Post
moderniteye geçişin yaşandığı 1980’lerden itibaren modern yönetim anlayışında
belirli bir yere sahip olan ve çalışan katılımını merkeze alan yönetim
anlayışı, günümüz dünyasında yaşanan siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel
gelişmelerin etkilediği demokrasiye bakış açıları yönüyle, çok sayıda
değişkenin yer aldığı farklı tarzları gündeme getirmektedir. Bir yandan
alabildiğince -genele nazaran- marjinal yaklaşımlar, diğer yandan örgütsel
yaşam üzerine yapılan yorumlar ortaya çıkmakta; ayrıca sıra dışı modellere
karşı pozisyonda yer alan daha klasik yönetim şekilleri gündeme
getirilmektedir.
Yönetişimin
her geçen gün biraz daha etkin olmasıyla birbirine tezat kanaat oluşumları
tartışma konusu yapılmaktadır. Bilhassa demokratik yönetim kavramı farklı yorumlamalarla
ortaya konsalar da, demokrasi olgusu yönetsel sistem tartışmalarının odağında
yer alan konuların önemlilerinden biri olmaya devam etmektedir. Bu mevzu başarılı-verimli
ve sürdürülebilir bir yönetim anlayışı ile pratiğinin oluşturulmasında başat rol oynayabilecek bir
araç olan yönetişimin önemli bir yönü olmakla beraber, işletme mantık dizini
açısından daha da mühim olan husus genel manada etkinliği yenileştirme ve
sürekli iyileştirme-gelişim deseni içine gelenekselleşmiş kültür zenginliğinin
de karmalanabilmesi-sindirilmesi ve tüm bunların şirketlerin can damarı olan pazarlama/satış
(marketing) kabiliyetini tazeleyici bir biçimde besleyebilmesidir.
Yerküre
üzerinde uzun ömürlü şirketlerin yaşam döngüsü titiz bir şekilde
irdelendiğinde, adı ister öyle konsun ya da konmasın, bu şirketlerin ortak
özelliği, sermaye gücü-yönetim-çalışanlar ve ticari etiği dinamik tutan şeyin
insanlar arası karşılıklı etkilişime dayalı dengeli katılımı teşvik eden
işletme kültürünün araçsallığı şeklinde tezahür eden yönetişim olgusunun olduğu
fark edilecektir. Bu gerçeğin bir kefesinde sermaye gücü ağırlık noktası iken
diğer kefenin odağında yer alan unsur dengeli, yenileşimci ve aynı zamanda
gelenekçiliğin defalarca deneyimlenmiş kazanımlarıdır.
Yönetişim karşılıklı yoğun etkileşim anlamında dürüst ticaret-marketing
üzerinden bir şirketin dışa yönelik faaliyetleri (satış yapmak) vasıtasıyla
kendi içine dönük olarak demokratize edici stratejiler (iş’in yönetimi)
marifetiyle alternatif demokratik yönetim sistemleri yapılandırılabilir.
Örneğin günümüzde pazarlama ve bağlı olarak satışa yönelik faaliyetlerin daha
en başında müşteri ilişkilerine dair -kaynağı politika olan- stratejileri
üzerine düşünmek gerektiği, hatta daha üretim planlama süreçlerinde bu yönde
bir bakış açısının oluşmuş olmasının lüzumu aşikâr hale gelmiştir; her ne kadar
pek çok şirket bunun tam anlamıyla farkına varamamış olsa da. Doğaldır ki
müşteriye dönük bu bakış açısının etkili olabilmesi mutlak surette içyapıda
ayrıca iş’in temeli olan çalışanlara da yönelik olarak tesis edilmelidir.
Müşteri ilişkilerinin üst düzey sağlanması amacı, nihayetinde iyi satış
yapmakla birlikte müşteri mutluluğunu eş zamanlı olarak hedefler. Diyagonal bir
irtibat gibi gözükse de müşteri mutluluğu aslında çalışanlarınki ile
doğrusal-direkt bir ilinti halindedir. Bu ilintiyi ilişki düzeyine taşıyan ana
öğe ise satıcı ve alıcı arasındaki birebir yaşanmışlıkların alışılmışın dışında
yoğunlaştırılması ve bir zamanlar bu ikili arasında ana faktör olan “birbirinin
yüzüne bakmak” eyleminin kaynağı dürüst ve içten karşılıklı davranışların sıcak
alakalı alışverişin omurgasını tesis etmesidir. Bu noktada soru şudur: modern
piyasaların ivmelendiği 19. Yy. sonlarından bu yana acaba kaç tane şirket hayat
süresi yönüyle bir asrı devirmiştir? Priceonomics Data Studio’nun bu konuda
yayınladığı verilerine bakıldığında bu türden kuruluşların yaklaşık %53’ünün
Japon, %27’sinin ise Alman kökenli şirketler olması dikkat çekicidir. (https://priceonomics.com)
Böyle bir başarının
ardında yatan en belirgin etken, yapılandırılan süreç odaklı sürekliliğe ve
organizasyonel öğrenmeye dayalı şirket kültürüdür. Organizasyonel öğrenme açık ve
çok katmanlı bilgi, düşünme, tasarım, deney üzerinden teori ile uygulama ve bunlar
ile gelişen becerilerin interaktif
aktarımında taban bulur. Sabır,
sebat, devamlılık/istikrar ve çalışkanlık ile pekiş(tiril)erek olgunlaşır. Söz
konusu öğrenme prosesleri mutlak surette ortak-bileşik anlama mutabakatı
üzerinden nesilden nesile aktarılır ve neticede bir tür dirim zinciri oluşur
ki, bunu “bilgi ve öğrenmenin lojistiği” olarak adlandırabiliriz. Tüm bu bağlamın
kendisi şirket içi gelenek ve göreneklerin ve onlar vasıtasıyla çalışanların
hem özelliklerini hem de becerilerini olumlu bir şekilde dönüştürerek şirkete
özgü “medeni” bir kültürün oluşmasını sağlar. Anılan kültürün başat özelliği
yapısal değerlerin bireyler arasındaki dolaşımı ve etkililiğidir. Bundan ayrı
olarak, bu döngüde daha da önemli olan tesir unsurları şirketin eriştiği veya
erişeceği medeniyetin temelini teşkil eden erdemler ve bunların anası olarak
nitelendirebileceğimiz nezaket olgusudur. Nezaketin yansıması ise öncelikli
olarak yaşamdaki her bir zerreye karşı gösterilen terbiyenin öğrettiği saygı,
empati ve edepli davranıştır. Bu davranışın odağında sadece insan yer almaz;
aynı şekilde çok boyutlu biçimde onun ayrılmaz organları olan ülke, toplum,
çevre ve diğer varlıklar da bulunurlar. Bu nedenle, işletmesel çok katmanlı
yönetme sistematiğinin aracı olarak yönetişim olgusu devrede ise ilkesel manada
katılımcılar sadece çalışanlar, tedarikçiler ve müşteriler değil, lokal ve
global meyanda toplumların yapı taşları olan tüm varlıklar bireysel anlamda
işin içindedirler ve böylelikle nezaket mefhumu sadece yakın çevreye karşı
değil şirketin ilintili olduğu her şey için geçerli olmalıdır.
Yönetişimin
ilkeleri arasında yer alan sorumluluk, devamlılık ve hesap verebilirlik
yalnızca işletme faaliyetlerinin iş yapma, likitide, hedefleri tutturma, yüksek
performans, karlılık gibi önemli hususlara ilişkin değil, eş zamanlı ve aynı
düzeyde insan dahil her türlü varlığa karşı geçerlidir. Yalnızca müşteri
ve/veya çalışan memnuniyeti değil, insanlığın ve bağlantılı her şeyin
memnuniyeti aslolandır. İş’e ve paydaşlara ilişkin sorumluluklar nasıl önemli
ise tüm bir topluma dair olan ve mal edilen şeyler de sorumluluğun, hesap verebilirliğin
sahasına girer. Çalışanlara veya müşterilere karşı gösterilecek nezaketli tutum
aynı şekilde şirket çevresini kuşatan her şey için de geçerlidir. Erdemler
üzerinde yapılanan bir şirket kültürü, eğer toplumu bunun dışında görüyorsa ve
gerekli davranış biçimlerini geliştirememişse sözde kalan ve yalan üzerinde
sarkaçlaşan sahte, dengesiz ve kısa bir yaşam döngüsü akabinde yıkılmaya mahkum
bir organizasyondan öteye gidemez.
Günümüzde
şirketlerin tedarik-üretim-pazarlama-satış ve tüm bunları gerçekleştirmek
amaçlı stratejik yönetim anlayışı ezberinin kıskacından çıkarak gerek küresel
gerekse küresele bağlı yerellik yayılımını iyi kavraması, hele ki artık
alışılmış/konvansiyonel haberleşmeyi aşarak iyice baskın hale gelen sosyal
iletişimi dikkate alarak marketing işlevlerini sadece piyasa-pazar bağlamında hedef
kitlenin üzerinde toplumsal bazda düşünmesi gerekmektedir. Yani şirket
politikasının sadece üretip satmaya dayalı bakış açısından sıyrılıp, davranış
biçimlerini toplumsal âdâb-ı muaşerete dayalı oluşturacakları kültürel
yapılanma üzerinde gelenekler ve yenileştirmelerle sentezledikleri kapsayıcı
politika ve onun aracılığıyla yapılandıracakları kapsayıcı stratejilere göre
temellendirmeleri zorunludur. Artık bir şirketin kalite olgusunu yalnızca
ürün-hizmet gibi koşullara bağlı sığ bir anlayışla değil, insana ve yaşamın tüm
unsurlarına karşı geliştireceği erdemli davranışlar üzerinde inşa etmesi
elzemdir. Unutulmamalıdır ki, gelenek yönetim işlevinde hesap sorucu ve
hukukiliği önceller iken, yönetişim hesap vericilik ve meşruiyet ile bu türden
prensipleri tamamlar.
Bir
kuruluş erdemli güç ile pekiştirilen olumlu geleneklerin mündemiç olduğu ahlaki
yönetim ile gerek içsele gerekse dışsala uyumlanabilir ve bu adaptasyon
toplumsal sorumluluğa yönelik davranışlarla bezenmiş ve bu çerçevede örgütsel
öğrenme odaklı olarak kendini yenileyebiliyor ise yaşam döngüsünü sürekli
kılabilir. İçinde yer aldığınız topluma ve insanlığa yapacağınız her türlü
yararlı katkı kültürlü bir şirket olabilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Bu koşul Aiko Toyoda’nın ifadesinde en belirgin şekilde iş’in pratiğini ortaya
koymaktadır: “Bazen çalışanlarımızın amaçlarla araçları karıştırdığını fark
ediyorum. Amaç, otomotiv iş alanı aracılığıyla topluma katkıda bulunmaktır. Bu
amaca ulaşmak için araç olarak, daha fazla satış yapmamız gerekir; böylece
yeniden yatırım yapmak için kaynaklarımız olur. Fakat daha fazla satışı ve karı
amacımızın önüne koyarsak büyük bir hata yaparız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder