20 Ağustos 2016 Cumartesi

Kurumsal Yönetim Olarak Yönetişim ve İki Taraflı Politik Girişim: Kamu Yönetişiminin Çok Yönlü Dinamizmi ve Özel Sektörün Kullanışlı Aygıtı Olarak Uygun Tasarım-3

Şirketlerin büyümesi ile birlikte mülkiyet ve yönetim ayrımıyla belirginleşen ve keskinleşen iktisadi gücün yoğunlaşmasını sınırlandırabilecek iki ana faktör bulunmaktadır: Yatay anlamda büyük şirketler arasında büyüyen rekabet ve dikey olarak ürünler ile rekabet (yüksek ürün veya hizmet fiyatlarının alternatifleri geliştirmesi, örn. yüksek karayolu nakliye fiyatları demir- veya denizyolu sevkiyatını, yüksek doğalgaz fiyatları kömür tedarikini artırır vb.). İşletme biliminde; yönetişim kavramını anlama isteğine bağıl yorumlama ağırlıkla küresel politik-iktisadi gelişime paralel olarak, ama aynı zamanda modern yönetim modellerinin klasikleşen tarzlarına özgü bakış açısının özel sektörde baskın olması hususu fazla değiştirilmeden sürdürülmesi yönündedir. Böylece yönetişim belirli uluslararası kuruluşların daha çok denetleme amacını öncel kıldığı mekanizmalar çerçevesinde, aslında yönetimin kurumsallaştırılması şeklinde tevil edilerek uygulanmaya çalışılmaktadır. Yani şirketler, büyük veya küçük, yönetişimi devletin oluşturduğu yasal ve kurumsal yaptırımlara zorunlu uyum sağlamak bağlamında ele almaktadırlar. Bu nedenle, yönetişim -geleneksel anlamda- yönetim kavramının önüne “kurumsal” sıfatı getirilmek suretiyle bir hayli benzer anlamda kullanılmaktadır. Hâlbuki yönetişim “Corporate Governance” kavramının karşılığı olarak devleti ve kamu yönetimini, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını içine alan kompleks bir sistemi ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler ağını ve karşılıklı etkileşimlerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu anlama benzer bir şekilde yönetişimin özel sektör tarafından da “Corporate Governance” anlamında yönetim olgusuna bir tür eklemlenerek “kurumsal nitelemesi” ile asimile edilmesi, pek çok özel sektör kuruluşunun olguyu kendine uygun bir şekilde tasarlaması, kavramı bu sayede örtülü kılarak bilhassa şirket içine dönük olarak klasik-alışılmış yönetim tarzını belirli bir ölçüde “makyajlayarak” sürdürmesidir (anglo amerikan stil).
Örneğin, Türkiye’deki büyük şirketlerin neredeyse tamamında yönetişim kavramı “Corporate Governance” manasında ele alınarak uygulanmaktadır. Bu bağlamda şirket yönetimleri, Corporate Governance’i bazen yönetişim, sıklıkla ise kurumsal yönetim anlamında kullanmaktadırlar. Hatta ileri bir aşama olarak nitelendirdiğim “yönetişim” üzerine araştırmalar yapan ve konuyu gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda işleyen ve bazı şirketlere yönetişimle ilgili danışmanlık hizmeti veren iki STK’da* olgunun günümüzde özel alan açısından evirildiği kapsamı sunmaktan maada, söz konusu klasik anlama-okuma tarzını gündemde tutmaktadırlar. Elbette şirketlerin yeni küresel şekillenmede, yönetişim olgusunun bir yönüyle Corporate Governance’i karşılayan paradigmal bir yapılanması olduğunu bilmeleri gereklidir. Ama bu yapılanmanın daha önce belirttiğimiz üzere öncelikle devletin, uluslararası kuruluşların ortaya koyduğu biçimiyle piyasaya yönelik olarak bazı denetleyici mekanizmaları oluşturması ve bunlar vasıtasıyla piyasa aktörleri olan şirketleri, yasalara dayalı kontrol erki ile hesap verebilir kılmasıdır. Diğer yandan devlet kendi içine yönelik olarak yine yasalar yoluyla düzenlemelere giderek kurumlarının kendi içinde ve dışta özel sektöre yönelik denetleme gücünü arttırmış, yeni düzenleyici kurumları önemli yaptırım gücüyle piyasa kontrol mekanizmaları olarak kurmuş (BDDK, EPDK, RK, TMSF vd.); aynı zamanda Corporate Governance’in pratik formülasyonları sayesinde yönetime dair çok yönlü erişime dayalı kontrolü, yeni kurum organizasyon stillerini inşa etmiş, katı bürokratik yapıları esnetmeyi ve vatandaş ile devlet arasındaki katmanları BT sayesinde de kolay ve yalın etkileşime sokarak (bürokratik işlemlerin elektronik ortamlar vasıtasıyla kolaylaştırılması-hızlanması; e-devlet uygulamaları ki, Türkiye bu konuda dünyadaki en başarılı ülkelerin başında gelmektedir) her türlü iletişimsel pratikler ile işleri daha kolay ve etkin bir biçimde çözümlenir bir hale dönüştürmüştür. Açık bir şekilde 10 yıl öncesi ile kıyaslandığında özellikle belirli kamu kuruluşlarının ve yerel yönetimlerin iş yürütümlerinde oldukça başarılı bir şekilde ön plana çıktığı ve vatandaş ile etkileşimde etkin bir sinerji oluşturdukları rahatlıkla gözlemlenmektedir. Corporate Governance’in kamu maliyesinin güçlenmesinde, Türkiye’nin kendi içinde ve periferisinde etkili bir aktör haline gelmesinde de önemli katkıları olmuştur. Belirli zaman ve durumlarda, Türkiye belirli düzeyde eklemlendiği küresel politik iktisadi sisteme karşı eleştirel çıkışlar yapmakta (dünya 5’ten büyüktür, NATO’ya karşı kritikler, dış yardımlar, arabuluculuklar vb.) ve böylelikle önceki dönemlerde hüküm süren tek yönlü bağımlılığını, büyük oranda karşılıklı bağımlılığa dönüştürebilmiştir. Ancak, ülkemizin bu gelişimi henüz sağlam bir devlet politikası şeklinde pekiştirdiğini söylemek mümkün değildir. Bunun başlıca nedeni, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu zihniyetinin kodlarını iç siyasanın, yani siyasi partilerin büyük-baskın çoğunluğunun iyi okuyamaması,1 İstanbul’da yükselen ekonomik aktörlerin ağırlıklı manada distribütör bağımlılıklarını giderememeleri, iç dinamiklerin içeride oluşturulan belirli unsurların çatıştırılması vasıtasıyla malul kılınması ve bu türden pozisyonların zemininde çıkar gruplarının dışa dönük ulusal bir politika oluşturamadıkları gibi zayıflıklardır. 
Yukarıda bahsettiğimiz üzere yönetişim kavramının anglo amerikan zihniyetindeki büyük şirketlerin birçoğu tarafından örtülü kılınarak şirket içine dönük olarak, klasik-alışılmış yönetim tarzını belirli bir ölçüde “makyajlayarak” sürdürmesi bir yönüyle reel bir tarz olsa da, son yıllarda yönetişimin kullanımında ve algılanan öneminde özellikle German model alanında yapısal ve işlevsel mühim değişiklikler olmaktadır. Düzenlenmiş kuralların şartlarının değişmesi ve söz konusu kültür alanının sosyal odaklı geleneklerine paralel olarak, yönetim biçimlerinde yeni yöntemler gündeme gelmiş ve yönetişim süreci yeni çıktıların devreye girmesiyle kamusal yönetim-yönetişim anlayışından ayrılmaya başlamıştır.
Yönetişim yaklaşımı, Kıta Avrupa’sında Almanya’nın başını çektiği AB yapılanması çerçevesinde, “kürek çeken değil dümen tutan devlet”2 anlayışıyla, pasif tüketiciliği içermeyen katılımcı vatandaşlık anlayışı ile şekillenmektedir. Bu süreçte üzerinde anlaşılan hedefler doğrultusunda işbirliğine ve uzlaşmaya vurgu yapan ve yönetişim mekanizmalarını uygulamaya aktaracak olan yeni bir sevk ve idare tarzına doğru bir yönlenme, gelişim oluşmaktadır. Aslında yönetişimin teorik kökenleri, kurumsal ekonomi, uluslararası ilişkiler, örgütsel ve iktisadi gelişmeye dönük çalışmalar, politika bilimi, kamu yönetimi gibi unsurları kapsamaktadır. Ama odakta politik-ekonomik sistemin gelişimi bulunmaktadır.
Yönetişim kavramı ayrıca, yönetime katılma kavramına bir seçenek olarak da ortaya konulmaktadır. Bu şekilde demokratikleşmeyi sağlaması düşünülen katılımcı yönetimle, yönetilen temsilcilerinin karar sürecinde yer almaları hedeflenmektedir. Ancak, bunun sonucunda yöneten ve yönetilenlerin durumlarını durağanlaştıran bir yönetim anlayışı oluşma ihtimali yüksektir. Oysa yönetişim kavramı, dışarıdan bir baskı olmadan, aralarında etkileşimin olduğu aktörlerin etkilediği bir yapıyı ya da düzeni kastetmektedir. Bu durum, toplumsal-politik eylem için hem kısıtlayıcı hem de aynı zamanda ona yetenek kazandıran veya onu güçlendiren bir koşul olarak görülebilir; yani olanak ve riskin karşılaştırılabilir bir zeminde müsavileşerek oluşturdukları tamamlayıcı bir paradoks olarak zuhur etmeleri gibi.**
Corporate Governance kavramındaki tüm hızlı gelişimsel değişimlere rağmen, Türkiye’de kamu kesiminde olgunun oldukça kapsamlı bir biçimde yerli yerine oturtulmasına karşın; büyük şirketlerin ve az sayıdaki konuya ilişkin danışman sivil inisiyatifin yaklaşımında yönetişimin başlangıçtaki kapsama alanı dışına çıkılmamaktadır (uluslararası kuruluşlar ve devletin kendilerine ve anonim şirketlere yönelik etkileşimleriyle sınırlı). Hâlbuki yönetişim olgusunun bilhassa son on yılda anlam derinliği katmanlaşarak genleşmekte ve Corporate Governance özel sektör açısından iyi yönetişim (Good Corporate Governance) aşamasını da geride bırakarak daha farklı açılımları ve uygulamaları içermektedir. Ama ülkemizde ve anglo amerikan etkileşim çevrelerinde büyük şirketler yaygın biçimde kamu kökenli kurumsal yönetim söylemini devam ettirmektedirler. Az sayıda şirket yönetişimin günümüzde German etkileşim alanında eriştiği düzeye sahiptir; örneğin Türkiye’deki şirketlerin çok büyük çoğunluğu yönetişimin geldiği aşamayı, yani otoritenin dağıtıldığı, örgütlerdeki geleneksel yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarı yaklaşımı yerine herkesin rolleri doğrultusunda hem inovatif bir girişimci hem de takipçi olduğu katılımcı, birlikte karar alma mekanizmalarını sistematik kılmış bir yönetim sistemini henüz hazmetmeye hazır ve bunun için gerekli cesarete de sahip değildir.


















* Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) ve Argüden Yönetişim Akademisi.


1 II. Abdülhamid’in devrilmesiyle birlikte Osmanlı’nın hızlı düşüşüyle başlayan son derece acı sürecin, Lozan’la sağlanan kısmi noktalanmasını müteakip İ. İnönü’nün “100 yıllık nefes alma” süresi kazandığımıza dair hedef gösteren sözünün ne anlama geldiği –ne yazık ki- TC siyasasının birçok aktörü tarafından anlaşılamamıştır. Aslında günümüzde Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın sıklıkla dillendirdiği “2023 hedefi” kaynağını, Cumhuriyetin kurucu zihniyetinin o zamanlar zorunlu olarak şifrelediği İnönü’nün o sözünden almaktadır.

2 Almanca’da yönetişim sözcüğü aynı zamanda “yönetim, kontrol, sevk ve idare etme, dümen tutma” gibi anlamları içeren “Steuerung” (İng. steering; yönetişime atıfla sık kulanılan bir sözcük) kelimesiyle de ifade edilmektedir.

** Çincede ‘risk’ kelimesinin aynı zamanda fırsat anlamını içermesi bu paradoksu aydınlatması açısından elverişli bir örnektir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...