10 Ekim 2015 Cumartesi

İş’in Teorisi 12/1: Çok Katmanlı Sistem Teorisi ve Yönetim: Karşılıklı Bağımlılığın Rasyonalitesi, Bilimcilik ve Ulusal Geleneklerden Çok Katmanlı Yönetsel İkileme

Ulusüstüleşme çok katmanlı sistemlerin belirgin ve merkez yansımalarından olan politik etkinliği, ulus devletlerin bileşik ve karşılıklı bağımlılık içinde oluşturdukları işbirliklerini zorunlu kılar. İşbirliklerinin baskınlığı ekonomi üzerinden şekilde görünür olsa da, arka planı ve esası politika belirler. Örneğin, AB’ye bakıldığında dikkat çeken birleştirici unsur ekonomik faktörler gibi görünse de, temelinde kıta Avrupa’sında ve oradan da dünyada etki yapmaya yönelik olan Almanya ve Fransa’nın politik baskınlığıdır. Burada Almanya’nın ağırlıklı olarak iktisadi ve siyasi aklı, Fransa’nın ise askeri enstrümanı öne çıkarttığı görülmektedir. AB içinde yer alan İngiltere ise Kıta Avrupa’sında merkezileşen politik güce adeta A.B.D.’nin koordinatörü olarak eklemlenmiştir. Yoksa birleşik-entegre ülkeler birliği anglo sakson siyasetin başkaları için tercih ettiği, ama kendisi için kesinlikle karşı olduğu düşük ilişkili parçalar bölünmüşlüğü yönetilmesi politikasına ters gelen bir pozisyondur. Aslında birleşik krallık mecburiyetin bir dayatmasıdır.* AB’nin varlığı İngiliz politik aklını yaşamsal manada ilgilendiren bir unsur değildir. Bundandır ki, İngiltere ekonomik gücün yansımalarından olan ortak para birimine dâhil olmamıştır. Öyle ki, son yıllarda İngiliz siyaseti içinde AB’den tamamıyla ayrılma fikri oldukça tartışılır bir hale gelmiştir ve günümüzde AB içindeki Yunanistan sorununda İngiltere oldukça mesafeli bir tutum almıştır. Aslında A.B.D.’nin siyasi istemi devrede olmasa, büyük ihtimalle İngiltere daha önce AB’den ayrılma konusunda çoktan referanduma gitmiş olurdu. Bu tip örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Bu durum, çok katmanlı sistemlerdeki ilişkilerin ve girişimsel uygulamaların çeşitli ve çok yönlü şekillerde olabileceğini gösterdiği gibi, aynı zamanda bir yönüyle ÇKS’in bünyesinde barındırdığı karşılıklı, çok yönlü ve karmaşık etkileşimini ve eşgüdüm gayretini; ya da tam tersi diğer yandan ise ÇKS’in politik-sosyal bir görüngü olarak izahının doğa bilimlerinden aktarma bir analog kümesiyle tam olarak açıklanamayacağını gösterir. Biyoloji, fizik veya bir başka doğa bilimi sektörüne ait herhangi bir sistemik yapı ile siyasal-sosyal ve ekonomik değerler dizisi arasında benzerlikler olabilir; ama aralarında bu benzerliklerin olması homojenik işlerliğe işaret etmez veya benzeşen çıkarımlar yapmamıza netice açısından olanak sağlamaz. Doğadaki düzenlilik ve istikrar sosyal yaşamda aynı biçimde karşılık bulmaz.  
Ancak ÇKS ile ilgili olarak fikri yayılım bu doğrultuda değildir. Şöyle ki, ÇKS’in oluşumuyla beraber başlayan ideal düşünce, sistemin unsurlarının ortak-bileşik bir amaca beraber yürüyerek en azından simgesel bir sonuca ulaşmaktır. Örneğin, AB’de söz konusu netice baskın biçimlenme olarak ulus devletlerin-toplumların “Avrupalılaşma”sıdır. Nitekim bu erek başı çeken Almanya ve Fransa’nın istediği yönde evirilmiştir; her ne kadar bağlar görünene göre daha zayıf, düzensiz ve istikrarsız olsa da. Avrupalılaşma düşüncesi, politikanın tüm süreçlerinde (İng. polity) ihtivasını (İng. politics) ortaya koyarak görünür yapılanmasının (İng. policy) çatısını oluşturur ki, kendisini en saydam şekilde gösterdiği alan hukuk ve ekonomidir.
AB gibi –ki dünya üzerindeki en ideal örnektir- bir yanıyla politik ekonomiyle belirli durumlarda tek taraflı ve karşılıklı bağımlılık şeklinde, diğer yanıyla sosyo-kültürel biçimiyle simgeleşen birlikler, lokal otoritelerin gücünü zayıflatıp yerel uygulamaları kendi çeperleri içinde tam meşruiyetin dışındaymış gibi gösterirler. Bu gibi etkiler, birlik içinde direnç hatta çatışmalar oluştursa da, asli tesir bu gibi etkileşimler aracılığıyla bilgi-bilim seçkinlerinin ortaya çıkan hâkimiyeti ve kürevi geçerlilik verilen “bilimsel-leştirilen” temelli rasyonalite modelleridir. Bu modeller bireylere yerel ve ulusal bağlardan, hiyerarşik kontrollerden bağımsızlaşma imkânı verirler ve bu sayede yaşamın hemen tüm alanlarına nüfuz eden piyasalarda bireysel girişimin yolunu açarlar. Politikanın örtülü kalan yanı ise, temeli oluşturan “bilimcilik (İng. scientization)” ve “piyasalaştırma (İng. marketization)” anasırlarının felsefi içerikli vizyonudur. Bu vizyon küresel bağlamda (bazı) bireylerin diğerleriyle ortak çıkarlar oluşturdukları organizasyonlar vasıtasıyla önemli ve belirleyici aktörler olmalarını sağlar.
Bu serbestiyet vasıtasıyla bölgesel iktidarların diğer tarafında bulunan toplumsal yaşamdaki hiyerarşi dar sınırlara doğru itilmiş olur. Bu aksiyon insan eylemlerinin koordine edilmesiyle birlikte pazarlarda-piyasalarda verimli sahaları hazır eder. Von Hayek’in de ifade ettiği gibi, yaşam pazarlar sayesinde açık eşgüdümü meydana getirir. Pazarların oluşturulması ise eylemler sayesinde gerçekleştirilir. Tasarımsal fikir eyleme nazaran zayıf bir olgudur.1 Her ne kadar von Hayek tasarımı ikinci plana atsa da bunun ‘eksik’ bir saptama olduğu ortadadır. Zira eylemlerin arka planını ve temelini inşa eden tepkisellik dışında hemen her zaman tasarımsal yaklaşımdır; bu nedenle her iki işlev de tamamlayıcı unsurlardır. Eylem somut sahada, tasarım ise soyut alanda tezahür ederler, ama eylemin ‘anası’ sonuç itibarıyla tasarımdır. Çünkü tasarım bizatihi farklı bir eylem biçimi olarak aksiyonu mündemiç kılan yaratımcı bir süreçtir. Örneğin, başlangıçta söz mesabesinde sorunsal açıdan soyut gibi görünse de, psikolojide çözüme yönelik fikirler ya sağaltım ya da psikiyatri-psikopatoloji aracılığıyla eylem olarak tezahür ederler. 
Yönetim olgusunun bilimselleştirilmesinin ve piyasalaştırılmasının günümüzdeki yoğun eğilimlerin, yaşam tarzının bireyselleştirilmesinin ve yaşama dair fırsatların bölüştürülmesinin yapısal sistemler içindeki unsurların birbirleriyle olan tesadüfi ilişkilerinin dışında derininde yatan sebep şudur: Yönetselliğin ulusüstülüğü ve sosyalizasyon. Bunlar iki ana süreç olarak özellikle dikkatten kaçırılmamalıdır. Aynı zamanda bu her iki husus süreçsellikleri, başat prosesler olan bilimselleştirmenin ve yönetselin piyasalaştırılmasının aşamaları içinde toplumsal olayların ve çok katmanlı sistemik yönetimin ulusüstülüğünün, yani karşılıklı bağımlılığının sonuçları olarak muhteviyata dönüşürler. Çok katmanlı yönetsel sistematiğin ilginç bir özelliği de zaten budur; süreci içeriğe evirmek. Bu hususiyet ama aynı zamanda ÇKS’in uzantısı olan yönetişimin bazı türevlerinde zuhur eden yönetsel ikilemi de doğurur. Bu dilemmanın temelinde bireysel ekonomik ve sosyal refaha dayanan avantaj veya tersine dezavantaj yaratan bakış açıları yatar. Gerek bizdeki gerekse batı literatüründe basitleştirilmiş bir şekilde siyasetin sağ ve (yeni) sol söylemleri dâhilinde sınırlandırılan söz konusu perspektifler, aslında ÇKS’in çok yönlü boyutsallığına mündemiçtirler. Yani burada söz konusu olan sağ veya sol ideolojilerin kısır döngüleri değil, yönetici erklerin ya yararcı ya da dengeleyici yaklaşımlarıdır. İkilemi oluşturan da sanıldığı gibi tabii diyalektikten maada bilimselleştirmeden kaynaklı yaklaşımlardaki belirgin veya ince ayrımlardır.
ÇKS’in siyaset kurumları açısından kapsayıcılığı ve AB uygulamaları ile oluşan süreçlerde gelişen bilimci politikalar, birer vasıta olarak genel anlamda yönetim modellerini işin pratiğinde yer alan aktörlerden çok akademik uzmanların eline bırakmıştır. Mart 2000 tarihinde Portekiz'in başkanlığında, Lizbon'da yapılan Avrupa zirvesinde, ön planda AB ekonomisini yeniden yapılandırmayı, Avrupa Birliği'nin genel gelişme perspektifini belirleyen plan olan Lizbon Stratejisi (Lizbon Ajandası) arka planında bilim toplumunun etkinliğini siyasal ve sosyolojik eğilimler bağlamında baskın kılarak demokratik yönetimden ziyade bilimsel yönetime aktarımın güç odaklarını belirlemiştir. Merkezinde çok katmanlı sistemlerden türetilmiş çok yönlü, ama ayrışmaya yatkın yönetişim modellemelerinin yer aldığı bu politikanın üst ve alt yapılarının mimarları akademik uzmanlardır ve bunların kullandığı başlıca usullerin ana unsurları; bilimciliğe vardırılan bilimselleştirme, piyasalaştırma, ulusüstücülük ve derinleştirilen post modernist izafiyetçiliktir. 
Bilimcilik hakkında en sert eleştirileri yapan Paul Feyerabend, bilimin bir yandan bir piyasa aracı haline getirilmesi, diğer yandan ideolojik hiyerarşik bir sistem haline dönüştürülmesiyle kendine münhasır bir “kilise” ve sömürü aygıtı olarak kullanıldığını vurgulamıştır. Ona göre, hakikat arayışında bilginin edinimi yalnızca modern bilimle değil,   insanın gelenekselleştirdiği diğer yollarla da mümkündür. “Bilimsel yönteme hayır” mottosuyla bilimler teorileri alanına ‘anarşist modellemeler’ gibi görüşleri taşıyan Feyerabend, “karşılaştırılamazlık kuramı” vasıtasıyla teorik yapılanmaların eninde sonunda izafilikleriyle malul olduğunu sıklıkla tekrarlamıştır.2 Feyerabend’ın bu yöndeki yaklaşımları gerçekten de bilimi dogmatik bilimciliğe dönüştürerek bilim cemaatleri oluşturan ve bunun üzerinden her türlü sömürüyü meşrulaştıranlara karşı girişilen yerinde, bir yanıyla devrimci ama diğer bir yanıyla bazen izafiyetçiliğe eğilim gösteren bir mücadeledir.  
Bilimsel bilginin, tarihsel bağlantı içerisinde yeşeren yaşam anlayışı ve bu gelenekselliğin sağladığı sağlam meşruiyeti bir noktaya kadar insan topluluklarına göre farklılıklar arz etse de galebe çaldığını söyleyebiliriz. Geleneğin değerli geçerliliğinin, bilimsel bilginin yaşam tarzlarını devam eden süreç içinde dönüştürmesiyle oldukça yitirildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.3 Zaman-mekan bağlamında üretilen modellemelere bağlı bilgi, norm ve davranış stillerinin batının bilimi karşısında sorgulanır bir hale gelmesi tabii olarak kabul gören anlayışları bozguna uğratmıştır. Tarih kökenli bağlantılar çerçevesinde oluşan bilgi, örf ve davranış biçimleri, bilimin baskınlığı vasıtasıyla kendi nitelikleri doğrultusunda geçerliliklerini kaybederler; hatta bunlar dünyadaki kültürel bağlamlarında genel olarak bilimsel olanla ilişkili olarak amaçlara erişim için araçsal rasyonalite ile bazı değişim ve dönüşümler açısından kullanışlıdırlar. Örneğin; bilginin (tartışmalı) ilerlemeci gelişimi ve maddi refah seviyesindeki artış, araçsal aklı somutlaştıran başat etkenlerdendir. Bu meyanda çevreyle ilgili problemlerin refah artışı için tehlikeli bir hal alması durumunda, yine bundan erinç devşirmeye yönelik araçsal akıl bu sorunu da bertaraf etmek için devreye girer.
Özellikle John Meyers’in neo-kurumsallaştırma olarak nitelendirdiği yaklaşımla, batının etkisiyle biçimlendirilen dünya kültürü anlayışı aracılığıyla rasyonel pratiğin bilimsel temelli modellerinin yayılımı açıklanabilirdir. Şöyle ki, bilimsel ve rasyonel batı kaynaklı dünya görüşlerinin malum prensiplerine göre; dünya sahnesinde yer alan bireyler, organizasyonlar ve ulus devletler öncelikle akılcı aksiyon alan aktörler vasfını elde ederler ve bunun üzerinden yeni düzenin aktörleri olarak hareket etmeye kendilerini zorunlu hissederler. Zira rasyonel hareket eden aktörlerin meşru statülerini kazanmaları için bu başlıca koşullardandır. Böyle bir ortamın inşası açısından küresel uzman ağların ve uluslararası örgütlerin ilişkisel tanımlayıcı güç olarak uygulamacı merciler haline gelmeleri büyük önem arz eder ki, bunu realize etmek rasyonel davranışın asli öğelerindendir.4    
Çok katmanlı sistemler kuramlarının bir çıkarımı olarak yönetişim olgusunun biçimlenmesinde demokratik idareyle alâkalı olarak bilimciliğin tesiri oldukça önemlidir. Bilimcilik zihniyeti yönetişimi transnasyonalist/ulusaşırı ötesi bir çıkarımla kürevi bağlamda çok katmanlı uluslararası sistemin zeminine taşır ve böylelikle parlamentoların, siyasi partilerin ve kuruluşların yetkelerini baskılayarak zayıflatır. Bu durum bilimci uzmanların, danışmanların ve farklı komisyonların güç devşirmesini sağlar.5 Örnek olarak; söz konusu güç kaymasının en üst meşruiyet düzeyine eriştiği nokta, yönetişimin Avrupa formu üzerine yapılan bilimsel tartışmalarda erişilenidir. Bu tartışmalarda güç kayması artan bir şekilde anlam kazanan teorilerden dışa yansır. Söz konusu kaymayı özellikle AB’de düzenleyici bir devlet çerçevesinde tanımamız mümkündür. Ancak düzenleyici devlet biçeminin, dağıtıcı ve milli sosyal (refah) devletinin yerini aldığı da diğer bir gerçekliktir. Düzenleyici devletin ana yürütümü denetleme işleviyle şekillenir; politikacıların ve tipik-klasik bürokratların yerine uzmanların, danışmanların vesayeti belirleyici unsur olmaya başlar. Örneğin, AB’nin komitolojisinin kurullarındaki tartışmalara dayalı pazarlıklar, demokratik karar alma mekanizmalarını çözeltileyen, dönüştüren faktörel öğeler başında danışmanlar ve uzmanlar gelmektedir.
Bu türden bilimsel kurgular parlamentoların, partilerin ve diğer kuruluşların meşru temellerinin uzmanlar aracılığıyla güçsüzleştirilmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda klasik bürokrasinin de çözüldüğünü ifade etmek yanlış olmayacaktır.6 19. Yy. dan bu yana gittikçe güçlenen ve teknolojik sıçramalarla zirveye çıkan bilim olgusu, yine bilgi teknolojilerinin buna paralel sağladığı geniş kapsamlı imkânlarla politikanın üretken desenlerini de değişimlere ve dönüşümlere müsait kılmaktadır. Örneğin çağımızda dikkati çeken hızlı ve kapsayıcı stratejik iletişim olanakları politikanın yenilikçi yapılanmalarında (İng. policy) önemli bir rol oynamakta ve “bilimsel toplumun” temel taşlarını oluşturmaktadır.  
Parlamenter sistemi ve bilimciliğin bir hayli örtülü kıldığı açık toplum hedefini zayıflatarak, kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği politik iletişimin oyun sahasını görünürde amaçsızca büyüten yönelim(ler) bilgi toplumunun bir gerçekliği olarak karşımızdadır. Bunun bir neticesi toplumun malûmat tarzındaki bilginin adeta bombardımanı altına girmesidir. Ancak bu durumun yol açtığı diğer bir biçimlenme yeni türden entelektüel bilgi kümelerinin oluşturulmasına da imkân sunmaktadır. Şöyle ki, insanlığın asırların süreçsel süzgecinden geçirerek eriştiği kavramlar, eklemlenen yeni zihinsel bulgularla çeper genleşmesi kazanmaktadırlar. Bu da günümüzde yeni bir kavram** olarak neşet eden “büyük veriye” ilave olmaktadır. Büyük veri açısından insanı ilgilendiren en önemli husus, her nedense onun yönetiminde odaklanmaktadır. Bu her yönüyle anlaşılır olmakla beraber; büyük verinin yönetiminden önce onun eleştirel süzgeçten geçirilmesi, karşıt bilgiler aracılığıyla taşıdığı pek çok verinin elimine edilmesi gerekmez mi acaba? Örneğin, politik iletişimi karmaşıklaştıran kitlesel ve kütlesel enformasyonun Dikkat Ekonomisinin normları doğrultusunda kritikçi incelemesinin yapılması iyi bir önerme olarak kullanılabilir mi veya benzer sınamalara dayalı sorgulamalar yapmak nasıl olacaktır?..    
* Sultan II. Mehmed’in düşündüğü ve nihayet padişah II. Abdülhamid’in istihbarat siyasetiyle körüklenen yoğun protestan-katolik ayrılığına dayalı çatışma ile oluşan İrlanda sorunu merkezdeki İngiltere’yi birleşik krallığa razı eden sebeplerden biridir.

1 F. A. v. Hayek, “Die Ergebnisse menschlichen Handelns, aber nicht menschlichen Entwurfs…” (Türk. “pazarların-piyasaların oluşmasını insanın eylemlerinin sonuçları oluşturur; onun tasarımının neticeleri değil.”) in: ders.: Freiburger Studien. Gesammelte Aufsätze, Tübingen, 1969, 97–107.
2 P. Feyerabend, Erkenntnis für freie Menschen, veränderte Ausgabe, Frankfurt, Suhrkamp Verlag, 1980
3 G. Drori, World Society and the Authority and Empowerment of Science, in: dies. (Hg.): Science in the Modern World Polity, Stanford, 2003, 23–42.
4 J.W., Meyer, Weltkultur: Wie die westlichen Prinzipien die Welt durchdringen, Frankfurt/M., 2005
5 R., Münch, Constructing a European Society by Jurisdiction, in: European Law Journal, 14/5, 2008, s. 519–541; ders.: Die Konstruktion der europäischen Gesellschaft Zur Dialektik von transnationaler Integration und nationaler Desintegration, Frankfurt/New York, 2008
6 C. Joerges, J. Neyer, From Intergovernmental Bargaining to Deliberative Political Processes: The Constitutionalization of Comitology, in: European Law Journal, 3/3 (1997), 273–299

** Büyük veri, yeni bir kavram gibi gözükse de; Kur’an’daki şu ayet ironik bir şekilde bu hususa işaret etmektedir: “Tevrat'ın yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına kitaplar yüklenmiş (ama onlardan habersiz bulunan) merkebin durumuna benzer...” (Kur’an-ı Kerim, 62/5)    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...