30 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Sahneden Bin Oyuna: Cambazın İpi

1990’lı yıllarda Türkiye’nin kuzey odağı, daha doğru bir deyişle İstanbul-Kocaeli havzası, Anadolu sermaye hareketi ile değişik bir çekişme (rekabet değil) içine girmişti. Zamanın zihniyetine (Zeitgeist- özellikle ruh demiyorum) uygun olarak motto “yeşil sermaye”, “Anadolu kaplanları” vb. idi. Zaten, C. von Clausewitz’in de ifade ettiği gibi, stratejik düşünce (akılcılık) “Liderler, şimdi ölümcül bir rakip olarak gördüklerini, ilerisi için ciddi bir müttefik olarak görebilme yetisine sahip olmalıdır. Bunun tersi de doğrudur” diplomatik bakış açısını kendi etiği içinde yapılandırır. Buna uygun olarak –insani yapımıza da- (negatif anlam yüklü değil) sloganlar eşliğinde yürütülen çekişme 2000’lerde dinmiş gibi görünüyor. Hatta genel olarak unutulmuş… Bu ve benzer eylem-olayları iyi okumanın önemli olduğu düşüncesindeyim. Birey(ler) için farklı yansımaları olan ve özneler arası ilişkilerde “cambaza bak ve bağır-çağır münakaşa et” siyasası, derinliğinde sarsıcı sosyolojik çalkantılara, toplum üzerindeki oyunun amaçlarına hizmet eder. Bu nevi siyasalar, stratejik araçsallığa haizdirler ve “Mutlak Politika” tarafından üretilip emir er(ler)i rolünü üstlenirler.
Mutlak Politika olarak adlandırdığım olgusal kavram uzun vadeli, ince planlara dayalı üretken oyundur. Ağırlıklı olarak sahneye sürülen strateji kavramı söz konusu politikayı perdelemek amacıyla kullanılan suretlerin etkili olanlarındandır. Yani politika “unsur” olandır. Dikkat ediniz, dünya üzerindeki ekonomik kurumların taşıyıcı çekirdeği olan şirketler ve bunlara bağlı olarak geliştirilen çalışma yaşamı olgusunda en sık kullanılan kavramların başında strateji sözcüğünden türetilenler gelir. Zaten stratejinin kategorik biçimlenmesindeki önemli yapı taşlarından biri olan “derin bakış açısı” (perspektif) çalışma yaşamına belirli yönetimsel, gelişimsel vb. modellemeleri sunar. Çoğunluğu bilimsel altyapıdan ve iş pratiğinden yoksun sürüyle konu, ardına “yönetim” takısı getirilerek veya “liderlik” sözcüğü eşliğinde yüksek fiyatlara satılır. Amaç paraya tahvilin yanı sıra işletmesel denetimin yapılandırılmasıdır. “Kapitalist, tıpkı dizginleri, gemi, mahmuzları, havucu, kamçıyı ve doğuştan gelme eğitimini kendi iradesini dayatmak amacıyla kullanan binici gibi, yönetim aracılığıyla denetim sağlamaya çabalar. Denetim ise, bütün yönetim teorisyenlerinin örtük ya da açık olarak kabul ettikleri gibi, tüm işletme yönetimi sistemlerinin merkezi kavramıdır(Emek ve Tekelci Sermaye, Braverman). Örneğin son yılların sıklıkla vurgulanan satış sloganı ve oluşturulan propagandası “Müşteri Memnuniyeti Yönetimi” bilinen amaçları dışında işgücünün denetimini de kapsar ve tipik baskı araçlarından biridir. Diğer yandan her nedense bu konu, çalışana kendine verilen değerin, müşteriye verilen değerden daha değersiz ve kendisinin de sonuçta bir müşteri olduğunu da tespit ettirir ve genelde tek yanlı sorgulamayı tetikler, yanıtları olan ama sonuçları olmayan bir sorgulamayı. Modernist-kapitalist yaklaşım çalışma ortamını, çalışan açısından pek çok bu cins sorgulamalarla başkalaştırır ve böylece çalışan zihnini bloke eder, karmaşıklaştırır. Odaklanma düşük ücrete ve bununla ilişkili sömürüye yönelir, sendikal örgütlenme ücrete yoğunlaşır ve diğer sömürü öğeleri gölgelenir, hatta zaman zaman unutturulur (mesela çok yönlü bir soru: emek bir meta mıdır, yoksa değerli bir insani işlev mi?). Bu süreç bir yandan başkalaşmanın oluşturduğu bıkkınlık ve güçsüzlüğün, diğer yandan yasal üstyapının oluşturduğu dezavantajlı açıklığın getirisi olan çaresizlikle kuşatılır. Çaresizlik hali, oluşturulmuş ortam ilintili dönemlerle, örneğin ekonomik belirsizlik, istikrarlı işsizlik vb. desteklenir. 2008’den bu yana devam eden yeniden biçimlenmenin küresel ölçekteki kritik-belirsiz dönem oluşumu, her türlü çalışan hakkı arayışlarını tamponlama açısından fırsat olarak görülmüş ve ortam dönüşümü istenilen kıvama getirilmiştir. Sigortasız, düşük ücrete dayalı ağır ve ucuz maliyetli iş ortamı, işgücü arz ve talep dengelemesini, dolayısıyla aranılan üst nitelikli işgücü ücretlerini dahi olması gerekenin altında tutmak için imkân sağlamıştır. Günümüzde bazı işverenlerin yetişmiş, kalifiye işgücü açığını dillendirmelerinin arka planının irdelenmesi gerekmektedir. Bu sorunsalın merkezinde sadece bu tür işgücündeki açık (!) değil, düşük ücrete ilişkin tutum da yer almaktadır. Ayrıca, genel olarak işyerlerindeki (azımsanmayacak) eksiklikler, kusurlar ve kötü, hatta rezil diyebileceğimiz çalışma koşulları da sorgulanmalıdır. Ve ayrıca adım adım ıskartaya çıkarılan sosyal devlet ilkesi!        
Kapitalin karakteristiğinin temel taşlarından biri fizikle ilintili analojiden (evrenin gen-iş-le-ş-mesi) esinlenmiştir adeta: Ribâ; yani artma, çoğalma, şişme, genleşme. Ribâ sözcüğünü tercihimiz “yeşil sermaye” olarak adlandırılan, ancak sonuçta kapitalist zihniyetin belki farklı olma iddiasındaki bir yansıması olan kısmının da nasıl arkadan dolandığını göstermekten kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere, Türkçemizde faiz denilen ekonomik enstrüman söz konusu kesim tarafından haram olduğu gerekçesiyle reddedilmektedir (bulaşmadığı kıyı-köşe, toz zerresi dahi kalmadığı halde). Semavi dinlerde, özellikle Kur’an da şiddetle yasaklanan, hatta şirke eşdeğer olabilen ribâ gerçek anlamıyla bizim kullandığımız faiz kelimesinin tam karşılığı mıdır acaba? Latincedeki karşılığı varlık değeri anlamındaki zensus kelimesi olan bu kavram, hem menkul- hem de gayrimenkul kapital için geçerli kullanıma haizdir. Asli anlamda, kullanıma giren kapitalin her türlü adaletsiz, haksız yollarla çoğaltılması, genleşmesi ribâdır. Ayrıca, kullandığımız manadaki faizin karşısına konan kar payı sözcüğü, “gerçek anlamdaki kar-zarar ortaklığı”, yani ticaretin etik bir öğesinden- idesinden türetilse de neticede aynı faiz gibi oransal bazda reklamı yapılan ve herhangi bir kişisel emek içermeyen pasif edim-yatırımın karşılığıdır. Zaten dikkat edilecek olursa, piyasa açısından ikisi arasındaki değer paralelliği anında görülecektir. Kapitalin kendi içindeki “ninnisi” çevresel şartlara ve gelişime göre şekillenir. Önemli olan çok kazanmaktır. Çok kazanmak tek bir hedefe odaklanmaz; paradan güce, düşünselden, etkin olmaktan sömürünün gelişmiş ve geliştirile(bile)n her türüne. Sermaye kendine düşman kesilen ideolojik boyutlu fikri bileşkelerden dahi faydalanır. Karakteri gereği fırsatçı ve faydacıdır. Öyle ki belki de yegâne paradigması yararcılık üzerinde kurulu olandır. Kendi içindeki savaşımı ortak asgari zemini oluşturmak ve asli karşı fikri yapıyı ideoloji(lere)ye dönüştürmek, gerekli ise fiilen yapılandırmak ve ihtiyaç duyduğu düşmanı, ötekini sahneye sürmektir. Kapitalin türleştirilmesi, türlerin isimlendirilmesi ve karşıt her çeşit propagandalar ana amaca hizmet eder: Başat hedeflerin döngüsünün dengelenmesi. Marx’ın teoreminde bahsettiği üzere kapital para olarak, daha yüksek para için yatırım aracıdır, yoksa tüketime veya istiflemeye yönelik bir değişim aracı değil. Para ücret olarak, mübadele aracı rolünü metanın el değiştirmesinde oynar. Kapital dolaşım ve üretim sürecinden oluşan bileşkesiyle döngüyü oluşturur. Genleşmek için işgücünü satın alır ve buna sunduğu pay kendisi için hayati olan artı(k) değer için zorunludur. Günümüzde durum döngüye ilave edilen yeni araçlarla çeşitlendirilmiştir; küresel bankacılıktan borsalara, taşere işgücünden siyasi-sosyal-ekonomik, hatta psikolojik ortam oluşumlarına kadar. Öyle ki, yardımlaşma kuruluşlarından sivil toplum örgütlerine, sosyal medyadan post modern maddi ve manevi bilimcilik (!), tefecilik, simsarlığa değin sürekli genleşen –evren gibi !- bir toplumsal model. Ve bu modellemeler üzerinden pratiğini insan ve toplum mühendisliği üzerinden gerçekleştirme çabaları. Tüm karmaşa içinde –ki amaçlananlardandır- adım adım ilerleyen zihinsel çürüme: Küçük bir örnek; niçin doğanın katliamını veya çevreye ilişkin kirlenmeden söz ediyoruz da, katledenin veya kirlenenin bizzat insan olduğunu direkt söylemek yerine, lafı dolandırıp duruyoruz ve araya aracılar koyuyoruz. Evet, insan kirlenmiştir ve temizlenmedikçe kirlilik daha da artacaktır (İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun çıktı. Yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır ki vazgeçsinler. Kur’an, 30-41).

            Yeryüzünde dolaşan fiziki ve sanal para miktarı nedir? Dolaşımı izlenebilmekte midir? Karşılığında ne sunulmuştur? Sahiplenilmesindeki aşırı dengesizlik, alacak-borç miktarı, kazanılanın dağılımı vs. Ve traji-komik durumlar neyin nesidir: Reklama bakın; sürüyle yaşlı insan, kadınlı-erkekli kredi alabilmek için bankanın birine koşuşturmakta ve daha sonra askeri düzende sıralanıp kameraya poz vermektedir. İnsan yaşamının bir bölgesi para, kredi, kazanç, mülk için koştururken, diğer bir bölgesi açlık ve her türlü zulüm altında inim inim inlemektedir. Birileri bunu daha da körüklerken, birileri de kendi çapında düzeltmek için varını yoğuna katmaktadır. Özellikle son 20 yıldır dünya üzerindeki ayrışmanın her türlüsü keskinleşmektedir. İktisadın temel ilkelerinden biri haline getirilen ''insan ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise kıttır'' önermesi sömürüdeki sözde legaliteyi haklı kılmak isterken, heva ve heveslerimizin dizginlenemeyen şahlanışı da normalize edilmiştir. Önermedeki ihtiyaç kelimesinin doğrusu “heva ve heves”tir. Bu olağanlaşma, zamanı geldiğinde ümitsizlik dolu bir şaşkınlığın ve gecikmiş bir uyanışın zemin hazırlayıcısı olacaktır (Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı ve insan: “Buna ne oluyor?” dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. Kur’an, 99, 1-5).

Peki, bunca gelişime, işarete, bilinene rağmen geldiğimiz aşama nedir: Gözlerin çoğunluğu cambazdan maada ipe odaklanmaya başlamıştır, artık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...