4 Şubat 2016 Perşembe

Öğrenen Organizasyon ve Katkı Yapan Özgünlük - 2

Anadolu’nun geniş havza kültürü, çekirdek anlam etkisi açısından diğer bazı kültürler gibi (Amerikan, İngiliz, Alman, Hint, Çin vb.) baskın bir yapıya sahiptir. Baskın karakterli kültürler, sahiplenicileri tarafından doğal olarak korumaya alınırlar. Bu noktada önemli olan, sosyo-kültürel yapının önce kendi toplumuna ve etki alanına, sonra da dünyaya özgün, aynı zamanda farklı "bir vizyon" sunabilmesidir. Bu konuda son 30 yılda, özellikle gelişime ihtiyaç duyan ve açık bir duruş sergileyen havzalarda kısmen atak yaptığımız ve o bölgelere kısmi de olsa özgün değerler taşıdığımız; ancak kendi içimizde bunu o denli verimli uygulamaya koyamadığımız gözlenmektedir. Kanımca, bunun başlıca nedeni, kendi içimizde önceki kısımda teorik çerçevesini tanımlamaya çalıştığım tablet çözümlere yönelmemiz, icra edilen modaya uygun "pompalamayı" öylece kabullenmemiz ve özellikle "popülerleştirilmiş" akımların çekici kıldığı unsurlara kendi içimizde pratik bulamamamız ve buna rağmen çok önemliymiş gibi çok fazla önem vermemizdir.

Özgünlüğün daha iyi anlaşılmasındaki diğer bir husus, yönetim olgusunun birey ile olan ilişkisinde gözden kaçan bir hassasiyeti kavramaktan geçer. Doğal olarak, birey özne olması bağlamında anlama-tanıma-bilme işlevini eşya, şey üzerinden; yani onlara yönelik olarak gerçekleştirir. Bu durum öznenin ihtiyacını bir ölçüde sağlar, ama burada eksik kalan ayak bireyin diğer okumayı atlamasıdır. O da eşyaya bağlı olarak olaylar-edimlerden hareketle öznenin kendine dönük okumayı yapmasıdır ki, bu gerçekleştirildiği takdirde birey hem yaşamı hem de kendisini bilmede olgun ve tamamlayıcı köprüyü kurmuş olabilir. İki taraflı bu okuma, özgünlüğü oluşturan potansiyelin zeminini hazırlar; burada önemli olan bu potansiyelin kullanılması ve değerlendirilmesidir. Ancak tek yönlü uygulama, yani yönetimle ilişkili tüm paydaşların (yöneticiler, çalışanlar, ortaklar, müşteriler, sivil toplum kuruluşları vb.) katılımının sağlanmadığı bir işletim, yönetsel özgünlüğü ne kurabilir, ne de yapılandırabilir. Yönetimin teşekkülü, yapılanması, sevk ve idare mantalitesi özgür öznelliğin oluşturacağı bileşimli çoğulculuk anlayışı ile yapılabilirse, bu oluşum vasıtasıyla, yönetim özünde kendisini biçimlendiren tüm unsurlarla sağlıklı bir ilişki kurabilir. Yani, özneleşmenin kapitalin dayattığı biçimler yerine, hür irade tarafından yaratılması ve özneler arası ilişkilere katkı sağlaması özgünlük kavramını ve sorgulamasını sağlıklı bir şekilde gündeme getirecektir.

Özneler arası karşılıklı etkileşim doğası icabı melezdir. Bu nedenle oluşacak sistem de melez niteliklidir. 21 yy.ın yaygın ve etkin olan ağ dolaşımının sunduğu imkânlar üzerinden ortaya çıkan özelliklerinden biri de bu melezleşme eğilimidir; melezleşmenin başlıca oluşturucusu günümüzde daha da belirginleşen geçirgen karakterli çok katmanlı sistemlerdir. Bu sistemler toplumları kapsayıcı olduğu gibi, organizasyonel yapılarda da mevcuttur. Oldukça geniş bir konu olan çok katmanlı sistemler; öncelikle devletlerin ve uluslararası siyasal-sosyal ve ekonomik kurumların yapılanmalarının analizi vasıtasıyla yönetim olgusunun sevk ve idareye dayalı kısmını yatay-dikey ve bunun türevleri üzerinden belirli ilkeler koyarak bu çerçevede “iyi yönetişimin” koşullarını ortaya koymayı amaçlar. 1960 ve 70’lerin sistem teorisinden hareketle üretilen idari ve teknik özellikli çok katmanlı sistemler paradigması, daha çok proje bazlı çalışmalar ile yaygın bir alan için işlevsel hale gelmiştir. Burada birey üzerinden topluluk veya toplumun hem nicelikli hem de nitelikli karakter özelliklerinin yönetimleri nasıl şekillendirebileceği hususu, söz konusu özgünlük olgusu olduğunda ön plana çıkar. Zira günümüzde gerek kürevi gerekse yerel bazda 20. yy.ın üniter ve tek düze yönetim modellemeleri durağanlaşmış, yetişmiş kalifiye insan gücündeki çeşitliliğin de artması sonucunda tek tipliliğe yatkın sevk ve idare anlayışının yerini, çoğul ve melez yapılanmaların alması elzem hale gelmiştir. Melezin yönetimi hiçbir zaman yeknesak ağırlık arz eden moda modellemelere sıkıştırılamaz; modellemeler başlangıç safhaları için gerekli ve olumlu katkı verici olabilirler. Ancak süreklilik arz edemezler; zira insanı, tarihi, yaşamı ve kestirilemeyenleri kehanetlere bağlı kılıp, insana ilişkin olanı fizik kanunları gibi kestirilebilir kılmamız ve bunlar üzerinden başından sonuna kesinliğe yakın öngörülebilir kâmil modeller üretmemiz mümkün değildir. İşte tam da bu nedenle, modern ve modern sonrası insanın doğasını zehirleyen ve onunla birlikte bütünüyle iletişim içinde olduğu tabiatı tahrip eden benlik sarhoşluğu, onun ve bağlantılarının tezahürünü öylesine nicelleştirmiştir ki, zuhurdaki nitel yitik hale gelmiştir.

Tam da bu noktada, nitelin çıkışını sağlayacak olan sadeleşmedir. ÖO sadece nitelin hayat bulması ile taban bulur, her ne kadar oluşum ve yapılanmanın başlangıcında nicelik ile hemhal olmak zorunlu olsa da. Akıllı yönetimler nitelin yalnızca maddi düzlemde değil, manada da etkinliğini fark ederler ve onun getirilerinden dengeli tevâzunun huzurunu iyi bilirler. Nicelik belirli bir aşamadan sonra hırsı körükler ve bakış açısında fazla sayıda kör noktalar oluşturur. Örnek vermek gerekirse, bir zamanların ünlü elektronik şirketi Nokia’yı sona taşıyan “her şeyin en iyisini ben yaparım” havasına girmesi hadisesi iyi bir misaldir. Nitel, akılda ve gönülde ve dahi ikisinin sıhhatli sentezinde daha istikrarlı, gerekli ve kaliteli bilgiyi taşımayı mümkün kılar. Bir işletmenin ÖO haline gelebilmesi nitele olan yönelişidir; tek başına bilinçlenme yetmez, asıl iş içselleştirebilmektedir ve o da ancak nitelikli uygulamayı öğrenmekten geçer.

Birçok şirketin içine düştüğü nicelliğin karmaşası bütünseli olabildiğince görebilme yetisini azaltmakta ve sistemin kaotik bir sarmal haline dönüşmesine neden olmaktadır. Günümüzde bilişim teknolojilerinin bizi getirdiği nokta, bilgi yığınları arasında sıklıkla arafta kalan ve hem yatay hem de dikey anlamda bilgi baskısının can sıkıcı bunaltıcılığının ortasına itmektedir. Çöp evler gibi çöplüğe gitmesi gereken, ama kıyılamayan pek çok malumat ilinti, illiyet ve ilişkiyi denge noktasında kopukluklara maruz bırakmaktadır. Kalite sistemlerinin ünlü duayeni E.F. Deming 90’lı yaşlarına geldiğinde dediği gibi; “… mevcut yönetim sistemimiz insanlarımızı mahvetti. İnsanlar içsel bir motivasyon, kendine saygı, gurur, öğrenme merakı ve zevkine sahip olarak doğarlar. Yıkım çocuklukta – ödüller, okulda aldığı dereceler, yıldızlı pekiyiler- başlar ve üniversitede devam eder. İşyerinde insanlar, takımlar, departmanlar derecelendirilir; iyi olanlar ödüllendirilirken, kötü olanlar cezalandırılır. Departmanların hepsinin bir aradaymış gibi gözüken, aslında ayrı ayrı uyguladıkları hedeflerle yönetim, kota, teşvik ödemeleri, iş planları bilinemeyen çok sayıda kayıplara yol açar.”
Deming’in tespiti ne kadar yerindeyse, son yıllarda yöneticilerin şikâyet ettikleri bir husus olan bilgi bombardımanını yönetmek için “büyük veri yönetimi” adını verdiğimiz yeni bir öğrenme mevzusuyla muhatap olmak zorundayız. Acaba öğrenmek adını verdiğimiz fiil aşırı bilgi yığınlarına hâkim olmak mıdır? 
Örgütün toplumsal bir sistem ve bunun temel unsurunun birey olduğuna dair saptama ne kadar isabetlidir ve günümüzde de geçerli midir acaba? Bu soruya eklemlemek istediğim diğer bir sual ise, örgütsel davranış kuramlarında genel anlamda geçerlilik arz eden ‘birey-örgüt ilişkisi ve bunlar arasındaki etkileşimin oluşturduğu davranışların ortaya çıkardığı modelleme anlayışının’ ne denli gerçekçi ve sistematik bir yaklaşım olduğu üzerinedir. Örneğin, birey ile örgütün karşılıklı ilişkileri ve etkileşimi ve bunların çıkarımı davranışlar veya Mumby ve Stohl’un literatürde öne sürdükleri “toplum, kültür, örgüt ve iletişim ayrılmaz bir şekilde karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdırlar1 şeklindeki belirlemelerinde öne sürdükleri “ayrılmazlık gerektirimi” örgüt olgusunun sistemsel bir yapı olduğu hususu -varoluşsal anlamda- bizleri zihinsel olarak tatmin eder mi?
Bu ve benzer sorgulamaları ve irdelemeleri yapmamız aslında bu çalışmanın başlangıcı ve çıkış zeminidir, ama konumlandığı yer çalışmanın sonuç bölümüdür. Zira, bu sonuçlandırma günümüzde hala akademik düzeyde işletmelere yönelik olarak pek çok geliştirim amaçlı çalışmanın örgütsel davranış paradigması çerçevesi dâhilinde yapılmasıdır. Bu durum burnunun ucunu dahi gayya kuyusuna sokmaya benzer ve işletme biliminin önemli bir kısmını, şirket gerçekliğini ve yönetimin pratiğini, kör alanların içine sokmaktadır. İşletmelerin realitesi yalınlığa ve pratiğe ihtiyaç duyar. Çünkü çalışanlara bilfiil yaptıkları işlerde lazım olan uygulamanın kaçınılmaz gerçekliğidir. Tam da bundan dolayı, öğrenen organizasyon(lar) teorisi pratiğe dayalı yapılanmasıyla örgütsel davranış disiplinlerinden sıyrılmak için sunulmuş alternatif çözümleme yoludur.

 

1 Mumby, D. K. ve Stohl, C., Diciplining Organizational Communication Studies; Management Communication Quarterly, 10, 1996. Erişim: http://mcq.sagepub.com/content/10/1/50.short?rss=1&ssource=mfc [16.04.2015]



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...