar için de aynı durum geçerlidir.
Yönetişim olgusunun yalnızca betimlemeler,
ulusal veya uluslararası üst kurum ve kuruluşların raporları ya da katı
ideolojik duruşlar üzerinden olumlu veya olumsuz bir biçimde yorumlanması,
açılımlarının yapılması yüzeysel ve genellikle algılara dayalı bir bakış açısının çıkarım(lar)ı olacaktır.
Yönetişime dair bilimsel betimlemelerde kural bağlamında gözden kaçırılan asli
husus görüşümce şudur: Yönetişim, yönetsel-işletmesel bir aygıt olarak çok
yönlü düşüncelerin, fikirlerin ve deneyimlerin oluşturduğu kapsamlı, çok yönlü
ve teorik altyapısı çok katmanlı sistemler kuramında temellenen paradigmal bir
yapısal-yöntemler kümesidir. Bu önemli ayrımın yapılmamasından dolayı -ki
doğaldır- yönetişim ile ilgili tematik iç içe geçmiş karmaşık bir konu olarak
algılanmaktadır. Bu durum belirli çevreler için yönetişim kavramının tanımını
belirsiz ve bütünlüksüz kılmaktadır. Hâlbuki yukarıda da belirtildiği üzere,
olgunun metodolojisi fark edilerek bu yönde de işlenmesine ağırlık verilmesi
pratik açıdan yerinde olacaktır; bu sayede yönetişime isnat edilen tanımlar
çeşitlilik arz etse dahi, kullanımına ilişkin karmaşıklık veya problematik
oluşması ihtimali düşük düzeyde tutulabilecektir. Ayrıca, yönetişimin çok
katmanlı yapısı ufuk açıcı amaçla kavranabilirse onun “ne” olduğundan çok,
“nasıl (ve niçin)” sorusuna çeşitli yanıtlar sunacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Bu çalışmanın da yapı taşlarından olan,
yönetişime dair şahsımızın yaklaşımındaki genel anlam çözümlemelerinin başında
gelen tanımlama “uzun süreli değer yaratımını hedefleyen, sorumluluk bilinciyle
donanmış bir işletme yönetimini oluşturmak için kullanılan araçsal mekanizma”
şeklindedir.1 Her ne kadar bu tür betimlemeler “ne” sorusuna belirli
yanıtlar verseler de, “nasıl” sorusu hem “ne”lerin açılımını hem de onların
“nasıl”ından açılımlara imkân sağlayacaktır. Her iki soru zamiri de teorik
yapıdan kaynak alması yönüyle yönetişimin kuramsal yanına, ama “nasıl”
sorgulaması ağırlıklı olarak pratiğin tarifine, dolayısıyla kavramın
araçsallaşması hususunda temellenmektedir. Örneğin uzun süreli değerler
nelerdir şeklinde bir sualin karşılığında vereceğimiz cevaplar, yöntemselliğin,
yani “nasıl” sorusuna karşılık gelen yanıtların eşliğinde değil ise praktikası
havada asılı kalacaktır.
Yönetişim kavramının şekillenmesindeki
gelişmelerin süreci analiz edildiğinde; önce devletin ve merkezileştiği kamusal
alanlarda öne çıkan olgunun güvensizlik-kaygı duygusundan ve bunu teyit eden
yolsuzluklar, suiistimallerden hareketle biçimlendiği görülecektir. Buna karşın
aynı durumun özel sektörde ve bireyler bazında da geçerli olduğu, bunun sonucunda
her iki alanın da birbirine eklemlenerek yönetişimin özellikle yasal üst
yapıların düzenlenmesiyle bir nevi “önleyici tedbir” olarak oluşturulduğu, yani
zorunluluğa dayalı şekilde ortaya konduğunu söyleyebiliriz. Bu meyanda bizim
yönetsel ve işletmesel yönetişim savımız çözümlere yönelik düşünceler zinciri
sonucunda teorik bir çatı, uygulamaya yönelik olarak da bir aygıt-yöntemdir. Bu
duruma bağlı olarak, Corporate Governance (CG) açısından ise öncellik bir
yanıyla yasal ve kurumsal bir yorumlamanın, diğer yanıyla ise ilişkisel ve
kapsayıcı stratejik iletişim aracılığıyla ekonomik-interaktif bir yorumlamanın
objesidir. Ama her iki durumda da öne çıkan gerçeklik açık bir biçimde ekonomik
getiri ve güç kazanımına yöneliktir. Dolayısıyla, şirketler açısından
bakıldığında ön planda olan asli unsurun hissedarlar, ortaklar ve paydaşlar;
bilvasıta hissedar değeri, sermaye-servet birikimi ve güvenliği olduğu
ortadadır. Bu noktada çıkar sahipleri açısından kendilerinin merkezde olduğu
iletişim açıklığı ve şeffaflık, en az kanuni üst yapı kadar önemlidir.
Yasal yönlü yorumlamada belli başlı problem,
kanuni düzenlemenin çerçeve olarak esnek olabilmesi imkân dâhilinde iken
gerçekliğin fiiliyatının somutlaştırılmasındaki zorluktur. Yasal düstur, yani
yönetişime dair kodeksi yazarak kesinleştirebilirsiniz; ama yönetişim
kavramını, bilhassa “kurumsal yönetişimi” icra bağlamında değişime uygun bir
biçimde yasal bir kavram halinde uyumlayabilmeniz çok zordur. Bu nedenle,
yönetişim olgusuna izafeten yukarıda belirttiğimiz yasal yorumlamadan maada
şeffaflığı sağlayabilecek ilişkisel iletişim üzerinden hareketle, esnek anlamda
ekonomik-interaktif yorumlamayı olabildiğince “dürüst” bir şekilde tatbik
edebilmek önemlidir. Çünkü bir kuruluş-şirket icraatının performansı olarak
dışarıya, kamuoyuna denetleme sonucu oluşturduğu belgeyi sunmak zorundadır.
“Kurumsal Yönetim İlkelerine Uyum Raporu”, şirketlerin hem pay sahiplerine hem de işletme ile ilgili diğer kişi ve
kurumlara, finansal ve finansal olmayan bilgileri sundukları bir belgedir.
İlgililere sunulan bilgilerin açık, kolay anlaşılabilir ve erişilebilir
olmaları son derece önemlidir. Şeffaflığın ve kamuyu aydınlatmanın
geliştirilmesi ekonominin her kesimini ilgilendirdiğinden kurumsal yöneti(şi)m
anlayışında bu her iki ilke temel yapı taşlarıdır. Görüleceği üzere, piyasa gerçekleri
çerçevesinde devletlerin yasama ve yaptırım erki aracılığıyla şirketlerin
hissedarlarına ve diğer menfaat sahiplerine en yüksek yarar sağlayacak biçimde
yönetilmeleri amacıyla ortaya konan yasal desteğin temel teşkil ettiği model
özünde ve eninde sonunda “Corporate Governance” olmaktadır. Bu bağlamda ortaya
konan yönetişim anlayışı kurumsal yöneti(şi)m olarak tevil edilen şekillenme
düzeyinde ve asli amacı “yatırımcı ve paydaş güveninin” tesisini sağlamak
düsturu ile sınırlı kalmaktadır. Yani OECD’nin tanımladığı şekilde CG, kurumsal
yönetim manasında “bir şirketin yönetimi, yönetim kurulu, hissedarları ve
paydaşları arasındaki bir dizi ilişkiyi kapsar ve işletmenin amaçlarına
ulaşmasına yardımcı olur” tarifiyle sınırlı
bir biçimde çerçevelenmiştir.
1 Bu noktada yönetişimin
kavramsallaştırılmasında literatürde yoğunlaşılan Corporate Governance’den
farklı bir pozisyonda bulunmamızı, bu kısa ve öz tanımlama açık bir biçimde
ortaya koymaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder