Literatürde
endüstriyel demokrasinin aslında çalışanların yönetime katılımını kapsama
aldığı, işçi katılımının ise sendikalılıktan uzak olması ve yönetime katılımı aynı
meyanda içermediği için kapsam dışında kaldığı yönünde yaklaşımlar
ağırlıktadır. Bize göre ise bu duruma neden olan husus daha çok sol görüşlerin,
liberal politikaların sendikalaşmayı olabildiğince dışarıda tutmak istediği
düşüncesinde kristalleşen ideolojik bakış açısıdır.* Ama burada gözden
kaçırılan başat unsur, yeni nesil çalışan kesimdeki farklı dünya görüşlerinin
bu tip ideolojik kalıplara sığmamasıdır. Şöyle ki; hemen her iş alanındaki çalışanların işletme
yönetimine dair bakış açılarında öncelikle “iş doyumu”, birlikte belirleme
hususunun içerdiği bireyselleşme eğiliminin artması, işyeri reformları,
katılımın yönetim ile karşılıklı mutabakatlar çerçevesinde yönetsel ve bütüncül
temeller ile paylaşılan çıkarlar doğası nedeniyle insan kaynakları yönetimine
uyumlanma gibi unsurlar geleneksel endüstri ilişkileri dogmalarını
aşındırmaktadır. İnsan kaynakları yönetiminin bütüncül yaklaşımı, işletmede
çıkarların tekliği ve birliği düşüncesine dayanmaktadır. Bir başka deyişle,
işletme düzeyinde farklı çıkarlar olsa bile, bunların çatışmaya yol açmadan
uzlaştırılması ve ortak çıkarların geliştirilebilmesi olasıdır. Buradan
anlaşılacağı üzere, işçilerin yönetime
katılması güç paylaşımı aracılığıyla uzlaşmayı sağlarken, işçi katılımı güç
paylaşımı olmaksızın yönetim ve işverenlerin isteklerinin ağırlıklı olarak
kabul ettirilmesine yöneliktir. Ayrıca yönetime katılmanın çoğulcu
yapısından kaynaklanan geniş alan, işçi katılımında işletme merkezli bir yapıya
dönüşmüştür.
İşçi
katılımında iletişim uygulamaları genel olarak yukarıdan aşağıya doğru işçilere
işletme ile ilgili bilgiler vererek, onları yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Aşağıdan
yukarı iletişim ile işgücünün tecrübe ve yeteneklerinden faydalanılmaya
çalışılmaktadır. Başka bir uygulama olan finansal katılım, işçilere maddi imkân
sağlamanın yanı sıra, işçileri tutumsal açıdan etkilemeyi amaçlamaktadır. Bu
sayede işgücünden yüksek düzeyde faydalanma mümkün olabilecektir. Bu açıdan
bakıldığında yönetime katılma ve işçi katılımı, yapısal ve davranışsal boyutlu
olarak değerlendirilebilir. İşçilerin yönetime katılması yapısal bir özellik
göstermektedir. Yapısal yaklaşım, endüstriyel demokrasi prensiplerinde
örgütlenmiş ve dolaylı katılım sağlayarak, karar verme sürecinde eşitliği
sağlamaya yöneliktir. İşçi katılımı ise, davranışsal yaklaşım olarak
değerlendirilmektedir. Çünkü işçi katılımı genellikle karar verme sürecinde yüz
yüze, işyerinde karar verme sürecinde enformel paylaşıma işaret etmektedir.1
Bass ve
Shackleton, endüstriyel demokrasi ile işçi katılımı arasında üç ilişki biçimi
olabileceğini ileri sürmektedir. İlk olarak, endüstriyel demokrasi ve işçi
katılımı arasında birbirini ikame edici bir ilişki olabileceği belirtilmektedir.
Buna göre biri varsa diğerine ihtiyaç yoktur. Endüstriyel demokrasi
uygulamalarında işçiler seçtikleri temsilcileri aracılığıyla işletmedeki
politika değişimlerini oylayabilmektedir. Bu noktada işçi katılımı işletme ile
ilgili daha alt düzey konular ile ilgilidir. Ayrıca endüstriyel demokrasi
uygulamalarına alt ve orta kademe yöneticiler katılmamaktadır. Bu nedenlerle
işçi katılımı ve endüstriyel demokrasi birbirlerinin yerini alabilecek özellikler
göstermemektedir.2 Tam da bu özellikler sebebiyle bizim işletmesel
demokratikleşme olarak adlandırdığımız geniş yayılımlı modelleme endüstriyel
demokrasinin bir imkânı olarak, onun olası açıkları için tamamlayıcı bir role
haizdir. Bu bağlamda her yaklaşım diğerini güçlendirici bir etki
yapabilmektedir. Demokratizasyon, yüz yüze çalışma grubunda uygulandığı gibi
konseylere temsilci seçiminde de uygulanmaktadır. İşçiler endüstriyel demokrasi
uygulamalarında yer alırken, yönetim ve işçi ilişkileri geleneksel ve otoriter yapıda ise, karar verme
süreçlerinde gerçek bir sahiplik hissetmeyebilmektedir. Bu durumda işçi
katılımı uygulamaları ile destek verilmesi önerilebilir. Üçüncü olarak ise,
endüstriyel demokrasi ve işçi katılımı uygulamalarından birinin veya her
ikisinin etkili olabildiği konular söz konusudur. Örneğin iş doyumu konusunda
işçi katılımı uygulamaları daha etkili iken, bu hususta endüstriyel demokrasi
yeni paradigma geçişinin bu unsurunu ihtiva etmediği için uygulama bazında
herhangi bir etkiye haiz değildir. Ücretler ve sosyal yardımlar konusunda ise,
tam tersi durum söz konusudur. Endüstriyel demokrasi uygulamaları etkili, işçi
katılımı uygulamaları ise konuya sosyo-psikolojik yaklaştığı için bu mevzuya
dair fazla bir etki oluşturmaz. İş güvencesi konusunda ise her iki yaklaşımın
etkili olduğu ileri sürülebilir.3
Bu
açıklamalardan anlaşılacağı üzere, endüstriyel demokrasi ve işletmesel demokratikleşmenin
başat çıkarımı olan yönetime katılım ve işçi katılımı uygulamaları birbirleri
ikame edici değil, tam tersine birlikte kullanılarak güçlendirici etki
yaratabilmektedirler. Gerçekten farklı amaç, yöntem ve sonuçları olan bu
uygulamaların tarihsel süreçte birbirlerinin yerine geçtiği söylenmekle
birlikte, bu durum işlevleri açısından geçerli değildir. Nitekim endüstriyel
demokrasi ile işçi katılımı arasındaki güçlendirici etki açısından, sendikaları
işletmeden uzak tutmayı amaçlayabildiği belirtilen işçi katılımı çelişkili
görülebilir. Bu anlamda söz konusu söylemi ileri süren sol kökenli ideolojik
yaklaşımların tematiğe tek yanlı yaklaşım gösterdiğini söyleyebiliriz. Şöyle
ki, günümüzde son otuz yıllık değişim ve dönüşüm sürecinde ortaya çıkan önemli
bir realite sendikaların -adeta bir nevi “istekli zorundalık” doğrultusunda (!)-
düşünce tarzı ve edimlerinde eski alışkanlıklarının da değişime uğramasıdır.
Örneğin, son yıllarda “ücret sendikacılığına” sıkışıp kalan ve üyelerinden
tahsil ettiği aidatların nemalandırılması, bazı siyasi ve ekonomik
spekülasyonlar ile bir hayli zenginleşen ve yolsuzluklara bulaşan sendikalar,
ayrıca sahne arkasında işverenlerle yaptıkları çıkara dayalı anlaşmalar
nedeniyle yozlaşarak çalışanlar nezdinde önemli ölçüde güven ve itibar kaybına
uğramışlardır (sarıdan sapsarı sendikacılığa dönüşüm!).
Bazı
araştırmacılar işçi katılımı programlarının verimliliği arttırmanın yanında,
işçilerin sendikalaşmalarını önleme amacı taşıdığını ileri sürmektedir.
Gerçekten işçi katılımı programları işçi sendikalarının güç kaybetmeye
başladıkları bir dönemde yaygınlaşmaktadır. Bu görüşe göre, işverenler işçiler
ile doğrudan iletişim kurma yolunu seçerek, işçi sendikalarına olan ihtiyacı
ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu konuda ileri sürülebilecek temel önerme,
işçi katılımı programlarının iş doyumunu arttırmasıdır. İş doyumundaki
düşüklüğün işçileri sendika üyesi olmaya yönlendirebileceği belirtilmektedir.
Nitekim Odewahn ve Petty, sendika üyesi işçiler ile sendika üyesi olmayan
işçileri iş doyumu açısından karşılaştırmış, sendikalı işçilerin iş ve ücret
doyumu düzeyleri, üye olmayanlardan daha düşük belirlenmiştir. Buna göre, işçi
katılımı uygulamaları işçiler için iş doyumunun artmasını sağlamakta ve işçilerin
iş doyumu düzeylerinin yükselmesinin onları sendikalardan uzaklaştırabileceği
sonucu çıkarımlanmaktadır.4 Ancak bizim açımızdan bu sahada eksiklik
‘özneler arası (intersübjektif)’ araştırmaların olmaması, bunun yerinin tatmin
edici olmayan afaki gözlemlere dayalı yorumlar ile ikame edilmesidir. Bundan dolayı
konunun bütününe ilişkin araştırma programlarının yurt dışı kaynaklardan destek
alarak ülkemizdeki gerçeklikler üzerinden hareketle değerlendirmeler yapmak
zorunda kalmamızdır. Bu noktada traji komik olan durum, siyasi sahada yapılan
araştırmaların politize edilmiş biçemlerinin çokluğu yanında en az onlar kadar
önem arz eden endüstriyel ilişkiler alanında bu çalışmada olduğu gibi
benzerlerinin de güdük kalmasıdır!
Literatür
incelendiğinde işçi katılımı programlarına sendikaların verdikleri desteğin
önemli olduğu anlaşılmaktadır. Verma ve McKersie, sendikalaşmış bir fabrikada
işçilerin kalite çemberlerine katılımını araştırmıştır. Gönüllü olarak kalite
çemberlerine katılan işçilerin sendika içinde daha az aktif, karar verme
süreçlerine katılmak için daha istekli oldukları ile bu kişilerin grup ve
gönüllü faaliyetlere ilgilerinin daha fazla olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda Verma
ve McKersie, kalite çemberi katılımcılarının sendikaya olan desteklerini
azaltmaktan ziyade, kendilerini ifade etmek için yeni yollar arayan kişiler
olarak görülmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Ayrıca işçi katılımı
programlarının işçilerin işletmeye ve amaçlarına olan özdeşlemelerini
arttırdığı görülmektedir. Araştırma yapılan fabrikadaki kalite çemberi
uygulamasına sendikanın katılımı yoktur. Sendika katılımının sağlanması
durumunda işletme ile artan özdeşleşmenin yanı sıra, sendika ile özdeşlemenin
de olumlu etkilenebileceği belirtilmektedir.5
Verma,
sendikanın desteklediği işçi katılımı programlarının işçiler üzerindeki
etkisini incelemiştir. Araştırma sonucunda işçi katılımı programlarına işçi
sendikasının katkısı sağlandığında sendika için olumsuz sonuçların ortaya
çıkmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, işçi katılımı programları uygulama
sürecinin sadece yönetime bırakılmamasını önermektedir.6 Yukarıda
değinilen araştırmalar sonucunda işçi katılımı programlarının sendika tarafından
desteklendiği durumlarda, hem sendikaya hem de çalışılan kuruma olan bağlılığı,
yani ikili bağlılığı arttırabilecek potansiyele sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Alanyazında endüstriyel demokrasi işçilerin yönetime katılması şeklinde
tasnif edilip, işçi katılımı ise durumsallığa göre dâhil veya hariç olmak üzere
genelde iki sahada değerlendirilmektedir. Görüşüme göre işçi katılımında
günümüz açısından işletme felsefesinin maddiyattan önce manaya yönelik
özgürlük, bireysel gelişim, manevi doyum, çoğulculuk gibi insan değerleri ve
ayrıca birimsel odaklanma ön planda tutulmakta ve bu meyanda işçi katılımı
işletmesel demokratikleşme ile ortak ve işlevsel olan bir alandır. Önceleri işçilerin yönetime
katılma uygulamaları yaygın iken, günümüzde işçi katılımı uygulamalarının da
yaygınlaştığı görülmektedir. Endüstriyel demokraside temel çıkış noktası
işçilerin temsilcileri aracılığıyla örgütteki hatta sektördeki kararları
etkilemeleridir. İşletmesel demokratikleşme yaklaşımı ise bireyin doğrudan
belirli kararlardan haberdar olduğu, bazen de fikri katkılarına başvurulan bir
sistematiğe haizdir. Gerçi günümüzde gerek iktisadi sistemlerin gerekse piyasa
gerçekliklerinin etkin yansımaları nedeniyle endüstriyel demokrasi
uygulamalarının yürürlükte kalması oldukça zorlaşmış, bundan dolayı kısıntılara
gidilmiştir. Endüstriyel demokrasinin merkezinde bulunan daha iyi ücret
politikaları, işten çıkarmalardaki karar hâkimiyeti, piyasalardaki stratejiler
üzerindeki tesiri ve sendikalaşma gibi özellikleri önceki yıllara nazaran son
derece ciddi bir şekilde kan kaybetmiştir. Sendikal etki ve etkinliğe bir hayli
bağımlı olan endüstriyel demokrasi bu gerileme ve yeni nesillerin iş yaşamına
bakış açılarındaki değişim-dönüşüm gibi nedenlerle adeta ikinci plana
itilmiştir. Ayrıca dönemsel açıdan da düşünüldüğünde, ilk dönemde katılma
çoğulcu özellik taşımakta ve hak olarak işçilere tanınmakta iken, ikinci
dönemde işçi katılımı bütüncül ve gönüllü özellikleri ile ön plandadır.
İşçi katılımı uygulamalarına getirilen
oldukça sert kritiklerde yönetim için işçi katılımının aslında, işçilerin
beyinlerini yıkamayı ve böylece bağlılıklarını sağlamayı hedeflediği
belirtilmekte, işçilerin sendikalara yönelmelerinin engellenmesi ve
sendikaların işletmeden uzak tutulmaya çalışılması amaçlandığının altı
çizilmektedir. Ama bu eleştirilerde atlanan husus, pratikte işçi katılımının
pek çok yerde sendikadan tavsiyeler alma, isteklerini dikkate alma,
uygulamalara katılımlarını sağlama yollarıyla işbirliği amacıyla da
kullanıldığıdır. İşçi katılımı programlarına işçi sendikalarının desteğinin
sağlanmasının ikili bağlılığı güçlendirdiği anlaşılmıştır. Ayrıca aradaki şu
fark gözden kaçırılmamalıdır: İşçi katılımı davranışsal özellikte iken,
işçilerin yönetime katılması yapısal özellik göstermektedir. Bu nedenle
işçilerin yönetime katılmaları bazı konularda işçi boyutunda tam anlamıyla
etkili olmayabilmektedir. Örneğin, yönetime katılma uygulamalarının işçiler
açısından iş doyumunu arttırma boyutunda yeterli olmadığı, hatta katılım
adaletini ayrımcılıklar nedeniyle zedelediği de belirtilmelidir. Bu sebeple,
işçilerin yönetime katılma uygulamaları işçiler için tam anlamıyla katılım
duygusu yaratmayabilmektedir. Bunun dışında sendikaların işçiler arasında
gruplaşmaların da ötesinde klikleşmelere neden olduğu ve işletme içi barışı olumsuz
etkilediği sıklıkla görülmektedir. Bu durumda doğrudan işçiye yönelik katılma
biçimlerinin kullanılması yerinde olacaktır. Böylece işçi katılımı
uygulamalarının yönetime katılmanın yerine geçmesinden çok geçişli ve kısmi
bütünleştirmeli bir tarzda birlikte kullanılması düşünülebilir.
*Bu bakış
açısı haklı yanlar ihtiva etmesi yönüyle doğru hususlar içerse de, özellikle
son 30 yıllık dönemde ortaya çıkan politik ve bunun çıkarımı sosyolojik ve
ekonomik çok uluslu-yanlı gelişmelerin bizleri karşı karşıya bıraktığı realite,
-ki bunu “uçurumlar oluşturan çok katmanlı servetin baskınlığı” olarak
niteliyorum- edimden uzak ama söylemde direten dogmatik perspektifin pek çok
insan için “bıktırıcı bir öğe” haline dönüşmüş olmasıdır. Bahusus çoklu
nesiller dönemine girdiğimiz 2000’li yıllarda gençlerin ağırlıklı ilgisi
bireyleşme (bireycileşme ve/veya bireyselleşme) üzerinden çoklu-çeşitli ve
genleşen, esnek sosyolojik (tekno) ağsal alanlara yoğunlaşmıştır. Yeni nesiller
açısından ille de insana has olan ideolojik yaklaşımlardan bahsedilecek olursa ‘x’
kuşağının keskin sınıfsal okumaları üzerinden gelişen “katılaşmaların” yerini,
çok katmanlı dünyeviliğin çeşitlilik arz eden ve sıklıkla yer değiştirebilen “kaygan
çözeltiler” almıştır (billurlaşmadan çözülmeye).
1 B. Bass, V. Shackleton, “Industrial democracy and participative
management: A case for a synthesis”, The Academy of Management Review,
Vol:4(3), 1979, s. 397
2 B. Bass, V. Shackleton, a.g.e. 399
3 a.g.e. 399 ve 401
4 C. A. Odewahn, M. M. Petty, “A comparison of levels of job
satisfaction, role stres, and personal competence between union members and
nonmembers”, The Academy of Management Journal. Vol:23(1), 1980, s. 153
5 V., Anil, R. B. McKersie, “Employee Involvement: The Implications of
Noninvolvement by Unions”, Industrial and Labor Relations Review. Vol: 40,
1987, s. 566
6
V. Anil, “Joint Participation Programs: Self-Help of Suicide for Unions?”,
Industrial Relations. Vol:28, 1989, s. 408