Karar alma olgusu insan yaşamında önemli bir
yer tutar ve natürü itibarıyla kritik bir işleve haizdir. Bu durum ona -insan
açısından- zorlayıcı bir rol yükler. Gerçekten de gerek bireysel gerekse
grupsal-topluluk olarak da olsa, karar alma süreçsel bir gelişmedir ve burada
ortaya çıkan en önemli husus ihtiyaç duygusudur. Bu duygu-istek karar almada
sonucu belirler. Karar alma süreci katılım fikrinde temelleniyor ise karşılıklı
danışma, etkileşim, ortaklık ve katmansal anlama gibi yönetişime dair unsurları
içerir; böylelikle zuhur eden çok katmanlı sistemik yapı, süreci ve onun
muhteviyatını kendisi açısından tümsel bir içeriğe dönüştürür: Çok
katmanlı yönetsel sistematiğin ilginç bir özelliği süreci içeriğe evirmek
olduğu realitesidir.
Bir
önceki kısımda demokratik rejimlerde devlet ve vatandaşlar arasında katılıma ilişkin en önemli
göstergenin yönetimin üst katmanlarından olan hükümet etme fonksiyonunu
şekillendirecek siyasi parti ve/veya partilerin özgür ve süreli nitelikli
seçimler aracılığıyla kararlaştırılması olduğunu belirtmiştik. Burada katılımın
ağırlığını seçme-seçilme işlevi belirler ve bu işlev de katmansal bir yapıya
sahiptir; yapının en çarpıcı özelliği tarzın kendisinde, tarzın niteliği ise
sonuç itibarıyla seçen ve seçilen arasındaki dolaylı ilintiye, yani zayıf interaktiviteye
dayanır. Zira demokratik de olsa yönetim sisteminin temeli temsili demokrasi
modeline göre işlemektedir. Bu model çoğunluğun oyuna bağlıdır ve bu bağlamda
katılım, her ne kadar seçim sonucu tercihe bağlı bir karara bağlı da olsa, oy
vermekle sınırlıdır. Bunun diğer bir anlamı yakınlaşan bir ilişkiden maada
bağlantının ilinti mesabesinde kaldığıdır. Yani oy vermek katılımcı bir nitelik
barındırsa da kararlara doğrudan etkisi olmaması sebebiyle zayıf bir
fonksiyondur. Neo liberalist görüşlere göre bu nevi bir demokrasi modeli toplum
üzerinde kontrol mekanizması oluşturmaktadır (İng. Deliberative Democracy).1 Buna göre,
temsili demokrasi modeli bugünün toplumsal biçimlenme sürecindeki karmaşık
dinamiklere ve toplumsal yapının çeşitli gereksinmelerine ve beklentilerine
cevap verememektedir. Yukarıda bahsettiğimiz demokratik gedik ve demokrasi
paradoksuna sebebiyet veren husus da tam bu noktada zuhur etmektedir. Soru
şudur: Demokrasi eğer özgürlükleri alabildiğince genişletmek ise ve ama bu
durum totaliter pragmatizm için fırsat kapıları açıyorsa, demokratik anlayışlar
bunun önüne geçmek için totaliter önlemlere eğilim göstermek zorunda
kalacaklardır. Ayrıca, demokrasinin önemli bir özelliği olan “sandık hürriyeti”
de oldukça sınırlı bir olanak olarak sadece temsile açtığı kısıtlı çerçeve ile
maluldür. Bundan dolayı olabildiğince genişletilmiş çoğulcu bir katılım ve
karar alma yönünde geliştirilecek usuller karşılıklı etkileşimi etkin kılacak
demokratik yolların zemin hazırlayıcısı olabilirler ve çok yönlü çatışkıların
da çıkış yolları olarak yürütüme konulabilirler.
Demokratik ve katılımcı bir toplumun gelişmesine
üç toplumsal katmanda
yapılacak değişimlerle destek verilebilir. Bunlar çalışma hayatı, eğitim ve planlamadır. Bu üç
katman da kendi içlerinde katmansallaşmış, toplumun farklı kesim ve gruplarından bireyleri bir araya
getiren yoğun sosyal süreçleri
hem içerir hem de çeşitli formlarda üretebilir. Sosyal katmanların içeriği
haline gelen bu süreçler “karar verme, karar uygulama ve etkilenme” alt proseslerini içerir.
Bu süreçlerin yönetim yaklaşımı katılımcı sayısını, kararlara taahhüdü ve
sürdürülebilirliği etkiler. Bu yüzden, bu tür toplumsal alanlardaki sosyal
süreçlerin nasıl biçimlendiği önemlidir. Sosyal süreçler büyük kitleleri içine katar,
toplumsal kararlar üretir ve uygulama ortamları doğurur. Dolayısıyla, çalışma
hayatı, eğitim ve planlama toplumsal hareketin tetiklendiği ve harekete geçtiği
alanlar olabilir. Bireylerin çoğunun dışlandığı ve kapalı sistemler gibi
işletilen karar verme süreçleri toplumsal değişimin en az gerçekleştiği
durumları oluşturur. Katılımcı ve açık sistemler olarak çalışan süreçlerde
toplumsal değişim en yüksek düzeyde gerçekleşebilir. Böyle ortamlar toplumsal
değişim için kaçınılmaz fırsatlardır ve sözünü ettiğimiz paradokslardan da
çıkış imkânları sağlarlar.
Planlama, açık bir sistem olarak tasarlanıp
uygulanabildiğinde, daha iyiye doğru giden oldukça etkili bir toplumsal değişim
süreci tetiklenebilir. Bu yaklaşım, özellikle 1980’lerden sonra hâkim olan katılımcı
ve işbirlikçi özellikleri vurgulayan, demokrasi, eşitlik ve sürdürülebilirlik
gibi küresel akımları izleyen planlama paradigması çerçevesinde
anlamlaştırılabilir. Buna göre planlama, en basit tarifiyle sadece otoritenin
veya uzmanların değil, tüm ilgi gruplarının karar verme sürecine katılımı
temeline oturan yeni bir sosyal görüşün kabulü ile söz konusu yerin mevcut
durum değerlendirmesinin yapılması, gelecek hayalinin tanımlanması ve bu hayale
ulaşacak projelerin tasarlanması sürecidir. Bu nedenle, sadece çıktıları
üretmek planlamayı tanımlamak için yeterli değildir. Planlama, anlama ve
ileriye dönük hayalleri sistematik olarak biçimlendirme sürecinin yönetimiyle
de ilişkilidir. Bu paradigmanın en yaygın yaklaşımı müzakereci ve işbirlikçi
planlamadır. Bunun yanında; pratik tepkisel, taahhütçü ve stratejik planlama
yaklaşımları da vardır.2
Stratejik planlama yaklaşımı, söz konusu il
veya bölge olduğunda, ilgili yerin gelecekte nasıl olacağı, hangi yöne doğru
gelişeceği veya hangi alanda daha güçlü olacağı ile ilgili soruları sorar.
Çalışmanın yapıldığı yeri planın yapıldığı zamandan daha iyiye doğru götürmek
nihai hedeftir. Bu yüzden gelecek planlaması stratejik bir yaklaşım ile
yürütülür. Söz konusu yer için en güçlü ve en geçerli gelecek adımının programlanması
yapılır. Bu bir gelecek hayali kurma ve bunun nasıl hayata geçirebileceğinin
araçlarını geliştirme çalışmasını da gerektirir. Bu yüzden, bir yerin gelecek
hayalinin içeriğinin “nasıl” belirleneceği, bu hayalin içeriği ve kalitesi
kadar önemlidir.
Stratejik planlama yasal olarak, 2004
yılından sonra “Kamu Reformu” olarak bilinen bir dizi yasal düzenlemelerle,
yurttaşlarla sıcak temasın oluştuğu ve ülkemiz için önemli olan kentsel
planlama gündemine daha etkili bir şekilde girmiştir. Planlamada atılan bu
yasal adımı, 1980’lerde başlayan ve 2000’lerin başında kuvvetlenen ülkesel
politikalar bağlamında neoliberal yaklaşımların benimsenmesinin bir uzantısı
olarak da yorumlamak mümkündür.3 Bunun yanında, bu yasalar yerel
yönetime farklı bir planlama yaklaşımı getirip mekânsal ve kurumsal stratejik
planlama yapılmasını ve bunun ilgili aktörlerin katılımıyla
gerçekleştirilmesini öngörmüştür.4
Bununla birlikte, geleneksel planlama
yaklaşımı, stratejik planlama başlığı altında, pratikte birçok yerde hâkim olmaya
devam etmektedir. Bu uygulamalar genelde, ekonomik büyüme ve gelişimi teşvik
eden akılcı planlama ve/veya estetik formu temel alan normatif planlama
paradigmalarına yakın uygulamalardır. Ancak, her iki paradigmayı izleyen
planlama pratiği, genelde kapalı bir sistem olarak yürütülmekte, parçacı bir
gelişime temel oluşturmakta, ciddi bir kaynak ve zaman kaybına neden olmakta ve
planlama sürecini sosyal tabandan ayırmaktadır. Bu yüzden, stratejik planlama
yaklaşımını iyi yorumlamak ve nasıl yapılabileceğinin yollarını iyi tanımlamak
gerekmektedir.5
Bu tür planlama ve uygulama yaklaşımlarının
hâkim olmasının iki nedeni olabilir. Birincisi, politik ve ekonomik çıkarların,
yani ulusal ve/veya uluslararası merkezli çıkarların yerel çıkarlar üzerinde
hâkim olmasıdır. İkincisi, yerel yönetimlerin stratejik planlama süreçlerinin
dünyada geçerli planlama söylemlerine ve uygulamalarına uygun, yani demokratik
ve katılımcı bir anlayışla yönetme koşullarının sağlanmasında ortaya çıkan
aksaklıklarla ilgili olmasıdır. Ancak, genelde bu iki nedenin de birleşik
olarak, beraberce uygulama açısından söz konusu olduğunu ifade edebiliriz.
Katılım süreçleri yerel bağlam ve dinamiklere
göre farklı olarak biçimlenebilirler. Ancak, başarılı katılımcı uygulamalarda
stratejik planlama birbiriyle paralel giden iki genel süreçten oluşur.
Planlamanın, yani stratejik yerel bilginin üretildiği süreci, izleme ve değerlendirilmesi
süreci destekler. Planlama süreci belli başlı üç aşamadan oluşur. Bunlar
hazırlık, çevresel ve mevcut durumun değerlendirmesi ve gelecek tasarım
aşamalarıdır. Bu süreçte bilgi, gelecek hayalini simgeleyen soyut kavramdan
uygulama proje planlarına dek somutlaştırılır. Bu, soyut bilgiyi her aşamada
ayakları yere basar hale getirecek bir biçime sokar. Her aşama kendi içinde
kendi kendini değerlendiren bir mekanizma gibi çalışır. Bir önceki aşamada
üretilen bilgi değerlendirilir, yeniden oluşturulur ve güncel koşullara göre
netleştirilir.
‘Hazırlık’ aşamasında, örgütsel işbirliğinin
altyapısı kurulur, taslak süreç tasarımı geliştirilir, söz konusu kentin
bağlamsal ve tarihsel yapısı irdelenir ve paydaş haritası oluşturulur. Bu
kapsamda, örgütsel işbirliği için süreci yönetecek teknik ekip kurulur,
protokoller imzalanır. Süreç haritası geleceği planlama sürecinin tasarımıdır.
Süreç haritasında aşamalar, kullanılacak yöntem ve teknikler ve beklenen
çıktılar detaylandırılır.
1 M.E. Warren, Deliberative Democracy and Authority, The American
Political Science Review, 90 (1), 1996, s. 46-60
2 J. F. Forester, The deliberative practitioner: Encouraging
Participatory Planning Processes, MIT, Boston, MA. 1999
3 O. Balaban, Capital accumulation, the state and the production of built
environment: the case of Turkey, Basılmamış Doktora Tezi, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Ankara, Turkey, 2008
4 M. Bayırbağ, State rescaling, exclusion and temporality of
neoliberalism: the case of Turkey, CPSA 2009 Konferansı’nda sunulan makale,
Ottawa, Canada, 2009
5 E. H. Zube, J. L Sell, & J. G. Taylor, Landscape perception:
Research, application, and theory, Landscape Planning, 9, 1982, s. 1-33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder