Mutlak
Politika olarak adlandırdığım olgusal kavram uzun vadeli, ince planlara dayalı
üretken oyundur. Ağırlıklı olarak
sahneye sürülen strateji kavramı söz konusu politikayı perdelemek amacıyla
kullanılan suretlerin etkili olanlarındandır. Yani politika “unsur” olandır. Dikkat ediniz, dünya
üzerindeki ekonomik kurumların taşıyıcı çekirdeği olan şirketler ve bunlara
bağlı olarak geliştirilen çalışma yaşamı olgusunda en sık kullanılan
kavramların başında strateji sözcüğünden türetilenler gelir. Zaten
stratejinin kategorik biçimlenmesindeki önemli yapı taşlarından biri olan “derin
bakış açısı” (perspektif) çalışma yaşamına belirli yönetimsel,
gelişimsel vb. modellemeleri sunar. Çoğunluğu bilimsel altyapıdan ve iş
pratiğinden yoksun sürüyle konu, ardına “yönetim” takısı getirilerek
veya “liderlik” sözcüğü eşliğinde yüksek fiyatlara satılır. Amaç paraya
tahvilin yanı sıra işletmesel denetimin yapılandırılmasıdır. “Kapitalist,
tıpkı dizginleri, gemi, mahmuzları, havucu, kamçıyı ve doğuştan gelme eğitimini
kendi iradesini dayatmak amacıyla kullanan binici gibi, yönetim aracılığıyla denetim sağlamaya çabalar. Denetim ise, bütün
yönetim teorisyenlerinin örtük ya da açık olarak kabul ettikleri gibi, tüm
işletme yönetimi sistemlerinin merkezi kavramıdır” (Emek ve Tekelci Sermaye, Braverman). Örneğin son yılların
sıklıkla vurgulanan satış sloganı ve oluşturulan propagandası “Müşteri
Memnuniyeti Yönetimi” bilinen amaçları dışında işgücünün denetimini
de kapsar ve tipik baskı araçlarından biridir. Diğer yandan her nedense bu
konu, çalışana kendine verilen değerin, müşteriye verilen değerden daha
değersiz ve kendisinin de sonuçta bir müşteri olduğunu da tespit ettirir ve
genelde tek yanlı sorgulamayı tetikler, yanıtları olan ama sonuçları olmayan
bir sorgulamayı. Modernist-kapitalist yaklaşım çalışma ortamını, çalışan
açısından pek çok bu cins sorgulamalarla başkalaştırır ve böylece çalışan
zihnini bloke eder, karmaşıklaştırır. Odaklanma düşük ücrete ve bununla
ilişkili sömürüye yönelir, sendikal örgütlenme ücrete yoğunlaşır ve diğer
sömürü öğeleri gölgelenir, hatta zaman zaman unutturulur (mesela çok yönlü bir
soru: emek bir meta mıdır, yoksa değerli bir insani işlev mi?). Bu süreç bir
yandan başkalaşmanın oluşturduğu bıkkınlık ve güçsüzlüğün, diğer yandan yasal
üstyapının oluşturduğu dezavantajlı açıklığın getirisi olan çaresizlikle
kuşatılır. Çaresizlik hali, oluşturulmuş ortam ilintili dönemlerle, örneğin
ekonomik belirsizlik, istikrarlı işsizlik vb. desteklenir. 2008’den bu yana devam
eden yeniden biçimlenmenin küresel ölçekteki kritik-belirsiz dönem oluşumu, her
türlü çalışan hakkı arayışlarını tamponlama açısından fırsat olarak görülmüş ve
ortam dönüşümü istenilen kıvama getirilmiştir. Sigortasız, düşük ücrete dayalı
ağır ve ucuz maliyetli iş ortamı, işgücü arz ve talep dengelemesini,
dolayısıyla aranılan üst nitelikli işgücü ücretlerini dahi olması gerekenin
altında tutmak için imkân sağlamıştır. Günümüzde bazı işverenlerin yetişmiş,
kalifiye işgücü açığını dillendirmelerinin arka planının irdelenmesi
gerekmektedir. Bu sorunsalın merkezinde sadece bu tür işgücündeki açık (!) değil,
düşük ücrete ilişkin tutum da yer almaktadır. Ayrıca, genel olarak işyerlerindeki
(azımsanmayacak) eksiklikler, kusurlar ve kötü, hatta rezil diyebileceğimiz
çalışma koşulları da sorgulanmalıdır. Ve ayrıca adım adım ıskartaya çıkarılan sosyal
devlet ilkesi!
Kapitalin
karakteristiğinin temel taşlarından biri fizikle ilintili analojiden (evrenin gen-iş-le-ş-mesi) esinlenmiştir adeta:
Ribâ; yani artma, çoğalma, şişme, genleşme. Ribâ sözcüğünü tercihimiz
“yeşil sermaye” olarak adlandırılan, ancak sonuçta kapitalist zihniyetin belki
farklı olma iddiasındaki bir yansıması olan kısmının da nasıl arkadan dolandığını
göstermekten kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere, Türkçemizde faiz denilen
ekonomik enstrüman söz konusu kesim tarafından haram olduğu gerekçesiyle
reddedilmektedir (bulaşmadığı kıyı-köşe, toz zerresi dahi kalmadığı halde). Semavi
dinlerde, özellikle Kur’an da şiddetle yasaklanan, hatta şirke eşdeğer olabilen
ribâ gerçek anlamıyla bizim kullandığımız faiz kelimesinin tam karşılığı mıdır
acaba? Latincedeki karşılığı varlık değeri anlamındaki zensus kelimesi olan bu kavram, hem menkul- hem de gayrimenkul kapital
için geçerli kullanıma haizdir. Asli anlamda, kullanıma giren kapitalin her
türlü adaletsiz, haksız yollarla çoğaltılması, genleşmesi ribâdır. Ayrıca,
kullandığımız manadaki faizin karşısına konan kar payı sözcüğü, “gerçek
anlamdaki kar-zarar ortaklığı”, yani ticaretin etik bir öğesinden- idesinden
türetilse de neticede aynı faiz gibi oransal bazda reklamı yapılan ve herhangi
bir kişisel emek içermeyen pasif edim-yatırımın karşılığıdır. Zaten dikkat
edilecek olursa, piyasa açısından ikisi arasındaki değer paralelliği anında
görülecektir. Kapitalin kendi içindeki “ninnisi” çevresel şartlara ve
gelişime göre şekillenir. Önemli olan çok kazanmaktır. Çok kazanmak tek bir
hedefe odaklanmaz; paradan güce, düşünselden, etkin olmaktan sömürünün gelişmiş
ve geliştirile(bile)n her türüne. Sermaye kendine düşman kesilen ideolojik
boyutlu fikri bileşkelerden dahi faydalanır. Karakteri gereği fırsatçı ve faydacıdır.
Öyle ki belki de yegâne paradigması yararcılık üzerinde kurulu
olandır. Kendi içindeki savaşımı ortak asgari zemini oluşturmak ve asli karşı
fikri yapıyı ideoloji(lere)ye dönüştürmek, gerekli ise fiilen yapılandırmak ve
ihtiyaç duyduğu düşmanı, ötekini sahneye sürmektir. Kapitalin türleştirilmesi,
türlerin isimlendirilmesi ve karşıt her çeşit propagandalar ana amaca hizmet
eder: Başat hedeflerin döngüsünün dengelenmesi. Marx’ın teoreminde bahsettiği
üzere kapital para olarak, daha yüksek para için yatırım aracıdır, yoksa
tüketime veya istiflemeye yönelik bir değişim aracı değil. Para ücret olarak, mübadele
aracı rolünü metanın el değiştirmesinde oynar. Kapital dolaşım ve üretim sürecinden oluşan bileşkesiyle
döngüyü oluşturur. Genleşmek için işgücünü satın alır ve buna sunduğu pay kendisi
için hayati olan artı(k) değer için zorunludur. Günümüzde durum döngüye ilave
edilen yeni araçlarla çeşitlendirilmiştir; küresel bankacılıktan borsalara,
taşere işgücünden siyasi-sosyal-ekonomik, hatta psikolojik ortam oluşumlarına
kadar. Öyle ki, yardımlaşma kuruluşlarından sivil toplum örgütlerine, sosyal
medyadan post modern maddi ve manevi bilimcilik (!), tefecilik, simsarlığa
değin sürekli genleşen –evren gibi !- bir toplumsal model. Ve bu modellemeler üzerinden
pratiğini insan ve toplum mühendisliği üzerinden gerçekleştirme çabaları.
Tüm karmaşa içinde –ki amaçlananlardandır- adım adım ilerleyen zihinsel çürüme:
Küçük bir örnek; niçin doğanın katliamını veya çevreye ilişkin kirlenmeden söz
ediyoruz da, katledenin veya kirlenenin bizzat insan olduğunu direkt söylemek
yerine, lafı dolandırıp duruyoruz ve araya aracılar koyuyoruz. Evet, insan
kirlenmiştir ve temizlenmedikçe kirlilik daha da artacaktır (İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun
çıktı. Yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır ki vazgeçsinler.
Kur’an, 30-41).
Yeryüzünde
dolaşan fiziki ve sanal para miktarı nedir? Dolaşımı izlenebilmekte midir?
Karşılığında ne sunulmuştur? Sahiplenilmesindeki aşırı dengesizlik, alacak-borç
miktarı, kazanılanın dağılımı vs. Ve traji-komik durumlar neyin nesidir:
Reklama bakın; sürüyle yaşlı insan, kadınlı-erkekli kredi alabilmek için
bankanın birine koşuşturmakta ve daha sonra askeri düzende sıralanıp kameraya
poz vermektedir. İnsan yaşamının bir bölgesi para, kredi, kazanç, mülk için
koştururken, diğer bir bölgesi açlık ve her türlü zulüm altında inim inim
inlemektedir. Birileri bunu daha da körüklerken, birileri de kendi çapında
düzeltmek için varını yoğuna katmaktadır. Özellikle son 20 yıldır dünya
üzerindeki ayrışmanın her türlüsü keskinleşmektedir. İktisadın temel ilkelerinden biri haline getirilen ''insan
ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise kıttır'' önermesi sömürüdeki sözde
legaliteyi haklı kılmak isterken, heva ve heveslerimizin dizginlenemeyen
şahlanışı da normalize edilmiştir. Önermedeki ihtiyaç kelimesinin doğrusu “heva
ve heves”tir. Bu olağanlaşma, zamanı geldiğinde ümitsizlik dolu bir şaşkınlığın
ve gecikmiş bir uyanışın zemin hazırlayıcısı olacaktır (Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı
ve insan: “Buna ne oluyor?” dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü
senin Rabbin, ona vahyetmiştir. Kur’an, 99, 1-5).
Peki, bunca gelişime, işarete, bilinene rağmen geldiğimiz aşama nedir: Gözlerin
çoğunluğu cambazdan maada ipe odaklanmaya başlamıştır, artık...