11 Ocak 2017 Çarşamba

Toplumsal Gelişimin Katmansallığı: Çok Katmanlı Sistemlerin Ağsal Özelliğinden Yönetişimin Araçsallığına-3

Yönetim işinin temelinde politik iktisat ve finans-ekonomi bilgisi başat gibi gözükse de felsefenin, psikolojinin ve sosyolojinin geniş sahalarının da önemli rolleri vardır ve bu bilgi kümeleri varabilgiye; yani pratik, tekrarlanmış tecrübi ve insan ilişkilerinde taban bulan uygulanmış, fiiliyattan kopmayan dönüşmüş nitelikli bilgi olmalıdır. Tasavvufta bu bilgi ilim-irfan-hikmet zincirinde zuhur eden “kal-hal ve makam” süreçlerini kapsar. Bu bilgi insanı ferdi açıdan belirlenmiş ‘şeylerde’ ustalaşmaya ve böylece onları yönetmeye muktedir kılar ki, kişisel egemenliğin olgunlaşması bununla başlar ve bu özellik insanın fıtratına konmuştur. İnsanların asabiyya, halklar, millet ve çeşitlilik arz eden uluslar şeklinde topluluklardan toplumlara evirilmesiyle egemenliğin niteliği de değişime uğrar. Bu değişim kökende bilinçsiz şekilde var olabileceği gibi, epistemik bağlamda süreç içinde bilinçlenmiş ve dahi toplumun baskın pozisyonu olarak içselleştirilebilir bir özgünlük de arz edebilir. Türkiye toplumunda egemenlik anlayışı ortak bir slogan şeklinde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” söz-sloganıyla vücuda gelmiş olsa da, onca çabaya karşı ‘millet’ ve yurttaşlık olgusunun bir türlü sağlam bir zemine oturmaması bu sözü de sözde olmaktan öteye vardıramamıştır. Müslümanlıktaki ‘millet’ sözcüğüne karşılık gelen ve gerek Selçuklu gerekse Osmanlıda ‘din’ ile bileşik anlamlı bir olgu olan bu kelime, onca propaganda ve çabaya karşın Türkiye Cumhuriyeti’nde arzulanan düzeye getirilememiş ve günümüzde ‘ulus’ kavramı ile belirli bir anlam bütünlüğüne kavuşsa da, ‘halk-lar’ vurgusuyla içeriğe etnisite olgusunun katılmasıyla erişilen bütünlük sadece bir kesime mahsus bir olguya dönüşmüştür. Modernizmin belirleyici anasırı olan Lutherizm (kısmen de Kalvinizm) Protestan anlayış ve zihniyet üzerinden sekülerist mekanizmalar aracılığıyla toplumsal yapılanmanın temellerini oluşturmuştur. Türkiye modernleşmesi ise devşirilen “batıcı sekülerizmi” baz aldığı halde, devlet erkini, kurumları ve sivil yaşamı Fransız Laisizmi üzerinden, onu da bozunuma uğratarak ve Müslümanlığın temel düsturlarını da malul kılarak temellenmiştir. Türkiye’nin enerjik potansiyelini adeta tüketen bu sakil yaklaşımlar kümesi, hala süregelen pek çok sosyo-politik ve ekonomik sorunun ve hatta psiko-sosyal sarsıntıların-incinmelerin, sıkıntıların da kaynağı olmaktadır. Bu türden bir ulus devlet zihniyetinde, Türkiye son 35 yılda eklemlenmeye çalıştığı batılı gelişim süreçlerinde iki ana yaklaşımla karşılaşmış ve tercihlerini genel olarak pragmatik yöntemlerle yapmaya çalışmıştır. Hal böyle olunca ülkemizin zaman-mekân boyutlarındaki istikrarı pek çok açıdan sağlanamamıştır. Ancak bunun yanında ülkemizin, sıklık arz eden kırılmaları –pek çok batı ülkesindekinin aksine- kendine mahsus bir özellik olan sosyal bağışıklık sayesinde geçiştirdiği de bir realitedir. Bu hususiyetin mukaddem bir aktarım olarak geçmişe dayalı imparatorluk medeniyetinden kaynaklandığı kanaatindeyim.  
Yukarıda belirttiğimiz ana/layt-motifler çerçevesinde, ulus devletleri ortaya çıkaran süreçte de, devletin, artık üzerini kapladığı topraktan çok, bu toprak üzerinde yaşayan nüfusun, bu nüfus içerisindeki sosyo-politik ve ekonomik ilişkilerin bilgisini yönetimin hizmetine vermesi önemli bir rol oynayacaktır. Diğer önemli bir husus, Türkiye’nin kendisi için belirlediği rol modelleri tercihinde ikircikli bir hale düşmemesidir. Bir yönüyle AB’ye giriş için çeşitli değişimlere ve reformlara imza atan ülkemizin diğer yandan anglo amerikan veya franko-german modellemeler arasında gidip gelmesi ve edimler ile olayları birbirine karıştırıp “ucuz yararcılığa” meyletmesi kararlarında, uygulamalarında ve davranışlarında çeşitli dengesizliklere yol açmaktadır. 
Emperyalist dünya görüşünün çıkarımı olan küreselleşme süreci içerisinde her alanı ilgilendiren politik bilgi en önemli unsurdur. Devletler bu bilgiyi giderek artan bir biçimde paylaşıma açma hususunda oldukça tedbirli ve tutucudurlar. Bunun başlıca nedeni bilginin paylaşımının bir noktada iktidarın paylaşımı olması ve ulus devletlerin egemenlik alanını daraltmasıdır. Bu durumda devlet aygıtlarını sıkıntıya sokan bir gerçeklik ise eldeki devasa bilgi kompleksini olabildiğince paylaşıma açma zorunluluğudur. Çünkü bir yanda uluslararası ilişkiler ve küresel ekonomi, diğer yanda da toplumsal dinamikler giderek daha çok bilgi paylaşımı üzerinde temellenmekte, bu bağlamda bilgi paylaşımı yönetebilirliğin ölçütü haline gelmektedir. Öyle ki, ulusal bilgi politikası gibi konular, paydaşların biri ya da ikisinin tekeline bırakılamayacak kadar önemlidir; paydaşların tümünün temsil edildiği, kararların ulusal uzgörüye dayalı olarak ve uzlaşılarak alındığı bir ortamda belirlenmelidir. Uygulaması ise bir devlet politikası niteliğinde olmalı ve anlık siyasi etkilerden uzak tutulmalıdır. Bu görevi üstlenecek ve bütün paydaşları içine alan özerk bir kurumlaşma vakit yitirilmeden yaşama geçirilmelidir. Pratiğe bakılacak olursa ülkelerin bu konuda eriştikleri düzeyler farklılıklar arz etmekte, durumu belirleyen ülkelerin gelenek, tecrübe, demokratik yaklaşım ve bilhassa jeopolitik konumlanmaları olmaktadır. Türkiye’de, yönetişimin yerel ölçekte sınırlı düzeyde uygulama alanı bulduğu daha önce belirttiğimiz örneklemlerden de anlaşılmaktadır. Yerel Gündem 21 çalışmaları, bazı kentlerdeki kent meclisleri ve “proje demokrasisi”1 gibi uygulamalar bunlara misal olarak gösterilebilir. Esasında, yönetişim modelinin Türkiye’de sınırlı düzeyde uygulama alanı bulmasının nedeni, modelin üzerine inşa edildiği “katılım, birlikte belirleme” olgusu ve “sivil toplum kuruluşları” bağlamında yaşanan yetersizliklerdir. Bunun arka planında ise sahip olduğumuz politik ve buna bağlı yönetsel kültür vardır.
Yöneten-yönetilen arasındaki uçurumu körükleyen ve birey karşısında devleti (halk karşısında yöneteni) kutsayan anlayış, zaman içerisinde yönetişim modelinin üzerine inşa edildiği sacayaklarının yeşermesini sağlayacak bir ortamın tam anlamıyla oluşmasına olanak sağlayamamaktadır. Ülkemizde ulusal düzeyde belki de en önemli yönetişim uygulamaları, e-devlet hizmetleri ile vatandaşı birebir alakadar eden bürokratik işlemlerin basitleştirilmesi, sağlık hizmetlerinin yaygınlaşarak kalitesinin arttırılması vb. hususlardır.
Yöneten ile yönetilen arasındaki uçurumun ortadan kalkmaya başladığı bir ortamda, çoklu aktör yapısında, halkın mümkün olan her alanda ve biçimde karar alma süreçlerine katılımını ve kamusal hizmetlerin etkin, verimli ve şeffaf bir şekilde sunumunu öngören yönetişim kavramı, toplumun ve ülkenin kaynaklarının yönetiminde yeni bir sürece ve metoda işaret etmektedir. Küresel, ulusal ve yerel ölçeklerde uygulama alanı bulan yönetişim modeline karşı, özellikle ulusal ölçekte birtakım kaygılar yaşanmaktadır. Bu da son derece normaldir ve sadece ülkemize özgü değildir. Örneğin, anglo-sakson ve amerikan uygulamalarda son ekonomik bunalıma değin neredeyse sınır tanımayan şekilde uygulanan neoliberal ekonomi politikaları çerçevesindeki yönetişim zihniyetine karşı, kesin olarak tanımlanmış kuralların içinde eylem özgürlüğünü savunan ve bırakınız yapsınlar ilkesine karşı çıkan Alman tarzı “ordoliberalizm”2 diğer bir alternatif yönetişim modelidir ve aslında AB içindeki uygulamalarda bazen etkili de olmaktadır. Aslında 2000’li yılların başında “Corporate Governance” ile piyasalarda etkili olmaya başlayan denetleme ve şeffaflık ilkeleriyle tüm dünyada ordoliberalist yaklaşıma benzer uygulamalar anglo-amerikan havzada da başlatılmış, 2008-2009 kriziyle beraber yönetişimin kamu ayağındaki düzenlemeler ordoliberal içerikler kazanmaya başlamıştır.  
Yukarıda Türkiye’nin yönetişime dair kendisi için belirlediği rol modelleri tercihinde bazen kopuklar yaşadığını belirtmiştik. Ancak bunun dışında e-devlet, sağlık alanı, kamu maliyesi, bankacılık, özelleştirme, piyasa denetimleri gibi konularda ise ülkemiz bir hayli başarılıdır. Ağırlıklı olarak örnek alınan modelleme AB hedefi doğrultusunda AB’deki düzenlemeler olsa da uygulama ile hukuki saha arasındaki uyumlanma henüz yeterli seviyede değildir; yani üst- ve altyapı arasındaki örtüşme bir hayli eksiklikler arz etmektedir. Bunda devlet aygıtlarındaki fonksiyonel arazların yanı sıra, özel sektördeki gelişimin de önemli bir rolü olduğu aşikârdır. Kayıt dışı çalıştırma, düşük ücretler, yetersiz sosyal haklar, örtülü-gizil mobbing vakaları, iş güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili vurdumduymazlıklar, örgütlenme üzerindeki baskılar, genel anlamda antidemokratik yönetim anlayışı vb. yetersizlikler ülke sosyolojisini son derece olumsuz etkileyen faktörlerdir. Türkiye’de tuhaf olan sosyal ve maddi kazanç, karşılıklı etkileşim içinde yönetim anlayışı, kontrol mekanizmalarının işleyişi vb. birçok husus açısından devlet sektörünün özel sektörün önünde yer almasıdır. Mesela, kamu kuruluşu iken özelleştirilen pek çok şirkette genel deyişle insani yönden geriye gidişlerin olması, kötüleşmelerin oluşması sıradan hale gelmiştir. İş güvencesine dair durum ise belki de en önemli farklılık oluşturan unsurdur.
Yönetişim olgusu alanyazında bazı düşünürlerce yönetimden farklı olarak, sevk ve idareden (İng. administration) yönetime (İng. management), ondan da yeni bir biçem olan yönetişime (İng. Corporate Governance) geçiş olarak tanımlanmaktadır. Bu bakış açısının daha çok yeni sol akımlarda baskın olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada tuhaf olan, yapılan vurgularda solun sert eleştirilerine maruz kalan devlet aygıtının nedense yönetişim ile dönüşümü karşısında mevcut durumun bozunuma uğradığı ve bunun vatandaşların aleyhine bir girişim olduğundan bahsedilir. Buradaki tenakuz her durumda beğenilmeyen ve tenkit edilen devlet idaresinin yeni bir dönüşüme uğramasında bir önceki sistem anlayışının daha iyi olduğunun vurgulanmasıdır.
Biz, yönetişim olgusunun yönetim veya sevk ve idare karşıtı farklı bir sistem olduğu görüşünde değiliz. Yaşamın bir gerçekliği olarak çok şeyin süreç içinde değişim ve dönüşüme tabi olduğu ortadadır. Genelde de bu farklılaşma veya başkalaşmalar sonuç itibarıyla “yeni bir şey veya durum” noktasına geldikleri zaman bile ‘öz’üyle bağlantılı ve/veya ilintilidir. Bu manada yönetişim de yönetme işi için bir araçtan veya bir yöntemden daha fazlası değildir; özgünlüğe haizdir, ama yönetime alternatif ya da yeni bir yönetme işi de değildir. Yönetim işlevinde insan açısından önemli bir husus, toplumsal gelişim(ler)in okumasını olabildiğince öngörülebilir, kestirilebilir çerçeveler oluşturarak değerlendirme yapabilmektir; ama değerlendirmek fiilinin dinamizmi, aktivitesi için de yönetmek gereklidir. Yönetmenin de temel koşulu politikadır. Çok kez ön plana sürülen yöntem, teknik, strateji ve taktik vs. öğeler ikincil değerdedir. Politika olgusunu ideolojik sistemler doğrultusunda oluş(turul)an, süreklilik arz eden doktrinlerle yürütülen ve parçalanmış bilgi kümelerine göre meydana gelen bir teori-pratik ürünü zannetmek; insanlığı-toplumları ilgilendiren gelişimleri derinlemesine inceleyip analiz edememenin, gelişimleri doğrusal görmenin ve reel farklılaşmaların farkına varamamanın önemli nedenleridir. Örneğin, teknolojideki hızlı gelişimlerin özellikle BT’de yarattığı neredeyse takip edilemeyecek seviyelere ulaşan baş döndürücü ve çok yönlü değişimler, “internet devrimi” ve bilginin kitleleşerek hızlı dolaşımı ve çeşitliliğinin yanı sıra, alanın teknik yönlü derinliği ve karmaşıklığı hem derin ağsallığa hem de teknolojinin katmanlaşmasına ve ayrıntılaşmasına yol açmıştır. Bu yönde “adapte olmanın yollarını arayan insan” kendisine özgü maddi ve mental yapısal sisteminde belirli düzeyde karmaşık, derinlikli ve çok boyutlu bir katmansallık içerdiğini fark ettiği takdirde, edimlerinin ve dahi yaşadığı olayların da yaşamında çok katmanlı ve karşılıklı etkileşimlerle örülü bir yapısal sistematiği barındırdığını görecektir. İnsanın içselinde ve dışındaki olarak nitelendirdiklerinde mevcut olan bu durum neticede aktive edici bir analoglar kümesidir.
Geçmişin ideolojik odaklı toplum okumaları sıradan “sağ veya sol” akımlarla kısıtlı değildir. İnsanın maddi, sosyal ve psikolojik yaratım potansiyeli de çok katmanlıdır ve toplumsal gelişim ileri veya geriye gitmekten maada katmansallık ve bitişik-ayrışmış gibi zıtlıkları da mündemiç kılan ağsal dokuları ihtiva eder. Söz konusu görme-anlama veya idrak etme-çok yönlü okuyabilme potansiyeli her insanda zuhur etmemekte, hatta tezahürler arasında da farklılıklar olabilmektedir. Kabul edilsin ya da edilmesin, ağır tenkitlere maruz kalsın veya kalmasın; günümüzün dünyasında olumlu ve olumsuz yanlarıyla küreselleşme ve tezahürlerinden yerelleşme; tüm ülkeler ve insan toplulukları üzerinde eşdeğer veya benzer etkiler bırakmasa da toplumsal gelişimler ve değişimler farklı etkinliklerde devrededir ve bunda BT’nin etkisi son derece bariz bir realitedir. Çok yanlı ve taraflı (İng. multilateral) uluslararası ve ulus üstü münasebetlerin yoğunluğu ulus içi ilişkilerde de söz konusudur. Bunun başlıca nedeni, küresel ve yerel belirli konjonktürlerde kesişimler yaşanması ve bu nevi geçici bileşimler sırasında artık kaçınılmaz hale gelen çok katmanlı yapılanma(lar)dır. Çok katmanlı toplumsal yapıların sistematikleşmesi, toplumsal katmanların karmaşıklığını tekrarlamak ve bunu ideolojik takıntılarla eski söylemler üzerinden okumak, toplumları –küreselde ve yerelde toplulukları- sınıflar kümelenmesine dayanan doktrinler ışığında analiz etmeye devam edip, ara boyutlarla genleştirmek, sıradan politik iktisadi yaklaşımlarla, kimlik siyasetleriyle, oluşturulmak istenen siyasalar için toplum mühendislikleriyle irrasyonel tarzlarda indirgeyerek düzenlemek değildir. Her geçen gün daha komplike hale gelen siyasi, sosyal, ekonomik ve psikolojik zaviyeler, kendi düzeylerinde katmanlaşmaktadırlar ve bu açılım insanlığın ilintili olduğu hemen her alan için geçerlilik arz eder. Heterojenleşme gittikçe daha görünür olmakta, nicelleşme çeşitlenmekte, niteliğin erişimi zorlaşmaktadır. Bu bağlamda yönetme ameliyesinde gerek zaman gerekse mekân açısından derli toplu hareket edebilme kabiliyeti 20-30 yıl öncesine göre merkezileşmeyi, konsantrasyonu sağlamaktan uzaktır. Bundan dolayı yönetimin alt icraatlarından (İng. sub branches) olan düzenleme ve denetleme dominant idare işlevleri olarak öne çıkmaktadırlar. Karmaşıklığın analizi doğrultusunda olabildiğince kategorizasyona gayret edilmesi ve bunun üzerinden kontrol sistemlerinin de katmansal olarak organizasyonu, erişilen bilgilerin depolanması ve dağıtımı gibi yönetim fonksiyonları yalnızca devlet açısından değil, toplumlar açısından önemli aktörler olan şirketler için de birer zorunluluk haline gelmiştir. Kamuda düzenleme, denetleme ve insanlar arası karşılıklı etkileşim, süreç içinde yönetişim şeklinde öncel hale gelirken kısmen devlet erkinin piyasa denetçisi etkinliğine uyumlu olarak kısmen de karmaşıklığın organizasyonu ve eşgüdümü açısından yönetişim olgusu şirketler için de ön plana çıkmaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi hem yönetişimi anlama hem de sınırlarını belirleme yönüyle yaklaşımlar arasında farklılıklar bulunmaktadır. Buna ayrıca yaygınlık ve yönetişimin ne tür zihniyetlerle ele alındığı türünden tutumlar da eklenmektedir. Ama her hâlükârda yönetişimin çok katmanlı sosyolojisi, ağsal ilişkilerle sarmallanmış yönetsel karakteri asgari düzeyde de olsa anlaşılmalı; karşıt veya yandaş duruşlardan farklı bir vizyonla demokratik işletmesel yönetime imkânlar sunabilecek yönetişimin bir de bu yönüyle elverişli bir araç olarak değerlendirilmesinin gerekli olduğu kanısındayım.

1 “Proje Demokrasisi”, Türkiye’de yerel yönetişim bağlamında gerçekleştirilen bir diğer etkinliktir. Proje demokrasisi, belirli bir projeden etkilenecek olan herkesin, projenin her yönüne ve aşamasına, yalnız talep edici olarak değil, fiilen bir karar alıcı olarak katılmasıdır.

2 https://de.wikipedia.org/wiki/Ordoliberalismus Erişim: [19.08.2015]. Ordoliberalizm (Alm. Ordoliberalismus) serbest ticaretin erdemlerini açıkça kabul etmekle birlikte, serbest piyasanın sosyolojik, ekonomik ve ahlaki bakımlardan kendi kendine işler olmadığını belirtir. Piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandırmak için devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasının gerekliliğine vurgu yapar. Buna göre devlet; özel mülkiyet ve mülkiyetin kullanım kurallarını, para sistemini oluşturan kuralları, mali sistemi oluşturan kuralları, tekellerin kontrolü ve rekabete işlerlik kazandıracak kuralları ve benzeri diğer kuralları saptar. Ekonomik düzen politikası piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandıracak, böylece merkezi planlamaya ihtiyaç duyulmayacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...