14 Şubat 2013 Perşembe

İK İçin: Sosyalizasyon - İş'in Teorisi Üzerine-2

Çalışma-iş üzerine insanın asli bağlantısı doğal olarak edimde bulunduğu sahada yürütme pratiğinde bulunması ile alakalıdır. Kişi normal yaşam döngüsünde bu ilişki-ilintiyi, konu hakkında sorulmadıkça tanımlamaz; zaten böyle bir şeye ihtiyaç da duymaz. Ancak, iyi-kötü sistematik bir arka-geçmiş plana (background), deneyimsel birikimleri üzerinde temellenen bilgi sayesinde kendi çıkarımlarına dayalı olarak yaptıkları işe dair bir düşünceye, duruşa veya fikre, hatta “sezgisel tahayyüllere” sahip olabilirler. İnsanın yaptığı iş bir anlamda onun icra ettiği bir roldür; kişi oynadığı bu rolle ilgili olarak fikir sahibidir ve bu önemli bir özelliktir. Zira insanın ediminde duruşu ve uygulamadaki ayarlamaları - yani anlaması, öğrenmesi ve uygulamada yoluna koyması-, işine dair tüm vetireleri (süreç) bunlardan dolaylı-dolaysız şekillerde etkilenir. Hemen herkes şöyle ya da böyle, genel anlamda “şeyleri” nasıl yapacağına, nasıl öğreneceğine ve nasıl çalışacağına ilişkin belli bir arka plan felsefesini elinde bulundurur. Bilgi-bilim öğretisi (epistemology) insanın elde ettiği bu türden bilgiyi “günlük bilgi” olarak adlandırır. Şahsen bir adım öteye giderek bu bilginin kendine özgü kuramsallığının olduğunu ve bazen bunun bilimsel teorilere özdek olma olasılığının bulunduğunu ifade etmek isterim (insanlık tarihinin bazı icatları).

Yukarıda açıklamaya çalıştığım insan ve ona haiz deneyim-birikim-bilgi ve uygulamaya dair düşüncelerin bütünselliğinden pek çok çıkarımlar yapılabilir. Ancak, burada dikkat çekmek istediğim çıkarım-husus, insanın yaşama, özel olarak işe ilişkin kattığı değer ve böylelikle oluşan iş değerinin kapsamıdır. Bu bağlamda, söz konusu değerin bütüncül olarak önemini, gerekliliğini anlama, bilhassa sosyalleş(tir)me açısından kayda değerdir. İşlevin daha üst düzleminde beğenme hissi, bunu belirtme veya bunun tersi olsa dahi “değer ihtivasının” yok sayılmaması, dışlanmamasıdır. Bahsettiğim sosyalizasyon insanın topluluk (community) halinde çalıştığı ortamlarda –ki günümüz pratiğinde şirketlerde-, yapıcı ve geliştirici iki ana unsurdan biri –diğeri rasyonalizasyon (kastım akılcılık değil; akletme ve akıllılık)- olarak İK’nın merkezinde yer alır. Almıyorsa almalıdır. Sosyalizasyon sadece, -her ne kadar sözlük anlamında mündemiç olan- “her kademedeki çalışanların dengeli bir biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere yönetimin sağladığı imkânlar veya almış olduğu önlemler ya da oluşturulan imkân yaratma ölçütleri” olarak anlaşılmamalıdır. Yeni zamanlarda sıklıkla zikredilen “yönetimin çeşitleri, kurumsallık, liderlik, performans, kariyer, yetenek, strateji, sosyal medya, sosyal sorumluluk, farkındalık, algı, kişisel gelişim, hatta metafiziksel söylemler vb.” sözcüklerin yanında sosyalizasyon kavramının gündeme geldiğini görüyor musunuz? Kanımca hayır. Bunun başlıca sebebi olarak bireysel apolitikleşmeyi görüyorum. Burada kastettiğim bireyin felsefe ve siyasi bilimlerden, dünyadaki gelişmelerden uzak kalmasıdır.   Gerçekçi ve dürüst olalım; kaç İK’cı K. Marx’ın başyapıtı olan “das Kapital” in okumasını yapmıştır; vazgeçtim en azından özetini okumuştur. I. Bandın ana teması olan politik ekonominin eleştirisi (Kritik der politischen Ökonomie) üzerinde –ille de Marx bağlamında değil- kafa yormayan bir İK’cı, verilen ve önünde hazır bulduğu öğretilerin (!) ne denli dışına çıkabilir ve ne şekilde-nasıl zihinsel olarak işin-çalışmanın temel örgüsüne inebilir, çalıştığı işyerindeki insanları anlayabilir ve iş ilişkilerini kuramsallaştırabilir?

 

              İşin-çalışmanın paradigmal analizi, alt- ve üstyapının kişinin “anlaması ve öğrenmesi” ile başlar. Bu İK’nın üzerine alması icap eden zahmetli, görece zaman alıcı, sabır ve sebat gerektiren bir sorumluluktur. Örneğin, İK nasıl bordrolama işini yapıyor ve bu önemli bir faaliyet ise (bazıları, hatta bazı İK’cılar dahi bu işi küçümsemekteler –dayatılmışın psikolojisi), genele şamil olan iş teori-si(ler)-n-in de aynı şekilde, hatta daha fazla önemsenmesi gereklidir. Netice itibariyle kuramsalın yapılandırılması, temel-üst başlık olarak tüm işlevleri kapsamaktadır. İşin altyapısı insan-emek-üretim ve araçları kapsar. Bu dört unsur maddi ve somuttur. Üstyapıyı politika ve türetimi mevzuat düzenler. Burada gerek siyasi iktisat gerekse onun düzenlediği mevzuat ana çemberde devlet erkiyle bağlantılıdır, ondan neşet eder. Alt çemberde yönlendirici ve hâkim bürokrasi, kamu düzeni ve alt gruplanmalar yer alır. Alt gruplanmalar arasında en etkin olanı gerektiğinde devlet erkiyle bürokrasi üzerinden çıkar amaçlı ve faydacı ilişki kurabilen şirketlerdir. Bu düzlemde tek yönlü ve maddeci davranış ağırlıklıdır: Devletin ayarlanabilir kontrolü (Kratia) ve üst sınıf olarak sermaye arasındaki ilişkisel total davranış tarzı. Soğuk savaş döneminde batı demokrasileri 60’lı yıllardaki gençlik hareketleri, özellikle komünizm ve sosyalizmin alternatif düzen sunumları ile yükselen değerlere dönüşmesi siyasette sosyal demokrasi hareketlerine geniş kapılar açmış, bilhassa Orta ve Kuzey Avrupa’da düzen-sistem dengeleyici bir seçeneği ortaya çıkarmıştır: Sosyal demokrat partilerin başarılı sosyalleştirme projesini. Bu sayede çalışan kesimin çekirdeğini ve çoğunluğunu oluşturduğu orta sınıf ve refah toplumu somutlaşmıştır.

 

               Geçtiğimiz yıllarda yürütme erkinin atılımıyla gündeme gelen “Ekonomik ve Sosyal Konsey” fikri olarak olumlu bir proje olmasına karşın, üç toplantının ardından başarısızlığa uğramıştır. Kanımca, bunun başlıca nedeni tarafların ön yargılı konu yaklaşımı, üst yapıda yasal dayanağın olmaması, ekonomik durumun negatif etken olarak öne sürülmesi ve alt yapının toplumsal mutabakat içinde olmamasıdır. Ancak, en azından teorik olarak bu fikir, tüm bir şirketi kapsayacak sosyalizasyon için ilk adım olabilir. Burada çıkış noktası, işletme ve kuruluşta “katılım” ilkesinden hareketle, işveren ve çalışanlar arasında, çalışanlara kuruluşa ilişkin kararlarda “birlikte belirleme” hakkının tanınmasıdır. Sosyal bakış açısı ve akademik sosyal reform düşüncesinin mutabık oldukları husus –liberal ikna olma- çalışanların “fabrikanın herhangi bir unsuru” değil, eşit haklara sahip vatandaşlar olmalarıdır. Son derece doğal olan bu durum, yeni zamanlarda bir idealleştirme hatta ütopya olarak görülebilir. Ancak, bu yönde yapılacak proje temelli çalışmalarda süreç içinde en azından “asgari müşterekler” elde edilebilir; -hiç olmazsa- böylelikle işyerlerinde sosyalleşme yönünde ilk adımlar atılabilir.

 

            Özellikle son yıllarda çalışma hayatının pek çok alanında atılım (başarılı ya da değil) yapan İK’nın sosyalizasyon yönünde de, öncelikle temel donanım ve yetkinliği içkin kılarak, aksiyon alması “insan onuru, sermaye-emek ve iktisadi erkin dengelenmesi, demokratik ilkeler” ve toplumsal başka yarar sağlayıcı gelişmeler açısından yerinde olacaktır.  

Not: İK’cılara tavsiyem Almanya’da yıllar süren, Weimarer Republik’te başlayıp, 1979’da Anayasa Mahkemesi’nin çalışanlara yönelik olarak birlikte belirleme hakkını verdiği karar (Mitbestimmungsurteil) ve işyerlerindeki yapılanmayı incelemeleri ve değerlendirmeleridir.

 

           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...