Modernizmin insana dair etkin bir biçimde ortaya
koyduğu “merkeze konumlandırılan insan” modeli; aklın hâkimiyetini ve bu sayede
insanın yeryüzündeki krallığını ilan ederek, Rab’ın cennet krallığını rafa
kaldırması batı insanını tarihinde ilk kez yaygın olarak bireyselleşmenin
bilincine vâkıf kılmıştır. Bizzat müslüman düşünürlerin bahusus Endülüs
üzerinden Avrupa’yı etkileyen eserleri ve bunların üzerinden Arapçaya
tercümesini yapmak suretiyle yok olmaktan kurtardıkları Grekçe yazınlar
sayesinde kotarılan Rönesans, Reform ve nihayetinde Aydınlanmanın süreçleri
sonucunda eriştiği ve inşa ettiği modern medeniyet, maddenin baskınlığını ön
plana çıkartarak, mananın oluşturduğu bireyselleşmeyi maneviyatın engin
deryasından uzaklaştırarak onu materinin dar dünyasına atmıştır. Dar olan bu
dünyanın arkasını dolduran, bilgeliğin hikmet ve irfan pınarlarıyla bezenmiş
maneviyat muharref dini öğretiye izafe edildiğinden reddedilerek ve aldırış
edilmeyerek kapsam dışına itilmiştir. Böyle bir zeminde kök salan bireyselleşme
eşyanın tabiatına uygun olarak enaniyetin eseri olan bireycileşmeye ve son iki
yüzyılın ciddi bir sorunu olarak zuhur eden ve insanda(n) yansıyan rahatsızlık
verici çeşitli sendromları ihtiva eden nicelleşmeye doğru hızla evirilmiştir.
Özne olmak sadece bireye değil, topluluklara hatta
insan tarafından kurulan yönetim-yürütme kurumlarına –örneğin devlet aygıtlarına-
dahi açıktır. Kişinin bilinç düzeyini yükseltmek için iradesinden güç alarak,
bağımsız bir tarzda özneleşmesi yaşam
içindeki çeşitli politik, sosyo-ekonomik ve kültürel, psikolojik boyutlu
süreçlere hâkim olması açısından pozitif bir gelişimdir. Ancak, özne olma
süreci dış etkenlerin manipülasyonu ile gerçekleşiyorsa, yani söz konusu olan öznelleştirme ise, bunun üzerinden
oluşturulan tek biçimliliklerin ürettiği düşünme kaynaklı davranış, olgular ve
diğerlerine merkezlenmesi hasebiyle özden oluşturucu rolünü kişinin elde
edebilmesine engel olur. Aslında, öznelliğin belirgin özelliği maddi üretim ile
olan karşılıklı etkileşimidir. Maddi varlığın üretimi öznelliği, öznellik de
maddi üretimin çeşitli biçimlerini ortaya çıkarır. Ancak, nesneden özneye yönelik
okuma, anlama, bilme işlevleri genelde eksik kaldığından, öznellik tek
biçimliliği tarz olarak türetir ve bunun üzerinden yürütmenin yolunu açar.1
İnsan
emeğinin, çalışmanın alanlarına ilişkin öznelleştirme araçları bir yönüyle
gerçeklik yansımalarından, diğer yanıyla üretilen mitos-modellemelerden neşet
eden geniş bir yelpazeye sahiptir. Ama her hâlükârda ortak yan, sürümlerin
modalaştırılmasıdır.
Örneğin,
artı(k) değerin oluşturulması için emeğin sömürüsüyle erişilen sermaye
birikiminin bir sonucu olarak, şirketlerdeki personel işleri sömürge döneminden
esinlenen bir analoji ile “insan kaynağı” kavramı şeklinde formüle edilmiştir.
Kürevi değişimlerin en belirgin yansımalarından olan kriz-bunalım olgularıyla
birlikte birçok şeyin yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı aşamalarda, eski
tanımlamalar da yeni öznelleştirmelere uygun olarak yeniden tasarlanmakta ve
politikalar buna göre üretilmektedir. Aynı şekilde liderlik olgusunun çok fazla
dillendirilmesi ve bununla alan açılımı bulan çalışanlar üzerinde “heveslendirmenin” aktive edilerek yapay
ve sanrılara dayanan bir liderler güruhunun oluşturulması da, insanı gerçekten
koparmanın araçlarından biridir.
Politik
iktisada dayalı küreselleşme olgusunun hâkim konuma gelmesi, geleneksel sanayi
ile bilişim teknolojisinin üretim biçimleri arasındaki çatışma, kültürler arası
ilişkinin dahi sermayeye ve ranta tahvil edilmesi, paranın sanallaşmasının
getirdiği spekülasyona dayalı vurgunlar-yolsuzluklar, gelir dengesindeki aşırı
bozulma, borçlandırılmış birey, çevre sorunları, gelir dağılımındaki aşırı
bozulmalar, şişirilen ve yalana dayalı malumat üzerinden algı manipülasyonları
ile körüklenen ırkçılık, ayrımcılık ve düşman yaratımları, tefekkürün moda
kalıplamalara dayalı modellere indirgenmesi ve bunun getirdiği düşünme erozyonu
ve yozlaşması, nesnenin/eşyanın hakikati yerine (eşyanın künhüne vakıf olmak) öznenin nesneye bağımlı kılınarak
nesnelleşmesi ve hazzın özgürlük esamesi zannı, geniş çaplı tahribat vb.
bozulmalar ve alçalmalar, yeni zamanlarda insanın yolunu çıkmazlara
sokmaktadır. Mesela, yukarıda bahsettiğimiz liderlik hususundaki yaygın ve
etkin yönlendirme, anlama-tanıma ve bilmekten ziyade algıya dayalı bir
çalışmanın ürünüdür. Şöyle ki, günümüzdeki moda söylemlerden bir olan
türetilmiş liderlik mevzusu aslında yöneticilik olgusundan çıkartılan ve adeta kaçınılmaz
hale sokulan bir tür ideolojik mitostur. Yeni zamanların iktisadi değerler
dizinini inşa eden neoliberal modeller yumağı, oluşturduğu tüm bunalımları ve
aşırı sömürü düzenini bilgi-bilgi toplumu-bilgi işçisi, büyük veri, sosyal
sorumluluk, ılımlı kapitalizm, strateji ile başlayıp yönetim ile tamladığı
programlar vb. retoriklerle parlatarak, bu tür öznelleştirmeler vasıtasıyla hem
örter hem de yeniden türetmeye yönlendirir. Lider-yönetici “yapay ikilemi” de bunlardan biridir ve
bu dilemma asli olanı, borçlandırılmış insanı-çalışanı aşina kılmanın aracıdır.
Neoliberal
düzende öznelleştirmenin hedefi üretimin tarzını belirlemektir. Üretimin tarzı
ise yönetimin modelini biçimlendirir. Liderlik olgusu modellerin bazılarında
yer alan imaj yapıcı unsur mesabesinde zikredilir, ancak bunun pratikteki
tezahürü sorgulandığında; lider tiplerinden bahsedilse de üzerinde mutabık
kalınan birine veya bir kaçına rastlamanız neredeyse imkânsızdır. İşaret
edilenler arasında ‘iyi yöneticiye’ denk gelmeniz dahi çok zor bir durumdur.
Çünkü asli olan genel bir üst yönetim düzeni ve bunların bağlı olduğu bir ya da
birkaç patron figüründen ibarettir. Patron da kapitalin temsilcisi ve
dolayısıyla oluşturulmuş gücün figürasyonudur. İş'e-çalışmaya dayalı
sistematiğin özü kapitalden hareketle yaratılır. Bu bağlamda emeği temel alan
tüm yönetim sistemleri, onu artı-değer üretiminin güvence altına alınması
yönünde araçsallaştırır. Tam da bu nedenle, insan hem doğrudan üreten hem de
tüketen olarak sömürenin ve sömürülenin kaynağıdır. Genel amaç artı-değerin
güvencesi olduğu halde, insana konulan hedeflerin büyük bölümü onu, yine
kendisinin ürettiğine yabancı kılarak yapay karmaşalarla uyutmaktır.
Toplumsal
temayüllerin gidişatını öngörebilmek yeni zamanların enstrümanları ile daha
mümkün iken, bireyselin öngörülebilmesi gittikçe zorlaşmaktadır. Genişleyen
teknolojik imkânlar insanı birey olarak tabiatının gereği daha uç noktalara
savurarak denge unsurunun tahmin edilebilirliğinin limitlerini de
genişletmiştir. Bunu dizginlemenin ve olabildiğince denetleyebilmenin yolu
popülerliği ve fanteziyi yaygınlaştırmakla bir nebze de olsa mümkün
kılınabilmektedir. Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, sosyal
bilimlerde örgün öğretime olan ilgi azalırken, bunlara ilişkin popüler
yayınların satışları artış göstermektedir. Bu yayınların ortak özelliği sonuçta
kişinin nelere dair bilgiler edineceğini, kazanımlarını daha baştan maddeler
halinde sıralaması ve bireyin kendi tahayyül gücünün üretimlerini, yani sonuç
olarak erişimlerini daha baştan “verilmiş olanlarla” ikame etmektir. İkame
ediciler modanın da tayin edicileridir. İnsanın kahramanları, idealleri, elde
edeceği sonuçları daha baştan domine edilmiştir.
İnsanüstü
özelliklerle donatılan liderlik olgusu geçmişte o çağın, şimdikiler ise yeni
zamanların olağan dışı olarak algılanan mevhumlarıyla donatılmışlardır.
İnsanlık tarihinde lider olarak figüre edilen tiplemelere bakıldığında belirli
sabit özellikler dışında, tiplerde birbirinden farklı çeşitliliklerin mündemiç
kılındığı görülecektir. Bu da olguya ilişkin oluşturulacak imgelemeyi
kategorilere ayırmayı ve bilgiyi yayvanlaştırmayı olanaklı kılar. Bu durum
liderliğe ilişkin resmedici yayınlarda da dikkat çekici ortak bir yandır.
Böylelikle yeni nesillere kendilerini özdeşleştirebilecekleri demode olmuş,
geçmişin liderler olarak öne çıkarılanlarının yerine koyabilecekleri ve bu
yöndeki özlemlerini giderebilecekleri çok çeşitli yeni lider figürleriyle
bezenmiş mitler sunulmaktadır. Çünkü insan algısının oluşmasında önemli rolü
olan beyin nöronlarımız parlatılan laflarla ve görüntülerle “yeni pazarlama”
stiline oldukça uyumlanarak kolayca manipüle edilebilmektedir. Can
Kozanoğlu’nun aynı isimli kitabında vurguladığı üzere, zaman artık “cilalı
imaj” devridir.2
1 İnsanın
dış dünyayı okuması ağırlıklı olarak kendisi (özne) üzerinden eşyayı (nesne)
tanıma ve inceleme işleviyle sınırlı kalmaktadır. Hâlbuki insan fıtratının bir
özelliği olan içselliğin yaratımının insana sağladığı zenginlik ona nesneden
özneyi okumasına da olanak sağlar. Ancak insan dış dünyaya olan aşırı
yönlenmesi ve tiryakiliği nedeniyle çoğunlukla ya da tamamen bu imkânın farkına
dahi varamaz.
2 Can Kozanoğlu, Cilalı İmaj Devri, İletişim
Yay., İstanbul, 1992
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder