16 Ağustos 2016 Salı

Yönetişime İlişkin Modelleme Sorgulaması

Yönetişim olgusunun gerek kavramsal gerekse çerçeve-kapsam yönünden irdelenmesinde, çeşitli şekillere bürünen bazı problematik durumlar ortaya çıkmaktadır. Bunların başında betimlemelerin çeşitliliği, yönetişimin tarifindeki çok geniş kapsama alanı, onun bir tür yönetim teorisi mi, yoksa yönetimsel-stratejik politik bir araç mı olduğu, gerçekten de kamu yönetimindeki veya uluslararası arenada sevk ve idareye dayalı sorunsal olup da küreselleşmenin getirdiği gelişimlerin sonucunda kamuda zuhur eden ve ülke yönetimlerini ve bilhassa “yeni ekonomik, neoliberal siyasaları” tıkayan engelleri aşmak için bir gerekliliğin yerine getirilmesine yönelik çözümsel bir yol mu olduğudur. Bu türden çıkarımların sayısı arttırılabilir. Kısa bir soruyla tespit edecek olursak; “Corporate Governance” (CG) genel anlaşılır ‘değerlendirme model(ler)i’ sunmakta mıdır? Bu soru gündeme alınmadıkça ve buna dair somut cevaplar verilmediği takdirde yönetişimin öncelikle kuramsallığı ve buna eklemlenmiş olarak uygulama yöntemleri üzerinde açıklık sağlamamız mümkün olamayacaktır. Bunun diğer bir anlamı, yönetişim olgusunun açık toplum düşüncesine ve katılımcı, çoğulcu demokrasiye olumlu katkı sağlaması bir yana, bunun yerine bazı ilave toplumsal sorunların önünü açma riskinin oldukça büyük bir olasılık taşıdığını ifade edebiliriz.
Genel anlaşılır ‘değerlendirme model(ler)i’ ile ilgili soru, “Corporate Governance” kavramının yayılımlı kullanımı söz konusu olduğu takdirde, zor bir çıkarımı gündeme getirir: Hangisi “Corporate Governance” ya da en yalın şekliyle “Corporate Governance” nedir?  İlginçtir ki, Türkçedeki “yönetişim” sözcüğü açısından konunun problematik yanı daha pratik tanım-açıklamalar vasıtasıyla ortaya konabilmekte ve ortak uzlaşmaya dayalı bir betimleme mümkün olabilmektedir. Ama buna rağmen, Türkçe alanyazının ağırlıklı olarak anglo-sakson araştırmalara dayanması ya da yapılan uygulamalı çalışmaların esin kaynağını yine bu araştırmaların oluşturması, yönetişim olgusunu bize özgün düşünce-yaklaşım modelleriyle değerlendirmek yerine ya çok geniş bir sahaya yaymakta ve karmaşıklaştırmakta ya da dar kalıplı ideolojik şablonlara hapsetmektedir.
Sadece “gereklilik” önermeleri üzerinden yönetişimin okumasını yapmak, olgunun açılımı açısından belirli ölçüde pozitif olmakla beraber, çoklu tanımların arasından hangisinin ‘gereklilik’ ölçütüne göre belirleneceği önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yönden baktığımızda, ‘gereklilik’ önermesinin karşısına koyacağımız diğer bir ölçüt “olma-varolma” teoremi olacaktır. Yani olgunun yalnızca epistemik tarafı değil, ontolojik yönü de otomatikman gündeme gelmektedir. Yönetişim epistemolojik açıdan çok sayıda bilgi kümesinin üretildiği bir olgu olmasına ve yine çeşitli görüş, yön ve yaklaşımları içermesine rağmen üzerinde fazlaca durulan yanı devletin, küreselleşme ve ortaya çıkardığı yerelleşme doğrultusunda olabildiğince uygun bir şekilde reorganize olmayı sağlamaya konsantre olmasıdır. Bilhassa devletin yasal üstyapı kurumları ile ekonomik katmanlardaki denetleyici rolünü güçlendirerek, bu alanlara taşıdığı bazı yeni dinamiklerin çerçevesinin belirlenmesi ile bu çerçevenin sınırlarının özel sektöre kadar kapsayıcı ve yaptırımcı olması da diğer etkin aksiyonlardır. Yönetişim, epistemik mantık ve buna bağlı olarak olasılık hipotezleri sayesinde devletin kendi mekanizmaları içinde –özellikle kamu kurumlarında- iç kontrol, risk yönetimi ve e-uygulamalar (e-yönetişim) gibi katmansal sahalarda bazı kullanışlı imkânlara erişimi sağlamıştır. Bunlar arasında kamu harcamalarının bütçe ile uyumlu olarak gerçekleştirilmesi, idari ve mali konularda iş kalitesinin artırılması, bürokratik kırtasiyenin azaltılması ve nihayet iletişim olanaklarının geliştirilmesi sayesinde gerek kendi bünyesinde gerekse vatandaşlara yönelik işlemlerde basitleştirme ve kolaylıklar (özellikle e-devlet uygulamaları sayesinde) gibi uygulamaları sayabiliriz.1 Ancak, burada gözden kaçırılan husus ilk sırada fikri oluşumdan pratiğin vuku bulmasına kadar uzanan süreçte epistemik yaklaşımların yegâne oluşturucu olduğu sanrısıdır. Tam da bundan dolayı CG’nin üzerinden yapılan okumaların ve ilgili araştırmaların “akademyanın bilgi boğuntusuna” gelmesi ve çıkarımların adeta toplumsal mühendislik içeren yöne doğru kaymasıdır. Hâlbuki yönetişim zatında ‘gereklilik’ çıkarımı ile epistemik bir karakter arz ederken, “olma” yönüyle ontolojik hususiyete haizdir. Epistemenin yönetişime olan ilintisi zorunluluğa evirilen gereklilik (Alm. Soll-Governance, İng. Shall-Governance), ontolojinin ki ise oluş, var-olma gerçekliğine dairdir  (Alm. Ist-Governance, İng. Is-Governance).
Epistemik yaklaşım ulus üstü kuruluşlar üzerinden ulus devletlere, bu devletlerin yasallaştırdığı özerk/bağımsız kurumları ile diğer kurum ve kuruluşlarına, bunlardan hareketle özel sektör ve sermaye piyasalarına dolaylı olarak uzanırken, ontolojik yaklaşım direkt olarak özel sektör ve sermaye piyasalarında meydana gelen yönetişim etkilerinin yeniden düzenlenerek, şirketler için uygulama alanlarının zeminini hazırlar. Ama epistemik yaklaşımın problemi üst katmanlardan alt katmanlara uzanan etki alanını oluşturmakta, düşünselin önüne çıkan bürokratik ve kısmen teknokratik engellerden kaynaklanan çatışmanın –ki eşyanın tabiatına uygundur- getirdiği yarı soyut-yarı somut yapısal, ayrıca özündeki özel alana ait çatışmalarda yönetme potansiyelindeki kısıtlardan dolayı (yönetsel akla pratik ve tam anlamıyla haiz olamama gibi) maruz kaldığı yetersizliktir.2 Kanuni yaptırımlarla aşılmaya çalışılan bu yetersizlik durumunun üst yapısal karakterini dönüştürmek önemli bir adım olmakla beraber, bürokratik gizil yetkenin baskınlığı asgari manada ‘ağırlaştırma-hantallaştırma’ yoluyla epistemeden oluşa hareketi kısıtlayıcı ve ilgiliyi bıktırıcı bir rol oynar. Zaten ‘gizil yetke’ de haddizâtında anılan epistemik yetersizliğin küçümsenemeyecek müsebbiplerinden birisidir.
CG’nin olgusal incelemesinden elde ettiğimiz yorumsal yaklaşımların önceli olan epistemik kaynağın doğurduğu riski, yani yetersizliğini aşmada bir imkân olarak öne çıkardığımız ikincil kaynak, CG’nin ontolojik hususiyetinin sunduğu olanaktır. Ancak bunu gözlemlemek ve akabinde irdelemek için verili durumların (İng. actual existence) pratiklerini araştırmak gerekmektedir. Hâlihazırda dünyadaki uygulamaları incelediğimizde, konunun prensiplerde hemen hemen aynılık arz etmesine karşın, bazı farklılıkların olduğu görülecektir. Bu durum ağırlıkla ilgili ülkelerin devlet kültürü, toplumsal gelenekleri ve tatbiki temayüllerindeki başkalıklara bağlı olarak zuhur etmektedir. Var-oluş imkânı devlet mekanizmaları düzeyinde ikincil derecede önem arz etmekle birlikte, özel sektörün büyük şirketleri açısından olgunun açılımı ve ona dair uygulamaların izlenmesi açısından önemlidir. Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ) için ise yönetişim, bizce ağırlık verdiğimiz, yaptığımız anlamlandırma açısından öncelik arz edebilecek bir enstrümandır. Ontolojik yaklaşımda sorunsalın merkezinde çatışmanın, sistemin dört ana unsuru ile bunlara bağlı belirli faktörler nedeniyle ortaya çıkan sertliği bulunur. Bilindiği üzere özel şirketlerin sistemleri “işletme, mülkiyet, aile veya ortak-paydaş bağları ve çevre” üzerinde temellenir. Buna ilaveten söz konusu dört unsura bağlı diğer faktörler de (köken, büyüklük, performans programı, üretim, IT ve organizasyon) yönetişimin optimizasyonu açısından belirleyicidir. Burada ister büyük şirketler isterse KOBİ’ler olsun, optimal yönetişim uygulamaları için güven, yönetim kurulu, hissedarların veya ortakların hakları ile sorumlulukları, ücretlendirme, iç kontrol sistemleri ve kurumsal (şirketsel) yaklaşım mekanizmal karar ölçütleridir.
Görüleceği üzere, var-oluş bir imkân olmakla beraber, bir şirket için yararlanılması veya diğer bir deyişle fırsat olarak değerlendirilebilmesi kolay değildir. Zira şirketleri sarmalayan unsurlardan mülkiyet ve aile ile bunlara bağlı öğelerden ücretlendirme ve şirket/iş kültürü gibi mekanizmalar, ontolojik sorunsalın asli kök nedenleri olarak aşılması son derece zor sistemik hale gelmiş hususlardır. Ontolojik sorunsalı oluşturan diğer bir etken yönetişime dair bakış açısıdır. Şirketi oluşturan en önemli yapı taşlarının başında gelen çalışanların da yönetime ortak olması, karar alıcıların arasında katılımcı bağlamda temsil bulması ve böylelikle beraber belirleme hakkına sahip olması yönetişim olgusunun ileri düzey uygulama ve yürütme talep-koşullarından biridir. Ancak büyük şirketlerde yukarıda belirttiğimiz aile, mülkiyet ve ücretlendirme gibi faktörler nedeniyle daha baştan, yani epistemik seviyede bu konu gündemden düşürülerek, yönetişim zihniyetinin heterarşik veya heterarşiye nazaran daha da esnek bir oluşum olan holokratik sistem çıkarımlarının önü kesilmiş olur. CG ile direkt bağsallığı olan Çok Katmanlı Sistemlerden ile ondan türetilerek geliştirilen ve Türkçeye adapte edilen yönetişim olgusu, çok katmanlı ve yoğun ağsal yapılara haiz büyük şirketlerde bu yapısallığın doğası gereği olması gerektiği şekilde çoğulcu ve katılımcı, karşılıklı etkileşime açık şekli ile yer bulamamaktadır. Bunun yerine episteme olarak yönetişim kavramı, “kurumsal yönetim” olarak adlandırılarak var-oluşuna dair gerçeklik tamamıyla dönüştürülmüş olur. Bu durumda yönetişime ilişkin bir değerlendirme modelinin oluşturulması, kurumsal yönetim kavramının yönetişim imiş gibi öne çıkartılması ile daha birincil aşama olan epistemik bağlamda kapsam dışın(d)a çıkarılmış-(kalmış) olacaktır.
1 Türkiye’deki e-devlet uygulamalarının özellikle vatandaşlara getirdiği kolaylıklar, uluslararası anlamda da prototip teşkil eden son derece başarılı bir yönetişim örneğidir. 

2 “Bürokrasinin Epistemesi” olarak nitelendirdiğim bilgi muhafazakârlığının kamusal gelenekteki tutucu duruşudur. Gerek toplumun bilgi edinme hakkını engelleme ve minimum düzeyde tutma gerekse yerini bırakacağı kadrolara aynı zihniyeti aktaran “bürokratik ideolojinin” kapalı toplumu merkeze alarak biçimlenen dünya görüşüdür.     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...