15 Ocak 2015 Perşembe

İş’in Teorisi 10/5: Varsayımsal Yönetim- Sonuç

Bilginin insan yaşamındaki yerine baktığımızda onun üzerinden elde edilen kazanımların insan zihninde onu yönetme isteğini dürtülediğini görmekteyiz. Bu aslında insana verilen egemen rolünün bir gereği olarak da zuhur etmektedir. Yaratıcı, insana bu niteliği bahşetse de, bu özelliğin sınırlarının da olduğu insan tarafından sıklıkla unutulmaktadır. İnsan yaşamın her alanına hâkim olamaz; ancak iktisap alışılan bir şeydir insan için. Kısaca, insan kazanmaya kaybetmekten çok daha fazla meyillidir ve bu onda iptila yaratır. Bilgi hangi formda olursa olsun; insanı en fazla cezbeden bilginin enformasyon/malumat şeklindeki tezahürü ve edinimidir. Günümüzde bilgi yönetimi kavramının altında yatan hususlardan biri, gelişen teknolojinin sunduğu olanaklar sayesinde sahip olduğumuz “akıllı” sanal ağlar ve ortamlar üzerinden oluşan ve oluşturduğumuz enformasyonu yönettiğimiz algısıdır. Bir diğeri ise söz konusu algı vasıtasıyla özellikle 1970’lerden bu yana önce literatürde, daha sonra işletme pratiğinde yaşam kazandırdığımız yönetim kavramını pek çok tematiğe uyarlamamız sonucu edindiğimiz “yapay ilham” üzerinden geliştirdiğimiz yönetim kavramını “ek ibare olarak hemen her konunun sonuna eklemlememizdir: Stres Yönetimi, Süreç Yönetimi, Hedeflerle Yönetim, Proje Yönetimi vs. Böylelikle yapay esinlenmelerin bizi sürüklediği yollar ve menziller mevhumlardan ibaret olmakta, ancak bizler bunu hakikat zannediyoruz. Sahip olduğumuz bilgi kırıntılarının gerçekliklerle örtüşmediğini fark edince de şaşkınlık, şok, hayal kırıklıkları ve hatta travmalar kaçınılmaz olmaktadır; “dramların anası” zan’dır! İspatlan-mış, kesinleş-miş gibi hükümlerimiz, bilgiyi ve yönetme olgusunu fetişleştirmektedir; ama “müşrik eninde sonunda yaptığı putu” yemek zorunda kalır.
     
     Doğa bilimlerinin çıkarımlarının dahi sadece “daha iyi ihtimaller” olduğu bilgi dünyamızda, beşeri-sosyal bilimler alanındaki bilgi dünyamızın içinde yer alan yönetim olgusunu böylesine kesinleştirilmiş söylemler üzerine inşa etmemiz derinlemesine sorgulanmalıdır. Örneğin, sosyologların ve ekonomistlerin yanılma oranlarına baktığımızda gerçek son derece net olarak ortadadır. Hâlbuki bilmemiz gereken şey, kültür havzamızın kadim ilminde merkez yer tutan “ilahi vahiyler dışındaki bilgilerimiz nazariyelerdir” önermesinin anlamını ihya ederek, “keşf-i kadimden hareketle vaz-ı cedidi” oluşturmamızdır. Atılım sağlayan kuramların bu değer zinciri üzerinde katmanlandığını fark etmek, son zamanların moda kavramı büyük verinin yönetiminden daha gerçekçi ve elzemdir. 
     
     21. Yy.ın en keskin gerçekliklerinden birisi belirsizlikte sürdürülebilirliği sağlamak ve insanın günümüze değin yaptığı derin tahribatı tamir etmek için gayret ve çözüm yolları aramaktır. Şirketler için de aynı şey geçerlidir. Bundan hareketle işletmelerin küresel ve yerel gerçekliklerle örtüşen teorilerini oluşturmaları ve bu doğrultuda tüm bir öğrenme ve eğitim molekülünü gerek bireysel gerekse ve bilhassa örgütsel bazda yapılandırması icap etmektedir. Bu bağlamda post modernist “popüler öğretilerin” yerini, bilgiyi yönetme yapaylığına düşmeyen “Öğrenen Organizasyonlar” paradigmasının alması daha uygun olacaktır. Böylelikle genelde gözden kaçan "kaybet-kaybet" realitesini de belki fark edebiliriz.

     Öğrenen organizasyon, grupsal öğrenmeyi yeğler ve buna göre yetkinlikler edinmeyi amaç edinir. Bunu da “Sistem Düşüncesi, Yansımalı Konuşma ve Heveslendirme” ayakları üzerinde oluşturmaya çalışır. Bu sacayağın temel örgüsü varsayımsal yönetimdir. Varsayımsal yönetimin odağı ve periferisi insandır. Ve bu tabansal yayılımda insan halis alçak gönüllülük, sömürmeyen-sömürülmeyen ve her hususta haddini bilen “edepli ve erdemli varlık” idealini temsil eder.
     
     Peter M. Senge’nin “Beşinci Disiplin” adlı eserinde E. Deming’den alıntıladığı şu aktarımlar konumuz açısından önem arz etmektedir: “Mevcut yönetim sistemimiz insanlarımızı mahvetti… Mevcut yönetim sistemimizi, mevcut eğitim sistemini dönüştürmeden asla dönüştüremeyiz. Bu ikisi aynı sistemdir… Hedeflerle yönetim, kota, teşvik ödemeleri, iş planları bilinmeyen, bilinmesi mümkün olmayan kayıplara yol açar… Rekabet bize ihanet etti.”

     Yazıyı bir sufi hikayesi ile ucu açık bir şekilde hitama erdirmek istiyorum: “Yoksulluk diyarı doğu ülkesinin atları canı gibi seven yoksul bir hükümdarı vardı. Hele ata binmedeki harikulâde becerisi, ülkesinde bile atların çoktan beri gözden düştüğü bir çağda, görülmeye değerdi. Hükümdarın becerisi ülke sınırlarını aştı ve ucûbe bir şöhret, anlaşılmaz, saçma sapan, alay konusu bir efsaneye dönüşerek zenginlik diyarı batı ülkesinin imparatorunun kulağına kadar geldi. Bahsine ancak çok eski metinlerde rastlanabilecek değersiz, densiz bir uğraşıda şöhretlenmek doğululara özgü bir ahmaklıktan başka ne olabilirdi! Bir komikliğe seyirci olmanın, can sıkıntısından patlayan kendisini ve maiyetini eğlendireceğini düşünen imparator, yoksulların hükümdarını ülkesine çağırdı gösteride bulunması için... İmparatorun davetindeki alay kokusunu hükümdarın sezinlemediği söylenemez. Yine de daveti kabul etmekten geri durmadı. İmparatorun ülkesinde, imparatorun ve maiyetinin önünde, görkemli imparatorluk sarayının bahçesinde en göz alıcı at oyunlarını sergiledikten sonra hükümdar atından indi ve imparatora doğru yürüdü. Dünyadaki en sevgili varlığının yularını bir armağan sunusu olarak imparatorun yanı başında duran baş muhafızın avuçlarına bıraktı. Alicenaplık sefil bir doğulu hükümdarın harcı olamazdı mütekebbir imparatorun nezdinde. Üstelik armağan diye imparatora at sunmak düpedüz mankafa işi... Alaycılığını hiç sakınmadan sırıtarak doğruldu koltuğundan imparator. Ağırlığını ancak bir su aygırının çekebileceği yağ fıçısı gövdesini zorbela sürüyerek yaklaştı hükümdara. Kulağına eğilerek:
— "Size bir öğüt vereyim de zenginliğin ve gücün sırrı olarak tutun!" diye fısıldadı ve devam etti:
— "Bizler binek olarak su aygırlarını kullanırız; atları da yeriz!"

     Hükümdar ülkesine döndü ve çok değil, iki kış sonra, ordusuyla baştan başa zengin batı topraklarını çiğneyip geçerken imparatorun bu öğüdünü hatırlayıp durdu; muhteşem beyaz bir kısrağın üzerinde...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...