Son yirmi beş yıllık süreçte artan bir ivme ile gelişen ve
günümüzde küresel ölçekte dünyayı üst düzeyde etkileyen ince teknoloji (IT) şirketlerinde
farkına varılan mühim bir yönetsel husus, geniş ağlarda ve çok katmanlı şirket
yapılarında arzulanan şeffaflık ve katılımcı ortak imkânların “karar keşfini”
sağlamak üzere geliştirilmesi gereken sistematiğin oluşturduğu boşluk olmuştur.
Bunun sonucunda, anılan sistematiğin işletme içine yönelik yeni bir
organizasyon çerçevesinde tüm bir işletmesel sistemin olabildiğince bütüncül
yönetimi için uygun bir yapı arz etmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. A.B.D.’li
bir girişimci ve yazılımcı olan Brian Robertson, firması "Ternary Software
Corporation"da böyle bir yapının meydana getirilmesinin gerekli ve mümkün
olduğunu ilk fark eden kişilerdendir. Robertson bu doğrultuda -kısmen felsefi
bir dille- kaleme aldığı eserinde (Holacracy: The Revolutionary Management
System That Abolishes Hierarchy) bir yönetim sistemi olarak holokrasi (Lat.
holos) modelini ortaya koymuştur (bütünsel yönetim). Söz konusu model direkt
olarak bir işletmenin yönetimi için gerekli düzenlemeleri uygulamaya
yöneliktir.
Yapısal ve dönüşümsel süreçlerin desteğiyle holokrasi bir
işletmede oluşan kolektif bilginin çalışanlar arasında katılım doğrultusunda
öğrenilmesini ve bunun şirket misyonu ile paralel bir şekilde mutabakatının
sağlanmasını teşvik eder. Bunun yanı sıra birlikte işletimin daha güçlü ve
canlı olması için uygun alanlar açar. Holokrasi karmaşık organizasyonlarda ve
ağlarda esnekliğin, şeffaflığın, inovasyonun ve sorumlulukların
kullanışlılığını arttırmayı amaç edinmiştir. Aynı zamanda, holokrasi
biçimlendirme anlamında farkındalık (bilinç) yaratma için tasarlanmış bütüncül
bir sistem olması hasebiyle, kişisel benmerkezciliğin geri plana çekilmesini ve
böylelikle bunların çatışmasını önlemeyi hedeflemiştir.
Türkçe literatürün çoğunluğunda holokrasinin hiyerarşiyi
tamamen ortadan kaldıran bir yönetim sistemi olduğu gibi bir yetersiz anlama
yer almaktadır. Kanımca bunun nedeni holokratik yaklaşımda alıştığımız biçimde
piramit bir yapılanmanın ve buna bağlı olarak müdür, direktör ya da türevi üst
yöneticilerin olmamasıdır. Bu sistem için bütüne bağımlı, ancak otonom bir
yapıda kendine yeterli bölümlerin basitleştirilmiş hiyerarşisidir tanımlaması
yapılabilir. Bu durumda holokrasinin öne çıkan özelliklerinden biri öz devinim
içeren yetki dağılımı, yayvan ve genleşmiş ekip çalışmaları, ekip otonomileri,
bireysel ve takımlar bazında problem çözümleri, proje çalışmalarının isteme
göre yapılması, rollerin etkinliğine bağlı kişisel iş yapmanın çoklu alanlara
yayılması ve kararların lokal alınmasıdır.
Holokrasinin aşağıda belirtilen prensipler üzerinde
temellendiğini söyleyebiliriz:1
- Planlama ve kontrole dayalı bir
sistemden maada dinamik bir yönetişim söz konusudur. Dinamik yönetişim
genel hedefleri içerir, ama bunlar gerçekliklere adapte edilirler. Kişiler
kendileri ile bağlantılı çevreler içinde de yer alırlar, orada
öğrendiklerini kendi çevresine aktarırlar; yani sıkı ve süreklilik arz
eden bir geribildirim mekanizması tesis edilir. Mükemmel planlar yerine
gerçek gereklilikleri devam eden proseslere uyarlayabilen geribildirimi
öncelleyen ve onlar doğrultusunda entegre edilebilen tasarımsal taslaklar
oluşturulur. Tabiatın işleyişindeki gibi, büyük temel planlar yerine
sıklıkla gidişat üzerinde yapılan ufak tefek düzeltilere dayalı süreçler
holokratik sistemin merkez özelliklerindendir.
- Tekrarlayan (iteratif) öğrenen
organizasyonun özelliği reel gerilimler konteksinde oluşan meraka dayanır.
Bu bağlamda öğrenme işi küçük adımların eşlik ettiği dönüşüm ve uyum
süreçlerinde tekrarlanan ve radikal kırılmalardan beri olan anlamaları ve
uygulamaları kapsar.
- Bütünleşik
Karar Keşfi: Bu prensip merkezi, inovatif ve oturum biçemli
bir süreçtir. Governance veya yönetişim oturumu olarak adlandırılırlar ve
üç katmandan oluşurlar: Strateji (nereye?), Yönetişim (nasıl) ve Operasyonlar
(ne?) gibi sorgulamaları içerirler.
- Evirilen,
amaç odaklı organizasyon: Ön planda olan kar yerine
örgütsel amaçtır. Amaç tanımlanmıştır ve kendini sürekli olarak
geliştirir.
- Gerilim
ve çatışmaların süreçlendirilmesi: Yüzeysel manada bir
organizasyonu etiketleyen en belirgin unsur rutindir. Bir işletmede
birbirini tanıyan ve tanımayan kişiler arası çatışmalar da süreklilik arz
eder. Holokratik yaklaşım açısından çatışmalar doğaldır ve bunlar
rahatsızlık değil, aksine değişim ve büyüme için kullanışlı istek
uyandıran dürtmelerdir. Gerilimler evirilen gelişim için birer dürtme
olarak algılanır.
- Baskın olmayan yönetici güçler,
abartılan bir ‘efsane’ liderlik söyleminin yerini almıştır. Holokratik bir
sistemde yönetim olgusu belirli kişilerin üzerine bırakılmak yerine
yönetişim süreçleri aracılığıyla otorite ve yönetimin benzer parçalar
halinde çalışanlar arasında dağılımı sayesinde genell yönetim yükünü hafifletir.
Otorite alanlara dağıtılmış olduğundan merkezi bir konuma gelemez;
parçalar halindeki dağılım organizasyonun doğal hiyerarşisini oluşturur,
bu da ilk bakışta fark edilmeyen ama yönetişimin çalışanlar arası karşılıklı
etkileşimiyle oluşturduğu bütünselliği temsil eder.
Holokratik
yönetim sistemlerine karşı en sık öne sürülen argüman henüz kendini ispatlayacak kadar büyük şirketlerde yer
bulamamasıdır. Bu hususta verilen en yaygın örnek Apple, Microsoft gibi CEO
odaklı şirketlerin gösterdiği başarılardır. Buna karşın sistemin
yapılandırıcısı Robertson’a göre, Apple’de her ne kadar CEO’lar ön planda olsa
da karar alma mekanizmalarında yalnız değildir; profesyonel çalışanlar kendi
alanlarında karar alma yetkisine sahiptir: “Bu bir bakıma Apple’de ilkel bir
holakrasinin bulunduğu anlamına gelmektedir”.2 Kanaatimce
Robertson’un karşı açıklamasındaki bire birlik yaklaşım, konunun özünü
örtmektedir. Zira bilindiği üzere, basit bir deyişle her bir şirket kendi
yönetim tarzını seçme ve belirlemede tamamen özgürdür. Holokratik bir yönetim
tarzı her işletme için yegâne geçerli ya da ideal olan değildir. Ayrıca,
şirketlerin büyüklüğü, iştigal alanları, bulundukları ülkelerin özgünlükleri ve
insan profillerinin karakteristikleri gibi hususlar belli bir yönetim stilinin
kesinliğini ve mükemmelliğini tayin etmez.
Aşağıdaki tabloda holokrasinin genelleşmiş, geleneksel
yönetim ile arasındaki temel farklar gösterilmiştir. Bu özetleme yönetim tarzı
üzerine düşünen şirketler açısından girişecekleri muhtemel yeniden yapılandırmalar
üzerine yeniden düşünmeleri için pratik bir kıyaslama imkânı sunar.3
Holokratik yönetim
sistemlerinin yaygın olarak BT şirketlerinde uygulanıyor olması üretim-ürün,
pazarlama-satış ve hizmet alanlarında pratik ve hızlı çözümler ve yöntemler
sunmasından kaynaklanmaktadır. Standart sanayi şirketlerinin bazılarında da
(Daimler-Benz, Benckiser, Procter & Gamble vb.) holokratik sistemlere özgü
bazı yöntemler departmanlar ve departman altı birimlerde kullanılmaktadır. Bu
uygulamaların ana sebebi, özellikle pazarlama ve satış işletimlerinde
holokratik zihniyetin sağladığı pratik imkânlar ile buna paralel olarak
seyreden insan değerlerine yönelik yaratılan katma değer ve bağıl
demokratikleşmedir. Bu bağlamda ayırt edilmesi gereken önemli bir husus da bir
yanlış anlama ile alakalıdır. Alanyazındaki bir kısım çalışmalarda demokratize
etme şirketlerde demokrasi olarak anlaşılmaktadır ki, bu anlama demokrasi
olgusunun natüründeki basit bir gerçeklik ile örtüşmemektedir: Seçimle
seçenlerden vekâlet alan yönetime ilişkin temel önerme. Bundan ötürü
şirketlerde ülkeler bazındaki gibi bir demokrasi gerçekliğinden bahsetmek
mümkün değildir. Ancak, istisnai de olsa bazı firmalarda orta ve alt kademe
yöneticilerin atanması çalışanların oylaması ile yapılmaktadır (kısmi demokratikleşme).
Holokratik yönetime iyi
bir örnek teşkil etmesi açısından bir e-ticaret şirketi olan Zappos ile ilgili
olarak kurucusu Tony Hsieh’in “Delivering Happiness”
isimli kitabının tanıtımında anlattıkları temellendirici niteliktedir:4
“Başarımızın
sırrı çalışanlarımıza değer vermekten ve 7/24 kesintisiz canlı hizmet veren
müşteri servisimizden geliyor. Sunduğunuz ürün ne kadar mükemmel olursa olsun,
eğer kaliteli bir müşteri hizmeti sunmuyorsanız, hedeflerinize ulaşamazsınız.
Başarılı bir müşteri hizmeti için ise, mutlu çalışanlara ihtiyacınız var.
Kısaca başarının sırrı çok basit: Çalışanlarına değer ver ve iç dinamiklerini
ortaya çıkart! Bizler çalışma arkadaşlarımızı seçerken çok ciddi süreçlerden
beraber geçiyoruz. İyi eğitimli olmalarının yanı sıra, var olan kadromuzla iyi
geçinip geçinemeyeceklerini test ediyoruz. Oluşturduğumuz şirket kültürünü
korumak için büyük çaba sarf ediyoruz. İki haftalık uyum sürecinin sonunda yeni
iş başı yapacak çalışanımıza işten hemen ayrılması için 2000 dolar rüşvet
teklif ediyoruz. Şimdiye kadar %3’lük bir kesim parayı almayı kabul etti ve işe
başlamadan ayrıldı. Bu gibi değişik yöntemlerle çalışanlarımızın sadakatini ve
bizimle çalışıp çalışmayacağının kararını veriyoruz. Müşteri hizmetleri için
biliyoruz ki birçok servis çağrı merkezini başka bir şirkete devrediyor.
Amerika’daki bir servis için Hindistan’da bulunan çağrı merkezi ile
görüşüyorsunuz. Tabi ki onlar da sorununuzu çözüyorlar; ama biz Zappos olarak
kendi alışveriş kültürünü iyi tanıyan, empati kurabilecek şirket içi
çalışanlarımız ile hizmet vermeyi tercih ediyoruz… Şirketteki çalışanlar
ast-üst gibi bir kavramı tanımazlar, zaman zaman başka departmanlarda
çalışanlar diğer bölümlerde görevler alırlar. Örnek olarak, çağrı merkezinde
çalışanlar belirli zaman aralıklarında, şirketin deposunda, uygulama
geliştiricileri bazen pazarlama bölümünde görev alırlar. Böylelikle “Neler
yapıyoruz?”, “Niçin böyle yapıyoruz?” gibi soruları daha iyi kavramaları mümkün
olur.”
Şirketlerde demokratikleşmenin bir diğer şekli -bazen- kısmi
de olsa, belirli nitelikli ürünlerin “lüks pazarlamanın nicelleştirilmesi”
olarak adlandırılan yöntemle, diğer bir deyişle “demokratik ürünleştirme” ile
sağlanmasıdır. Zaman ilerledikçe hızlı bir şekilde yaygınlaşan demokratize etme
stratejisi lüks kavramını adeta geri plana atmaktadır. Ama bu süreç geleneksel
pazarlama için ideal bir süreç olsa da lüks pazarlamanın düşmanı haline
gelebilir. Günümüzde IKEA ve Zara gibi markalar bu süreçten
yararlanmaktadırlar. Dünyanın en demokratik ürününü yaratmayı başaran tek marka
ise hala Coca Cola’dır. Ben Bernanke’nin içtiği Coca Cola ile arka sokaktaki
bir evsizin içtiği Coca Cola kalite olarak tamamen aynıdır. Bu iki tüketicinin
erişebildiği ekmek, su ve hatta oksijenin kalitesinde ciddi fark vardır, ama
Coca Cola kalitesi herkes için her yerde aynıdır.
Şirketlerde demokratikleş(tir)menin vasıtası olan holokratik
yönetim sisteminin kökeni –pek dillendirilmese de- kısmen, esinlendirici
kontekstte Gerard Endenburg’un yapılandırdığı bir yönetişim modeli olan
sosyokratik “çevre organizasyon yöntemine” dayanır.5 Bu metodoloji
katılımcı ama aynı zamanda “rızaya” dayalı öz-örgütlenme ilkesini baz alır.
Buradaki rıza kavramı çoğunluğu elde eden bir oylama sonucunda ortaya çıkan
uzlaşma anlamında değil, karar mekanizmalarının yöntemselliğinin onaylanması
manasındadır. Ancak çoğunluk destekli, kararlı ve açık kanıtlı itirazlar karar
mekanizmalarını, dolayısıyla karar keşfi yöntemlerinde değişikliği şart
kılarlar. Yani belirli bir seviyeye kadar bu sistematik çalışanların
yaklaşımını kapsamakla beraber, alınacak her karar da rıza ve onaya açık
değildir. Yani işletme içinde tamamıyla olmasa da, kısmi demokratik
mekanizmalar işletimdedir.
1 http://tsrconsulting.de/news-2/news-april-2014/holakratie-das-organisationskonzept-des-21-jahrhunderts,
[Erişim: 19.09.2015]
2-3 http://grifikirler.com/holakrasi-ceolara-hayir.html, [Erişim:
19.09.2015]
4 Reyhan
Çepik;
http://webrazzi.com/2010/07/15/zapposun-basari-hikayesi-delivering-happiness/
Mutluluk Dağıtmak [Erişim: 19.09.2015]. T.
Hsieh,
Mutluluk Dağıtmak, Boyner Yay., İstanbul, 2011
5 https://de.wikipedia.org/wiki/Gerard_Endenburg [Erişim:
19.09.2015]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder