Anadolu’nun geniş havza kültürü,
çekirdek anlam etkisi açısından diğer bazı kültürler gibi (Amerikan, İngiliz,
Alman, Hint, Çin vb.) baskın bir yapıya sahiptir. Baskın karakterli kültürler,
sahiplenicileri tarafından doğal olarak korumaya alınırlar. Bu noktada önemli
olan, sosyo-kültürel yapının önce kendi toplumuna ve etki alanına, sonra da
dünyaya özgün, aynı zamanda farklı "bir vizyon" sunabilmesidir. Bu
konuda son 30 yılda, özellikle gelişime ihtiyaç duyan ve açık bir duruş
sergileyen havzalarda kısmen atak yaptığımız ve o bölgelere kısmi de olsa özgün
değerler taşıdığımız; ancak kendi içimizde bunu o denli verimli uygulamaya
koyamadığımız gözlenmektedir. Kanımca, bunun başlıca nedeni, kendi içimizde önceki kısımda teorik çerçevesini tanımlamaya çalıştığım tablet çözümlere yönelmemiz, icra
edilen modaya uygun "pompalamayı" öylece kabullenmemiz ve özellikle
"popülerleştirilmiş" akımların çekici kıldığı unsurlara kendi içimizde pratik bulamamamız ve buna rağmen çok önemliymiş gibi çok fazla önem vermemizdir.
Özgünlüğün daha iyi
anlaşılmasındaki diğer bir husus, yönetim olgusunun birey ile olan ilişkisinde
gözden kaçan bir hassasiyeti kavramaktan geçer. Doğal olarak, birey özne olması
bağlamında anlama-tanıma-bilme işlevini eşya, şey üzerinden; yani onlara yönelik
olarak gerçekleştirir. Bu durum öznenin ihtiyacını bir ölçüde sağlar, ama
burada eksik kalan ayak bireyin diğer okumayı atlamasıdır. O da eşyaya bağlı
olarak olaylar-edimlerden hareketle öznenin kendine dönük okumayı yapmasıdır
ki, bu gerçekleştirildiği takdirde birey hem yaşamı hem de kendisini bilmede
olgun ve tamamlayıcı köprüyü kurmuş olabilir. İki taraflı bu okuma, özgünlüğü
oluşturan potansiyelin zeminini hazırlar; burada önemli olan bu potansiyelin
kullanılması ve değerlendirilmesidir. Ancak tek yönlü uygulama, yani yönetimle
ilişkili tüm paydaşların (yöneticiler, çalışanlar, ortaklar, müşteriler, sivil
toplum kuruluşları vb.) katılımının sağlanmadığı bir işletim, yönetsel
özgünlüğü ne kurabilir, ne de yapılandırabilir. Yönetimin teşekkülü, yapılanması,
sevk ve idare mantalitesi özgür öznelliğin oluşturacağı bileşimli çoğulculuk
anlayışı ile yapılabilirse, bu oluşum vasıtasıyla, yönetim özünde kendisini
biçimlendiren tüm unsurlarla sağlıklı bir ilişki kurabilir. Yani, özneleşmenin
kapitalin dayattığı biçimler yerine, hür irade tarafından yaratılması ve
özneler arası ilişkilere katkı sağlaması özgünlük kavramını ve sorgulamasını
sağlıklı bir şekilde gündeme getirecektir.
Özneler arası
karşılıklı etkileşim doğası icabı melezdir. Bu nedenle oluşacak sistem de melez
niteliklidir. 21 yy.ın yaygın ve etkin olan ağ dolaşımının sunduğu imkânlar
üzerinden ortaya çıkan özelliklerinden biri de bu melezleşme eğilimidir;
melezleşmenin başlıca oluşturucusu günümüzde daha da belirginleşen geçirgen
karakterli çok katmanlı sistemlerdir. Bu sistemler toplumları kapsayıcı olduğu
gibi, organizasyonel yapılarda da mevcuttur. Oldukça geniş bir konu olan çok
katmanlı sistemler; öncelikle devletlerin ve uluslararası siyasal-sosyal ve
ekonomik kurumların yapılanmalarının analizi vasıtasıyla yönetim olgusunun sevk
ve idareye dayalı kısmını yatay-dikey ve bunun türevleri üzerinden belirli ilkeler koyarak bu çerçevede “iyi yönetişimin” koşullarını
ortaya koymayı amaçlar. 1960 ve 70’lerin sistem teorisinden hareketle üretilen
idari ve teknik özellikli çok katmanlı sistemler paradigması, daha çok proje
bazlı çalışmalar ile yaygın bir alan için işlevsel hale gelmiştir. Burada birey
üzerinden topluluk veya toplumun hem nicelikli hem de nitelikli karakter
özelliklerinin yönetimleri nasıl şekillendirebileceği hususu, söz konusu
özgünlük olgusu olduğunda ön plana çıkar. Zira günümüzde gerek kürevi gerekse
yerel bazda 20. yy.ın üniter ve tek düze yönetim modellemeleri durağanlaşmış,
yetişmiş kalifiye insan gücündeki çeşitliliğin de artması sonucunda tek
tipliliğe yatkın sevk ve idare anlayışının yerini, çoğul ve melez
yapılanmaların alması elzem hale gelmiştir. Melezin yönetimi hiçbir zaman yeknesak ağırlık arz eden moda
modellemelere sıkıştırılamaz; modellemeler başlangıç safhaları için gerekli ve
olumlu katkı verici olabilirler. Ancak süreklilik arz edemezler; zira insanı,
tarihi, yaşamı ve kestirilemeyenleri kehanetlere bağlı kılıp, insana ilişkin
olanı fizik kanunları gibi kestirilebilir kılmamız ve bunlar üzerinden başından
sonuna kesinliğe yakın öngörülebilir kâmil modeller üretmemiz mümkün değildir.
İşte tam da bu nedenle, modern ve modern sonrası insanın doğasını zehirleyen ve
onunla birlikte bütünüyle iletişim içinde olduğu tabiatı tahrip eden benlik
sarhoşluğu, onun ve bağlantılarının tezahürünü öylesine nicelleştirmiştir ki,
zuhurdaki nitel yitik hale gelmiştir.
Tam da bu
noktada, nitelin çıkışını sağlayacak olan sadeleşmedir. ÖO sadece nitelin hayat
bulması ile taban bulur, her ne kadar oluşum ve yapılanmanın başlangıcında
nicelik ile hemhal olmak zorunlu olsa da. Akıllı yönetimler nitelin yalnızca
maddi düzlemde değil, manada da etkinliğini fark ederler ve onun getirilerinden
dengeli tevâzunun huzurunu iyi bilirler. Nicelik belirli bir aşamadan sonra
hırsı körükler ve bakış açısında fazla sayıda kör noktalar oluşturur. Örnek vermek gerekirse, bir
zamanların ünlü elektronik şirketi Nokia’yı sona taşıyan “her şeyin en iyisini
ben yaparım” havasına girmesi hadisesi iyi bir misaldir. Nitel, akılda ve gönülde ve dahi ikisinin sıhhatli sentezinde daha istikrarlı,
gerekli ve kaliteli bilgiyi taşımayı mümkün kılar. Bir işletmenin ÖO haline gelebilmesi
nitele olan yönelişidir; tek başına bilinçlenme yetmez, asıl iş
içselleştirebilmektedir ve o da ancak nitelikli uygulamayı öğrenmekten geçer.
Birçok şirketin içine düştüğü nicelliğin karmaşası
bütünseli olabildiğince görebilme yetisini azaltmakta ve sistemin kaotik bir
sarmal haline dönüşmesine neden olmaktadır. Günümüzde bilişim teknolojilerinin
bizi getirdiği nokta, bilgi yığınları arasında sıklıkla arafta kalan ve hem
yatay hem de dikey anlamda bilgi baskısının can sıkıcı bunaltıcılığının
ortasına itmektedir. Çöp evler gibi çöplüğe gitmesi gereken, ama kıyılamayan
pek çok malumat ilinti, illiyet ve ilişkiyi denge noktasında kopukluklara maruz
bırakmaktadır. Kalite sistemlerinin ünlü duayeni E.F. Deming 90’lı yaşlarına
geldiğinde dediği gibi; “… mevcut yönetim
sistemimiz insanlarımızı mahvetti. İnsanlar içsel bir motivasyon, kendine
saygı, gurur, öğrenme merakı ve zevkine sahip olarak doğarlar. Yıkım çocuklukta
– ödüller, okulda aldığı dereceler, yıldızlı pekiyiler- başlar ve üniversitede
devam eder. İşyerinde insanlar, takımlar, departmanlar derecelendirilir; iyi
olanlar ödüllendirilirken, kötü olanlar cezalandırılır. Departmanların hepsinin
bir aradaymış gibi gözüken, aslında ayrı ayrı uyguladıkları hedeflerle yönetim,
kota, teşvik ödemeleri, iş planları bilinemeyen çok sayıda kayıplara yol açar.”
Deming’in tespiti ne kadar
yerindeyse, son yıllarda yöneticilerin şikâyet ettikleri bir husus olan bilgi
bombardımanını yönetmek için “büyük veri yönetimi” adını verdiğimiz yeni bir
öğrenme mevzusuyla muhatap olmak zorundayız. Acaba öğrenmek adını verdiğimiz
fiil aşırı bilgi yığınlarına hâkim olmak mıdır?
Örgütün
toplumsal bir sistem ve bunun temel unsurunun birey olduğuna dair saptama ne kadar
isabetlidir ve günümüzde de geçerli midir acaba? Bu soruya eklemlemek istediğim
diğer bir sual ise, örgütsel davranış kuramlarında genel anlamda geçerlilik arz
eden ‘birey-örgüt ilişkisi ve bunlar arasındaki etkileşimin oluşturduğu
davranışların ortaya çıkardığı modelleme anlayışının’ ne denli gerçekçi ve
sistematik bir yaklaşım olduğu üzerinedir. Örneğin, birey ile örgütün
karşılıklı ilişkileri ve etkileşimi ve bunların çıkarımı davranışlar veya Mumby
ve Stohl’un literatürde öne sürdükleri “toplum,
kültür, örgüt ve iletişim ayrılmaz bir şekilde karşılıklı olarak birbirlerine
bağlıdırlar”1 şeklindeki belirlemelerinde öne sürdükleri
“ayrılmazlık gerektirimi” örgüt olgusunun sistemsel bir yapı olduğu hususu -varoluşsal anlamda- bizleri zihinsel
olarak tatmin eder mi?
Bu
ve benzer sorgulamaları ve irdelemeleri yapmamız aslında bu çalışmanın
başlangıcı ve çıkış zeminidir, ama konumlandığı yer çalışmanın sonuç bölümüdür.
Zira, bu sonuçlandırma günümüzde hala akademik düzeyde işletmelere yönelik olarak
pek çok geliştirim amaçlı çalışmanın örgütsel davranış paradigması çerçevesi
dâhilinde yapılmasıdır. Bu durum burnunun ucunu dahi gayya kuyusuna sokmaya
benzer ve işletme biliminin önemli bir kısmını, şirket gerçekliğini ve
yönetimin pratiğini, kör alanların içine sokmaktadır. İşletmelerin realitesi
yalınlığa ve pratiğe ihtiyaç duyar. Çünkü çalışanlara bilfiil yaptıkları
işlerde lazım olan uygulamanın kaçınılmaz gerçekliğidir. Tam da bundan dolayı,
öğrenen organizasyon(lar) teorisi pratiğe dayalı yapılanmasıyla örgütsel
davranış disiplinlerinden sıyrılmak için sunulmuş alternatif çözümleme yoludur.
1
Mumby,
D. K. ve Stohl, C., Diciplining Organizational Communication Studies; Management
Communication Quarterly, 10, 1996. Erişim: http://mcq.sagepub.com/content/10/1/50.short?rss=1&ssource=mfc
[16.04.2015]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder