Bu makale, ‘gönül gözü’ kavramını
olabildiğince üçlü boyutta, yani bilimsel gelişimin eriştiği düzeye göre
açıklamayı amaçlamakla beraber; diğer yandan bu gibi konuların bilimselliğin dışında
noktalara taşınarak, yani bilimin istismarı yoluyla birer sömürü aracı haline
getirilmesine karşı kritikçi bir yaklaşım olarak yazılmıştır. Öncelikle
belirtmek istediğim, bilimsel araştırmaların
Bilişselin/idrakin
(kognitife) kavramasında (a priori) gözümüz, büyük bir nimet olarak görme,
gözlemleme, izleme, deneyleme (a posteriori) ve müteakiben zihinsel işlevler
ile anlama, kavrama, öğrenme ve yorumlamalara, araştırmaya ve mantığına, akıl
yürütmelere ve bu yollarla b/ilimselliğe yükselmemize kanat olur. Kimi insan bu
aşamalarda yolculuğa çıkar, aklın ve zihinsel işlevselliğin son istasyonu (bazı çok istisna olanlar hariç, onlar için
sonluluk-sonsuzluk, velhasıl tüm zıtlar müsâvîliğin
alanında geride bırakılır) olan ilim-bilim denizine varır, kimi de önceki
aşamalarda takılır ve kendince yeterliliğe erişir, bilinçli veya bilinçsiz. Son
istasyona erişmek için her insanda gerekli potansiyel vardır; ama talep
herkeste olmaz. Olmayanı talep için zorlamak da olmaz; “teklif var, zorlama
yok” misali. İlim-bilim denizi bazısına yeterlidir ve bu da gereklilik olup,
yerli yerindedir. Ancak bu denizde bazısı daha açıklara açılmak veya derine inmek
ister, zira zihinsel genişleme ve buna bilincin eşliği madde gözün ötesinde de
bir şeylerin varlığını düşürür usuna ki, bu da yine ileri-gelişmiş kognitif
karakterlidir; ama daha bir ince, daha bir hassastır; özgülük/hassa başka bir
göz oluşturur adeta insanda, daha derin ve içsel… Bunun da yansımaları olur
maddeye, fiziksel yaşamamıza. Daha derin düşünen, “okumaya” başlayan insan
maddenin-zahirin keşfinde yola devam eder ve sadece düşünmeye ve/veya
deneye-deneyime dayalı olmayan, ama onlarla da alakalı bir nevi hediye edilen “akmaya başlayan” düşünce benzeri bilgiler
bezemeye başlar insan zihnini. Örneğin, meşhur “Lorenzo’nun Yağının” ibret dolu
keşfi böyle olmuştur. Bu evrede bazı rüyalar da eşlik eder insana. Onlar da
uyanık iken bazen aniden bazen de kısa devreli “ilham” olarak adlandırdığımız
türden sinyal-bilgilerdir. Bir de bazı bilgi içerikleri vardır ki, kişinin
burnunun dibinde bulunan defalarca gördüğü veya pasif bilinçli halinde izlediği
şeyler, olgular, olaylardır, ama jetonu düşürürler. Buhar gücü, yer çekimi vb.
saptamalar gibi. Devamında aletleri geliştiren insanın icat etme süreci ve
maddenin derinliklerine yolculuk devam eder. İnsan zahiri tezahür olan “madde gözün”
yanı sıra başka bir gözün ve bakışın farkına varmaya başlar. Bu madde gözün
adeta bâtıni tecellisidir. Yani “gönül gözünün”.
Madde
göz eşyayı görür, yani insan eşyaya yönlenir. Gönül gözü hem eşyayı, hem de
eşyadan kendini görür ki, bu noktada "okuma" başlar. Peygamberimizin
Uhud dağı hakkında "biz Uhud'u, Uhud'da bizi sever" deyişi buna bir
dokundurmadır. Gönül gözü basiretten önceki aşamadır ki, basiret aşamasını
feraset takip eder. İnsan evladı -istisnalar hariç- genel anlamda evirilme
olarak henüz gönül gözü seviyesindeki kuramsal modelleme ile meşguldür, bunun
maddeye dönüşümünde de ilk ürünleri almaya başlamıştır; misalen androidin,
hologramın, anti-maddenin, paralel evrenlerin, higgs bozonunun ipuçları... Madde
göz-zihin-beyin ve yansımaları üretimin yanı sıra gönül gözünün ilk
basamaklarının ürünlerini-türetimlerini somut oluşumlar olarak fiziki düzlemde
yaşarız. Dolaylı olarak maddeselde ipuçlarını veren, ancak somut maddeleşmemiş oluşumları
da enerji olarak değerlendirir ve adlandırırız. Ama nihayetinde bizim
bilgimizdeki formulasyonuyla enerji de ölçülebilirliği nedeniyle
materiye izafe edilebilir, bundan dolayı bilhassa 19. Yy.da materyalistlere
karşı delil olarak kullanılan ve neredeyse enerjinin kutsanmasına varan
söylemler, geçtiğimiz Yy.da “madde-enerji-madde-enerji
(E = mc2 madde çok yoğun enerjidir)” döngüsü ile
aşılmıştır ve enerji böylece materyalist anlayışın da kapsamına alınmıştır.
Literatürde
gönül gözü genel olarak metafizik veya manevi bağlamda dillendirilir ve
maddeden uzak tutularak farklı şekillerde izah edilmeye çalışılır. Ancak biz burada bunun geçmişe dayalı
bir addetme olduğu görüşünü ortaya koymaya çalışıyoruz. Şöyle ki, bugün
bizim yüksek teknolojik aletlerle gözlemlediğimiz, tanımladığımız ve
açıkladığımız fizik dünyada yerini bulan fiili pek çok bulgu, örneğin atomun
parçalanması ve bundan neşet eden somutlaşmış bilgi -
somutlaşmış ile ‘ispatlanmış ve/veya kesinleşmiş’ kastedilmemektedir! Zira
insanın eriştiği bilgi kendisi gibi zaman ve gelişime bağlı olarak değişikliğe
açıktır -, geçmiş çağlarda
benzerlikler arz eden bir tarzda üzerine konuşulan, yazılan ve fakat soyut
bağlamda kalan bilgi aktarımları o devrin bu konularla ilgilenen insanlarınca
“gönül gözünün” çıkarımları olarak kabul ediliyordu. Bu açıdan baktığımızda
kavrama yüklenen manevi anlam anlaşılabilirdir. Fakat bugün eriştiğimiz
düzlemde gönül gözünü “üç boyutlu” alan dâhilinde de iyi veya kötü izah
edebiliyoruz. Bundan dolayıdır ki günümüzde gönül gözü kavramına ilişkin
aştığımız kısmın dışında kalan mefhumları onun alanına sokuyor ve böylece
kavrama yine ve tekrar metafizik yaklaşımı yüklüyoruz. Bugün metafiziğe dair
söylemleri yarın fiziki alanda açıklanır kıldığımızda şaşırmayalım. Ancak
ayrımı da iyi yapmamız gerekiyor.
Günümüzde
insanın dünyevi bağlamda yaptığı faaliyetlerin alanına fal türü kehanetleri,
medyumvari söylemleri, burçlara dayalı garabet abartılı masalları vb. ile diğer
“mistik-metafizik” karakterli uçuk söylemleri sokarak amaçları insanları sömürerek, çeşitli şarlatanlıklarla bundan kazanç
elde etmek olanları mümkün
olduğunca uzağımızda tutalım. Çünkü bu tip yolların ve bundan rant elde
edenlerin sayısı artmıştır ve artma eğilimi sürmektedir. Genel anlamda şişirme
gizemler yüklenerek çekici kılınan bu akımlar bulaşıcı hastalıklar gibi insan
yaşamına zarar vermekteler. Hatta bazıları bilimin eriştiği ortak kazanımları
yorumsama yöntemi ile (hermeneutic method) benzeştirme
yaparak (analogy) “alan haklılığı” için kullanırlar. Örneğin günümüzde oldukça
moda olan akımların belki de başında gelenlerinin birçoğu, kuantum teorisine
izafe edilenleridir. Teorinin belirli bir önermesinden hareketle yapacağınız
yorumları entelektüel anlatı düzeyinde kesinleşmiş ve uygulanabilir şeylermiş
gibi içine biraz da “secret” serperek daha cazip bir şekilde insanlara
sunabilirsiniz; başka bir yazıda değinmek istediğim “kuantum sıçramasından
şarlatanlığa” konusunu buna örnek olarak verebiliriz.
Carl Sagan’ın “bilimin mum ışığı” deyişini,
A. Sokal ve J. Bricmont’un eleştirdiği bilimi istismar eden “post modern
saçmalara” tercih ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder