M. Gökhan Alyürük
Kapitalizmin
zemin düzenleyicisi ve şemsiyesi, merkez mekanizma olan emperyal anlayış ve faydacı
addettiği durumlarda kullanmakta tereddüt etmediği her türlü silaha dayalı
tahrip edici yaygın ve kaba güç, oluşturduğu kapsamlı ve sonradan düşündüğü,
dışı parlak dönüştürülebilir sistemi gidebileceği noktaya kadar götürecektir.
İnsan egosunun zaaflarının yanı sıra mubah sayıcı akıl, gündem oluşturucu
üretimleri ile sistemin gerektiğinde dönüştürülebilir ve böylelikle uyum-sürekli
olması yönündeki çalışmalarıyla destek işlevini sürdürecektir. Konu karmaşık
bir derinliğe sahiptir; bu derinlik yeni zamanlarda daha da fazla sayıda
parçalamalar sayesinde artmaktadır. Zira gücü araçsallaştıran sınıf çok
önceleri keşfettiği bölme ve yönetme yöntemini daha da geliştirmiştir. Söz
konusu derinlik göründüğünden daha katmanlıdır ve böyle olması için elden gelen
sistematik bir şekilde yapılmaktadır. Kaos görüngülü düzen çok çeşitliliği
(kesret) barındırır; bu doğaldır ve bunun idaresi de tabii olarak birlik
(vahdet) doğrultusunda yapılır. Kadim bilginin saptadığı ve inandığı bu
sonuç-gerçeklik, yeni fizik dalgasında da fark edilmiş, iyi niyetli bilim
insanları bu bilginin sağladığı misyonu geniş anlamıyla huzur ve barış için bir
beceri-yöntem ilmi olarak insanlığa duyurmaya, böylece gezegenin şifası için
kullanmaya çalışmaktadır. Ancak vahşi ve bencil yanımız, zaten var olan çokluğu
“neo Kartezyen” sistematiğin siyasallaştırılması ile daha da çeşitlendirmiş;
idareyi kapalı bir birliktelikle çokluk ve parçalama üzerinden yürütmeye çalışmaktadır.
Parçalama açıklık ve şeffaflığın sosyal propagandası ile uygulanmaktadır. Bu
bağlamda asıl ilginç olan yukarıda bahsettiğimiz iyi niyetli yaklaşım ve
praktikanın dahi zaaflarının kullanılarak kabalığın kulvarına çekilmesi ve ilk
temel isteğin, yani çatışma psikolojisi oluşturma amacının karşılanmasıdır.
Bilhassa sivil toplum hareketlerinin arka planı iyi incelendiği takdirde bu
durum fark edilecektir. Huzur ve barış birliğin, birlikteliğin, bütüncüllüğün
hem anahtarları hem de tecellileridir. Buna karşın çatışma anlayışı çokluğun,
doğal olmayan karmaşıklığın zeminlerinden biridir ve son derece etkilidir.
Çatışmanın oluşturulması ve yönetimi çok çeşitli araçlarla yapılabilirdir.
Tehdit, kaba kuvvet, gerekirse zafiyetlerin maddi imkânlarla kullanılması gibi.
Sonuçta sağlanmak istenen çatışma ile eliminasyonun gerçekleştirilmesidir.
İnsanlık tarihinde, en ilkel biçimlerinden çağımızdaki en gelişmiş biçimlerine
değin bu aksiyon kullanılan ve geliştirilen bir tarzdır. Bu durum süreklilik
arz eden savaş halidir ve bireyin iç dünyasında da oluştadır. Daha dar anlamda
iş hayatı da bu savaş halinden payını almaktadır. Gerek öznel gerekse
oluşturulan nesnellikte piyasa, insani ahlakın pragmatikleştirilmesi sonucu bir
tür çatışma sahası, kurtlar sofrasıdır. Pragmatizm, felsefeyi siyasal bir model
üzerine oturtmuş ve reele, kendi reel anlayışına endekslemiştir. Bu modellemede
“Politika” en geniş anlamıyla parçalara ayrılmış ve bütünlüğü fazla bir anlam
ve değer ifade etmez. Savaş ve barış parçalanmış zıtlardır; politika bu bakış
açısı temelinde oluşturulan çok standartlı bir yürütme aracıdır. Ve kapitalist
ekonomi piyasayı, pazarı ve şirketleri bu derinlikte konumlandırır. Bu
konumlandırma fikri insani değerden önceldir ve sosyalleşmesi bu yönde
geliştirilir. Savaş ve barışı bütüncül olarak kabul eden, üst ve alt yapısını,
asli yapıyı “Politika” (Carl von Clausewitz’den alıntılanarak) * olarak addeden
“Marksist-Leninist” görüş ilk algıda karşıtlık gibi görünse de sonuçta daha
çok alternatif ağırlıklı karakterdedir. Neşet eden ekonomik-politiği, yani
komünist yapı da kurban psikolojisi içinde belirsizleşerek asli amaçların çok
uzağına düşmüş ve iktisadi anlamda kendini çelmelemiştir. Komünist rejimin
Bolşevik devrimi öncesi ve sonrası gelişimler siyasi tarihsel açıdan iyi
incelendiği, irdelendiği takdirde emperyal politiğin ağırlıklı yönlendirmesi
ile nasıl “öteki” olarak istenerek kurdurulduğu ve kapitalist düzene haklılık,
idealleştirme zemini hazırladığı görülecektir. Bu hususta Lenin, Stalin
ve diğerlerinin dünya düzenindeki ilişkilerinin iyi bir okumasının yapılması
madalyonun diğer yüzünü açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Benzer
durum Hitler ve nasyonal sosyalizm açısından da pek faklı değildir.
Bir diğer dünya görüşü (Weltanschauung) yeşilci-çevreci idealizmdir. Özellikle
70’li yıllarda taban bulan (gerçi önceleri de vardı, hatta Alman
nasyonal-sosyalist parti içinde oldukça ciddi bir öneme sahipti; arka planına
şimdi giremeyeceğiz) bu görüş, özellikle Orta Avrupa’da siyasal partilerini
iktidara ortak etmiş ve eko sistem, barışçıl yönlerden bazı düzeltimleri
sağlamıştır. Ancak izlediği politikalar pragmatik düzlemde dalgalı bir seyir
izlemektedir.
Kapitalizmin işletmesel aklı,
özellikle 20. Yy.ın son çeyreğinde köktenci-yönetim doktrinin kapsama alanını
genişletmesi gerektiğinin farkına varmış, böylelikle karşıt bakış açılarının
dönüştürülmesi faaliyetlerine hız vermiştir. Karşıtlık, kapitalist ideoloji
için çok yönlü sömürü kadar yaşamsal öneme sahiptir. Karşıtlığın sacayağı
“düşman, öteki ve rekabet”tir. Sermaye geniş görüşlü olma zorunluluğunu
bilmektedir. Oluşması ve olgunlaşma süreci ile beraber eytişimin (dialectique)
farkındadır ve görünür alanda özellikle Marx’la bunun nasıl uygulamaya
geçirileceğini gayet iyi fark etmiştir. Bunların etkileri sosyal, politik,
ekonomik alanlardan tutun; özelde bireyin tüketici yönünün yanında,
zihinsel-psikolojik sahasına da girmek suretiyle görülmektedir. Ana başlık
“bilgi çağı” ve bu bağlamda başlıca araç yüksek teknolojiye dayalı bilişimdir.
Kuramsallık teknoloji ile uygulamasını sağlar ve somut tabana oturur. Ancak,
kapitalin büyüyerek devamı için somut altyapı tek başına yeterli değildir. Aynı
zamanda ihtiyaç duyulan soyut ve yarı soyut/yarı somut üstyapının araçsallığı
ise zihinsel üretim, bilgi ve modellemelere dayalı idelerdir. Maddi sahanın
hâkimiyet altına alınması ayaklardan birini, tinselin kontrolü de ayaklardan
diğeridir. Özellikle 19. Yy.dan bu yana etkin olan ideolojik unsurlar, kritik
karşıtlık işlevini tamamlamışlardır (gerçi ”yeni Marksist” modeller yine
gündeme gelmektedir). Bunun yerine ikame edilen silahlı ve psikolojik
çatışmalar, üretilmiş stratejik doktrinler (yapay ideolojiler) vasıtasıyla
boyutu (küresellik) ve ekseni (ağırlıklı Orta-Doğu) değiştirip
dönüştürmüşlerdir. Bu anlamda, bireye giden yol kapitalist sistemin en önemli
unsurlarından olan şirketler aracılığı ile edinilmiş, bilginin ve bağlı
teknolojinin yükselen değer (!) haline getirilmesi, kurumsallaştırılması hatta
putlaştırılması sağlanmıştır. Artık insan yaşamında gerçeklik ve sanallık
zıtlar olarak değil, sentezlenmiş “kabul gören” olarak algılanabilmektedir. Birey
için önemli olan hız, erişim ve iletişim her geçen gün daha da ivme kazanmakta
ve diğer pek çok önem atfedilenler gibi vazgeçilemez ve daha fazlası talep
edilen olmuştur. Netice elde edilmiştir: Teknolojinin ağır basan bağlayıcılığı
ve böylece oluşturulan bilginin… Alanların yayılması gerek çeşitliliği gerekse
parçalanma ve karışıklığı-karmaşıklığı arttırmıştır. Öyle ki, bilgi tutarlı,
gerekli ve zorunludan öteye tutarsız, saçma ve keyfiye değin çok geniş bir
yelpazede yayvanlaşmış ve hitap gücü kapsama alanını genişletmiştir. Hurafe,
fal, astroloji, kâhinlik vb. rasyonelleştirilmiş ve tutkuyla sektörleşmiştir.
Geniş ve tuhaf bir şekilde tariflenen olağanüstülük, esoterik ve batıl inanca
dayalı gizemli yüklemelerle yaşamda son derece belirgin rol sahibi olmuşlardır.
İrrasyonel sıçramasını yapmıştır ve ekonomik araç olmayı başarmıştır. Bilimsel
nitelemesi, “sözde olanı” gerçek(lik) ve geçerli kılma aracı olmuştur.
Emperyal
zihniyetin temel ilkelerinden olan sömürü düşüncesinin, boyunduruk altına alma sistematiğinin etkin
yöntemi kölelik düzeni oluşturma, tarihsel süreç içinde günümüze değin farklı
tezahürleri ile gelmiş ve halen devam etmektedir. Modern dönemde “kölelik-boyunduruk
altına alma”, ”bağımlılığa” dönüştürülmüş ve evirilme özelliği ile doğala yakın
bir tarzda realize edilmiştir. Bağımlılığın yeni zamanlardaki geliştirilmiş
biçimi aidiyet duygusu ve bağlılıktır. Bunun bir adım sonrası geliş
sinyallerini veren “özdeşleş(tir)me”dir. Özdeşleşme dolaşım ve geçişken
tabiatlıdır. Kişi kendini gerek şahsında gerekse dışındaki maddi ve tinsel birçok
şeyle özdeşleştirebilir: Bedeni, -tabii ve tersi- davranışları, makamı,
nitelikleri, şirketi, işi, eseri vb.. Özdeşleştirme özelliği aidiyet,
bağ(ım)lılık duygusu gibi dayanaklı, karakteristik niteliklerle geçişkendir,
birbirlerini ikame edebilirler. Örgütsel ya da çalışan bağlılığı da neticede
aidiyet ve/veya özdeşleşmeye ilişkindir. Doğal hali bireyin şahsına bağlı
olarak yaptığı işten hoşlanması, işini sevmesi olarak nitelendirilebilir. Bu
durum bazen aşırı bağlanma seviyesine ulaşabilir, hem birey hem ortam açısından
psikolojik ve fiziki sorunlara, rahatsızlıklara yol açabilir. Yaptığı işe
bağlılık aşırılaşmadıkça özdeşleşme olağan düzeydedir ve yarar sağlayıcıdır.
Eğer aşırılaşma olgusu anormalleşmeye başlarsa, kişi kendisi başta olmak üzere,
çevresine karşı duyarsızlaşmaya başlar ve soyutlanma baş gösterir. İnsandaki bu
potansiyeli bilen yönlendirici, tasarımlayıcı güç odakları bunu bireyin zaafı
olarak değerlendirirler. Böylelikle otoriteryen anlayış, aidiyetin eğilimlerini
sadakat söylemi üzerinden bağımlılığa ve ağır basan sürü hissiyatına
dönüştürebilmektedir. Bu olumsuz bilinçlenme, hak, adalet, insan odaklı hassas
yaklaşım gibi değerler hususunda, kişiyi bağlılık gösterdiği ve bağımlı olduğu
idarenin aldığı pozisyon ve tutum doğrultusunda icra etmeye zorunlu kılar.
Artık bireysel tutum takınma ve bu doğrultuda aksiyon alma söz konusu değildir.
Bağlılık olgusu vasıtasıyla bireyin etrafına duvar örülmeye başlamış ve zindan inşa
edilmektedir. İnsan sistem bağlılığına ve bu ortama mahkûm olmaya adaydır. Düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu
zihin durumu, yani psikoz oluşmaktadır. Sistem anti depressan bağımlısı sadık
askerlerini sağlamıştır. Sonraki aşamalarda karşıtın (düşmanın) icadı,
ötekileştirme, dışlama, yıldırma, mobing vb. araçlarla, nihayetinde karşıtın
bertaraf edilmesi mümkündür. Karşıt iki belirgin kategoriye ayrılır: Biri
sistem kritikçisi ve başkaldırıcı, diğeri posası çıkarılmış, verimi düşmüş
olandır. Gerek kamu gerekse özel kesimde durum çok farklı değildir. Zaten
devletlerin halka yönelik yeni zamanlardaki taktik yaklaşımları da bağlılığa
dayalı sadıklar gruplarını oluşturmak ve rejimleri sözde demokrasi söylemleriyle
“örtülü” oligarşilere dönüştürmektir. Bunun şekillendirilmesinde küresel
kapital başrolü oynamaktadır. Hareket tepenin organizasyonuyla piramidin
tabanında oluşturulan unsurların, orta kademeye verilen belirli
irade ve bu iradenin tabana yönelik modellemelere dayalı yoğunlaştırıcı, sorun
koyucu bağlayıcı çalışma tarzı ile kademeli
bir şekilde düzenlenmektedir. Bu düzlemde işe yoğunlaştırma, odaklandırma
“yumuşak” baskılı bir tarzda uygulanır. Diğer yandan “paradoksal şeffaflık-özgürlük”
uygulaması ile belli kısıtlama ve sınırlamalarla, “sözde özgür” ortam
oluşturulması dikkat çekicidir. Bunun yansıması çalışanlara –adeta- lütfedilen internet
kullanımı, sosyal aktivite, siyasetten spora, toplumsal olaylardan şirkete
yönelik konularda yayılımlı sohbet olanağının sunulmasıdır. Böylece fiziki
alanda kameralarla izlenen çalışanlar (bu alanda son derece detaylı gözlemeler
de mevcuttur) düşünce, görüş ve fikri açıdan da izlenmektedir. Hatta bu süreçte
orta kademe, çalışanlara yönelik gözleme-izleme-, tespit, görüş ve öneri
başlıkları içeren “sicil raporlarını-fişlerini” düzenlemek ve gerektiğinde tepeye
sunmakla yükümlüdür. Gerek küresel (devlet) gerekse yerel (şirket) düzlemde
“big brother” projesi yürürlüktedir. Şeffaf görüntülü “örtülü-gizil yönetim”
tarzı hassas uygulamalı baskı yöntemleri ile çalışanlar üzerindeki korku, kaygı
ve tedirginliğe dayalı yumuşak gücü tesirli kılar. Bu türden şirketlerde klasik
iş bağlılığı yeterli görülmez. Örgüt bağlılığı ön plandadır. Ancak bu tür
bağlılık yüzeyseldir ve rol yapmaya, sahte ve gayri samimi davranış biçimlerine
endekslenir. Sert veya yumuşak, her türlü güç uygulamasında bireyin
geliştirdiği uyum mekanizmaları, netice itibariyle muktedir olanın
isteğine-emrine boyun eğme şeklinde tecelli eder. Amiyane tabirle boyun eğme
“yalakalık”, yönetime yakın ve muhalif olmayan duruştur. Sistem belirli bir
düzeyde de olsa buna uyum göstermeyeni önce dışlayacak, daha sonra ilişkisini
kesecektir. Çalışma ilişkilerinde sendikal sistemin zayıflatılması ve pasifize
edilmesi, küresel bağlamda irdelendiğinde, çalışan haklarını arayan ve
sahiplenen örgütsel gücün çalışana sağladığı güvencenin nasıl temkinli bir
şekilde bertaraf edildiği görülecektir. Son on yılın icadı “dengeli işsizlik”,
ekonomik buhranlar, borçlanmanın yönetilememesi, hukuksal alanın kısıtlı
yaptırımlarının oluşturduğu korkunun bireyi yaptığı işe, bulunduğu ortama
bağlılığı konusunda son derece yapaylaştırdığını görmek de pek zor
olmayacaktır. Neo faşizm üzerinde temellenen bu geniş kapsamlı sistem bir tür
liberal faşizmdir. İktidar davranışlarının derin kritiği ve analizi buna dair
pek çok uygulamalı ipucunu ortaya koyacaktır.
* C. von Clausewitz, "vom Kriege"
* C. von Clausewitz, "vom Kriege"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder