4 Mayıs 2013 Cumartesi

Çalışma ve Örtülü Oligarşi

          Adaletin doğası şeffaftır.  Şeffaflık hassastır. Pay sahibi olduğumuz zerre kadar haksızlık, zamanı geldiğinde adalet arzusu olarak karşımıza çıkacaktır.
                                                                                                                                        M. Gökhan Alyürük

Kapitalizmin zemin düzenleyicisi ve şemsiyesi, merkez mekanizma olan emperyal anlayış ve faydacı addettiği durumlarda kullanmakta tereddüt etmediği her türlü silaha dayalı tahrip edici yaygın ve kaba güç, oluşturduğu kapsamlı ve sonradan düşündüğü, dışı parlak dönüştürülebilir sistemi gidebileceği noktaya kadar götürecektir. İnsan egosunun zaaflarının yanı sıra mubah sayıcı akıl, gündem oluşturucu üretimleri ile sistemin gerektiğinde dönüştürülebilir ve böylelikle uyum-sürekli olması yönündeki çalışmalarıyla destek işlevini sürdürecektir. Konu karmaşık bir derinliğe sahiptir; bu derinlik yeni zamanlarda daha da fazla sayıda parçalamalar sayesinde artmaktadır. Zira gücü araçsallaştıran sınıf çok önceleri keşfettiği bölme ve yönetme yöntemini daha da geliştirmiştir. Söz konusu derinlik göründüğünden daha katmanlıdır ve böyle olması için elden gelen sistematik bir şekilde yapılmaktadır. Kaos görüngülü düzen çok çeşitliliği (kesret) barındırır; bu doğaldır ve bunun idaresi de tabii olarak birlik (vahdet) doğrultusunda yapılır. Kadim bilginin saptadığı ve inandığı bu sonuç-gerçeklik, yeni fizik dalgasında da fark edilmiş, iyi niyetli bilim insanları bu bilginin sağladığı misyonu geniş anlamıyla huzur ve barış için bir beceri-yöntem ilmi olarak insanlığa duyurmaya, böylece gezegenin şifası için kullanmaya çalışmaktadır. Ancak vahşi ve bencil yanımız, zaten var olan çokluğu “neo Kartezyen” sistematiğin siyasallaştırılması ile daha da çeşitlendirmiş; idareyi kapalı bir birliktelikle çokluk ve parçalama üzerinden yürütmeye çalışmaktadır. Parçalama açıklık ve şeffaflığın sosyal propagandası ile uygulanmaktadır. Bu bağlamda asıl ilginç olan yukarıda bahsettiğimiz iyi niyetli yaklaşım ve praktikanın dahi zaaflarının kullanılarak kabalığın kulvarına çekilmesi ve ilk temel isteğin, yani çatışma psikolojisi oluşturma amacının karşılanmasıdır. Bilhassa sivil toplum hareketlerinin arka planı iyi incelendiği takdirde bu durum fark edilecektir. Huzur ve barış birliğin, birlikteliğin, bütüncüllüğün hem anahtarları hem de tecellileridir. Buna karşın çatışma anlayışı çokluğun, doğal olmayan karmaşıklığın zeminlerinden biridir ve son derece etkilidir. Çatışmanın oluşturulması ve yönetimi çok çeşitli araçlarla yapılabilirdir. Tehdit, kaba kuvvet, gerekirse zafiyetlerin maddi imkânlarla kullanılması gibi. Sonuçta sağlanmak istenen çatışma ile eliminasyonun gerçekleştirilmesidir. İnsanlık tarihinde, en ilkel biçimlerinden çağımızdaki en gelişmiş biçimlerine değin bu aksiyon kullanılan ve geliştirilen bir tarzdır. Bu durum süreklilik arz eden savaş halidir ve bireyin iç dünyasında da oluştadır. Daha dar anlamda iş hayatı da bu savaş halinden payını almaktadır. Gerek öznel gerekse oluşturulan nesnellikte piyasa, insani ahlakın pragmatikleştirilmesi sonucu bir tür çatışma sahası, kurtlar sofrasıdır. Pragmatizm, felsefeyi siyasal bir model üzerine oturtmuş ve reele, kendi reel anlayışına endekslemiştir. Bu modellemede “Politika” en geniş anlamıyla parçalara ayrılmış ve bütünlüğü fazla bir anlam ve değer ifade etmez. Savaş ve barış parçalanmış zıtlardır; politika bu bakış açısı temelinde oluşturulan çok standartlı bir yürütme aracıdır. Ve kapitalist ekonomi piyasayı, pazarı ve şirketleri bu derinlikte konumlandırır. Bu konumlandırma fikri insani değerden önceldir ve sosyalleşmesi bu yönde geliştirilir. Savaş ve barışı bütüncül olarak kabul eden, üst ve alt yapısını, asli yapıyı “Politika” (Carl von Clausewitz’den alıntılanarak) * olarak addeden “Marksist-Leninist” görüş ilk algıda karşıtlık gibi görünse de sonuçta daha çok alternatif ağırlıklı karakterdedir. Neşet eden ekonomik-politiği, yani komünist yapı da kurban psikolojisi içinde belirsizleşerek asli amaçların çok uzağına düşmüş ve iktisadi anlamda kendini çelmelemiştir. Komünist rejimin Bolşevik devrimi öncesi ve sonrası gelişimler siyasi tarihsel açıdan iyi incelendiği, irdelendiği takdirde emperyal politiğin ağırlıklı yönlendirmesi ile nasıl “öteki” olarak istenerek kurdurulduğu ve kapitalist düzene haklılık, idealleştirme zemini hazırladığı görülecektir. Bu hususta Lenin, Stalin ve diğerlerinin dünya düzenindeki ilişkilerinin iyi bir okumasının yapılması madalyonun diğer yüzünü açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Benzer durum Hitler ve nasyonal sosyalizm açısından da pek faklı değildir. Bir diğer dünya görüşü (Weltanschauung) yeşilci-çevreci idealizmdir. Özellikle 70’li yıllarda taban bulan (gerçi önceleri de vardı, hatta Alman nasyonal-sosyalist parti içinde oldukça ciddi bir öneme sahipti; arka planına şimdi giremeyeceğiz) bu görüş, özellikle Orta Avrupa’da siyasal partilerini iktidara ortak etmiş ve eko sistem, barışçıl yönlerden bazı düzeltimleri sağlamıştır. Ancak izlediği politikalar pragmatik düzlemde dalgalı bir seyir izlemektedir.

Kapitalizmin işletmesel aklı, özellikle 20. Yy.ın son çeyreğinde köktenci-yönetim doktrinin kapsama alanını genişletmesi gerektiğinin farkına varmış, böylelikle karşıt bakış açılarının dönüştürülmesi faaliyetlerine hız vermiştir. Karşıtlık, kapitalist ideoloji için çok yönlü sömürü kadar yaşamsal öneme sahiptir. Karşıtlığın sacayağı “düşman, öteki ve rekabet”tir. Sermaye geniş görüşlü olma zorunluluğunu bilmektedir. Oluşması ve olgunlaşma süreci ile beraber eytişimin (dialectique) farkındadır ve görünür alanda özellikle Marx’la bunun nasıl uygulamaya geçirileceğini gayet iyi fark etmiştir. Bunların etkileri sosyal, politik, ekonomik alanlardan tutun; özelde bireyin tüketici yönünün yanında, zihinsel-psikolojik sahasına da girmek suretiyle görülmektedir. Ana başlık “bilgi çağı” ve bu bağlamda başlıca araç yüksek teknolojiye dayalı bilişimdir. Kuramsallık teknoloji ile uygulamasını sağlar ve somut tabana oturur. Ancak, kapitalin büyüyerek devamı için somut altyapı tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda ihtiyaç duyulan soyut ve yarı soyut/yarı somut üstyapının araçsallığı ise zihinsel üretim, bilgi ve modellemelere dayalı idelerdir. Maddi sahanın hâkimiyet altına alınması ayaklardan birini, tinselin kontrolü de ayaklardan diğeridir. Özellikle 19. Yy.dan bu yana etkin olan ideolojik unsurlar, kritik karşıtlık işlevini tamamlamışlardır (gerçi ”yeni Marksist” modeller yine gündeme gelmektedir). Bunun yerine ikame edilen silahlı ve psikolojik çatışmalar, üretilmiş stratejik doktrinler (yapay ideolojiler) vasıtasıyla boyutu (küresellik) ve ekseni (ağırlıklı Orta-Doğu) değiştirip dönüştürmüşlerdir. Bu anlamda, bireye giden yol kapitalist sistemin en önemli unsurlarından olan şirketler aracılığı ile edinilmiş, bilginin ve bağlı teknolojinin yükselen değer (!) haline getirilmesi, kurumsallaştırılması hatta putlaştırılması sağlanmıştır. Artık insan yaşamında gerçeklik ve sanallık zıtlar olarak değil, sentezlenmiş “kabul gören” olarak algılanabilmektedir. Birey için önemli olan hız, erişim ve iletişim her geçen gün daha da ivme kazanmakta ve diğer pek çok önem atfedilenler gibi vazgeçilemez ve daha fazlası talep edilen olmuştur. Netice elde edilmiştir: Teknolojinin ağır basan bağlayıcılığı ve böylece oluşturulan bilginin… Alanların yayılması gerek çeşitliliği gerekse parçalanma ve karışıklığı-karmaşıklığı arttırmıştır. Öyle ki, bilgi tutarlı, gerekli ve zorunludan öteye tutarsız, saçma ve keyfiye değin çok geniş bir yelpazede yayvanlaşmış ve hitap gücü kapsama alanını genişletmiştir. Hurafe, fal, astroloji, kâhinlik vb. rasyonelleştirilmiş ve tutkuyla sektörleşmiştir. Geniş ve tuhaf bir şekilde tariflenen olağanüstülük, esoterik ve batıl inanca dayalı gizemli yüklemelerle yaşamda son derece belirgin rol sahibi olmuşlardır. İrrasyonel sıçramasını yapmıştır ve ekonomik araç olmayı başarmıştır. Bilimsel nitelemesi, “sözde olanı” gerçek(lik) ve geçerli kılma aracı olmuştur.   

           Emperyal zihniyetin temel ilkelerinden olan sömürü düşüncesinin,  boyunduruk altına alma sistematiğinin etkin yöntemi kölelik düzeni oluşturma, tarihsel süreç içinde günümüze değin farklı tezahürleri ile gelmiş ve halen devam etmektedir. Modern dönemde “kölelik-boyunduruk altına alma”, ”bağımlılığa” dönüştürülmüş ve evirilme özelliği ile doğala yakın bir tarzda realize edilmiştir. Bağımlılığın yeni zamanlardaki geliştirilmiş biçimi aidiyet duygusu ve bağlılıktır. Bunun bir adım sonrası geliş sinyallerini veren “özdeşleş(tir)me”dir. Özdeşleşme dolaşım ve geçişken tabiatlıdır. Kişi kendini gerek şahsında gerekse dışındaki maddi ve tinsel birçok şeyle özdeşleştirebilir: Bedeni, -tabii ve tersi- davranışları, makamı, nitelikleri, şirketi, işi, eseri vb.. Özdeşleştirme özelliği aidiyet, bağ(ım)lılık duygusu gibi dayanaklı, karakteristik niteliklerle geçişkendir, birbirlerini ikame edebilirler. Örgütsel ya da çalışan bağlılığı da neticede aidiyet ve/veya özdeşleşmeye ilişkindir. Doğal hali bireyin şahsına bağlı olarak yaptığı işten hoşlanması, işini sevmesi olarak nitelendirilebilir. Bu durum bazen aşırı bağlanma seviyesine ulaşabilir, hem birey hem ortam açısından psikolojik ve fiziki sorunlara, rahatsızlıklara yol açabilir. Yaptığı işe bağlılık aşırılaşmadıkça özdeşleşme olağan düzeydedir ve yarar sağlayıcıdır. Eğer aşırılaşma olgusu anormalleşmeye başlarsa, kişi kendisi başta olmak üzere, çevresine karşı duyarsızlaşmaya başlar ve soyutlanma baş gösterir. İnsandaki bu potansiyeli bilen yönlendirici, tasarımlayıcı güç odakları bunu bireyin zaafı olarak değerlendirirler. Böylelikle otoriteryen anlayış, aidiyetin eğilimlerini sadakat söylemi üzerinden bağımlılığa ve ağır basan sürü hissiyatına dönüştürebilmektedir. Bu olumsuz bilinçlenme, hak, adalet, insan odaklı hassas yaklaşım gibi değerler hususunda, kişiyi bağlılık gösterdiği ve bağımlı olduğu idarenin aldığı pozisyon ve tutum doğrultusunda icra etmeye zorunlu kılar. Artık bireysel tutum takınma ve bu doğrultuda aksiyon alma söz konusu değildir. Bağlılık olgusu vasıtasıyla bireyin etrafına duvar örülmeye başlamış ve zindan inşa edilmektedir. İnsan sistem bağlılığına ve bu ortama mahkûm olmaya adaydır. Düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu zihin durumu, yani psikoz oluşmaktadır. Sistem anti depressan bağımlısı sadık askerlerini sağlamıştır. Sonraki aşamalarda karşıtın (düşmanın) icadı, ötekileştirme, dışlama, yıldırma, mobing vb. araçlarla, nihayetinde karşıtın bertaraf edilmesi mümkündür. Karşıt iki belirgin kategoriye ayrılır: Biri sistem kritikçisi ve başkaldırıcı, diğeri posası çıkarılmış, verimi düşmüş olandır. Gerek kamu gerekse özel kesimde durum çok farklı değildir. Zaten devletlerin halka yönelik yeni zamanlardaki taktik yaklaşımları da bağlılığa dayalı sadıklar gruplarını oluşturmak ve rejimleri sözde demokrasi söylemleriyle “örtülü” oligarşilere dönüştürmektir. Bunun şekillendirilmesinde küresel kapital başrolü oynamaktadır. Hareket tepenin organizasyonuyla piramidin tabanında oluşturulan unsurların, orta kademeye verilen belirli irade ve bu iradenin tabana yönelik modellemelere dayalı yoğunlaştırıcı, sorun koyucu bağlayıcı çalışma tarzı ile kademeli bir şekilde düzenlenmektedir. Bu düzlemde işe yoğunlaştırma, odaklandırma “yumuşak” baskılı bir tarzda uygulanır. Diğer yandan “paradoksal şeffaflık-özgürlük” uygulaması ile belli kısıtlama ve sınırlamalarla, “sözde özgür” ortam oluşturulması dikkat çekicidir. Bunun yansıması çalışanlara –adeta- lütfedilen internet kullanımı, sosyal aktivite, siyasetten spora, toplumsal olaylardan şirkete yönelik konularda yayılımlı sohbet olanağının sunulmasıdır. Böylece fiziki alanda kameralarla izlenen çalışanlar (bu alanda son derece detaylı gözlemeler de mevcuttur) düşünce, görüş ve fikri açıdan da izlenmektedir. Hatta bu süreçte orta kademe, çalışanlara yönelik gözleme-izleme-, tespit, görüş ve öneri başlıkları içeren “sicil raporlarını-fişlerini” düzenlemek ve gerektiğinde tepeye sunmakla yükümlüdür. Gerek küresel (devlet) gerekse yerel (şirket) düzlemde “big brother” projesi yürürlüktedir. Şeffaf görüntülü “örtülü-gizil yönetim” tarzı hassas uygulamalı baskı yöntemleri ile çalışanlar üzerindeki korku, kaygı ve tedirginliğe dayalı yumuşak gücü tesirli kılar. Bu türden şirketlerde klasik iş bağlılığı yeterli görülmez. Örgüt bağlılığı ön plandadır. Ancak bu tür bağlılık yüzeyseldir ve rol yapmaya, sahte ve gayri samimi davranış biçimlerine endekslenir. Sert veya yumuşak, her türlü güç uygulamasında bireyin geliştirdiği uyum mekanizmaları, netice itibariyle muktedir olanın isteğine-emrine boyun eğme şeklinde tecelli eder. Amiyane tabirle boyun eğme “yalakalık”, yönetime yakın ve muhalif olmayan duruştur. Sistem belirli bir düzeyde de olsa buna uyum göstermeyeni önce dışlayacak, daha sonra ilişkisini kesecektir. Çalışma ilişkilerinde sendikal sistemin zayıflatılması ve pasifize edilmesi, küresel bağlamda irdelendiğinde, çalışan haklarını arayan ve sahiplenen örgütsel gücün çalışana sağladığı güvencenin nasıl temkinli bir şekilde bertaraf edildiği görülecektir. Son on yılın icadı “dengeli işsizlik”, ekonomik buhranlar, borçlanmanın yönetilememesi, hukuksal alanın kısıtlı yaptırımlarının oluşturduğu korkunun bireyi yaptığı işe, bulunduğu ortama bağlılığı konusunda son derece yapaylaştırdığını görmek de pek zor olmayacaktır. Neo faşizm üzerinde temellenen bu geniş kapsamlı sistem bir tür liberal faşizmdir. İktidar davranışlarının derin kritiği ve analizi buna dair pek çok uygulamalı ipucunu ortaya koyacaktır.

* C. von Clausewitz, "vom Kriege"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...