7 Eylül 2016 Çarşamba

Karar Alma Paradoksundan Çıkış: Katılımın Analizi ve Yönetişim-1

Karar alma olgusu insan yaşamında önemli bir yer tutar ve natürü itibarıyla kritik bir işleve haizdir. Bu durum ona -insan açısından- zorlayıcı bir rol yükler. Gerçekten de gerek bireysel gerekse grupsal-topluluk olarak da olsa, karar alma süreçsel bir gelişmedir ve burada ortaya çıkan en önemli husus ihtiyaç duygusudur. Bu duygu-istek karar almada sonucu belirler. Karar alma süreci katılım fikrinde temelleniyor ise karşılıklı danışma, etkileşim, ortaklık ve katmansal anlama gibi yönetişime dair unsurları içerir; böylelikle zuhur eden çok katmanlı sistemik yapı, süreci ve onun muhteviyatını kendisi açısından tümsel bir içeriğe dönüştürür: Çok katmanlı yönetsel sistematiğin ilginç bir özelliği süreci içeriğe evirmek olduğu realitesidir.
Bir önceki kısımda demokratik rejimlerde devlet ve vatandaşlar arasında katılıma ilişkin en önemli göstergenin yönetimin üst katmanlarından olan hükümet etme fonksiyonunu şekillendirecek siyasi parti ve/veya partilerin özgür ve süreli nitelikli seçimler aracılığıyla kararlaştırılması olduğunu belirtmiştik. Burada katılımın ağırlığını seçme-seçilme işlevi belirler ve bu işlev de katmansal bir yapıya sahiptir; yapının en çarpıcı özelliği tarzın kendisinde, tarzın niteliği ise sonuç itibarıyla seçen ve seçilen arasındaki dolaylı ilintiye, yani zayıf interaktiviteye dayanır. Zira demokratik de olsa yönetim sisteminin temeli temsili demokrasi modeline göre işlemektedir. Bu model çoğunluğun oyuna bağlıdır ve bu bağlamda katılım, her ne kadar seçim sonucu tercihe bağlı bir karara bağlı da olsa, oy vermekle sınırlıdır. Bunun diğer bir anlamı yakınlaşan bir ilişkiden maada bağlantının ilinti mesabesinde kaldığıdır. Yani oy vermek katılımcı bir nitelik barındırsa da kararlara doğrudan etkisi olmaması sebebiyle zayıf bir fonksiyondur. Neo liberalist görüşlere göre bu nevi bir demokrasi modeli toplum üzerinde kontrol mekanizması oluşturmaktadır (İng. Deliberative Democracy).1 Buna göre, temsili demokrasi modeli bugünün toplumsal biçimlenme sürecindeki karmaşık dinamiklere ve toplumsal yapının çeşitli gereksinmelerine ve beklentilerine cevap verememektedir. Yukarıda bahsettiğimiz demokratik gedik ve demokrasi paradoksuna sebebiyet veren husus da tam bu noktada zuhur etmektedir. Soru şudur: Demokrasi eğer özgürlükleri alabildiğince genişletmek ise ve ama bu durum totaliter pragmatizm için fırsat kapıları açıyorsa, demokratik anlayışlar bunun önüne geçmek için totaliter önlemlere eğilim göstermek zorunda kalacaklardır. Ayrıca, demokrasinin önemli bir özelliği olan “sandık hürriyeti” de oldukça sınırlı bir olanak olarak sadece temsile açtığı kısıtlı çerçeve ile maluldür. Bundan dolayı olabildiğince genişletilmiş çoğulcu bir katılım ve karar alma yönünde geliştirilecek usuller karşılıklı etkileşimi etkin kılacak demokratik yolların zemin hazırlayıcısı olabilirler ve çok yönlü çatışkıların da çıkış yolları olarak yürütüme konulabilirler.
Demokratik ve katılımcı bir toplumun gelişmesine üç toplumsal katmanda yapılacak değişimlerle destek verilebilir. Bunlar çalışma hayatı, eğitim ve planlamadır. Bu üç katman da kendi içlerinde katmansallaşmış, toplumun farklı kesim ve gruplarından bireyleri bir araya getiren yoğun sosyal süreçleri hem içerir hem de çeşitli formlarda üretebilir. Sosyal katmanların içeriği haline gelen bu süreçler “karar verme, karar uygulama ve etkilenme” alt proseslerini içerir. Bu süreçlerin yönetim yaklaşımı katılımcı sayısını, kararlara taahhüdü ve sürdürülebilirliği etkiler. Bu yüzden, bu tür toplumsal alanlardaki sosyal süreçlerin nasıl biçimlendiği önemlidir. Sosyal süreçler büyük kitleleri içine katar, toplumsal kararlar üretir ve uygulama ortamları doğurur. Dolayısıyla, çalışma hayatı, eğitim ve planlama toplumsal hareketin tetiklendiği ve harekete geçtiği alanlar olabilir. Bireylerin çoğunun dışlandığı ve kapalı sistemler gibi işletilen karar verme süreçleri toplumsal değişimin en az gerçekleştiği durumları oluşturur. Katılımcı ve açık sistemler olarak çalışan süreçlerde toplumsal değişim en yüksek düzeyde gerçekleşebilir. Böyle ortamlar toplumsal değişim için kaçınılmaz fırsatlardır ve sözünü ettiğimiz paradokslardan da çıkış imkânları sağlarlar.
Planlama, açık bir sistem olarak tasarlanıp uygulanabildiğinde, daha iyiye doğru giden oldukça etkili bir toplumsal değişim süreci tetiklenebilir. Bu yaklaşım, özellikle 1980’lerden sonra hâkim olan katılımcı ve işbirlikçi özellikleri vurgulayan, demokrasi, eşitlik ve sürdürülebilirlik gibi küresel akımları izleyen planlama paradigması çerçevesinde anlamlaştırılabilir. Buna göre planlama, en basit tarifiyle sadece otoritenin veya uzmanların değil, tüm ilgi gruplarının karar verme sürecine katılımı temeline oturan yeni bir sosyal görüşün kabulü ile söz konusu yerin mevcut durum değerlendirmesinin yapılması, gelecek hayalinin tanımlanması ve bu hayale ulaşacak projelerin tasarlanması sürecidir. Bu nedenle, sadece çıktıları üretmek planlamayı tanımlamak için yeterli değildir. Planlama, anlama ve ileriye dönük hayalleri sistematik olarak biçimlendirme sürecinin yönetimiyle de ilişkilidir. Bu paradigmanın en yaygın yaklaşımı müzakereci ve işbirlikçi planlamadır. Bunun yanında; pratik tepkisel, taahhütçü ve stratejik planlama yaklaşımları da vardır.2
Stratejik planlama yaklaşımı, söz konusu il veya bölge olduğunda, ilgili yerin gelecekte nasıl olacağı, hangi yöne doğru gelişeceği veya hangi alanda daha güçlü olacağı ile ilgili soruları sorar. Çalışmanın yapıldığı yeri planın yapıldığı zamandan daha iyiye doğru götürmek nihai hedeftir. Bu yüzden gelecek planlaması stratejik bir yaklaşım ile yürütülür. Söz konusu yer için en güçlü ve en geçerli gelecek adımının programlanması yapılır. Bu bir gelecek hayali kurma ve bunun nasıl hayata geçirebileceğinin araçlarını geliştirme çalışmasını da gerektirir. Bu yüzden, bir yerin gelecek hayalinin içeriğinin “nasıl” belirleneceği, bu hayalin içeriği ve kalitesi kadar önemlidir.
Stratejik planlama yasal olarak, 2004 yılından sonra “Kamu Reformu” olarak bilinen bir dizi yasal düzenlemelerle, yurttaşlarla sıcak temasın oluştuğu ve ülkemiz için önemli olan kentsel planlama gündemine daha etkili bir şekilde girmiştir. Planlamada atılan bu yasal adımı, 1980’lerde başlayan ve 2000’lerin başında kuvvetlenen ülkesel politikalar bağlamında neoliberal yaklaşımların benimsenmesinin bir uzantısı olarak da yorumlamak mümkündür.3 Bunun yanında, bu yasalar yerel yönetime farklı bir planlama yaklaşımı getirip mekânsal ve kurumsal stratejik planlama yapılmasını ve bunun ilgili aktörlerin katılımıyla gerçekleştirilmesini öngörmüştür.4
Bununla birlikte, geleneksel planlama yaklaşımı, stratejik planlama başlığı altında, pratikte birçok yerde hâkim olmaya devam etmektedir. Bu uygulamalar genelde, ekonomik büyüme ve gelişimi teşvik eden akılcı planlama ve/veya estetik formu temel alan normatif planlama paradigmalarına yakın uygulamalardır. Ancak, her iki paradigmayı izleyen planlama pratiği, genelde kapalı bir sistem olarak yürütülmekte, parçacı bir gelişime temel oluşturmakta, ciddi bir kaynak ve zaman kaybına neden olmakta ve planlama sürecini sosyal tabandan ayırmaktadır. Bu yüzden, stratejik planlama yaklaşımını iyi yorumlamak ve nasıl yapılabileceğinin yollarını iyi tanımlamak gerekmektedir.5
Bu tür planlama ve uygulama yaklaşımlarının hâkim olmasının iki nedeni olabilir. Birincisi, politik ve ekonomik çıkarların, yani ulusal ve/veya uluslararası merkezli çıkarların yerel çıkarlar üzerinde hâkim olmasıdır. İkincisi, yerel yönetimlerin stratejik planlama süreçlerinin dünyada geçerli planlama söylemlerine ve uygulamalarına uygun, yani demokratik ve katılımcı bir anlayışla yönetme koşullarının sağlanmasında ortaya çıkan aksaklıklarla ilgili olmasıdır. Ancak, genelde bu iki nedenin de birleşik olarak, beraberce uygulama açısından söz konusu olduğunu ifade edebiliriz.
Katılım süreçleri yerel bağlam ve dinamiklere göre farklı olarak biçimlenebilirler. Ancak, başarılı katılımcı uygulamalarda stratejik planlama birbiriyle paralel giden iki genel süreçten oluşur. Planlamanın, yani stratejik yerel bilginin üretildiği süreci, izleme ve değerlendirilmesi süreci destekler. Planlama süreci belli başlı üç aşamadan oluşur. Bunlar hazırlık, çevresel ve mevcut durumun değerlendirmesi ve gelecek tasarım aşamalarıdır. Bu süreçte bilgi, gelecek hayalini simgeleyen soyut kavramdan uygulama proje planlarına dek somutlaştırılır. Bu, soyut bilgiyi her aşamada ayakları yere basar hale getirecek bir biçime sokar. Her aşama kendi içinde kendi kendini değerlendiren bir mekanizma gibi çalışır. Bir önceki aşamada üretilen bilgi değerlendirilir, yeniden oluşturulur ve güncel koşullara göre netleştirilir.
‘Hazırlık’ aşamasında, örgütsel işbirliğinin altyapısı kurulur, taslak süreç tasarımı geliştirilir, söz konusu kentin bağlamsal ve tarihsel yapısı irdelenir ve paydaş haritası oluşturulur. Bu kapsamda, örgütsel işbirliği için süreci yönetecek teknik ekip kurulur, protokoller imzalanır. Süreç haritası geleceği planlama sürecinin tasarımıdır. Süreç haritasında aşamalar, kullanılacak yöntem ve teknikler ve beklenen çıktılar detaylandırılır.
1 M.E. Warren, Deliberative Democracy and Authority, The American Political Science Review, 90 (1), 1996, s. 46-60
2 J. F. Forester, The deliberative practitioner: Encouraging Participatory Planning Processes, MIT, Boston, MA. 1999
3 O. Balaban, Capital accumulation, the state and the production of built environment: the case of Turkey, Basılmamış Doktora Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, Turkey, 2008
4 M. Bayırbağ, State rescaling, exclusion and temporality of neoliberalism: the case of Turkey, CPSA 2009 Konferansı’nda sunulan makale, Ottawa, Canada, 2009

5 E. H. Zube, J. L Sell, & J. G. Taylor, Landscape perception: Research, application, and theory, Landscape Planning, 9, 1982, s. 1-33

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...