Karizma sözcüğü Eski Yunanca’da “ilahi ilham yeteneği”
anlamını taşır. Aynı sözcük, Tevrat’ta ve İncil’de de (birilerine verilmiş bir
takım güçler, örneğin; kehanet, üfürükçülük, gaipten haber verme…) zikredilen
bir kavramdır. Günümüzdeki kutsal kilise odaklı Hıristiyanlığın kurucusu olan
Paulus, karizmayı “ruhsal yetenek üzerinde temellenen sıra dışı özellikler”
olarak tarif eder. Böylece, teolojik yönüyle karizma insanlar üzerinde gruplara
yönelik otoriteyi de oluşturan, bazı seçkin insanlara bahşedilmiş önemli bir
kabiliyettir.
Organizasyon ve yönetim bilimleri alanında karizma,
dönüştürücü yönetim teorisinin pratikte sevk ve idare gücünün gelişimi
çerçevesinde yönetici unsurların önderlik potansiyelini harekete geçirmede
kullanılan operasyonel bir kavram olarak betimlenmektedir. Diğer yandan Ben Parr’ın popüler kitabı “Captivology: The Science of
Capturing People’s Attention”da
‘İlgi Çekmenin 7 Yolu’ndan bahisle zikrettiği ve insana çekici gelen “gizem ve kabul” mefhumlarını oluşturan
en etkin unsurlardan birinin “öğrenilmiş karizmatik davranışlar” olduğu
kanısındayım. Üniversite tahsilim sırasında “diplomasi” derslerine ilaveten verilen
“karizma oluşturma” eğitimlerinde, üzerinde fazlaca pratik yapılan davranışları
etkileme konusunda, insanları etkileme araçlarından ikisi olarak gizem ve kabul
duygusu yaratma ön sıralarda gelmekteydi.
Modern anlamda karizma kelimesinin Max Weber tarafından
sosyolojik bir kavram olarak karakterize edildiğini söyleyebiliriz. Weber’in Bürokrasi
Modelinde, karizma terimi “karizmatik yetki” şeklinde kullanılmıştır. Weber’e
göre, otoritenin üç biçeminden biri olarak karizmatik yetki, otoritedeki diğer iki
formun, “geleneksel” ve “akılcı-yasal” yetkilerin karşı kutbu olarak tezahür
etmiştir. Geleneksel yetkiyi, kişisel ve doğuştan kazanılan statüye dayanan bir
yetki olarak ele alan Weber, astların bu yetkiye sahip kişinin emirlerine
geleneklere uygun olduğu sürece riayet edeceklerini vurgulamaktadır. Weber'e
göre karizmatik yetki de kişisel bir yetki tipi olmakla beraber, elde ediliş
biçimi açısından iki yetki tipi farklılık göstermektedir. Zira karizmatik
yetki, yönetici güce yönelik kişisel bir atıftır. İzleyicileri, karizmatik
yönetim güçlerinin insanüstü, süper bir kişi olduğuna ya da en azından istisnai
güçlere sahip olduğuna inanmaktadırlar.
Weber ussal-yasal yetkinin ise geleneksel ve karizmatik
yetkiden farklı olarak kişisel olmadığını, seçimle kazanıldığını ve rasyonel
esaslara dayandığını belirtmektedir. Bu yetki türünde emirler herkesi bağlayıcı
kural ve normlara dayanır ve yetkiyi elinde bulunduranlar da kurallara uymak
zorundadır. Emirlere geleneklere uyduğu ya da liderin arzusu olduğu için değil,
rasyonel kurallara dayanması nedeniyle riayet edilir.
Bürokrasinin teknik anlamda en pür ve legal otorite
olduğunu ve bürokrasi modelinin ussal-yasal yetkiye dayandığını ifade eden
Weber, karizmatik yetkinin ussal-yasal yetkinin elde edilmesini kolaylaştıracağını
da vurgulamaktadır (örneğin; Hitler ve Mussolini). Weber karizma terimini
bireyi normal insanlardan ayıran hiç olmazsa istisnai bazı kudretleri belirten
kişisel bir özellik olarak tanımlamaktadır. Weber’e göre karizma bir güç biçimi
olarak büyüsellik, duygusal bağlılık, bağımlılık, kanaatlere bağlı sadakat,
abartılı saygı, hatta doğaüstü güçler gibi mistifikasyonları da kapsar. Her ne
kadar Weber’in tarif ettiği karizmatik liderliğe irrasyonellik atfedilse de, bu
tür yönetim gücüne haiz kişilerce bunun insanlar üzerindeki etkisi fark
edildikten sonra etki yayılımı ve istikrarı son derece rasyonel prensipler
üzerinde temellendirilmek suretiyle legal olarak stabil kılınabilir. Şirketler
bazında konuya yaklaştığımızda, çalışanlar üzerinde herhangi bir şekilde
karizma aracılığıyla oluşturulan ılımlı otorite, şirket içi bürokrasiyi
çalışanların çoğunluğundan aldığı itici güç vasıtasıyla yumuşatarak gruplar
lehine olumlu kararların ve uygulamaların önünü açabilir. Bu yönde elde edilen
sonuçlar, karizmatik idarecilerin bağlı çalışanlar üzerinde tesirlerini
sağlamlaştırdığı gibi, arka planda yöneticinin hükmetme ve hiyerarşik gücünü de
arttırır. Tarihte lider olarak anılan kişilerin büyük çoğunluğunun elde ettiği
bu kudreti süreç içinde “aşırı güç vehmi, ilah sanrısı” gibi olumsuz psikolojik
savrulmalar nedeniyle davranışlarında haddi aşmak, aşırı gitmek (ifrat) noktasına taşıdığı tecrübe
edilmiştir. Öyle ki, bir noktadan sonra illegalitenin yasallaştığına veya
ekstra-legalite düzlemine yerleştiğine tanık olunmaktadır. Bürokrasinin
boğuculuğunun karizmatik etki veya başka yollardan yumuşatılması elbette
muhatapları için soluk aldırıcıdır. Ancak, her hâlükârda bu türden aksiyonların
ifrat veya tefrit noktasına vardırılması, ahlâkî davranışların kaynağı
olan psikolojik yeteneklerin işleyişinde itidal noktasının ilerisine geçen
sapmaların oluşmasına yol açacaktır.
Aslında
karizma insani özelliklerden biridir; ancak her nedense liderliğe ilişkin yazında
bu kavram –diğer moda haline getirilen pek çok yönetim bölümlendirmelerinde
olduğu gibi- ayrı bir liderlik türü başlığı altında nevi şahsına münhasır
olarak kullanılmaktadır. Diğer yandan genel liderlik modellemesinde zikredilen
alabildiğince uzun hususiyetler listesinde karizma yalnızca bir unsur olarak
belirtilmektedir. Tek bir özellikten hareketle yeni bir alt-model oluşturmak ve
bunu “karizmatik liderlik” başlığı altında pazarlamak pragmatik olmakla beraber
ironik olmaktan öteye gitmemekte olup, genel teoriyi de (!) paradoksal bir
konumlanmaya mecbur etmektedir. Ve bu durum liderlik türlerinin diğerleri için
de geçerlidir.
Tek başına
karizma kavramı sosyolojik çerçevede önemli bir kavramdır ve politikanın
kullanışlı araçlarından biridir. Zaten gerek liderlik gerekse karizma olguları
politik bilimlerden yönetim bilimlerine ve dolayısıyla işletme sistemleri
alanına transfer edilmiştir. İşletme alanındaki kullanımı özellikle anglo-sakson
ve amerikan rant odaklı pazarlama zihniyetinin marifetiyle şirketlerin yönetim
felsefelerine “ılımlı ve pahalı” yönetim eğitimleri vasıtasıyla enjekte
edilmektedir.
Weber’in
karizma olgusuna ilişkin ortaya koyduğu tezler irdeleyici bir şekilde analiz
edildiğinde, bu fenomeni tek bir kişilik üzerine odaklamaktan maada bir
davranış biçimleri demeti olarak sevk ve idare güçleri üzerinden kolektif
anlamda ortama yansıttığı görülecektir. Sadece olağandışı durumlarda karizmatik
billurlaşmanın bir kişi üzerinde yoğunlaşmış biçimde kümelenebileceği, bunun da
güçlü bir etkiyle izleyiciler üzerinde, onların bilhassa duygularına enerjik
bir şekilde tesiriyle bu şahsın yönetme erkini büyük bir oranda kendisi için
devşirebileceği varsayılabilir. Nitekim insanlık tarihinde bu nevi vakaların
cereyan ettiği bilinmektedir. Ayrıca bu türden lider olarak nitelendirilen
tipler ile ilgili sonuçta tanık olduğumuz diğer bir husus da, bazı örneklerin
olumlu örnekler olarak tarihe mal olduğu, bazılarının ise izleri hala tam
olarak silinemeyen son derece derin felaketlere sebep olduğudur. Diğer dikkat
çekici bir nokta ise liderlik atfına dair iki başat gerçekliğin genelde
bilinçli ya da bilinçsiz es geçilmesidir: Ekip hareketi ve diğer sorun
tortulu-sonuçlar.
Günümüzde
liderliğe dair modellerin büyük bir kısmının neticede liderlik isnat edilen bir
kişiye yönelik vurgulanmasının arka planında politik yaklaşımdan neşet eden
yararcı bir çıkış noktası olduğu ve böylelikle bireylere tekil anlamda liderlik
potansiyelinin adeta herkeste var olduğu fikrinin aşılanarak, herhangi bir
alanda öne çıkan, takip edilen ve karizmatik bir karaktere sahip olabilecekleri
sanrısı oluşturularak rant sağlayıcı yapay bir isteklendirme duygusu
yaratıldığı kanısındayım. Tabiidir ki, bu türden motive edici tematiklerin
çalışanları rutin dışı bir imge (lider olmak) ile özdeşleşebilmelerini
sağlamasının yanı sıra; işverenler veya üst yönetim açısından hissiyattan
yoksun işletme disiplininin belirli ölçülerde aşılması, yeni şeylerle günlük
olanın dışına çıkılması, duyguların tatmini, sosyalleşme ve daha özgür bir
çalışma ortamına olan ihtiyacın giderilmesi gibi katkılar sunmasıdır.
Liderliğin
ön plana çıkartılarak yönetim olgusunun anasırı haline getirilmesinin, yönetim
modellerine ilişkin alan açılımının genişletilerek çalışanlar nezdinde görünür
kılınmasına yöneliktir. Bireylerin yaptıkları işin liderlik kapsamına dahli ve
onların liderlik özelliklerine sahip oldukları şeklinde yönlendirilmeleri,
onlardaki görev sorumluluğu ve inovatif katkıda bulunma bilincini yükseltmek
için kullanılan yöntemlerden biridir. Bunun en etkin örneklerini Japonların
kalite çemberleri sistematiğinde görmek mümkündür. Ancak, onlarda bu yönde
oluşturulan şuur, ekip çalışmasının ve bunun getireceği kolektif başarının bir
koşulu olarak benimsetilmekte ve
bu bağlamda bireysel anlamda içselleştirilmektedir. Bu içselleştirmenin ilgili
kültürün binlerce yıllık geleneği ve yaşam tarzının bir parçası olduğu unutulmamalıdır.
Uzak Doğuda Japonya ve kısmen Güney Kore’deki ekip çalışmalarına dayalı ve
ekipteki her bir kişinin işinin lideri olduğu şeklindeki öğretinin içeriğini
alarak liderlik olgusunu tepede bir noktaya yerleştirmek, Kaizen’deki bakış
açısının çarpıtılmasıdır. Her ne kadar bu çarpıtılmış liderlik algısına dayalı
modellerde de ekip veya takım çalışması gibi hususlar yer alsa da, bu yine
lidere bağlı bir takipçiler güruhunu monte etmek amaçlıdır; zira burada elde
edilen başarı sadece lafta ekibe ithaf edilir, ama hakikatte öne çıkarılan ve
kaymağı yiyen liderlik atfedilen kişi ya da kişilerdir. Yukarıda ekip
hareketinin es geçilmesi olarak bahsettiğimiz mevzu buna dairdir. Bir ya da
birkaç kişiyi lider olarak öne çıkartan bu uygulamanın alt yapısını oluşturan
ise durumsal insan-grup psikolojisinin araçsallaştırılarak lider(ler) için
kullanılmasıdır ki, bu da zikrettiğimiz sorun tortulu-sonuçların
tetikleyicisidir: Açık veya örtülü baskı, zulme yol açan narsizm-kibir ve
travmalar. İşin kötüsü bu türden sonuçların yol açtığı ortam zehirlenmeleri
ortaya konulduğunda yapılan savunmaların ana gerekçesi, durumun abartıldığı ve
yapılanın aslında iş ve işyeri düzenini, disiplinini sağlamak olduğu
şeklindedir. Yani; “Onlara ‘Yeryüzünde yozlaşmaya ve çürümeye yol açmayın!’ dediklerinde
‘Biz sadece düzeltmeye ve iyileştirmeye çalışıyoruz!’ diye cevap verirler.”
(Kur’an-ı Kerim, 2/11)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder