20 Şubat 2015 Cuma

Yitik Özgünlüğü Aramak-1


İş-çalışma hayatı, yaşamın alanlarından sadece biridir ve diğer alanlar ile etkileşim içindedir. İnsan zihninin türetimleri, yetişme tarzımız, eğitim-öğretim, öğrendiklerimiz, açıklamasını yapabildiğimiz veya yapamadığımız, kaynağı tanımlı-tanımsız bilgiler, uygulamalarımız çok çeşitli sahalardan kısmen içinde bulunduğumuz ve aynı zamanda kısmen dışarıdan bakabildiğimiz "ortamı" belirleyici roller oynarlar. "Ortam" değişime açık bir karaktere sahip olsa da, bireysel yaklaşımın şekillen(dir)me türü, içinde bulunduğumuz realiteyi önemli ölçüde etkilediğinden duruşumuz "ortamın" niteliğini belirleyicidir: Öz-ü-gürlükçü, bağnaz, tutucu, faydacı, taklitçi, bağışıklık oluşturucu, korumacı vs. Ana çıkarım olarak insan aklının maddeye yönelik bakışı, maddeden yaşama ve kendine bakışı veya her iki taraftan kendine ve hayata bakışı vizyonu şekillendirici rol oynar. Bu bağlamda ikilem ortadadır ve seçim sunulmuştur: Ya özgün oluşturma ya da kişiye arz edilen tablet çözümü –satın- alma. Birincisinin maliyeti ve büyük problemler çıkarma ihtimali düşük iken, ikincisi pahalı ve bünyeye uyum sağlama riski yüksektir. Bir üçüncü yol ise "işi gidişine bırakma" semptomudur ki, oldukça yaygındır (bir şirketi ‘bakkal dükkânı’ gibi işletmek). Büyük ve orta ölçekli şirketlerde yaygın olarak tercih edilen ikinci seçenektir. Bu seçenekte, insan için "verilenin kabulü" ve "çerçevelenenin mitosu" her ne kadar felsefi (klasik pozitivist) bir tarafı olsa da, zihni işlevi donuklaştırma olasılığı yüksektir. Bu durumda, tablet çözüme teslimiyet kaçınılmazdır. Sistemin oluşturulması aşamasında idealleştirmeler yapılır. Bir süre sonra sistem doğal bir gelişimle kendine bağışıklık sahası oluşturur ve kendini muhafaza altına alır. Bu da dogmalaşmaya, daha da risklisi tepeden inmeci (jakoben) bir anlayışa ve dolayısıyla katı hiyerarşik-fonksiyonel bir yapılanmaya yol açabilir. Bu tip sistemlerde düzen eleştirisi ve tartışma yap(a)mama, sorunsalı öteleme ve özgün duruşlar sergilememe alışkanlıklara dönüşür.
Anadolu’nun geniş havza kültürü, çekirdek anlam etkisi açısından diğer bazı kültürler gibi (Amerikan, İngiliz, Alman, Hint, Çin vb.) baskın bir yapıya sahiptir. Baskın karakterli kültürler, sahiplenicileri tarafından doğal olarak korumaya alınırlar. Bu noktada önemli olan, sosyo-kültürel yapının önce kendi toplumuna ve etki alanına, sonra da dünyaya özgün, aynı zamanda farklı "bir vizyon" sunabilmesidir. Bu konuda son 30 yılda, özellikle gelişime ihtiyaç duyan ve açık bir duruş sergileyen havzalarda kısmen atak yaptığımız ve o bölgelere kısmi de olsa özgün değerler taşıdığımız; ancak kendi içimizde bunu o denli verimli uygulamaya koyamadığımız gözlenmektedir. Kanımca, bunun başlıca nedeni, kendi içimizde yukarıda teorik çerçevesini tanımlamaya çalıştığım tablet çözümlere yönelmemiz, icra edilen modaya uygun "pompalamayı" öylece kabullenmemiz ve özellikle "popülerleştirilmiş" akımların çekici kıldığı unsurlara pratiğe yönelik öncelik ve fazlaca önem vermemizdir.
Öz-ü-gür ve kritikçi akıl, "işte yapılması gerekenler" diye sunulan şeylere mesafeli durur. Böylelikle içinde yaşadığı ortama, kültüre, topluma, dünyaya da uyumlu özgün ve öz-ü-gürleştirici nitelikte, daha iyiye-gelişime yönelik varabilgiler sunabilir. Bu nedenle, bilgiyi nereden ve ne şekilde alırsak alalım, bünyemize uygun ve özgün bir tarzda değerlendirmemiz, kendimizden değer katarak yeniden üretmemiz yerinde ve akılcı olacaktır. Bu bağlamda özgünlüğün mahiyetinin ne şekilde oluştuğu sorusu önemlidir. Bu noktada bizi genelde yanıltan özgünlük kavramını unsurlar çerçevesinde tanımlamaktır. Ama özgünlüğü oluşturan, ona nitelik hasreden unsurlar değildir. Terkip ve uslûb özgünlüğün vasfını belirler. Yani düşüncelerin kesitlerinin birleşimi veya bir araya getirilmesi ile yapmadaki biçem, tarz bize has, özgü olanı ortaya koymamızı ya da ortaya konanı anlamamızı ve anlamlandırmamızı sağlar. Bunu beceremediğimiz müddetçe elimizdeki değerler manzumesini, o zengin çeşitlilik arz eden mirası anlamamız ve ihya edebilmemiz mümkün olamayacaktır ki, içinde bulunduğumuz genele hâkim durum budur. Peki, bu atıllığın yerine ikame ettiğimiz üretimlerimiz var mıdır? Bu suale vereceğimiz cevap traji komik mahiyete haiz bir evettir. Bu evet’in ilginç kapsayıcılığı ise “genel olarak, genellikle” sözlükleri ile ifadesini bulmaktadır. Özgünlüğün anlaşılması onun içeriğini oluşturan ciddiyet, samimiyet ve özgür düşünme yetisini keşfetmekten geçer. Bunların temelini de, çatısını da tevazu yapılandırır (Ludwig Wittgenstein’ın dediği gibi “özgünlük, alçak gönüllülüktür.”). Her ne kadar özgünlüğü sıklıkla kendine has olan ve buna bağlı yenilenme olarak ifade etsek de, onun özünde yatan doğal bireysellik ve sahici olmaktır. Ve bu sahicilik, insanın, öğretim-eğitim ve deneyim yoluyla kendi doğasını keşfinin sonucunda ortaya çıkan bir sahiciliktir. Diğer yandan özgünlük farkına varılmadan, birey tarafından kökleri geçmişte olduğuna inanılan ve özlem duyulan yaşam tarzıdır. Yani özgün olan mazide kalmıştır ve hatırlamakla yetinilmesi gereken bir şeydir. Hiç bir şey eskisi gibi olamayacağı için bugünle idare etmek zorunludur. Hâlbuki özgünlük ne düne ne de bugüne aittir; hatta zaman ile olan ilişkisi onu ona benzetmiştir; yani o, zaman gibi anlaşılması zor bir özgürlüğe haizdir: Soyutun özgürlüğü. Ama özgürlüğün kaybı; yenilenmenin ve farklı olmanın mekânda aranmasına sebep olmaktadır; hem de yanlış yerlerde…
Yukarıda belirlemeye çalıştığımız üzere, özgünlüğü en iyi tanımlayan çerçevenin içeriğinde kısaca şunlar yer alır: İçtenlikle kendisi olmak için çabalamak ve kaçınılmaz olan özdeşleşmede de kişinin kendini bünyesine uyan ve pratikte verimli, bahusus değer ihtiva eden ile hemhâl kılmasıdır. Özgünlük konusu temel itibarıyla felsefi bir tartışmanın objesi olmakla beraber, diğer yandan siyaset üzerinden sosyolojinin ve özelde de hümanizmin başat mevzuları arasındadır. Mesela, yeni marksist okumalar incelendiğinde özgünlüğün, kültürel yaşamın merkezinde bulunun bir dizi tutku ve ideali kapsadığı çıkarımını yapabiliriz. Böyle bir yaklaşım tabii olarak; özgürlük, özerklik, öz-gelişim, kimlik, kendini gerçekleştirme ve bilhassa bireysellik gibi kavramları içermektedir. Bu söylem temel alındığında görülecek ilk husus, marksist yaklaşımın başlıca tespitlerinden biri olan “yabancılaşma” tezidir ki, belki burada hem bireyin kendisinin kendine ve çevresine olan yabancılaşması (bir tür insani boşlukta sallanma hissi) hem de kendi ürettiği aletin-makinanın ve onlarla ürettiklerinin vasıtasıyla yabancılaşan emek söz konusudur. Bu tez felsefi yaklaşımın üzerinden siyasi iktisadın alanına uzanır. Ancak, bu bağlamda diyalektiğin gereği olarak oluşturulan anti-tezlerin çözümleyiciliği pratikte hangi getirileri ortaya koymuştur? Bu sorunun cevabı komünist sistemin/sistemlerin eriştiği durumsallık ise, buna karşı öne sürülen re- ve proaktif izahatlar asli konuyu başkaca mecralara taşımaktadır. Diğer yandan liberalizmin talep ettiği bireysel özgürlük ile marksist yaklaşımın bireyselleşmeyi hedef olarak ortaya koyması tuhaf ve kısmi bir çelişkidir: Örneğin, komünün, yani topluluğun-cemaatin ve karşısında yer alan liberteryen, özgür bireyin durumları liberal görüşte vurgulanan ilke iken; aynı şekilde Marx’ın 1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları’nın yeniden okumasına göre bireysellik Marksizm’in radikal hedeflerinden biridir ve kolektivizme eşitlenemez.  Tam tersine, kolektivizm, kapitalist ekonomi ile liberal devletin hedefidir. Kısmi paradoksun giderilmesini yine Marx’ın kritiğinde bulabiliriz: Kapitalist ekonomi ve liberal devlet, bireyin çeşitliliğine göre değil, kolektifleştirilmiş tek tip bireye göre üretim yapar. Kapitalizmin doğası gereğidir bu; kolektifleştirilmiş tek tip bireye göre üretim, bireyin çeşitliliğine göre üretimden daha ucuz ve daha karlıdır. Şimdi, bu durumda marksist ideolojinin türetimi olan komünizmin pratiği neyin nesidir?... İnsanın tamamen doğal olarak kendisi ve böylece insan doğasının da dünyevi hale gelmesi olduğu şeklinde vurgulanan özgünlük kavramı, bu şekli ile pozitivist bir bakış açısıyla açıkça indirgenmiş bir mevhum haline dönüştürülmüştür. Bireyselleşme, birey olma bilinci mantıken bireyciliğin ve bu noktadan hareketle bencilliğin dünyevi bir öne çıkış hadisesi olmuştur insan için. Bu sayede yabancılaşma; dumurlaşma-mankurtlaşma ile durgunluğa, vahşet ile tahrip edici keşmekeşe evirilmiştir. 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...