1 Mayıs 2013 Çarşamba

İK İçin: İş’in Teorisi Üzerine-4 – Kuramın Açılımı

                                                 “Yaşamak insanın görevidir, yaşatmak ibadet.”
                                                                                          Fatih Sultan Mehmet


Çok geniş bir zemin bulmasa da, bazı yazılarda aktarmaya çalıştığımız “İş’in Teorisi” çalışması, bazı çevrelerce “ne olduğu, neyi kastettiği, açılımının içeriği ve niye İK’na izafe edildiği vb. hususlarda” sorulara muhatap olmuştur. Bu makalenin amacı, olabildiğince açıklayıcı bir şekilde bu hususlara yanıtlar sunmaktır. Öncelikle niye “İK İçin” ibaresine karşılık olarak belirtmek istediğim şudur: Çalışma hayatımın yurt dışındaki kısmında dünyanın en büyük kuruluşlarının bazılarında, kuruluş dışı danışma ve denetim grupları içinde özellikli konularla ilgili olarak çalışma imkânı buldum. Bilhassa, Orta ve Kuzey Avrupa’daki kuruluşlarda İK bölümünün çalışma hayatının yoğunluklu odak noktası olduğunu deneyimledim. Bu kuruluşlar arasında sanayi şirketleri haricinde araştırma enstitüleri, üniversiteler, küçük şirketler de vardı. Bunun nedenini merak ettiğimde cevabı kısa süre içinde aldım; insanla dolaysız ilgili bölüm İK idi. Bu bölüm diğer bölümleri özellikle yönetimsel ve sosyo-psikolojik açıdan yönlendirmekteydi ve üst düzeyde kuruluşun politikalarında çok önemli roller üstlenmişti. Diğer çok önemli bir özelliği ise işveren ile işgörenler arasındaki ilişkileri dengelemesi, bilhassa işgören aleyhine oluşan durumlarda onunla çok hızlı duygudaşlık kurabilmesi, onların hakkını kararlı bir şekilde savunması, ihtimalleri düşünerek önleyici tedbirler alabilmesi idi. Yaptığım akademik araştırmalar neticesinde bunu bilgi olarak da öğrenmiştim; Alman kökenli anayasal güvence altındaki “birlikte belirleme hakkının (Mitbestimmungsrecht)” bu ortamın tesis edilmesindeki rolü çok önemli ve başattır. Orta ve Kuzey Avrupa’da gözlemlediğim bu statükoya karşın, Kuzey Amerika kendine özgü olarak bu konuda inişli-çıkışlı ve statik olmayan bir zemine sahipti. Fark edileceği üzere anlattıklarım “geçmiş zaman kipi” kullanılarak sunulmaktadır. Çünkü son 25 yıllık dönemde dünyadaki küresel gelişim ve ekonomi-politik dönüştürücü etkisiyle toplumsal yaşamı, dolayısıyla çalışma hayatını da dönüştürmeye başlamıştır ve bu bağlamda geriye bir gidiş söz konusudur. Bu olumsuzluklara rağmen, bazı köklü şirketler ve kuruluşlar istikrarı korumayı ve sürdürmeyi başarmaktadırlar.

            Diğer noktadan hareketle böyle bir teori oluşumunun en önemli nedeni kültür havzamızda kuramsal çalışmadaki boşluk ve eksikliktir. Genel olarak uygulamalara temel teşkil eden fikri alt yapı ve modeller ithal niteliklidir. Bunların bakış açımıza, geniş anlamda kültürümüze, özelliklerimize ve hepsinden önemlisi özgünlüğümüze uygun olup olmadığı tartışmalıdır. Bu coğrafyada özgün düşünme potansiyeli, felsefe geleneği, bu geleneğin bilimsel bilgi üretimine eklemlenmesi, yani teori/nazariye üretimi son beş asırdır –istisnalar hariç- akamete uğramıştır. Günümüzde ülkemiz insanı veya daha mikro bağlamda “öğrenim görmüş” yöneticiler arasında baskın olan tarz, batıdan, özellikle anglo-amerikan ve bunun düşünsel alt yapısını küçümsenmeyecek ölçüde etkileyen post modernist akımın Fransız kökenli, edebi stilde yazılan, bilimsel görünüm verilen (yanlış kavram kullanımları), ancak derinliğinde bilimi istismar eden ve dışlayan köktenci fikirleri ile şekillenen çalışmalara dayanmaktadır. Bu hâkim stilin en belirgin özelliği militer olması ve fakat bunu örtülü bir şekilde yöneten yapılanmadır: Katı hiyerarşiye, kapalılığa, klikleşmeye, patronaja, güvensizliğe, kaygıya vb. dayalı strüktür. Bu realite ayrıca ele alınması gereken önemli bir konudur. Hülasa, coğrafyamızın düşünü/özel-özgün görüş derinliğinde yeşermeye başlayan kuramsallığa ihtiyacı her geçen gün daha da belirginleşmektedir.    

İş’in Teori’sinden söz etmek karmaşık bir yumağı açmaya benzer. Kritik açma ucunu bulmak ayrı bir mesele, buldum derken, emin olduğunuzun “zannetmek” olduğunu deneyimlemek -biraz abartarak ifade etmek gerekirse- daha başka bir sukut-ı hayaldir. İş Teorisi, geliştirmeye çalıştığımız anlamda literatürde yer alan bir saha olmamakla birlikte, John Locke’un toplum ve devlet hakkındaki kuramındaki “mülkiyet” üzerine düşüncelerinin ilk alt başlığında “doğanın edinimi/elde edilmesi” fikrinden hareketle bahsedilmiş bir tezdir. Locke’a göre, insan doğal akıl ve anlayışın sağladığı akıl yürütümü üzerinden edimi ve yaptığı işin kendisine verdiği, sağladığı imkânla özel mülkiyet hakkına sahip olur. Örnek olarak verdiği durum bir yönüyle ilginçtir: “Ağaçtan düşmüş bir meyveyi yerden alıp kaldıran kişi, bu eylemi yaptığı işi ile beraber harmanlamış ve meyvenin sahibi olmuştur. Kişinin işi, onun mülkiyetini belirler.” Locke için yaşadığı dönem açısından, hatta sonrasında ve dahi günümüzde mülkiyet hakkı ve bunun devlet erki marifetiyle korunması, doğal haklar olan ‘yaşama ve özgürlüğün’ yanında tamamlayıcı ve özgün üçüncü hak olarak büyük önem arz etmekteydi. Bunlar bize sıradan gelebilir, ancak dönemi itibariyle son derece ileri düşüncelerdir (‘sıradan’ nitelendirmesi bizim için bilinçsel olarak kastedilmiştir, yoksa günümüz gerçeklikleri açısından da son derece önemli, hatta yaşamsaldırlar; zira insan evladının bunlar için yaptığı mücadele çeşitli şekillerde hala devam etmektedir). Liberalizmin babası olarak görülen, İngiliz ampirizminin savunucusu Locke, diğer yandan aydınlanmanın da en etkin ön düşünürlerindendir. Politik felsefesi, Amerikan bağımsızlık bildirgesi, anayasası ve Fransız anayasasına kaynaklık etmiştir. Locke’dan bu kadar söz etmemin nedeni, çok yönlü bu düşünürün bilerek veya bilmeyerek fikirlerinin “kapitalizmin devlet ekonomi-politiğinde” önemli bir role sahip olması ve günümüzde de devam eden pek çok travmatik çelişkilerin temel harcındaki payı olduğu gibi, iş teorisi hakkında fikirler beyan etmesidir. Her ne kadar onun bu fikirlerindeki bağlam, mülkiyet hakkı konusunda yoğunlaşmakla kısıtlı kalmışsa da…

            Bizim oluşturmaya çalıştığımız “İş Kuramı” öncelikle merkeze, merkez odağa –olguculukta kısmen de olsa oluşturulan ama tapınma abartısına dönüşen- kesinlikle benmerkezci konumlandırma olmayacak bir tarzda, oluşturduğu her şeyin (üretim, araçlar, ürün, hizmet, kurum vs.) önüne alınması ve üstüne çıkarılması gereken  insanı yerleştirmekte; çalışma hayatı ve en geniş anlamıyla yaşam içinde insanın işi, fikirleri, düşünceleri, duyguları, üretici gücü vb. vasıtasıyla sahip olduğu ve olabileceği ‘hakları’ vurgulamak, daha doğrusu ortaya koymak ve insanın sömürülmesine neden olan veya olabilecek tüm unsurları mümkün olduğunca alan içine çekerek, çalışma hayatına dair paradigmal oluşumlara taban hazırlamaktır. İlerlememiz, gelişimimiz çeşitli sahalarda büyük ve olumlu atılımlar yapmasına rağmen, bunun zıttı da –maalesef- aynı şekilde geçerlidir. Sadece açlık, aşırı dengesiz gelir dağılımı, yolsuzluklar, anormal maddi-manevi-mental sömürüyü misal göstermemiz hal-i pür melalimizi göstermek açısından yeter de artar sanırım. Konumumuz, konumlanmamız ne olursa olsun, kendimiz haricinde de bu gezegende yaşam bulan, kendine özgü yaşamı olan sayısız varlık bulunmaktadır. Bizim yapmaya çalıştığımız ise, bu deryada katre misali de olsa “iyi bir iş” yapabilme çabasıdır. İnsanın çalışma hayatı üzerine yazıya aktardığımız düşüncelerimizi teorik anlamda derlemeye çalışmamız, uygulamaya koyabileceğimiz aksiyonları öncelikle kuramsal bazda kritiğe, dolayısıyla sınamaya, yanlışlamaya açma ve böylelikle daha iyi uygulamalar için daha iyi teorilerin oluşturulmasını sağlamaktır. Bahsini ettiğimiz hususlar yeni şeyler değildir (vaz-ı cedit); başlangıcı kestirilemeyen, -iddialı bir sözcük olsa da- ezelî ve insanın ürettiği bilgilerin tekrardan incelenmesi, irdelenmesi, onları derin okumalara tabi tutarak anlamak, içselleştirmek ve böylece tekrar eden öğrenme süreçleriyle geliştirmek, iyileştirmek, geniş kapsam ve anlamda yenilemek-ihya etmektir (keşf-i kadim). Yani ortaya koyduğumuz, koyacağımız bilgi hangi şekilde olursa olsun, bambaşka-yepyeni olan değildir. Bu tematik ayrı bir çalışma konusudur. Bununla bağlantılı bir konuya kısaca değinerek, asli konumuza dönmek istiyorum: Bilgi, gelişim, kalkınma vs. hususlarda “dile pelesenk” edilen tipik bir söylem de doğu-batı mukayesesi yapmaktır. Bu bazı durumlarda, eğer kişi olumlu ve yararlı çıkarımlar yapmayı amaçlıyorsa değerli olabilir. Ama çoğunlukla bir tarafı aşağıda, diğerini ise yukarıda göstermeye yönelik ve böylece aşağılık kompleksi, megalomani, baskı-sömürü oluşturmak veya ezilmişlik duygusunu yapay bir şekilde bertaraf-baskılamak için yapılıyorsa (birçok oryantalistin/müsteşrikin veya doğulu bazı düşünürlerin yaptığı gibi) bu karşılaştırmaların malayani ve hatta zarar verici olabileceği kanaatindeyim.     

İş’in teorisi; içeriğindeki yönetişim, sistem kuramsal yaklaşım, ilkesel duruş, nesil-geçiş analizi, özgünlük, sosyalizasyon, sosyal platform, sivilleşme, koçluk, mentorluk, insanlaş(tır)ma, endüstriyel-klinik psikoloji ve çalışma yaşamı ile ilgili diğer bazı modelleme(ler) olanakları sunan teorik alan çalışmaları vasıtasıyla çeşitli uygulamalar için zemin oluşturmayı hedefler. Bu teori, a’dan z’ye kritik akla ve yanılabilirliğe (fallibilism), yanlışlanmaya açıktır. Yani, kesinlik ve yanılgısız olma iddiasında değildir. Falibilizm bilgi kuramsal bir konumlanma olup, hiçbir zaman son bir temellendirme iddiasında değildir. İknalar, düşünceler veya hipotezler tekrarlayan bir şekilde hatalar yönüyle sınanırlar, imkân dâhilinde daha iyileri yerlerini alır. Falibilist yaklaşım bir tür bilimsel yöntem olarak, sosyal-teknik müdahalelere dayalı sonuçların ön hesaplamalarının mükemmeliyeti peşinde değildir; yani “en son, en sağlam temellendirme” fikrine odaklanmaz. Bilimin, insan yaşamının dogmalarda kilitlenip, kristalize olmasını ve her türlü düşünceye doğal veya yapay bir bağışıklık kazandırılmasının trajik sonuçlara, travmalara ve taassuplara yol açacağını göz önünde bulundurur. Bu bağlamda, “İş’in Teorisi” olarak sunduğumuz paradigmal sistem, gerek kuramsal gerekse akılcı pratik yönüyle kapalı bir sistem ve yöntem arayışı olmayıp, her daim yanlışlanmaya açıktır ve yerine daha iyilerinin konulabileceğini varsayar. Amacı, insan için daha iyinin, daha gelişmişin yolunu açmak ve yöntemsellik, etik, sosyolojik, politik, ekonomik vb. sahalarda uygulamalar için modeller sunmaktır.   

  “İş’in Teorisi” genel yansıması yönüyle toplum bilimsel ağırlıklı bir kuramdır. İş’e ve çalışma yaşamına dair problemlere, sistem kuramsal yaklaşımla çözümler üretmeyi hedefler. Bunu yaparken konuları kanaviçe işler gibi “çekirdek-minimal mantık (Kernlogik)” üzerinden, sürekli denetlenebilir bir şekilde icra etmeye gayret ve özen gösterir. Önceliği bu coğrafyanın çalışma yaşamıdır. Onun pek çok zaafları yanında ne denli güçlü yanları olduğunu tanır ve kabul eder. İlimi-bilimi yönlere, ülkelere, ırklara veya milletlere, kişilere göre ayırmaz, onu her insan için “yitik” olarak, süreklilik içinde edinilmesi gereken olarak görür. Karmaşayı olabildiğince düzenli bir tabana oturtmayı, değerlerin yerli yerinde ve gerçeklikleri ile ortaya konmasını, insanın yaşatılmasını ve onun haklarının, erdemlerinin, şerefinin savunulmasını ve her türlü sömürüye karşı korunmasını gaye edinmiştir. Diğer bir yönüyle bu kuram, birçok konudaki gelişime rağmen, çalışma hayatında çalışanlara sağlanan gelişimin paralellik arz etmediğini, işgörenin dezavantajlı taraf olduğundan hareketle, onların işyerinin herhangi bir unsuru değil, eşit haklara sahip vatandaşlar oldukları hususunda ısrarcıdır. Yani belirleyici kolektif iradenin “demokratik dengeleme” ilkesine dayandığını vurgular.

2 yorum:

  1. Bu bildiğimiz Peter Drucker'ın bahsettiği "Theory of Business" mı? http://www.secondroad.net/foundations/conversation6/the_theory_of_business_drucker.pdf

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Drucker’ın formülasyonu „Theory of the Business“ ile makalemde yer alan İş’in Teorisi arasındaki en belirgin farklılıklardan ilki, kavramsallık açısından, “iş” ile vurguladığımın “business” değil, “work-working ve/veya kısmen labour (ing.), Arbeit (alm.)” sözcüğüne karşılık gelmesidir. Drucker’ın kuramsal yapılandırmasının, “The Practice of Management (1954)” adlı eserinde yer alan “business” sözcüğünün tanımlamasında; “There is only one valid definition of business purpose: to create a customer. (...) It is the customer who determines what the business is. (...)“ temellendiğini düşünüyorum. ‚Müşteri oluşturmak-yaratmak‘ kavramının belirlenmesini müteakip, Drucker için baskın unsurlar işletme ve her işletmeninin taban bulduğu iki esas temel fonksiyon olan marketing ve inovasyon olgularıdır; öyle ki bunlar tam anlamıyla girişimci işlevlerlerdir (entrepreneurial functions). Marketing satışa göre daha geniş ve kapsayıcıdır (age.).
      2008 yılında üzerinde notlar almaya başladığım (çok kısıtlı zamanlarda kaplumbağa hızıyla) İş’in Teorisi’ne ilişkin çalışmalarım ağırlıklı olarak çalışma içi ve dışı hayatındaki deneyimler ve gözlemlerden yola çıkılmak suretiyle oluşturulmaya başlanmıştır. Daha önceden de incelediğim Drucker’ın söz konusu teorisi, diğer çalışmaları haricinde yoğun bir literatür ve kaynak taraması çalışmalarıma eşlik etmiştir. Bu çalışmalarda daha önce 90’lı yılların sonunda rastladığım „Theory of the Business“ (1994, Harvard Business Review, S. 95-104) tarafımca tekrar incelenmiş ve Drucker’ın formülasyonunun kökeninin Joseph Schumpeter’in Entrepreneurship-Teorisine dayandığı, daha doğrusu ondan esinlendiğini saptamıştım. Joseph Schumpeter’in eserinde “Theorie der wirtschaftlichen Entwicklung (İktisadi Kalkınmanın Kuramı) (Berlin 1911, yeni basım Berlin 2006)“ çekirdek düşünce olarak yer alan marketing ve strateji arasındaki bağlantının yanı sıra, belirttiği „üretim etkenlerinin yeni kombinasyonları“, işletmesel-şirket girişimciliğinin inovasyonel varlık ve anlamını içerir (o zamanlar inovasyon kavramı henüz teşekkül etmemişti!). Görüleceği üzere, sadece kavramsal değil, dayanak noktaları ve içerik yönüyle de Drucker’ın kuramsallığı ile İş’in Teorisi derin farklılıklar içermektedir. İlki işletmesel rasyonalizasyon odaklı iken, ikincisi sadece işletmesel değil toplumsal yönü ile de sosyalizasyon olgusu üzerinde yapılandırılmaktadır. Diğer belirleyici fark bilimsel teori öğretisi/epistemoloji kapsamındadır: Theory of the Business yapılandırılması itibariyle ekonomik ve teknolojik – kısmen sosyolojik- açıdan değişimlere, gelişmelere bağlı olarak yıpranma, eskime gibi gidişatlarda sürdürülebilirliğini yitirirse, geliştirilecek başka bir “theory of the business” eskisinin yerini alır. İşte tam da bu nedenle Drucker’ın çalışmasını teoriden maada bir tür “kuramsal karakterli sistematik model” olarak adlandırıyorum. İş’in Teorisi ise endüstri devriminden bu yana çeşitli yansımaları ile devam eden sosyal soru(n)dan (Alm. Soziale Frage) kaynaklanan toplumsal -bilhassa çalışma hayatına yönelik sosyo-psikolojik- problemlere karşı çözümlemeler sunabilecek paradigmal bir yapılanmayı amaçlamaktadır.

      Sil

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...