Öğrenen
Organizasyon (ÖO) kavramının günümüzdeki şeklini almasında Peter M. Senge ’nin
(1996) önemli bir rolü vardır. 1990’da yayımlanan ünlü eserinde “The Fifth Discipline“, beş
disiplinin -ya da bizim deyişimizle becerilerin- öğrenen organizasyonları oluşturduğunu,
yapılandırdığını ve geliştirdiğini savunur.1 Senge,
öğrenen örgütleri şu şekilde tanımlamaktadır: “İnsanların gerçekten
arzuladıkları sonuçları yaratmak için kapasitelerini sürekli geliştirdikleri,
yeni ve gelişimci düşüncenin beslendiği, ortak arzuların serbest bırakıldığı ve
kişilerin birlikte nasıl öğrenildiğini sürekli öğrendikleri yerlerdir.”2
Senge
öğrenen örgütlerin, kişisel ustalık, zihni modeller, paylaşılan vizyon, takım
halinde öğrenme ve sistem düşüncesi olmak üzere hayati önem taşıyan beş temel
disipline sahip olmaları gerektiğini belirtir:3
·
Kişisel
ustalık: Kişisel görme ufkuna sürekli olarak açıklık
kazandırma ve derinleştirme, enerjiyi odaklama, sabır ve kararlılığı geliştirme
ve gerçekliğin objektif olarak görülmesidir. Kişisel ustalık, öğrenen örgütün
temel taşı ve manevi temelidir.
·
Zihni
modeller: Kişinin kendi düşünce yollarını ve analiz
yöntemlerini oluştururken, başkalarından gelecek etkilere ve önerilere
kendisini daha açık hale getirmesidir. Zihni modeller, dünyaya nasıl bir anlam
verildiğini belirtmekle kalmamakta, aynı zamanda kişilerin eylemlerine yön
vermektedir.
·
Paylaşılan
vizyon: Geleceğe ait paylaşılan bir tablonun ortaya
konulması ve tüm çalışanların ortak inanç ve değerler etrafında birleşerek
kendilerini örgüte adamalarının ve katılımcı olmalarının sağlanmasıdır.
·
Takım
halinde öğrenme: Örgüt içinde kişisel veya takım olarak
öğrenmeyi engelleyici çatışma, savunma ve diğer olumsuz etkileşim kalıplarının
etkisinin yok edilmesi, bu konuda beceri ve alışkanlıkların geliştirilmesidir.
·
Sistem
düşüncesi: Diğer dördünü birleştiren en önemli disiplin.
Birbiriyle ilişkisi olan faaliyetler arasındaki görünmeyen bağlantıları
görebilme ve birbirlerine yaptıkları etkileri anlaşılabilir hale getirme
becerisinin geliştirilmesidir. Öğrenen örgüt disiplinlerini bir araya getiren
yapıdır.
Senge’nin ÖO’a ilişkin yapılandırdığı
beş temel disiplinden (beceriden) kaynak alan görüşleri ve çalışmasının genel
anlamda hayatın ve özelde iş hayatının pratiklerine, yaşanmış örneklere dayalı
olması; uygulamalarla desteklenen ve yeni zamanların çok sayıda alışılmış,
basmakalıp teori görünümlü modellerinden çok farklı bir şekilde zengin ve zihin
açıcı görüşleri yansıtması, hem özgün bir bilimsel teori hem de örgütsel
davranış paradigması ile onun alt modellemesi olan Organizasyonel Gelişimden
(OG), ÖO sahasını bağımsız kılması onu özgün kılmaktadır.
ÖO
terimi sıklıkla kafa karıştırıcı ve tuhaf bulunmaktadır. Gerçekten de ilk
bakışta insan için öğrenenler organizasyonlar değil, bizzat insanlardır. Ama
burada kastedilen bir organizasyonun insan gibi addedilmesi, görülmesi
değildir. Bahis konusu olan insanın zaman içinde örgütte ve örgüte yönelik
oluşturduğu, öğrenme için gerekli olan bilgilerin odaklanmış “bilgi kaynakları”
vasıtasıyla –yazılı ve sözlü olarak- nakledilmesidir. Ayrıca, öğrenen
organizasyona bu sıfatlanmayı veren orada çalışanların tamamı ile örgüt
dışından gelen bilgi sağlayıcı insanlar veya insanın imal ettiği araçlardır
(internet, kitaplar, dokümanlar vb.). Bunların dışında şirket kültürü, üretim
prosesleri, işletme birimlerinin sahip olduğu ve çalışanların birbirlerine
iletebileceği teknik ve idari bilgiler, çalışanların bizatihi kendilerine özgün
ürettiği ve potansiyel olarak üretebileceği mental bilgi ürünleri insanların
yapılandırdığı organizasyonların barındırdığı öğrenme materyalleridir. Zaten
insanın olmadığı yerde organizasyon diye bir olgunun varlık bulamayacağı
aşikârdır. ÖO zatı itibarıyla bütünsel olana izafe edilen isimlendirmedir. Asıl
öne çıkan unsur da parçaların etkili olduğu öğrenmenin getirisi ile parçalara
girmeden öncelikle bütünün kendisine dair olabildiğince geniş anlama alanıdır.
Çünkü parçaların toplamı veya bir araya getirilerek yapılan tamamlanmış hali
bütünün zaten kendisi değildir; tersine olan kanı bütünün manasını tam olarak
kavrayamamaktan ve bütüne ilişkin hatalı ön kabullerden kaynaklanmaktadır.
Senge’nin ortaya
koyduğu teorideki genel problem, ona göre gerçek anlamda bir öğrenen örgüt
vizyonuna ulaşabilmek için söz konusu beş disiplinin bir araya gelmesi
koşuludur. Ancak görüşüme göre, hem bu disiplinlerin teker teker uygulanması
hem de birleştirilmesi çok zor bir süreçtir. Söz konusu 5 maddeyi altıncı bir
öğrenim aracıyla, doğal “sohbet” geleneğiyle –ki çok önemli ve olmazsa
olmazdır- tamlamak ve bununla birlikte öğrenmeye dair bu becerileri herhangi
bir şekilde yöneticiler dahil bütün çalışanlara yazılı bir şekilde iletmeden,
işletmenin doğal yaşam akışı içerisinde tabii olarak yaşama geçirmek yerinde
olacaktır. Bir de muhatapları zorlamadan, soğutmadan ve teoriden yapılan
çıkarımlara dayalı anlaşılması problemli (bunda ithal modellerin tercümesinden
kaynaklanan dil sorununun yarattığı ve tuhaf bulunan anlatım biçimleri önemli
bir pay sahibidir) bir takım standartlara, prosedürlere mahkûm etmemek. Bizim
savımız ÖO olmak için ille de belirlenmiş disiplinler veya öğrenmeye dair bazı
ilkelere ve esaslara dayanmaktan maada basit ve sade koordine edici, çok yüklü
bir içerik içermeyen yalın anlaşılır el kitapçığı çerçevesinde; orijinali zaman
içinde, en üstten en alta çalışanlar için herhangi bir sistem baskısı olmadan
öğrenmeye meyilli bir ortamın oluşturulması ve bunun bazen ağırlık yönü
uygulamacılar tarafından hazırlanan ve sunulan iç eğitimler ile desteklenerek
ortak paylaşıma dayalı sohbetler vasıtasıyla sağlanmasıdır. İşe dair maddi ve
manevi her türlü bilgi ediniminin karşılıklı ilişki içinde gerçekleştirilmesi
önemlidir; eğer bu sohbetler belirli personel tarafından yazılı olarak protokol
edilirse kalıcı dokümantasyon oluşumu da sağlanmış olacaktır. Kültür
mirasımızda Sufilerin son derece güzel örneklerini verdikleri bu türden bilgi
notları, günümüzde kitaplaştırılmak suretiyle hala güncelliklerini koruyan
öğrenme araçlarıdır.
Senge’nin çalışması
derinlikli ayrıntılara indiği akademik stilin hâkim olduğu bölümlerde
uygulanabilirliğin özgürleştirici tarzından uzaklaşmaktadır. Buna dair
bölümlerde önemli gördüğüm özgünlük temasına girilmemiş olmasını da eksiklik
olarak değerlendirmekteyim. Hâlbuki gerek bireysel gerekse örgütsel veya
toplumsal bağlamda işletmelerin yaşanan sosyolojisi açısından bu konu çok
önemlidir ve direkt öğrenme işleviyle yakinen bağlantılıdır. Özgünlük yayılımı
açısından planlı bir uygulamaya dayanmaz. Elde edilen malumat, nitelikli bilgi
içermediği sürece özgün olanın ilgi alanında değildir. Özgünlüğün doğasında
malayaniye yer yoktur. O daha yaygın alanı kapsayan ve etkileyen her türlü
politik menşeili sosyo-ekonomik, sosyo- kültürel, felsefi, bilimsel, mistik,
metafizik, yönetsel vb. uzantılara karşı kendinden-nevi şahsına münhasır (sui generis) bir şekilde kritik
yaklaşımı ve bakış açısını devreye sokar. Bünyeye uygun ve uyumlu olanı
değerlendirir. Peki, realitede yaşanan bu mudur? Çoğunlukla hayır! Mesela,
herhangi bir iş modelini veya anlayışlar kümesini dışarıdan alabilirsiniz ki, bu
tabii bir eylemdir; ama burada doğal olmayan, alınanın yapıya uygun ve uyumlu
olduğu konusundaki zorlayıcı sanrıdır. Hâlbuki bir topluluğa veya bireye
yönelik oluşan müspet netice diğerleri için aynı sonucu pekâlâ vermeyebilir.
Zira “özdeş olmama olasılığı ilkesi”
her sahada geçerlidir. Hele ki, yaşam bulan olgular açısından ileri derecede
zengin ve gelişmiş, merkez coğrafyalardan biri olan Anadolu’da…
Özellikle insanın gelişim
sürecinde içinde yer aldığı coğrafi, sosyo-kültürel ve günlük yaşamın üretimi
bilgisel kodlamalar birileri üzerinde ‘x’ bir değer yaratımı oluştururken, bu
konum diğerlerinde ‘y’ olabilir; bu durum zıtlıkların yanında ortak yanlar da
barındırabilir. Bu bağlamda, gerek bireysel gerekse toplumsal özgünlüklerin yol
ve yöntemlerini tek biçimli bir tarzın kalıbına sıkıştırmak olanaksızdır.
Yaşamdaki her bir birimin kendine özgün kıldığı birden fazla seçimi ve icra
stili olabilir. Mühim olan ilhamın, bilginin veya modellemenin bünyenizle
uyumlanabilmesi, bütünleşebilmesidir. Buna göre, özgünlük gerek kişisel gerekse
toplumsal olarak öznelin nesnel ile senkronize olup olmamasında karşılık bulur.
İş-çalışma hayatı, yaşamın alanlarından
sadece biridir ve diğer alanlar ile etkileşim içindedir. İnsan zihninin
türetimleri, yetişme tarzımız, eğitim-öğretim, öğrendiklerimiz, açıklamasını
yapabildiğimiz veya yapamadığımız, kaynağı tanımlı-tanımsız bilgiler,
uygulamalarımız çok çeşitli sahalardan kısmen içinde bulunduğumuz ve aynı
zamanda kısmen dışarıdan bakabildiğimiz "ortamı" belirleyici roller oynarlar.
"Ortam" değişime açık bir karaktere sahip olsa da, bireysel
yaklaşımın şekillen(dir)me türü, içinde bulunduğumuz realiteyi önemli ölçüde
etkilediğinden duruşumuz "ortamın" niteliğini belirleyicidir:
Öz-ü-gürlükçü, bağnaz, tutucu, faydacı, taklitçi, bağışıklık oluşturucu,
korumacı vs. Ana çıkarım olarak insan aklının maddeye yönelik bakışı, maddeden
yaşama ve kendine bakışı veya her iki taraftan kendine ve hayata bakışı vizyonu
şekillendirici rol oynar. Bu bağlamda ikilem ortadadır ve seçim sunulmuştur: Ya
özgün oluşturma ya da kişiye arz edilen tablet çözümü –satın- alma. Birincisinin maliyeti ve büyük problemler
çıkarma ihtimali düşük iken, ikincisi pahalı ve bünyeye uyum sağlama riski
yüksektir. Bir üçüncü yol ise "işi gidişine bırakma" semptomudur ki,
oldukça yaygındır (bir şirketi ‘bakkal
dükkânı’ gibi işletmek). Büyük ve orta ölçekli şirketlerde yaygın olarak
tercih edilen ikinci seçenektir. Bu seçenekte, insan için "verilenin
kabulü" ve "çerçevelenenin mitosu" her ne kadar felsefi (klasik
pozitivist) bir tarafı olsa da, zihni işlevi donuklaştırma olasılığı yüksektir.
Bu durumda, tablet çözüme teslimiyet kaçınılmazdır. Sistemin oluşturulması
aşamasında idealleştirmeler yapılır. Bir süre sonra sistem doğal bir gelişimle
kendine bağışıklık sahası oluşturur ve kendini muhafaza altına alır. Bu da
dogmalaşmaya, daha da risklisi tepeden inmeci (jakoben) bir anlayışa ve
dolayısıyla katı hiyerarşik-fonksiyonel bir yapılanmaya yol açabilir. Bu tip
sistemlerde düzen eleştirisi ve tartışma yap(a)mama, sorunsalı öteleme ve özgün
duruşlar sergilememe alışkanlıklara dönüşür.
1 Senge Peter
M., Kleiner A. und Roberts C. (Hrsg.), Das Fieldbook zur ‚Fünften
Disziplin‘, Hrsg. Klett-Cotta,
Stuttgart 1996, s. 11
2-3 Senge Peter M.,
Die fünfte Disziplin: Kunst und Praxis der lernenden Organisation,
Schäffer-Poeschel; Auflage: 10., Auflage, 2008, s. 13-15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder