“Zahmetinin
devesine dikkat et! Bileklerine kadar fırtınanın getirdiği kuma battıysa hedef
kimsenin aklına gelmez.”
Halilullah Halili
Üzerine
pek çok kelam edilen mevzulardan biri de farkındalık. İnce ayrıntılar bir yana,
oldukça farklı yaklaşımların, anlatıların yer aldığı bir konu-alan. Osho’dan,
çeşitli giz(l)emli (ezoterik)-mistik görüşlere, psikoloji-psikiyatriden,
kişisel gelişime, kuantumdan nlp’ye hatta dini odaklı düşüncelere, felsefeye
değin birçok sahanın mündemiç kılındığı, fenomenal yapay bir görüngüye dönüşen
“şey”. Ezcümle anlatıların odağında “bilinç ve bir tür kontrol” bulunmaktadır.
Ve bilinç, ruh, kuantum vs. öğelerin içeriğinde yer aldığı konular çekici ve
dahi “prim yapan” sözde bilimsel ve yapay nesnelliğe dönüş(türülebil)en tematik
alanlardır.
Bu “şey” benzerleri gibi tezahür
edenden modellenebilir, pazarlanabilir ve satılabilir olana terfi ettirilebilir.
İsteyen kişi bunları satın almakta özgürdür; yani “farkındalık konusu” artık
bir eşyadır. Bu insana özgü üretimsel yeteneğin başarısıdır bir noktada. Ama birey
için kilitlenilen aşama farkındalığın “ne, nasıl, ne için” sorgulamasıdır.
Öncelikle belirtmek istediğim kavram üzerinden geliştirilen öğretinin felsefi
sorgulama dışında, gerçek anlamda sınamaya ve yanlışlanmaya tabi
tutulamayacağı, dolayısıyla bilimsel nitelikten uzak olduğudur. Alansallık,
yapısı itibariyle anlatının edebi, metafizik ve felsefi yönüyle ele alınabilir.
Çıkış noktası kadim bilgi aktarımlı olan ve modernite ile birlikte özellikle
Gestalt felsefesinin temel kavramlarından biri olmuş ve Gestalt terapinin kuram
(!) ve uygulamalarında çekirdek rol oynayan “farkındalık” (seçimlerin
arttırılması, çoğaltılması, esneklik sağlama. Gestalt ’de farkındalık iki ana
olası şekilde ifadesini bulur: Odak alanının geniş tutulduğu ve aktif
odaklanmış farkındalık; birincisi genele şamil iken, ikincisi ayrıntıların
keşfidir) zaman içinde sağaltım boyutunu aşarak popüler bağlamlar kurulması
vasıtasıyla bilhassa günümüz insanına hitap eden modellemelerle pazardaki
yerini almıştır.
Kavramın Gestalt’ın dışındaki “popüler
okumaları” ilginçtir; ilginçliği içerikten maada ağırlıklı olarak sunulduğu
alandır: İş dünyası. New Age’in akım kollarından kişisel gelişimin sunumu olan farkındalık
John
Kabat-Zinn’in deyişiyle “Yargısız bir
şekilde Şimdiki ana odaklanabilmek
amacıyla, Dikkatinizi toplayabilmektir.”
Zinn’in ifadesi dikkat edilirse “malik-imkânlı olma (can-können)” fiiline
göbekten bağlanmıştır ve bununla edim
yönlü etiği içinde barındırmaktadır. Peki, günümüzde özellikle iş
yaşamına yönelik olarak bu kısa ve öz betimleme -ne denli- geçerlidir. En başta belirtmeliyim
ki, diğer pek çok olasılıklı kavramsallaştırmalar gibi “farkındalık” da olabilirlik
düzeyindedir; ancak sunumu “olur” şeklinde çerçevelenmiştir. Bu noktada,
farkındalığa ilişkin sunulanlar “verilenin
ve çerçevelenin mitosu” olmaktan öteye gidememektedir. Burada mitos ile
kast edilen “söylencedir”. Bu durum, piyasa anlayışı ve kavram pazarlaması
açısından normaldir. Normal olmayan farkındalığa yüklenen anlamdaki abartılı
saptırmadır. Hele ki anlam biçilmesindeki saptırma şu seviyelerde ise: “Farkındalık
yaptığımız her işte, attığımız her adımda, her düşündüğümüzde kendimize şu
soruyu sormaktır; 'Bunu yapmayı ya da bunu düşünmeyi ben mi istedim?'
Farkındalık düşünebilme kabiliyetinin hakimi olabilmektir. Çay içerken önce çay
bardağına dokunuruz dokunduğumuzu onaylarız. Şu an çay bardağına dokunuyorum.
Sonra bardağı kaldırırız ve kaldırdığımızı onaylarız. Sonra çayımızı
yudumlarız. 'Şu an çay içiyorum ve sadece çay içiyorum' deriz. İşte şimdiye
kadarki en güzel çayı içtiniz. Sadece çay içtiniz ve farkında olarak çay
içtiniz. Çay içerken aklımıza düşünceler mi geliyor? 'Ben sadece çay içiyorum,
düşünmeyi ben istemiyorum. Düşünceler dışarıdan geliyor' diyebilmek
farkındalığımızı sağlayacaktır. Farkındalık yapılan eylemle bütünleşebilmektir.
Bu da sadece 'anda kalarak' gerçek olabilir. Çünkü düşünceler ya geçmişten
anılar ya da gelecekten hayaller olarak gelir. Farkındalık Eğitimi ve İzleme Uygulamaları' adı altında
gerçekleşen bir eğitim ile yaklaşık 5 hafta gibi bir sürede bu mümkün
olabilmektedir. Uygulamalar düzenli olarak yapılırsa farkındalık artık
hayatımızın bir parçası haline gelmeye başlar. Bu uygulamalar tamamen izlemeye
dayalıdır. Bilişsel terapi yöntemleri uygulanmaktadır ve klinik ortamda uzman
psikiyatristler gözetiminde gerçekleştirilmektedir. Hayatta başımıza gelen olaylara iyi veya kötü demeden 'olduğu gibi
kabul edebilmemizi' sağlar. Farkındalık eğitimi
tamamlandıktan sonra öğrenciler 'Kuantum Yaşam Eğitimine' geçebilir ve
artık düşünebilme kabiliyetlerinin
hâkimi olduklarından 'düşünceler ile gerçeklikleri oluşturma' aşaması olan
kuantum yaşam döngüsüne geçebilir.” Bu sözler
öylesine olsa okur ya da dinler geçersiniz. Ancak, söz konusu danışanları olan
ve onlara bunları para karşılığı anlatan ve uygulamalı eğitimini (?) veren bir
psikolog-psikiyatr olunca durum değişmektedir. Ayrıca, bir de üstüne söz konusu
eğitimi müteakip satılacak yeni bir ürün olan “Kuantum Yaşam Eğitimi” pazarlaması da
yapılmaktadır.
Konuya ilişkin batı dünyasında bilhassa 70’lerde başlayıp, 80’lerden
itibaren yükselen değerlerden (!) biri olan Uzak Doğu mistisizminden türetilen “ruhun
uyanışı merkezli” farkındalık akımlarından bahsetmek gereğini
duymuyorum. Batıdaki katı dünyevileşmeyi nispi de olsa yumuşatan, ancak içeriğindeki
özellikle yanlış-doğru çıkarımlarını izafileştirmesi nedeniyle insanın
sorumluluğu alanına giren hususlarda kayıtsız kalmasına ve belli bir zaman
sonra adeta boşluğa sürüklenmesine sebep olan bu akımların insan bünyesinde
bıraktığı hasarlara bizzat tanık oldum. Maddeci bireysellik, mana boşluğunun
yarattığı kırılganlık, moral bozan sert rekabet, yabancılaşma/dumurlaşma
sendromları vb. olguların yol açtığı duygun yaralanmalar, incinmeler de (travmalar)
dışsal
ön-sonuçlar olmaları itibariyle insan zihnini alternatif arayışlara yöneltir;
bu da bir tür şartlanma çeşidi olup, doğal ve insanidir. Bu gibi durumlarda
kişi maddi bireyselliğinin ardında bıraktığı benliğini tekrar
hatırlatan ezoterik-mistik ve dahi egzotik karakterli akımların çekiciliğine
eğilim gösterir. Bu akımlarda tipik olan ilk iki adım, nefes ve farkındalık ile
ilgili olanlardır. Taraftar sayısı olgun ve yeterli seviyeye gelince, rantı
genişletme çalışmaları başlar. Bu tip akımlarda yaygınlaşma stratejik
planlaması, alan ve yayılma yönteminin belirlenmesi üzerinde kuruludur. Ön-hedef
alan, maddi araçsallığı sayesinde güç devşiren seçkinlerin, siyasetçilerin,
yüksek bürokrasinin, iş çevrelerinin, kısmen akademik yaşamın kök saldığı ve ilişkili
potansiyel oluşturabilecek gençlerin yer aldığı yaşam çevreleridir. Yöntem ise
her türlü yazılı, görsel ve sosyal medya üzerinden abideleştirilmiş “kişisel
gelişim-secret” yayınlarının kullanılmasıdır. Peki, bütün bunlarda piyasaya
aykırı bir husus var mıdır? Ama benim meselem bu soruyla ilgili değil. Şahsımı
ilgilendiren çevremde pek çok insanın bu yolun yolcusu olması, tarafgir araması
ve yarı ilahlaştırılan egolarla önce farkındalıktan başlayıp mevzuyu
indirgenmiş sözde bilimselliğe, yeni zamanların ben merkezli metafiziğine
vardırmasıdır. En basiti iş yaşamında yaygın olan eğilim kavramlarının –farkındalık,
strateji, yetenek, kariyer, performans, sosyal medya, bilinçlenme, liderlik,
kalite vs.- kapsamını iyi inceleyin, içeriğinin derin okumasını yapın. Mevzunun
nerelere, nelere uzandığını göreceksiniz. Yukarıda belirttiğim dışsal ön-sonuçlar
ve ön-hedefin dışında başka hangi türden sonuçlar, amaçlar ve hedefler olduğunu
göreceksiniz. Bu hikâyede “muhteşem paradoks” ise şudur: Doğunun yozlaştırılmış
bilgisinden bir parçayı ucuza alıp, hem batıda hem de doğuda pazarlayıp
pahalıya satmaktır. Ha derseniz ki “ya, farkındalık diye bir şey var ama”,
diyeceğim “evet var, ama var dediğim sözünü ettiğiniz değil ve de bunun için sizden
ücret de istenmez, ancak bahsettiğim farkındalık için emek, zahmet ve vazgeçmek
gerekmektedir. Zaten öyle zamanlardayız ki, bedava revaçta değil, alıcısı da
oldukça az.” Hakiki farkındalık, “ben hakikatim” haykırışını Mansur gibi kelle
koltukta söyleyenlerin ayaklarının altına serilir. Ehl-i Beyt, Pir Sultan,
Bedreddin ve nice diğerleri gibileri sömürüye karşı başkaldırtır. Var ise
böylesi işte er meydanı. Farkındalığın çakmasına diyeceğim olumsallıktır; olsa
da olur olmasa da, yani “farketmez.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder