Toplam Kalite
Yönetimi’nde öncelikle sorgulanması gereken hususların başında normlar ve
çıkarımı bir takım standartlar ve fazla sayıda kurallardan çok, kalite sistem
anlayışının yönetim olgusundaki yeri ve payıdır. Gerçekten de şirketlerin en
önemli ve belirleyici anasırı olan “politika” açısından, kalite sistemlerinin
yönetimdeki rolü nasıl değerlendirilmektedir; yani kalite yönetiminin, bir
işletmenin yönetimindeki konumlanması önem ve etkinlik açısından ne denli
anlamlıdır? Bu sorunun yanıtı makro bağlamda gözlemlere dayalı olmakla beraber,
mikro bazda bu sorunun yanıtı kalite sistem anlayışının kendini dayandırdığı “belgelendirme”
gerçekliği nedeniyle çok da önemli değildir. Çünkü bu noktada önem ve öncellik
uluslararası arenada kalite belgesinin hala belirli bir geçerlilik, akreditasyon
arz etmesidir. Ama genel olarak, günümüzde hemen her sektör açısından
belirleyici olan değişim ve dönüşüm, son yıllarda da kapsayıcı stratejide başı
çeken inovasyon olguları dolayısıyla en başta yönetim gerçekliğinin alt disiplinlerinden
olan “Toplam Kalite Yönetimi” olmak üzere, yönetimin temelleri sorgulanarak
yeni okumalar yapılmakta ve yönetime dair yeni paradigmalar oluşturulmaktadır.
Deming’in
ana modellemesinin merkezinde yer alan ve modelin çekirdek tezlerinin-fikirlerinin
başat çıkarımlarından olan Deming Döngüsü’nün ne denli işletme gerçeklikleri
ile uyumlu olup olmadığı, diğer yandan gerçekten tam anlamıyla uygulanabilir
olup olmadığı yönetim sorgulamalarının çıkış noktalarından biridir. Kalite sistem
düşüncesinde yönetselliğe yönelik olarak döngünün amacı, tüm kalite
sistemlerinin temeli olan sürekli iyileştirmenin sağlanması ve söz konusu
döngünün işaret ettiği nihai hedef, işletmenin daha verimli ve etkin
yönetilmesi, bu sayede gerek iş ve üretimde kalite tatminine gerekse müşteri
ile çalışan memnuniyetine ulaşılmasıdır. Uygulamanın yanı sıra uyum da başlıca sorgulama istasyonlarından
biridir. İş yaşamından örnekle, içinde bulunduğumuz dönemin gerçeği; hız, karmaşıklık,
çok çeşitlilik, kesintili, kestirilemeyen ve belirsiz aşamalardır. Bu nedenle
genel anlamda düzenli evresel döngü modelleri işletmenin çalışma mantığı
açısından problemlidir. Ama bu problematik aynı zamanda eşyanın tabiatına
uygundur. Belirli evreleri müteakiben döngünün zamanla kendi etrafında dönüp
durması, yani kısırlaşma sürecine girme olasılığının çok yüksek olmasının yanı
sıra döngünün itici ilave bir bağlamla aktivitesinin devam etmesi, bunun
verdiği kesintisizlik duygusu kâğıt üzerinde kalan bir şeydir.
Sürdürülebilirlik imkânında hâkim olan kesintisiz düzlem veya döngü modelleri
arzulanır, idealize edilmiş tanıtımlardır ve söz konusu olamazlar. Her ne kadar
bunlardan kasıt varsayımsal olsa dahi. Zira bildiğimiz ve bizzat
deneyimlediğimiz olgu, kesintilerin gerçekliğinin açık seçik oluşudur. Bu bilgiye
rağmen, döngüsel modeller hala genel geçer ve devamlılık arz eder modellemeler
olarak gündemde tutuluyor ve bu da “böyledir” şeklinde kabul görüyorsa bu
türden bir akış açısı hiçbir zaman gerçeklikle örtüşmeyecektir. Bu da hem
aldanmaya hem de zaman ve emek, dolayısıyla kapsamlı kaynakların kaybına sebep
olacaktır.
Sürdürülebilir olguların tamamı eninde sonunda
kesintilere, kopukluklara maruz olacaktırlar ve bu durum yukarıda belirttiğimiz
gibi eşyanın tabiatına uygundur (sui generis). Zaten doğal ve sağlıklı olanda
budur. Bu sayede değişim ve dönüşüm evreleri devreye girer. Burada önemli olan
bu dönemlerin tazelenmeye vesile olmalarıdır. Değişim ve dönüşümün
gecik-tiril-mesi, konsolidasyon fikrinde temellenir, hatta bazen insani saplantıları
dahi içerir. Bu da işleyen ve pozitif
anlamda ilerleme ve aşama gösterebilecek bir işletme sisteminin
durağanlaşmasına neden olacaktır. İşletmelerde, başlangıç süreçlerinde sistemin
pekişmesi hedeflenen bir erişim olduğundan döngü modelleri çıkış-başlama
basamakları olarak ön kabul için birer vesiledir. Ancak, iş yapma ve yönetim
açısından başlangıç aşamasını müteakip aktivite ve yoğunlaşma devreye girer. Ancak,
bu varım idare ve çalışanlar tarafından ne kadar bilinçli ve içselleştirilerek
gerçekleştirilse dahi, işleyişin farklı işletmelere göre başka zaman aşamaları
sonra da olsa aktivitenin düşüş göstermesi ve sonuçta statik bir hal alması
kaçınılmazdır. Durağanlık ya kısırlaşma ya da artan hatalar neticesinde
sistemde savrulmalar, yani bir nevi paradoksal aktivite şeklinde tezahür
etmektedir. Bu tespitim, kalite fikrine dayalı bir sistemi gerçekten fonksiyonel
kılmak isteyen şirketler için geçerlidir. Yoksa kuruluşların büyük bir
çoğunluğu, daha en başta bazı belirli şartları şeklen yerine getirip, kaliteyi
sadece tabela elde edilen süreli bir iş olarak görmekte ve önemsememektedir.
Kalite yönetim sistem uygulamalarının genel olarak
akamete uğraması, savsaklanması, yönetim ve çalışanlara göre inişli-çıkışlı bir
seyir izlemesi, rutin hale bürünerek sıradanlaşması hatta yozlaşarak körleşmesi sıklıkla yaşanan bir olgudur. Bundan dolayı
bizatihi kalite sisteminin kendisi ve iyi bir kaldıraç misali sunması nedeniyle
Deming Döngüsünün sorgulanması yerinde olacaktır. Şunu iddia etmemiz yanlış
olmayacaktır: Deming Döngüsü yeni zamanlardaki
oluşumlar karşısında aşılmıştır. Bu nedenle ve kalite sistem yönetiminin
-neredeyse tümel anlamda- uyumlanmasındaki sorunlar sebebiyle toplam kalite
sistemlerinin gözden geçirilmesi, bu sistemlerin gerekliliği üzerine yeniden
düşünmek elzemdir.
Kalite sistemleri, daha kapsamlı bir deyişle
her sistem yönlendirici, rehber maddeler-başlıklar içeren normlara sahiptir;
yazılı veya yazısız. Hangi türden olursa olsun, normlar doğası gereği
sabiteleri koşullayıcıdır. Ancak, koşulların ve oluşturduğu sabitelerin insan
tarafından süreklilik arz eder bir biçimde yerine getirilmesi, karşılanması
mümkün değildir. Son derece doğal insani zaafların sürekli kontrol yoluyla
tezahürünün bertarafı veya kondisyonel olarak engellenmesi olanak dışıdır.
Zaten kalite sistemi ve yönetiminin iyi sağlandığı işletmelerde dahi oluşan
kaliteye ilişkin sorunlar, aksilikler ve başarısızlıklar çoğunlukla insan
hatasına dayalı olarak oluşmaktadır. Bu
nedenle, Deming’in beş prensibi arasında yer alan “problemlerin sistemde mi,
yoksa insanların davranışında mı olduğunu bilmek, yönetimin
sorumluluğundadır” düsturunun ayırt edilebilirliğinin problemli ve çok genel
geçer olduğu da ortaya çıkmaktadır. İnsanın kurulumunda yer aldığı hiçbir
sistem, eylemden-edimden ayrı ve kendi başına yaşam bulamaz; sistem insandan
ayrı, aşkın bir varlık değil, neredeyse bütünüyle insana ait bir parçadır. Bedensel-fiziki
ve zihinsel, moral-motivasyon açısından her sistem, edim açısından insanın
eseridir; bundan dolayı sistemdeki her zaaf neticede – tamamen insandan bağımsız olay kökenli olması dışında-
insan yaratılışının bir tecellisidir. Herhangi bir işlevde, -çoğul veya tekil-
başarı veya çöküş, bağımsız olay nitelikli olasılıklar dışında insan
kaynaklıdır. Günümüz iş dünyasında kalite sistemlerinin anaç sorunları daha en
başta ve süreçler boyunca, öncelikle üst yönetimlerin-yöneticilerin sisteme
nazaran atıllığından neşet etmektedir. Çünkü iş yoğunluğu ve birçok öncel olarak
sınıflandırılan işler, üst yönetimi kalite olgusundan olabildiğince beri
kılmaktadır. Bazı işyerlerinin bu gibi sorunları aşma veya en azından azaltma
yolunda “kalite yönetimi” adı altında ayrı bir birim organize etmeleri her ne
kadar olumlu bir atılım olsa da insan ve ona bağlı aşınım ve kırılganlık
gerçeklikleri kavranamadığı müddetçe, insanın kalite olgusuna ilişkin
mükemmeliyet tahayyülü, gerçekler karşısında diri kalmakta zorlanacaktır. Hayal
gücü ve imgeleme insanın vazgeçemeyeceği kuvvelerdir; hayal edilen bir şeyin
gerçekleşebilme olasılığı da, ortaya çıkan potansiyele paralel bir seyir izler.
Ama gözden kaçırılmaması ve unutulmaması gereken, gerçekleştirdiklerimizin
niteliğinin bizim hayallerimizin izdüşümü ile ne denli örtüştüğüdür. Eğer
hayallerimiz gerçekleştirme eyleminin en başında, olabildiğince rasyonel
istemlere dönüştürülür ve buna göre yere basar planlanırsa, maddi veya zihni
elde edilen ürüne ilişkin sorunsal o denli düşük yoğunluklu olabilecektir.
Ancak, imgelemlerimiz fazlaca arzularımız ile bağdaştırılırsa, irrasyonalite o
denli baskın olacak ve sonuç olarak karşımıza çok sayıda problemlerle örülü bir
ortam çıkacaktır. İçinde yer aldığımız dünyanın gerçekliği sonuçlar itibarıyla
akılcı olana daha yakındır; o nedenle istemler ile arzuların birbirine
karıştırılmaması zaruridir. İster alıcı, isterse satıcı konumunda olalım,
gereklilikler ile arzuları-meyilleri birbirinden ayırt etmede rasyonel ve titiz
olmamız gereklidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder