26 Mart 2015 Perşembe

Yitik Özgünlüğü Aramak-6


“Kapısı kilitlidir; ama kapı dışında her tarafı açıktır.”

Erdemler özgünlüğün temel taşlarındandır. Değerleri oluşturan ve dönemsel kılan kök olgu, insana güzellik kazandıran ve onun erişimine sunulan erdemlerdir. Erdemler, değerleri zaman, mekân ve durumlara göre üretirler ve yenilerler. Yaratımlara olan katkıları çok boyutlu yapısallığa haizdir. Erdemlerin kaynağı, beşeri umranın evrimindeki yaşanmışlıklarda ve onları pekiştiren ilahi vahiylerdedir. Tecrübelerin ve vahyin tevili erdemlerin insan bilincinde ve davranışlarında serpilip, onu olgunlaştırır ve kâinattaki çokluk-çeşitliliği keşfederek, bunların asli hakikatlerinin vahdetten tecelli ettiğini fark etmesini sağlar. Bunu mündemiç kılmayan farkındalık sıradan ve aldatıcı olduğu gibi, kesret içinde ayrıntıya boğulmamıza ve kemâlât yolculuğumuzun tahribine neden olur.
Hakiki kalite standartlarla değil, erdemlerle inşa edilir. Erdemin gerek kazanımı gerekse muhafaza ve istikrarı; itina, sebat, hoş sabır vb. erdemlerin gayreti ile mümkündür. Erdemi böylesine güçlü ve farklı kılan, yine kendine özgü yaşamsallıkları tazelemesi ve bireyin varlığını vasatta muhkem kılmasıdır. Bu mukavemet bireyin özne olmanın sorumluluklarını ve haklarını dengelemesine, ayarlamasına bağlıdır. Sıra dışılık, aykırılık, karşı duruş gibi özellikler, şeyleri yerli yerine koyma doğrultusunda sade hareket ve davranışlarla donatıldığı takdirde vasat ve gerçek tevazu sağlanabilir; vasatı içselleştirebilen insan hem müşahede edebilen hem de temsilinin hoşluğu ile şahit olunan düzeyin bireyi olmuştur (“… Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir toplum (ümmeten vasaten) olmanızı istedik ki, (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olun ve Elçi de sizin huzurunuzda ona şahitlik yapsın…” Kur’an-ı Kerim, 2/143). İçselleştirmeyi yerleşik kılan eylem ise, bu hâlin bilincinde olma ve bunun sorumluğu ile onu azimete dönüştürmek hususunda hamarat olmakta yatar.
Farklı bir konumlanmada, o ortamın koşulları ve imkânlarına göre üretilen stiller ve modellemeler, gerek fiziki gerekse fikri ve düşünsel şablonlar nedeniyle başkalık arz eden diğer bir ortama taşındıkları ve öylece uygulandıkları takdirde çoğunlukla başarısız olacaklardır. Aktarımların daha farklı şartlar altında tatbiki, onların uyumlanabilmesine bağlıdır ve bunun zorlamaya dayalı değil, tabii olarak gerçekleşmesi gereklidir. Burada “doğal” ile kastedilen, özgünlüğün çok ögeli yapısının olabildiğince ahenkli bir şekilde dengelenmesidir. Dengelemeyi sağlayacak anasır ise insanın medeniyetin çıkarımı zannettiği özgünlüğün, ait olduğu asli kapsama alanının fark edilmesiyle mümkündür; bu sahayı çerçeveleyen olgu insanın meydana getirdiği umrandan başkası değildir.   

Özgünlüğün daha iyi anlaşılmasındaki diğer bir husus, yönetim olgusunun birey ile olan ilişkisinde gözden kaçan bir hassasiyeti kavramaktan geçer. Doğal olarak, birey özne olması bağlamında anlama-tanıma-bilme işlevini eşya, şey üzerinden; yani onlara yönelik olarak gerçekleştirir. Bu durum öznenin ihtiyacını bir ölçüde sağlar, ama burada eksik kalan ayak bireyin diğer okumayı atlamasıdır. O da eşyaya bağlı olarak olaylar-edimlerden hareketle öznenin kendine dönük okumayı yapmasıdır ki, bu gerçekleştirildiği takdirde birey hem yaşamı hem de kendisini bilmede olgun ve tamamlayıcı köprüyü kurmuş olabilir. İki taraflı bu okuma, özgünlüğü oluşturan potansiyelin zeminini hazırlar; burada önemli olan bu potansiyelin kullanılması ve değerlendirilmesidir. Ancak tek yönlü uygulama, yani yönetimle ilişkili tüm paydaşların (yöneticiler, çalışanlar, ortaklar, müşteriler, sivil toplum kuruluşları vb.) katılımının sağlanmadığı bir işletim, yönetsel özgünlüğü ne kurabilir, ne de yapılandırabilir. Yönetimin teşekkülü, yapılanması, sevk ve idare mantalitesi özgür öznelliğin oluşturacağı bileşimli çoğulculuk anlayışı ile yapılabilirse bu oluşum vasıtasıyla, yönetim özünde kendisini biçimlendiren tüm unsurlarla sağlıklı bir ilişki kurabilir. Yani, özneleşmenin kapitalin dayattığı biçimler yerine, hür irade tarafından yaratılması ve özneler arası ilişkilere katkı sağlaması özgünlük kavramını ve sorgulamasını sağlıklı bir şekilde gündeme getirecektir.

Özneler arası karşılıklı etkileşim doğası icabı melezdir. Bu nedenle oluşacak sistem de melez niteliklidir. 21 yy.ın yaygın ve etkin olan ağ dolaşımının sunduğu imkânlar üzerinden ortaya çıkan özelliklerden biri de bu melezleşme eğilimidir; melezleşmenin başlıca oluşturucusu günümüzde daha da belirginleşen geçirgen karakterli çok katmanlı sistemlerdir. Bu sistemler toplumları kapsayıcı olduğu gibi, organizasyonel yapılarda da mevcuttur. Oldukça geniş bir konu olan çok katmanlı sistemler; öncelikle devletlerin ve uluslararası siyasal-sosyal ve ekonomik kurumların yapılanmalarının analizi vasıtasıyla yönetim olgusunun sevk ve idareye dayalı kısmını yatay-dikey ve bunun türevleri üzerinden çözümlemeyerek belirli ilkeler çerçevesinde “iyi yönetişimin” koşullarını ortaya koymayı amaçlar. 1960 ve 70’lerin sistem teorisinden hareketle üretilen idari ve teknik özellikli çok katmanlı sistemler paradigması, daha çok proje bazlı çalışmalar ile yaygın bir alan için işlevsel hale gelmiştir. Burada birey üzerinden topluluk veya toplumun hem nicelikli hem de nitelikli karakter özelliklerinin yönetimleri nasıl şekillendirebileceği hususu, söz konusu özgünlük olgusu olduğunda ön plana çıkar. Zira günümüzde gerek kürevi gerekse yerel bazda 20. yy.ın üniter ve tek düze yönetim modellemeleri durağanlaşmış, yetişmiş kalifiye insan gücündeki çeşitliliğin de artması sonucunda tek tipliliğe yatkın sevk ve idare anlayışının yerini, çoğul ve melez yapılanmaların alması elzem hale gelmiştir. Melezin yönetimi hiçbir zaman moda modellemelere sıkıştırılamaz; modellemeler başlangıç safhaları için gerekli ve olumlu katkı verici olabilirler. Ancak süreklilik arz edemezler; zira insanı, tarihi, yaşamı ve kestirilemeyenleri kehanetlere bağlı kılıp, insana ilişkin olanı fizik kanunları gibi kestirilebilir kılmamız ve bunlar üzerinden başından sonuna kesinliğe yakın öngörülebilir kâmil modeller üretmemiz mümkün değildir. İşte tam da bu nedenle, modern ve modern sonrası insanın doğasını zehirleyen ve onunla birlikte bütünüyle iletişim içinde olduğu tabiatı tahrip eden benlik sarhoşluğu, onun ve bağlantılarının tezahürünü öylesine nicelleştirmiştir ki, zuhurdaki nitel yitik hale gelmiştir. Tüm teknolojik gelişim çetin paradoksların da önünü açmıştır ve bu gelişim hızla devam etmektedir. En basitinden insan bir şeye karşı gelirken, reddettiğinin türevini tepe tepe kullanmaktadır. Nükleer santrala, HES’lere hayır derken, bu yazının da yazıldığı alete, cep telefonuna vd. meftun olmuş bir haldedir. Bütün bu çokluk ve dünyanın cümbüşü neyin nesidir, genişleyen ve sonsuzluk resmi veren kâinat zihnimizde bir mekân ile temsil bulurken, koskoca dağlar küçücük bir gözün menziline sığarken, akıp giden izah edemediğimiz zaman ölçülebilirken içine düşülen karmaşıklığa hayranlık niçin sorgulanmamaktadır?  

Bir zamanların Roma ve Osmanlı imparatorluklarında tezahür eden yönetim katmanlarındaki insan çeşitliliği ve melezliği tekrar gündemdedir. Üniterin yetki ve yeterlilik sınırlandırmaları ve bütünün hiyerarşisine dayalı yapılar artık yegâne imkân sahibi değildirler. Yönetim erki sadece merkezi enerji kaynaklı değil, aynı zamanda erki paylaşan katmanların da ilgi sahasına girmektedir. Bu boyut aynı zamanda bireysel egemenliğin olabildiğince yönetimsel statükoya bırakılmaması anlamına da gelir. Bunun diğer bir anlamı da şudur: Yaradılış açısından her bir bireye bahşedilen egemenlik yetisinin özneler arası ilişkiler vasıtasıyla kurumlaştırılan üzerinde belirleyici ve denetleyici, aynı zamanda tasarruf sahibi olması (“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım”… Kur’an-ı Kerim, 2/30). Bu bir alansal açılımdır ve yönetimin yönlendiriciliğinde ve yürütülmesinde bireye daha fazla yetkinlik devreder ve etkin özgünlüğü sisteme enjekte eder. Özgünlüğün olabildiğince ağırlıklı ve etkin olabilmesi, bireysel özgürlük ve egemenliğin önce özne üzerinden, sonra da özneler arası etkileşimin marifetiyle sağlanabilmesine bağlıdır.


Konrad Lorenz’in dediği gibi; “düşünülen söylenmemiş, söylenen işitilmemiş, işitilen anlaşılmamış ve anlaşılan üzerinde mutabık kalınmamış” olandır. İlgi duyulan herhangi bir şeyin orijinalitesi üzerine düşünmemek, savrulmanın başlama vuruşudur. Özgünlüğün künhünün kaynağı hikmet ve irfandadır; ilmin sınırlandırılmış bir parçası olarak değer bulan bilim ise bu manada silinmemiş tozun arkada bıraktığı izleri takip etmemizi sağlar. Özgünlük özün zuhurudur ve insan bugün geldiğimiz noktada serinkanlılıkla hikmet ve irfanın ne olduğunu sindirerek öğrenme aşamasına varmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...