2 Temmuz 2016 Cumartesi

Gelişmelerden Seçmeli Gerekliliğe: Yönetişimin Şekillenmesi - 1

Yönetişim, Corporate Governance (CG), kavramı özellikle 1990’lı yıllardan sonra kamu yönetimi literatürüne girmiş ve uluslararası örgütler (BM, DB, IMF, OECD vb.) tarafından yayımlanan raporlarda sıkça kullanımından sonra bilhassa gelişmiş batı ülkelerinde akademik araştırma ve tartışmaların odak noktalarından biri olmuştur. Üzerine yapılan yoğun çalışmalara rağmen, kavramın herkes tarafından üzerine uzlaşı sağlanmış tek bir tanımı söz konusu değildir. Ancak burada, şahsi düşüncemiz açısından yönetişim olgusu dolaysız bir şekilde Çok Katmanlı Sistemlere (ÇKS) bağıl “karşılıklı etkileşim-bağımlılık gereği birlikte katılım ve karar alma” süreçleri çerçevesinde, anılan bu her iki türev dışında bilhassa işletmelerde yönetişimin teorik ve aynı zamanda erek düşüncesi bağlamında, yine kuramsal düzlemde araçsal bir mekanizma olarak ele alınacaktır. Bu vurguyu tekrarlamamızın nedeni anlam yönünden öncel problematiğin, yani yeni bir yönetim şeklindeki ağırlıklı ideolojik görüşün alternatifsiz bir tanımmış gibi algılanmasını önlemeye yöneliktir. 
Olgunun gelişim sürecinde tarihselin derinine inmek çok sayıda sözde yorumu da beraberinde getireceğinden ve bu sebeple kavramı havada asılı bırakacağından tarihçesine girmek görüşümüzce gereksiz olacaktır. Günümüzdeki manasında yönetişim öncelikle kamu alanının ekonomik yönüne ilişkin gündeme gelmiştir; yani devlet ve devletlerarası-üstü ilişkisel bir kavram olarak doğmuştur. Güncelleşmesinin başlıca nedenleri arasında; denetçilerin verimsizliği, yöneticilerin fahiş maaşlar alması, iflaslar, sahtecilik, uluslararası ölçütlerin önem kazanması, finansal pazarların entegrasyonu, mali risklerin artması, işletmelere yönelik toplumsal beklentilerin değişmesi ve yetersiz-çarpıtılmış raporlama (bilanço “makyajları”) gibi olumsuzluklar yer almaktadır.1
Yönetişimin CG olarak gerektirdiği temel öğeler ilkesel tabanlıdır. Bunlar; tutarlılık (öngörülebilirlik), sorumluluk, hesap verebilirlik, adillik, saydamlık, katılımcılık (yerindenlik), etkinlik ve hukuka bağlılıktır. Buna karşın Dünya Bankası (DB), yönetişimi demokrasinin kural ve kurumlarıyla tanımlamaktadır. Bu tanımlamaya göre, CG’nin temel varsayımı, siyasal ve kamusal alana ilişkin güvensizliktir. Böylece, yönetişimle siyasetin-kamu yönetiminin dışında, devletin işlevlerinden bağımsız ya da büyük ölçüde özerk bir idarî yapı oluşturulması hususunda ipuçları da verilmektedir.2
DB’nin yönetişim önermesiyle güvensizlik faktörünü siyaset ve kamusal alana atfetmesi, devlet aygıtından bağımsız veya daha doğru bir deyişle özerk üst yapıları ağırlıklı şekilde denetleyici-kontrolör olarak politik arenaya bütünleştirme fikri DB, IMF gibi kuruluşların sosyalist kanadın sert eleştirilerine –tabii olarak- muhatap olmasına sebep olmaktadır. Burada konuyla ilgili derin bir irdeleme yapılmayacaktır. Ama belirtmek istediğimiz saptama yönetişimin önemli bir gerçekliği ile ilgilidir. Şöyle ki, bu yaklaşımıyla DB’nin yönetişim kavramını tek taraflı ve daraltılmış kıldığı açıktır. Çünkü -görüşümüzce- yönetişim temel çıkış noktasını güvensizlik olgusundan değil, daha yaygın ve birlikte karar almaya yönelik demokratik yönetim stilinden alır ve sadece devlet mekanizması veya kamusal alanla bağlantılı değildir. Yönetişim en küçük toplumsal birimden en büyük kuruma değin resmi, kamusal, özel, topluluk ve bireysel olmak üzere, tüm bu alanların çok boyutlu-katmanlı düzlemlerince de kapsanır; her kapsama sahası kendi içeriğiyle odaktadır. Daha da önemlisi yönetişim, bilfiil uygulamalarında statik ve dinamik tüm sabiteleri ve bağlantılı değişkenleri olabildiğince şeffaf yönelimlerle dikkate almayı gerektiren çok yönlü interaktif düşün ve praktika kaynağıdır. Yönetişimde değer-ilkeler ne kadar önemliyse üretici, ihya edici ve geliştirici aksiyonlar da en az o kadar mühimdir. Örneğin yolsuzluğun önlenmesi değer olarak ne ifade ediyorsa, tasarruf ve kaliteli iş de benzer değerin diğer türden bir yansımasıdır.
DB’nin raporunda devlet ve kamusal alana bağlanan güvensizlik doktrinin en belirgin ve sarsıcı tezahürü ironik bir biçimde özel sektörde meydana gelmiştir. 2001’de önce dünyanın en büyük holdingi olarak bilinen Enron’da, bunu müteakip 2002 yılında Worldcom’da ortaya çıkarılan bilanço skandalları ve akabindeki iflaslar, bu tür suiistimallere ilişkin kamuoyunun bilinçlenmesine kapı aralamıştır. Bu gibi durumlara karşı kanun koyucunun ciddi ve aksiyoner girişimleri sonucunda, “Halka Açık Şirketler Muhasebe Reformu ve Yatırımcıyı Koruma Yasası” veya diğer adıyla “Sarbanes-Oxley yasası”, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki borsalarda işlem gören halka açık şirketlerin tamamını kapsayacak şekilde 30 Temmuz 2002’de imzalanarak yürürlüğe konmuştur. Şirketlerin finansal raporlamaları üzerindeki kontrollerin iyileştirilmesini amaçlayan ve aynı zamanda etkin kurumsal yönetimi destekleyen bir çaba olarak görülen bu yasa, yönetişim kavramını güçlü bir şekilde dünya gündemine sokmuştur. Yasanın 302 ve 404 numaralı maddeleri çerçevesinde şirketlerin finansal raporlamaları üzerindeki risklerin belirlenmesi, belirlenen risklere ilişkin kontrollerin dokümante edilmesi ve değerlendirilmesi zorunlu tutulmuş, kontrollerin etkinliğinden şirket yöneticileri direkt olarak sorumlu tutulmuştur. Yasa ile birlikte gelen ağır cezai yaptırımlar şirket yöneticileri başta olmak üzere tüm çıkar sahiplerini ve bağımsız denetçileri derinden etkilemiş, yasaya tabi tüm şirketler finansal raporlamaya yönelik iç kontrollerinin iyileştirilmesi için kapsamlı projeler başlatmışlardır. Yasa, şirket idarecileri ve şirket dışı denetçilerin doğru mali raporlama sağlayan "şirket içi kontrolleri" onaylamasını ve imzalamasını gerektirir. Şirket içi kontroller, şirketin belirli hedefleri elde etmesine yardımcı olan ve şirketin yönetim kurulu, idare ve diğer personel tarafından harekete geçirilen süreçlerle tanımlanır. Bu hedefler aşağıdakileri içermektedir:3
  • Verimli ve etkili işlemler,
  • Güvenilir mali raporlama,
  • Yürürlükteki yasalar ve düzenlemelerle uyumluluk.
Sarbanes-Oxley yasasının yönetişim olgusu açısından en önemli ve çarpıcı olarak gördüğümüz hükümleri, bağımsız denetim ile ilgili olanlarıdır ve bu husustaki düzenlemelerin yansımalarına ilişkin olarak şunları sayabiliriz:4
·         Sermaye piyasalarında yıkılan güveni tamir etmeyi hedefleyen anılan Kanununun çok sayıda düzenlemesi içinde, aslında uygulamada en fazla etkiyi yaratan bölümü, Kanunun bağımsız denetim kurumuna getirdiği düzenlemelerdir. Şirket Yönetim Kurulu Başkanı CEO ( Chief Executive Officer) ve finans sorumlusu CFO (Chief Financial Officer) şirketin mali tablolarını inceleyecek ve bu inceleme sonucunda, bu tabloların şirketin gerçek durumunu yansıttığını, şirket hakkında herhangi bir yanlış bilgilendirme yapmadığını, iç kontrollerin uygun şekilde oluşturulduğu ve uygulandığı, eğer iç kontrol sisteminde bir aksaklık varsa bu konuda gerekli bilgileri denetçilere ve denetim komitesine verdiklerini ve şirket muhasebe politikalarında önemli bir değişikliğin olup olmadığını teyit edeceklerdir.
·         Denetçilere yönetim tarafından uygulanan iç kontrol değerlendirmeleri hakkında bir rapor hazırlama zorunluluğu getirilmiştir. Denetim komitesi dene-
tim şirketinin atanması ve gözetiminden sorumlu, komite üyeleri şirket yönetiminden bağımsız ve komitenin bir üyesi muhasebe konusunda uzman olacaktır. Denetim komitesi şirketin iç kontrol, muhasebe ve denetim konularında prosedürler oluşturup ve uygulayacaktır.
·         Denetim ortağı beş yıldan fazla süreyle aynı müşteriye hizmet veremeyecek, rotasyona tabi olacaktır. Şirket denetim ekibinde yer alan bir kişi bir sonraki yıl şirketin kilit noktasındaki bir görevde bulunamayacaktır. Denetim şirketleri denetimini üstlendikleri şirketlere; Defter tutma, İç denetim ve Danışmanlık  (İng. outsourcing) hizmetleri, Değerleme hizmetleri, Finansal bilgi sistemleri geliştirme ve uygulama ve Yönetim fonksiyonu ve yatırım danışmanlığı faaliyetleri hizmetlerini veremeyeceklerdir.
·         Denetim şirketleri muhasebe politikaları ve uygulamaları, şirket yönetimiyle kararlaştırılan uygulamalar ve kayda alınmayan ve tavsiye mektupları da dâhil olmak üzere şirket yönetimiyle yapılan her türlü görüşme ve iletişim hakkında denetim komitesine rapor vermek zorundadır.
ABD’de yapılan bu temel ve öncü düzenleme paralelinde çeşitli ülkelerde benzer düzenlemeler yapılmıştır. Ülkemizde de yukarıdaki düzenlemenin hemen ardından SPK “Sermaye Piyasasında Bağımsız Denetim Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ”ini 2 Kasım 2002 tarihli Resmi gazetede yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. Söz konusu Tebliğ Sarbanes & Oxley Kanununun ülkemize tatbikini hedeflediği için Türkiye’de halka açık şirketler bakımından tüm dünyada örnek alınan Sarbanes & Oxley kanununun belli bir ölçüde “yürürlükte” olduğunu söylemek mümkündür.
Bu gelişmeden sonra, 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmek üzere yasalaşan 6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu da, Sarbanes & Oxley Kanununun getirdiği perspektifi dikkate alan, sadece halka açık olanlar için değil tüm sermaye şirketlerinde bağımsız denetim getiren hükümleriyle “bağımsız denetim” kurumunu yeni bir aşamaya taşımıştır.5
Ancak bağımsız denetimin düzenlenmesi ve yönetilmesi, bu amaca münhasır bir Kurum ihtiyacı doğurduğundan, ABD örneği de dikkate alınarak 660 Sayılı KHK ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu kurulmuştur. Artık, uluslararası standartlarla uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarını oluşturmak ve yayımlamak, bağımsız denetimde uygulama birliğini, gerekli güveni ve kaliteyi sağlamak, denetim standartlarını belirlemek, bağımsız denetçi ve bağımsız denetim kuruluşlarını yetkilendirmek ve bunların faaliyetlerini denetlemek ve bağımsız denetim alanında kamu gözetimi yapmak yetkisini haiz Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun kuruluş, teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları düzenlemek yeni oluşturulan bu Kurumun görev ve yetkisindedir.6 “Bağımsız denetimin” gerçekten “bağımsız” hale getirilmesi de bu kurumun görev ve sorumluluğu altındadır. Konumuzun başına dönersek; ABD’de yaşanan zararlı iflasların temelinde “bağımsız denetçinin bağımsız olamaması” sorunu vardır. Nobel ödüllü ABD’li iktisatçı Stiglitz’in tabiriyle; ” Asıl sıkıntı yaratan tablo şu: Denetçilerin denetledikleri şirketlerden para alıyor olması, doğal olarak onları memnun etmeye çalışması; sonuçta hangi muhasebeci ile çalışacağına o şirketin (ve üst düzey yöneticilerinin) karar veriyor olmasıdır.“7
Bağımsız denetimin, denetim yaptığı şirketten, sektörden, o şirketin çıkar ve risklerinden gerçek anlamda bağımsız olması, bağımsız denetçi ile müşterisi arasındaki çıkar ortaklığı ya da kader arkadaşlığı ilişkilerinin deşifre edilmesinden geçmektedir. Diğer yandan, nihayetinde bağımsız denetim işi ticari bir iştir, bağımsız denetim de ticari bir hizmet sektörüdür. Bağımsız denetçilerin bir yandan kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlayacak hukuki ve iktisadi, diğer yandan ise sektördeki “tercih edilme, beğenilme vs. hakkı” gibi rekabet olanaklarıyla donatılmaları hassas bir iştir. Bu konuda sektörlerde rekabeti düzenleyen ve denetleyen Rekabet Kurumu’nun tecrübesinden yararlanılmasının da göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz. Zira bağımsız denetimin bağımsızlığına leke düşürecek temel iklim bu sektördeki rekabetin aşırı düşüklüğü veya yüksekliğidir. Rekabetin sağlıklı seviyelerde tutulması sektörün ve dolayısıyla sermaye piyasalarının geleceği bakımından kritik önemdedir.
Nitekim Yeni Ticaret Kanununun yürürlüğe girişinde; Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun kuruluşu, yetki ve görevlerinin belirlenmesinde olsun, tartışmalar, “bağımsız denetim işinden kimin ekmek yiyeceği”, “yabancı sermayeli bağımsız denetim firmalarının hâkimiyetindeki pazarda yerli denetim firmalarının geleceğinin ne olacağı”, “güçlü denetim firmalarına karşı bağımsız denetçilerin bağımsızlığının nasıl sağlanacağı” konularından oluşmaktadır.
Finansal arenada veya diğer alanlarda oluşan olumsuzluklar neticesinde CG’nin ülkelerin gündemine çeşitli biçimlerde daha aktif bir şekilde oturduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda onun belirli bir boyut ile olan alakasına göre, o boyutta cereyan eden olumlu veya olumsuz vakalar çerçevesinde değerlendirilmesi yanıltıcı olacaktır. CG’nin uygulamadaki işlevleri açısından üst yapıyı teşkil eden kanunların tek başına tam etkin olmaları, her türden yönetim tarzının pratik yansımalarında görüleceği üzere mümkün değildir. Gerçi son 15 yıllık periyotta ekonomik boyutlar ele alındığında, kötü yönetimlere ilişkin muamelat, şirketlerin kötü işleri kendi içlerinde tutmaya, saklamaya yönelik eğilimlerinin kısmen de olsa kırılması ve olumsuzlukların kamuoyunun bilgisine sunulması gibi hususlarda, geçmişe nazaran CG’nin yarattığı ortamın devlet aygıtlarında ve özel alanlarda çeşitli araçlar vasıtasıyla (bilgi edinme, sosyal medya ve platformlar vb. marifetiyle) pozitif iletişim çerçevesinde rölatif müspet etkilerinin olduğu da yadsınamaz. Ayrıca, CG ile ilgili olarak unutulmaması gereken önemli bir nokta ona dair çekirdek anlayışın, bakış açısının ileriye dönük olarak (vizyonel) geniş bir perspektifle donatılmış olmasıdır.
1 D. Dörner, C. Orth, a.g.e., s. 29
2 P. Collier, Die unterste Milliarde, C.H. Beck, München, 2008, s. 11
3 P. Collier, a.g.e., s. 65
4 http://de.wikipedia.org/wiki/Sarbanes-Oxley_Act [Erişim: 19.05.2015]
5 14.2.2011 tarih, 27846 sayılı Resmi Gazete
6 Ali Alp, Zafer Sayar, “Son Düzenleme ve Gelişmeler Kapsamında Bağımsız Denetim ve Muhasebe-Denetim Mesleğinin Rolü: Sermaye Piyasaları Açısından Bir Değerlendirme”, İktisat İşletme ve Finans, 23(267), 2008, s. 71- 85. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu ve bağımsız denetim sektörü hakkında güncel takip için http://www.kgk.gov.tr/ isimli web sitesine bakılabilir.

7 http://www.musavirhaber.com/ticari-bir-hizmet-sekoturu-olarak-bagimsiz-denetim-selahattin-ipek [Erişim: 19.05.2015]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...