Önceki bölümlerde vurguladığımız üzere
piyasada liderlik olarak pazarlanan meta, bildiğimiz klasik yönetici gücün
makyajlanarak ve sürüyle niteliğin yamandığı rant ürünü olmasının yanı sıra,
bazı kişilerde kendilerine atıfla oluşturdukları ve sanrılara dönüşebilen
marazi bir özdeşleşme statüsüdür. Başarıya odaklı performans sistemleri, farklı
olmanın erdeme devşirildiği günümüz iş yaşamında bazı çalışanların dirsek
savaşına döndürülen rekabete karşı donatılmış hırsla, lider olma tutkusuyla ve
bunu destekleyen “tuhaf kariyer planlamaları” eşliğinde belirli makamlara
terfisi ve bunun getirisi gücü pekiştirmek amacıyla bu gücü yıkıcı amaçlar
doğrultusunda kullandığı tipik bir davranışlar kümesidir.
Yöneticilik
olgusunun ve buna mündemiç doğal-hiyerarşik tabanlı gücün, oluşturulan bir
balon çerçevesinde liderlik-lider isimleri altında pazarlanmasının çalışanlara
ne tür getirilerinin olduğu bir yana bu edimin bizzat kendisi, popüler bir
propaganda malzemesi olarak imal edilen meşhur işletme mottolarından biri olan
“çalışanlarımız
bizim en büyük varlığımızdır” tümcesi gibi büyük bir yalandır. Bu tür
söylemlerin entelektüel açıdan değer taşıması da önemli değildir. Hitler’in
propaganda bakanı J. Goebbels’in büyük yalana dair söyledikleri dikkat çekici
ve düşündürücüdür:
"Büyük Yalan"ın içinde her zaman
inandırıcılık vardır. Basit beyinli halk büyük yalana küçüğünden daha çok
inanır; çünkü hepsi ufak yalanlar söyler, ama daha büyük yalan söylemeye hepsi
utanır. Çok büyük ve geniş çaplı gerçek olmayan şeyler yaratamazlar ve
diğerlerinin gerçeği bu kadar çok ve alenen değiştirebileceği akıllarına
gelmez. Doğru kanıtlansa bile hala kafalarında "başka bir açıklaması
olmalı" şüphesi kalır. "Hayasız-Arsız" derecede büyük yalan,
aksi kanıtlansa bile akıllarda soru işaretleri bırakır; ve en büyük yalancılar
bunu çok iyi bilirler.1
Yıkıcı
liderlik stilinin bir kurumda yukardan aşağıya doğru inip kurum boyunca yayılan
kötü bir davranış zincirinden doğduğunu ifade edebiliriz. Buna göre, yıkıcı
yönetim (yıkıcı lider-lik), kurumdaki
nezaketsizlik, kişilik ve davranış bozuklukları, duygusal değişimler,
narsisizm, sorunlu kurum politikaları, tutarsız iş koşulları ve sistemle ilgili
karışıklıklar gibi bir dizi faktörün ürünüdür. Liderler kişilik, yetersizlik,
adaletsizlik ya da kişiliklerine yönelik tehdit algısı ve finansal sebepler,
düşük kurumsal kimlik gibi çeşitli nedenlerden dolayı da yıkıcı davranışlar
gösterirler. Özellikle mobbingle ilgili çalışmalarda yıkıcılık davranışlarında bazen
kurbanın da rolünün olduğu müşahede edilmektedir. Öyle ki, yıkıcı
davranışlara maruz kalan kişi bazı kişilik veya konum özellikleri nedeniyle bu
tür davranışların hedefi haline gelmektedir. Bir liderin yıkıcı davranmasının
nedenlerinden biri önem duygusudur. Eğer bir lider kendisinin çok önemli
olduğuna, her şeyin kendisine bağlı olduğuna, bir işi yapabilecek tek kişinin
kendisi olduğuna ya da o işi en iyi kendisinin yapabileceğine inanırsa, bu onun
performansını köreltecek hatta tamamen kötüleştirecektir. Dolayısıyla bir
lideri yıkıcı yapan en önemli unsurlardan biri önem duygusudur. Burada lider
kendisinin içinde olmadığı bir sürecin çökeceğine inanır. Genel anlamda bu tür
liderlik özelliklerinin yıkıcılığa katkıda bulunduğu söylenebilir.
Yıkıcı yönetim
anlayışı işverenler, çalışanlar ve onların aileleri için ciddi bir sorundur. Bu
bağlamda yıkıcı liderlik davranışları hem astlar, hem örgüt, hem iş, hem de
yönetim bakımından süreç için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Yıkıcı liderlik
çeşitli kurumsal çıktılar üzerinde olumsuz bir etkiye sahiptir. Yıkıcı
davranışlar, astların işlerini ve çalıştıkları kurumu olumsuz
değerlendirmelerine neden olmakta, motivasyonu, memnuniyeti ve bağlılık
seviyesini azaltmakta, iş-aile çatışmasına zemin hazırlamakta, duygusallık ve
stres kaynaklı sorunları arttırmakta, çalışanların performansını olumsuz yönde
etkilemekte, üretkenliğe zarar veren işyeri davranışlarını tetiklemekte ve iş
doyumunu nötrleştirmektedirler. İş doyumu düşük olan astlar, yıkıcı liderlik
davranışlarından olumsuz anlamda daha fazla etkilenirken, iş doyumu yüksek olan
astlar bu davranışlardan olumsuz bir şekilde etkilenmezler. İş doyumu düşük
olan çalışanlar yıkıcı liderlikten kaygı, somatik şikâyetler, depresyon,
memnuniyetsizlik, kurumsal bağlılığın azalması ve işe gelmeme gibi durumları
deneyimlerler.
Yıkıcı liderlik
türlerinden olan despot ve kötücül liderliğin kurumsal düzeyde çalışanların
zindeliğini azalttığı, benmerkezci liderliğin ise zayıf zihinsel sağlık, düşük
zindelik ve yüksek davranışsal stresle ilişkili olduğu, bu tür yönetimlerin
sonuçları sağlık açısından incelediğinde, aktif olumsuz davranışların astların
psikolojik iyi halini azalttığı; astlarda strese neden olduğu tabiidir. Yıkıcı yönetim
gücüne maruz kalma bireyin performansını düşürdüğü gibi, grup içinde akran
desteğini zedeleyip çatışmaları güçlendirebileceği ve “ortak bir düşmana sahip
olmanın” oluşturduğu bir dayanışma ortamına da yol açabilme ihtimali vardır.
“Ortak düşman” izleyenlerin bir amaca odaklanmasını sağlayacağından, amacın
gerçekleştirilmesi kolaylaşır. Yıkıcı liderliğin, liderin kendisine yönelik
sonuçlarından bazıları lidere karşı tavırlar, lidere yönelik takipçi direnci ve
amire güvenin azalması gibi davranışlardır ve diğer yandan stres yaratan işyeri
koşullarının ve yıkıcı liderliğin, astların birbirine uyguladığı işyeri
zorbalığını arttırdığı bilinmektedir. Yıkıcı liderlik işyerinde hırsızlığı,
sabotajı, psikolojik huzursuzluğu ve kurumsal başarısızlığı arttırır. Yıkıcı
liderliğin olumsuz etkilerinin bu kadar kapsamlı oluşu dikkate alındığında,
kurumların yıkıcı liderlik davranışlarıyla mücadele etme ve yıkıcı liderliğin
oluşmasını engelleme yollarını bilmesi ve buna karşı önleyici tedbirler alması gereklidir.
Çalışma yaşamının merkez unsurları olan şirketlerde asli olan üretim ve
karın elde edilmesidir. Bunu mümkün kılacak olan gerçek aygıt ise bütünsel bir
sistem çerçevesinde teşekkül ettirilen sevk ve idare iradesidir. İradeyi aktif
kılan anasır ise yönetici güçlerdir. Yönetici güçler her bir şirket açısından
onun özgün yapılanması ile uyumlanan hiyerarşik düzenin belirlediği katmanların
yetkinliğine bağlıdır. Yetkinlik yönetimin tarzını, etkinliğini ve
verimliliğini belirleyen en önemli güç unsurudur ve bu güç hiçbir şekilde tek
bir kişiye veya belli bir seçkin gruba bırakılamaz. Bu yapıldığı takdirde
yönetim olgusu dar bir çerçeveye sıkıştırılmış olur ve istişare, fikir
zenginliği, yaratıcı çeşitlilik gibi önemli geliştiricilerin önü kesilmiş olur.
Tarihi arka plan dâhilinde sahne alan ve öne çıkan şahsiyetlere atfedilen
lider isim-sıfatlandırmasından esinlenen liderlik olgusu erken literatürde
lidere ilişkin çok fazla sayıda niteliklerle donatılmış olan “olanaksız” bir
figürdür. İşte tam da bundan ötürü post-yazında liderlik niteliklere göre
bölümlendirilerek kategorize edilmiş ve bu çerçevede çeşitlendirilmiş, farklı
tamlayıcı sıfatlar altında pazara arz edilmiş ve yeni sürümleri sunulmaya devam
etmektedir.
İnsan zihninde bilindik kavramlarla ilgili olarak yeni imajların
oluşturulması soyutun farklı betimlemelerinin üretilmesi suretiyle mümkün
olabilmektedir. Mühim olan yeniden inşa edilen ürünün özenle çekici (ve de algı
çelici) biçimde süslenip paketlenmesi ve bilhassa insanların duygularına hitap
edecek şekilde pazarlanmasıdır. Son dönemde “Pazarlama 3.0” ya da
“nöro-pazarlama” adlarıyla lanse edilen yeni satış yöntemlerinin içeriğinde
işlevsel olan en önemli husus yönlendirici-yönetici güçlerin finansal
mobilizasyonu ve göz boyamayı ön plana alarak insan evladının his dünyasını
görsellik üzerinden etkilemesidir. Liderlik ve benzer temalar da netice
itibarıyla fikri girdilerin proseslerden geçmiş çıktılarıdır. Bu çıktılar yapay
gizemlerle çekici kılınır; bu öylesine cazip bir üründür ki, insanlara
kendilerinde bulabilecekleri ve kendilerini özdeşleştirebilecekleri özellikler
ve bununla birlikte sanal makamlar ile sunulur; bunların yanı sıra gerek
işveren gerekse çalışanlara, yani iki tarafın da işine yarayacak hayaller
satmak hemen her zaman (hileli) yönlendirici aklın potansiyelinde mevcuttur.
Hele elinizde tarihi arka plan vasıtasıyla idolleştirilmiş figürler ve motifler
varsa, muhataplarınızı etkilemeniz ve ikna etmeniz daha da kolaylaşır. Ancak,
liderliğe dair modeller artık eskimeye yüz tutmuş ve elimine edilecek bir tema
haline gelmiştir. Zira yeni zamanlar sıçramalar yapan teknolojik gelişim ve
küreselleşme içindeki yerelleşme gerçekliği ile beraber çok boyutlu toplumsal
katmanları ön plana çıkarmaktadır. Bu yapılanmanın etkinliğinin iş yaşamına
yansıyan en belirgin göstergesi de dünyada hızla ve arka arkaya oluşan kritik
sosyo-ekonomik ve siyasi dönemsel süreçlerin zorlamasıyla liderlik mitinin
hâkim kılındığı yönetim modellerinde öne çıkan ve sıklıkla cereyan eden
başarısız bireysel aksiyonlardır. Son ekonomik bunalımın ortaya çıkardığı
gerçeklerden biri, lider olarak lanse edilen çok sayıda üst düzey yöneticinin
beceriksizlikleri, suiistimalleri, bilanço hileleri ve narsistlikleridir. Antik
Yunan’a dayanan bireysel özgürlüğün haddinin aşılması ve Aydınlanma ile merkeze
alınan insanın ayrıştırılarak muharref Hristiyanlığın idol azizlerine benzer
lider tiplerin türetildiği 20. Yy. paradigması batı-doğu nitelemesinin mucidi
ve kendini merkeze koyan batıyı; 21. Yy. da kadiminden kaynaklanan
toplumsallığı öne alan ve geleneğinde var olan istişareye dayalı şuralar
üzerinden şekillendirdiği yönetim tarzını ihya eden doğu karşısında durağanlığa
sevk etmiştir. Kur’an da çeşitli kereler
zikredilen ‘müşavere’ yeni dünya düzenindeki yönetim anlayışının temel taşı
haline gelmektedir; “… ve iş
konusunda onlarla müşavere et.” (Kur’an-ı Kerim, 3/159)
İstişare, çağımızın diliyle özneler arası karşılıklı üretken etkileşimdir
ve doğası icabı melezdir. 21 yy.ın yaygın ve etkin olan ağ dolaşımının sunduğu
imkânlar üzerinden ortaya çıkan özelliklerden biri de bu melezleşme eğilimidir;
melezleşmenin başlıca oluşturucusu günümüzde daha da belirginleşen geçirgen
karakterli çok katmanlı sistemlerdir. Bu sistemler toplumları kapsayıcı olduğu
gibi, organizasyonel yapılarda da mevcuttur. Oldukça geniş bir konu olan çok
katmanlı sistemler; öncelikle devletlerin ve uluslararası siyasal-sosyal ve
ekonomik kurumların yapılanmalarının analizi vasıtasıyla yönetim olgusunun sevk
ve idareye dayalı kısmını yatay-dikey ve bunun türevleri üzerinden çözümleme yerine,
belirli erdem-ilkeler çerçevesinde “iyi yönetişimin” koşullarını ortaya koymayı
amaçlar. Burada bireyler üzerinden topluluk veya toplumun hem nicelikli hem de
nitelikli karakter özelliklerinin sosyolojik bağlamda yönetimleri nasıl
şekillendirebileceği hususu, söz konusu özgünlük olgusu olduğunda ön plana
çıkar. Zira günümüzde gerek kürevi gerekse yerel (kü-yerel) bazda 20. yy.ın
üniter ve tek düze yönetim modellemeleri durağanlaşmış, yetişmiş kalifiye insan
gücündeki çeşitliliğin de artması sonucunda tek tipliliğe yatkın sevk ve idare
anlayışının yerini, çoğul ve melez yapılanmaların alması elzem hale gelmiştir. Melezin
yönetimi hiçbir zaman moda modellemelere sıkıştırılamaz; modellemeler başlangıç
safhaları için gerekli ve olumlu katkı verici olabilirler. Ancak süreklilik arz
edemezler; zira insanı, tarihi, yaşamı ve kestirilemeyenleri kehanetlere bağlı
kılıp, insana ilişkin olanı fizik kanunları gibi kestirilebilir kılmamız ve
bunlar üzerinden başından sonuna kesinliğe yakın öngörülebilir kâmil modeller
üretmemiz mümkün değildir. İşte tam da bu nedenle, modern ve modern sonrası
insanın doğasını zehirleyen ve onunla birlikte bütünüyle iletişim içinde olduğu
tabiatı tahrip eden benlik sarhoşluğu, onun ve bağlantılarının tezahürünü
öylesine nicelleştirmiştir ki, zuhurdaki nitel yitik hale gelmiştir.
Allah’ın insana bahşettiği çok yönlü algılama yetisi, pozitif veya negatif
ama aynı zamanda yapay yönlendirilmeye açıktır. Yapaylık pratiğin
realitelerinin yaşayan sahadaki insan üzerinden oluşan sosyolojisinden
üretilmediği için, yalın ve basit olanın yerine geniş kapsamlı ve çeşitlilik
arz eden alansal spekülasyonlar oluşturma olanakları sunar. Çalışanlar iş
hayatının gerçekliği içinde yer alırlar ve homojen bir yapılanmanın içine
sıkıştırılamazlar. Bu nedenle, yalnızca masa başı düşünme aracılığıyla
şekillendirmelere dayalı modeller ile işletme dünyasını anlamak ve düzenlemek,
geliştirilen sistemler ile her türlü emeği ve onun çıktılarını ve de bunların
sahibi çalışanların çoğulluğunu sevk ve idare edemezsiniz. Gerçek anlamda iyi
yönetim, yöneticilerin sahaya inerek işi yapanlardan işi öğrenmesi ve onlarla
birlikte aynı koşullarda ve ortamda belirleme ve karar alma süreçlerini
gerçekleştirmesidir. Bu yapıldığı takdirde liderliğe dair teorileri işçi
olmanın pratiğiyle ikame edebilirsiniz; unutulmamalıdır ki her bir yönetici
netice itibarıyla çalışanlardan birisidir ve karşılıklı öğrenmeye muhtaçtır.
Geçtiğimiz yüz yılın steril yönetim modelleri teker teker çökmektedir, zira
dünyanın çoğulluk içindeki küçüklüğü ve çeşitliliği insana biçilen ve yapay bir
biçimde oluşturulan teorileri çürütmektedir. Örneğin, Uzak Doğu’nun bilgi
işçilerinin realitesi 20. Yy. da batıda yapılandırılan bilgi-kafa işçilerine
dair kuramları ters yüz etmiştir. Aynı şekilde bireylere odaklanan liderlik,
CEO’lar rejimi vb. pratikler de yerini ortak, katılımcı ve erdemlere (değerlere
değil) dayalı “iyi yönetişim” gibi çoğulcu “demokratik” işletme uygulamalarına
bırakmaktadır.
1
http://de.wikipedia.org/wiki/Joseph_Goebbels
[Erişim: 05.04.2015]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder