Argyris ve Schön’ün üç boyutlu
modellemesine ilişkin uygulamaların batılı şirketlerdeki yürütümü homojen
değildir. Almanya ve İskandinav ülkelerinde başarılı örneklerin sayısı bir
hayli fazla iken, A.B.D. dâhil pek çok ülkede pratiğin ortalamanın altında bir
performans sergilediğini söyleyebiliriz. Şöhretli bazı Amerikan şirketlerinde,
örneğin elektronik sektöründe (Apple iyi bir misaldir) üretim ve pazarlama
üzerinden pek çok hatalı ürünün piyasa girdiği, bunun da şirketleri zincirleme
olarak bir külfet yığınına maruz bıraktığı malumdur. Bu gibi örnekleri
çoğaltmak mümkündür. Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz hususlar şunlardır:
· Öğrenme
işlevi işletmelerde özellikle iki alanda yoğunlaşmak zorundadır: Üretim ve marketing,
· Yukarıda
zikrettiğimiz üç öğrenme aşaması olgun iş için yeterli gelmemektedir,
· Bir
önceki şıkta belirttiğimiz yetersizlik, işletme içinde ve dışında sıkıntı
yaratan bir sorundur; çözümü için 3’lü modelin geliştirilerek iyileştirilmesi
gerekmektedir.
Andığımız
bu üç maddeden hareketle şu çıkarımı yapabiliriz: “Yaşam problem çözmektir”1
ve bu bağlamda hangi zeminde olursa olsun öğrenme süreklidir ve öğrenmeyi
verimli kılan kritikçi yaklaşımın mündemiç kılınmasıdır. Bu realite aynı
zamanda insanın gelişime ve iyileştirmeye açık şekilde yönelmesini teşvik eder.
Modellemeye geri dönecek olursak; hangi modelleri, yolları veya yöntemleri
kullanırsak kullanalım, insan adeta nihayet bulmayan bir öğrenme
seyahatindedir. İşte tam da bundan ötürü, işletmeler organizasyonel anlamda
sürekli öğrenmeye mecburdurlar. Bu süreklilik aynı zamanda şirketlerin dönüşüm
vasıtasıyla yaşam eğrisini uzatır. Bunu gerçekleştiremeyenler iş yaşamının
sahnesinden kısa sürede çekilmek zorundadırlar.
Temel olarak her işletme çalışanlarının
öğrenme kabiliyetini ve bilme potansiyelini ihya ederek yükseltmelidir.
Böylelikle çalışanların sadece değeri (beşeri sermaye yani çalışan değeri)
arttırılmakla kalmaz, aynı şekilde hızlı değişimlerin yaşandığı çağımızda
şirketlerin inovatif ve rekabet edebilir kalması mümkün olur. Görüleceği üzere,
öğrenen organizasyon konsepti gerçekte yeni, bilinmeyen bir şeyi temsil
etmemektedir. İnsanlığın kadim bilgi dağarcığında buna dair sayılamayacak kadar
çok materyal vardır. Ama burada asıl sorun bu ideal konseptin yürütümüyle
alakalıdır: Öğrenen organizasyon çalışanların öğrenme motivasyonu ve
kabiliyetine yönelik üst düzeyde talepler içermektedir. Bundan başka konseptin
uygulanması ve yürütümü için yönetici güçlerin motivasyonunun da çok üstün
olması gerekmektedir.
Öğrenen
organizasyonlar üzerine yapacağımız zihinsel faaliyetlerde unutmamamız gereken
önemli bir husus, birey için geçerli olan bilmenin “yarı değerli zaman”
realitesinin organizasyonlar için de eş değer olmasıdır. Bilmeye ilişkin “yarı
değerli zaman” deyişiyle kastettiğimiz öğrenilenin yarısının belirli bir süre
içinde eskimesidir. Öğrenilenin içeriğine göre bu durum farklılık arz eder:
Mesela bir bilgisayar mühendisinin sahip olduğu bilginin modası, bir marangozunkine
nazaran daha çabuk geçer. Daha da ilginci, araştırmalara göre 5-6 yıllık
aktüaliteye haiz olan yüksekokul bilgisinin başlangıcında öğrenilenler, işe
girişte göreceli olarak eskimiş olacaktır. Bundan dolayı ömür boyu öğrenme
kaçınılmazdır!
İşletme
tabanlı öğrenmenin pratiği kuramını desteklemediği takdirde, konuya ilişkin
literatürde var olan çalışmaların büyük çoğunluğunda olduğu gibi öğrenmenin
pratiği askıda kalacaktır. Zaten amelî olarak işletmelerde işin yürütümünü
gerçekleştiren işgörenlerin kavramın kendisini garipseyecekleri ortada iken,
onlara öğrenmenin hakiki ve bilfiil uygulamasını bizzat kendilerinin
yaptığını, öğrenme işini bizzat
yaşadıklarını ve tecrübe ettiklerini anlatarak temaya giriş yapılması en sade
yöntem olacaktır. Bu yöntem, kadimin etkin metodu olarak gördüğüm “sohbet”in
bizzat kendisidir. Çünkü sohbet her hâlükârda önce ilişkiyi ve bunu müteakip
dinleme, anlama ve öğrenmeyi sağlayan etkin bir araçtır. Teorik öğrenmeye
alışmış kişilerin başlangıçta intibak etmekte zorlandıkları bu usul, bilginin
edinilmesinde etkin olmasının yanı sıra, bilinenin bir kere daha anlatılması
yoluyla öğrenmenin esansını, canlılığını anlamak açısından da dinamik bir
vasıtadır. Ve Türkiye kendine özgün yönüyle bu konuda çok zengin bir geleneğe
sahiptir.
Yapılan
işin yerine getirildiği esnada işi yapan tarafından bizzat kontrol edilmesi
önem arz eden ilk aşamadır. Teknik işlerde işi takip eden “kontrol
operatörleri” de işi yapan gibi sürecin sıfır noktasından itibaren gerekli
kontrolleri yapar. İşin sıfır noktası fiiliyatta temel çerçeve-koşulları da
kapsayan planlama ile başlar. Edimin sonuçlanması-işin bitişi ile beraber
geçi(ri)len süreç kontrol işinin kendisidir. Bu şekilde eksikliklerin tespiti,
tanımlanması ve adedi belirlenir; problemler derecesine göre zordan-karmaşıktan
kolaya-basite doğru sınıflandırılır. Zaman içinde çıktılardaki bazı sorunlar
rutin olarak belirlenerek sıradanlaşırlar ve direkt ön tedbirlerle sorunların
bazıları tamamıyla elimine edilmiş olurlar. Bu işlevin tamamı süreç yönetimi,
kalite bilinci, problem çözme, sebat, iş görümünde hızlanma vb. tecrübi
öğrenmeyi destekleyen ve belleten öğreti-eğitim havuzlarıdır. Burada süreçsel
işlemler sonucunda eksikliklerin, yapılan yanlışların sayısının oldukça düşük
seviyelere inmesi ve işlemlerin süreklilik kazanmasıyla birlikte artan deneyim
doğrultusunda hatalı iş çıktılarının sayısında radikal düşüşlerin
kaydedilmesinin yanı sıra; önemli olan
diğer bir husus, tecrübi öğrenimin yazılı dokümantasyonu ve bunlar üzerine
yapılacak grup sohbetleridir. Bur türden faaliyetler hem bilginin tazelenmesini
hem de çeşitli yeni fikirlerin açılımını sağlayarak şirket içi inovasyon
yönetimine katkıda bulunur.
Teknik
içerikli iş proseslerinde gerek üretim gerekse bakım-onarım (İng. maintenance) “yerinde
ve eş zamanlı nezaret-kontrol” sayesinde başarılı sonuçlar alınmaktadır. Ancak
bu işin icrasında bizzat işi yapanların sabır, sebat ve çalışkanlık gibi
niteliklere haiz insanlar olması birincil koşuldur ki, bu noktada İK
departmanlarının da zincirleme olarak genel süreç içindeki rolleri ve işe
alım-yerleştirme ve uyumlanma (İng. orientation) gibi süreçlerde öğrenmeleri
teşvik edilecektir. Proseslerin sağlıklı ve tazelenebilir şekilde istikrarını
sağlayan unsur ise, yöneticilerin “gezerek yönetim (İng. MBWA Management by
Wandering Around)” metoduna uygun olarak yürütümde bulunmaları2 ve
artan paylaşıma paralel “iş arkadaşlarının” moral-motivasyonunu diri ve yüksek
tutmaları vazgeçilemez koşuldur. Sevk ve idareden sorumlu personelin bu işlevi
önemsemeleri ve ‘masa başı işleri’ gerçeklik ve gereklilik temelinde
rasyonalize ederek düzenlemeleri şarttır. Gereksiz işlerin elenmesi ve uygun
olanların delege edilmek suretiyle iş yükünün hafifletilmesi, işlerin
basitleştirilmesi gibi yöntemlerin uygulanması yerinde olacaktır. Bir işçi
olarak, yöneticiler masa başı çalışanı olma alışkanlıklarını mümkün olduğunca
terk etmelidirler.
Yukarıda
iş olarak belirtiğimiz olgunun kendisi bir bütünsele işaret etmektedir: İş
gerek öncel koşulları ve dair tedbirleri gerekse faaliyetin her yönüyle özünü
içerir. Bundan hareketle işe ilişkin süreçlerin ‘esnasında’ ve düzeltme ve
iyileştirmeyle alakalı aksiyonlar alınmalıdır; çıktılar sürecin tamamlandığı
gibi bir algıyı barındırmaz; süreç ürünün pazara girişi ve devamında son tüketiciye
ulaşmasını müteakip gerekli tatmini sağladıktan sonra ’rızanın’ olgunlaşması
ile sonuçlanır. Tabiidir ki, bu nevi bir proses anlayışı bakış açısının bu ufka
ve dolayısıyla bunu öğrenmeye ve sindirmeye (içselleştirme) evirilmesiyle
mümkündür. bu anlayışı “sorumluluğun bilinçli genleşmesi” olarak
nitelendiriyorum ki, aslında bu telakki insana bahşedilen egemenlik nimetinin
gereği (külfeti) (“Bir zamanlar Rabb'in meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım’ demişti.” Kur’an-ı Kerim, 2/30) ve emanetin ehli olma koşulunun da
asli manasını kendinde taşır (“Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil
olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek
olursanız adaletle hükmetmenizi emreder.” Kur’an-ı Kerim, 4/58).
Özgün
kültür havzamızda önce müslüman Araplarda fütüvvet, daha sonra Anadolu’da
Türklerin kurduğu Ahilik geleneğinde yer alan iş anlayışı; Ahilikte peştamal
kuşanmayla üstlenilen ahlaki sorumluluğu temsil eder. Bu yükümlülük olmadıkça
ve bu mesuliyete sabır, sebat ve çalışkanlık çerçevesinde sadık kalınmaz ise
“rızkın helalliği” zedelenir, “müşteri velinimettir” düsturu incitilir ve
müşterinin rızası sağlanamaz.
Öğrenen
organizasyona “bisiklet metaforu” ile
canlılık sağlamak için F. Eczacıbaşı’ndan dinlediğim aşağıdaki hikâyeyi
nakletmek isterim:
Bisikletin
arka tekeri tüm bilgimizin, donanımımızın içeriğini sembolize eder. Ön tekeri
gidonla yön vermeye yarar. Ön tekerin önemli özelliği insanlara ve topluma
bakış açımızın ne denli toplum ve insanlar ile ilişkiyle beslenen iletişim
içinde birlikte yönetmenin hakiki pratiğine yönlendiğini gösterir: Yöneti-şi-me
(İng Good Governance, Alm. Steuerungs- und Regelungssystem.) Ön teker ufaksa
denge bozukluğundan ötürü öğrenilenler boşa gider. Boşa giden bilgi öğrenilecek
olanın önüne set çeker veya öğrenileni kullanacağı başka ortamlara yönlendirir.
İş beraber yapılır, yönetici de işçidir. Beraber karar almayı ve yönlendirmeyi
öğrenmek ve bunu işletmeye yaymak öğrenmeyi organizasyonun dokularına değin
nüfuz ettirir. Öğrenen organizasyonlarda ortak öğrenmenin en önemli şartı,
çalışana saygıdır. Çalışan kendine saygıyı talep etmelidir. Ama unutulmamalıdır
ki, realitede kişi ne denli iyi, etkin ve iyi niyetli üretiyorsa saygının içi
de o kadar dolar.
1
(Saygıdeğer hocam) K. R. Popper’in aynı adlı eseri; “Alles Leben ist
Problemlösen, Piper Verl., München, 1996.
2
Erişim:
http://www.mindtools.com/pages/article/newTMM_72.htm [15.04.2015]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder