Fatih Sultan Mehmet
Çok
geniş bir zemin bulmasa da, bazı yazılarda aktarmaya çalıştığımız “İş’in
Teorisi” çalışması, bazı çevrelerce “ne olduğu, neyi kastettiği, açılımının
içeriği ve niye İK’na izafe edildiği vb. hususlarda” sorulara muhatap olmuştur.
Bu makalenin amacı, olabildiğince açıklayıcı bir şekilde bu hususlara yanıtlar
sunmaktır. Öncelikle niye “İK İçin” ibaresine karşılık olarak belirtmek istediğim
şudur: Çalışma hayatımın yurt dışındaki kısmında dünyanın en büyük
kuruluşlarının bazılarında, kuruluş dışı danışma ve denetim grupları içinde özellikli
konularla ilgili olarak çalışma imkânı buldum. Bilhassa, Orta ve Kuzey
Avrupa’daki kuruluşlarda İK bölümünün çalışma hayatının yoğunluklu odak noktası
olduğunu deneyimledim. Bu kuruluşlar arasında sanayi şirketleri haricinde
araştırma enstitüleri, üniversiteler, küçük şirketler de vardı. Bunun nedenini
merak ettiğimde cevabı kısa süre içinde aldım; insanla dolaysız ilgili bölüm İK
idi. Bu bölüm diğer bölümleri özellikle yönetimsel ve sosyo-psikolojik açıdan
yönlendirmekteydi ve üst düzeyde kuruluşun politikalarında çok önemli roller
üstlenmişti. Diğer çok önemli bir özelliği ise işveren ile işgörenler
arasındaki ilişkileri dengelemesi, bilhassa işgören aleyhine oluşan durumlarda
onunla çok hızlı duygudaşlık kurabilmesi, onların hakkını kararlı bir şekilde
savunması, ihtimalleri düşünerek önleyici tedbirler alabilmesi idi. Yaptığım
akademik araştırmalar neticesinde bunu bilgi olarak da öğrenmiştim; Alman
kökenli anayasal güvence altındaki “birlikte belirleme hakkının (Mitbestimmungsrecht)” bu ortamın tesis edilmesindeki rolü çok
önemli ve başattır. Orta ve Kuzey Avrupa’da gözlemlediğim bu statükoya
karşın, Kuzey Amerika kendine özgü olarak bu konuda inişli-çıkışlı ve statik
olmayan bir zemine sahipti. Fark edileceği üzere anlattıklarım “geçmiş
zaman kipi” kullanılarak sunulmaktadır. Çünkü son 25 yıllık dönemde
dünyadaki küresel gelişim ve ekonomi-politik dönüştürücü etkisiyle toplumsal
yaşamı, dolayısıyla çalışma hayatını da dönüştürmeye başlamıştır ve bu bağlamda
geriye bir gidiş söz konusudur. Bu olumsuzluklara rağmen, bazı köklü şirketler
ve kuruluşlar istikrarı korumayı ve sürdürmeyi başarmaktadırlar.
Diğer noktadan hareketle böyle bir
teori oluşumunun en önemli nedeni kültür havzamızda kuramsal çalışmadaki boşluk
ve eksikliktir. Genel olarak uygulamalara temel teşkil eden fikri alt yapı ve
modeller ithal niteliklidir. Bunların bakış açımıza, geniş anlamda kültürümüze,
özelliklerimize ve hepsinden önemlisi özgünlüğümüze uygun olup olmadığı
tartışmalıdır. Bu coğrafyada özgün düşünme potansiyeli, felsefe geleneği, bu
geleneğin bilimsel bilgi üretimine eklemlenmesi, yani teori/nazariye üretimi
son beş asırdır –istisnalar hariç- akamete uğramıştır. Günümüzde ülkemiz insanı
veya daha mikro bağlamda “öğrenim görmüş” yöneticiler arasında baskın olan
tarz, batıdan, özellikle anglo-amerikan ve bunun düşünsel alt yapısını
küçümsenmeyecek ölçüde etkileyen post modernist akımın Fransız kökenli, edebi
stilde yazılan, bilimsel görünüm verilen (yanlış kavram kullanımları), ancak
derinliğinde bilimi istismar eden ve dışlayan köktenci fikirleri ile şekillenen
çalışmalara dayanmaktadır. Bu hâkim stilin en belirgin özelliği militer olması
ve fakat bunu örtülü bir şekilde yöneten yapılanmadır: Katı hiyerarşiye,
kapalılığa, klikleşmeye, patronaja, güvensizliğe, kaygıya vb. dayalı strüktür.
Bu realite ayrıca ele alınması gereken önemli bir konudur. Hülasa, coğrafyamızın
düşünü/özel-özgün görüş derinliğinde
yeşermeye başlayan kuramsallığa ihtiyacı her geçen gün daha da
belirginleşmektedir.
İş’in Teori’sinden söz etmek karmaşık
bir yumağı açmaya benzer. Kritik açma ucunu bulmak ayrı bir mesele, buldum
derken, emin olduğunuzun “zannetmek” olduğunu deneyimlemek -biraz abartarak
ifade etmek gerekirse- daha başka bir sukut-ı
hayaldir. İş Teorisi, geliştirmeye
çalıştığımız anlamda literatürde yer alan bir saha olmamakla birlikte,
John Locke’un toplum ve devlet hakkındaki kuramındaki “mülkiyet” üzerine
düşüncelerinin ilk alt başlığında “doğanın edinimi/elde edilmesi” fikrinden
hareketle bahsedilmiş bir tezdir. Locke’a göre, insan doğal akıl ve anlayışın
sağladığı akıl yürütümü üzerinden edimi ve yaptığı işin kendisine verdiği,
sağladığı imkânla özel mülkiyet hakkına sahip olur. Örnek olarak verdiği durum
bir yönüyle ilginçtir: “Ağaçtan düşmüş bir meyveyi yerden alıp kaldıran kişi,
bu eylemi yaptığı işi ile beraber harmanlamış ve meyvenin sahibi olmuştur. Kişinin işi, onun mülkiyetini belirler.”
Locke için yaşadığı dönem açısından, hatta sonrasında ve dahi günümüzde
mülkiyet hakkı ve bunun devlet erki marifetiyle korunması, doğal haklar olan ‘yaşama
ve özgürlüğün’ yanında tamamlayıcı ve özgün üçüncü hak olarak büyük önem arz
etmekteydi. Bunlar bize sıradan gelebilir, ancak dönemi itibariyle son derece
ileri düşüncelerdir (‘sıradan’
nitelendirmesi bizim için bilinçsel olarak kastedilmiştir, yoksa günümüz
gerçeklikleri açısından da son derece önemli, hatta yaşamsaldırlar; zira insan
evladının bunlar için yaptığı mücadele çeşitli şekillerde hala devam
etmektedir). Liberalizmin babası olarak görülen, İngiliz ampirizminin
savunucusu Locke, diğer yandan aydınlanmanın da en etkin ön düşünürlerindendir.
Politik felsefesi, Amerikan bağımsızlık bildirgesi, anayasası ve Fransız
anayasasına kaynaklık etmiştir. Locke’dan bu kadar söz etmemin nedeni, çok
yönlü bu düşünürün bilerek veya bilmeyerek fikirlerinin “kapitalizmin devlet ekonomi-politiğinde” önemli bir role
sahip olması ve günümüzde de devam eden pek çok travmatik çelişkilerin temel
harcındaki payı olduğu gibi, iş teorisi hakkında fikirler beyan etmesidir. Her
ne kadar onun bu fikirlerindeki bağlam, mülkiyet hakkı konusunda yoğunlaşmakla
kısıtlı kalmışsa da…
Bizim oluşturmaya çalıştığımız “İş
Kuramı” öncelikle merkeze, merkez odağa –olguculukta kısmen de olsa oluşturulan
ama tapınma abartısına dönüşen- kesinlikle benmerkezci konumlandırma olmayacak bir tarzda, oluşturduğu her şeyin (üretim, araçlar, ürün, hizmet, kurum vs.) önüne alınması ve üstüne çıkarılması gereken insanı yerleştirmekte; çalışma hayatı ve en geniş
anlamıyla yaşam içinde insanın işi, fikirleri, düşünceleri, duyguları, üretici
gücü vb. vasıtasıyla sahip olduğu ve olabileceği ‘hakları’ vurgulamak,
daha doğrusu ortaya koymak ve insanın sömürülmesine neden olan veya olabilecek
tüm unsurları
mümkün olduğunca alan içine çekerek, çalışma hayatına dair paradigmal
oluşumlara taban hazırlamaktır. İlerlememiz, gelişimimiz çeşitli sahalarda
büyük ve olumlu atılımlar yapmasına rağmen, bunun zıttı da –maalesef- aynı
şekilde geçerlidir. Sadece açlık, aşırı dengesiz gelir dağılımı, yolsuzluklar,
anormal maddi-manevi-mental sömürüyü misal göstermemiz hal-i pür melalimizi
göstermek açısından yeter de artar sanırım. Konumumuz, konumlanmamız ne olursa
olsun, kendimiz haricinde de bu gezegende yaşam bulan, kendine özgü yaşamı olan
sayısız varlık bulunmaktadır. Bizim yapmaya çalıştığımız ise, bu deryada katre
misali de olsa “iyi bir iş” yapabilme çabasıdır. İnsanın çalışma hayatı üzerine
yazıya aktardığımız düşüncelerimizi teorik anlamda derlemeye çalışmamız,
uygulamaya koyabileceğimiz aksiyonları öncelikle kuramsal bazda kritiğe,
dolayısıyla sınamaya, yanlışlamaya açma ve böylelikle daha iyi uygulamalar için
daha iyi teorilerin oluşturulmasını sağlamaktır. Bahsini ettiğimiz hususlar yeni
şeyler değildir (vaz-ı cedit); başlangıcı kestirilemeyen, -iddialı bir
sözcük olsa da- ezelî ve insanın ürettiği bilgilerin tekrardan incelenmesi, irdelenmesi,
onları derin okumalara tabi tutarak anlamak, içselleştirmek ve böylece tekrar
eden öğrenme süreçleriyle geliştirmek, iyileştirmek, geniş kapsam ve anlamda
yenilemek-ihya etmektir (keşf-i kadim). Yani ortaya koyduğumuz, koyacağımız bilgi
hangi şekilde olursa olsun, bambaşka-yepyeni olan değildir. Bu tematik
ayrı bir çalışma konusudur. Bununla bağlantılı bir konuya kısaca değinerek,
asli konumuza dönmek istiyorum: Bilgi, gelişim, kalkınma vs. hususlarda “dile pelesenk”
edilen tipik bir söylem de doğu-batı mukayesesi yapmaktır. Bu bazı durumlarda,
eğer kişi olumlu ve yararlı çıkarımlar yapmayı amaçlıyorsa değerli olabilir.
Ama çoğunlukla bir tarafı aşağıda, diğerini ise yukarıda göstermeye yönelik ve
böylece aşağılık kompleksi, megalomani, baskı-sömürü oluşturmak veya ezilmişlik
duygusunu yapay bir şekilde bertaraf-baskılamak için yapılıyorsa (birçok
oryantalistin/müsteşrikin veya doğulu bazı düşünürlerin yaptığı gibi) bu
karşılaştırmaların malayani ve hatta zarar verici olabileceği kanaatindeyim.
İş’in teorisi; içeriğindeki yönetişim, sistem kuramsal yaklaşım, ilkesel
duruş, nesil-geçiş analizi, özgünlük, sosyalizasyon, sosyal platform,
sivilleşme, koçluk, mentorluk, insanlaş(tır)ma, endüstriyel-klinik psikoloji ve
çalışma yaşamı ile ilgili diğer bazı modelleme(ler) olanakları sunan
teorik alan çalışmaları vasıtasıyla çeşitli uygulamalar için zemin oluşturmayı
hedefler. Bu teori, a’dan z’ye kritik akla ve yanılabilirliğe (fallibilism), yanlışlanmaya açıktır.
Yani, kesinlik ve yanılgısız olma iddiasında değildir. Falibilizm bilgi kuramsal
bir konumlanma olup, hiçbir zaman son bir temellendirme iddiasında değildir.
İknalar, düşünceler veya hipotezler tekrarlayan bir şekilde hatalar yönüyle
sınanırlar, imkân dâhilinde daha iyileri yerlerini alır. Falibilist yaklaşım
bir tür bilimsel yöntem olarak, sosyal-teknik müdahalelere dayalı sonuçların ön
hesaplamalarının mükemmeliyeti peşinde değildir; yani “en son, en sağlam
temellendirme” fikrine odaklanmaz. Bilimin, insan yaşamının dogmalarda
kilitlenip, kristalize olmasını ve her türlü düşünceye doğal veya yapay bir
bağışıklık kazandırılmasının trajik sonuçlara, travmalara ve taassuplara yol
açacağını göz önünde bulundurur. Bu bağlamda, “İş’in Teorisi” olarak sunduğumuz
paradigmal sistem, gerek kuramsal gerekse akılcı pratik yönüyle kapalı bir
sistem ve yöntem arayışı olmayıp, her daim yanlışlanmaya açıktır ve yerine daha
iyilerinin konulabileceğini varsayar. Amacı, insan için daha iyinin, daha
gelişmişin yolunu açmak ve yöntemsellik, etik, sosyolojik, politik, ekonomik
vb. sahalarda uygulamalar için modeller sunmaktır.
“İş’in
Teorisi” genel yansıması yönüyle toplum bilimsel ağırlıklı bir kuramdır. İş’e
ve çalışma yaşamına dair problemlere, sistem kuramsal yaklaşımla çözümler
üretmeyi hedefler. Bunu yaparken konuları kanaviçe işler gibi “çekirdek-minimal
mantık (Kernlogik)” üzerinden, sürekli denetlenebilir bir şekilde icra etmeye
gayret ve özen gösterir. Önceliği bu coğrafyanın çalışma yaşamıdır. Onun pek
çok zaafları yanında ne denli güçlü yanları olduğunu tanır ve kabul eder.
İlimi-bilimi yönlere, ülkelere, ırklara veya milletlere, kişilere göre ayırmaz,
onu her insan için “yitik” olarak, süreklilik içinde edinilmesi gereken olarak
görür. Karmaşayı olabildiğince düzenli bir tabana oturtmayı, değerlerin
yerli yerinde ve gerçeklikleri ile ortaya konmasını, insanın yaşatılmasını ve
onun haklarının, erdemlerinin, şerefinin savunulmasını ve her türlü sömürüye
karşı korunmasını gaye edinmiştir. Diğer bir yönüyle bu kuram, birçok
konudaki gelişime rağmen, çalışma hayatında çalışanlara sağlanan gelişimin
paralellik arz etmediğini, işgörenin dezavantajlı taraf olduğundan hareketle,
onların işyerinin
herhangi bir unsuru değil, eşit haklara sahip vatandaşlar oldukları hususunda
ısrarcıdır. Yani belirleyici kolektif iradenin “demokratik dengeleme” ilkesine
dayandığını vurgular.
Bu bildiğimiz Peter Drucker'ın bahsettiği "Theory of Business" mı? http://www.secondroad.net/foundations/conversation6/the_theory_of_business_drucker.pdf
YanıtlaSilDrucker’ın formülasyonu „Theory of the Business“ ile makalemde yer alan İş’in Teorisi arasındaki en belirgin farklılıklardan ilki, kavramsallık açısından, “iş” ile vurguladığımın “business” değil, “work-working ve/veya kısmen labour (ing.), Arbeit (alm.)” sözcüğüne karşılık gelmesidir. Drucker’ın kuramsal yapılandırmasının, “The Practice of Management (1954)” adlı eserinde yer alan “business” sözcüğünün tanımlamasında; “There is only one valid definition of business purpose: to create a customer. (...) It is the customer who determines what the business is. (...)“ temellendiğini düşünüyorum. ‚Müşteri oluşturmak-yaratmak‘ kavramının belirlenmesini müteakip, Drucker için baskın unsurlar işletme ve her işletmeninin taban bulduğu iki esas temel fonksiyon olan marketing ve inovasyon olgularıdır; öyle ki bunlar tam anlamıyla girişimci işlevlerlerdir (entrepreneurial functions). Marketing satışa göre daha geniş ve kapsayıcıdır (age.).
Sil2008 yılında üzerinde notlar almaya başladığım (çok kısıtlı zamanlarda kaplumbağa hızıyla) İş’in Teorisi’ne ilişkin çalışmalarım ağırlıklı olarak çalışma içi ve dışı hayatındaki deneyimler ve gözlemlerden yola çıkılmak suretiyle oluşturulmaya başlanmıştır. Daha önceden de incelediğim Drucker’ın söz konusu teorisi, diğer çalışmaları haricinde yoğun bir literatür ve kaynak taraması çalışmalarıma eşlik etmiştir. Bu çalışmalarda daha önce 90’lı yılların sonunda rastladığım „Theory of the Business“ (1994, Harvard Business Review, S. 95-104) tarafımca tekrar incelenmiş ve Drucker’ın formülasyonunun kökeninin Joseph Schumpeter’in Entrepreneurship-Teorisine dayandığı, daha doğrusu ondan esinlendiğini saptamıştım. Joseph Schumpeter’in eserinde “Theorie der wirtschaftlichen Entwicklung (İktisadi Kalkınmanın Kuramı) (Berlin 1911, yeni basım Berlin 2006)“ çekirdek düşünce olarak yer alan marketing ve strateji arasındaki bağlantının yanı sıra, belirttiği „üretim etkenlerinin yeni kombinasyonları“, işletmesel-şirket girişimciliğinin inovasyonel varlık ve anlamını içerir (o zamanlar inovasyon kavramı henüz teşekkül etmemişti!). Görüleceği üzere, sadece kavramsal değil, dayanak noktaları ve içerik yönüyle de Drucker’ın kuramsallığı ile İş’in Teorisi derin farklılıklar içermektedir. İlki işletmesel rasyonalizasyon odaklı iken, ikincisi sadece işletmesel değil toplumsal yönü ile de sosyalizasyon olgusu üzerinde yapılandırılmaktadır. Diğer belirleyici fark bilimsel teori öğretisi/epistemoloji kapsamındadır: Theory of the Business yapılandırılması itibariyle ekonomik ve teknolojik – kısmen sosyolojik- açıdan değişimlere, gelişmelere bağlı olarak yıpranma, eskime gibi gidişatlarda sürdürülebilirliğini yitirirse, geliştirilecek başka bir “theory of the business” eskisinin yerini alır. İşte tam da bu nedenle Drucker’ın çalışmasını teoriden maada bir tür “kuramsal karakterli sistematik model” olarak adlandırıyorum. İş’in Teorisi ise endüstri devriminden bu yana çeşitli yansımaları ile devam eden sosyal soru(n)dan (Alm. Soziale Frage) kaynaklanan toplumsal -bilhassa çalışma hayatına yönelik sosyo-psikolojik- problemlere karşı çözümlemeler sunabilecek paradigmal bir yapılanmayı amaçlamaktadır.