16 Ağustos 2016 Salı

Kurumsal Yönetim Olarak Yönetişim ve İki Taraflı Politik Girişim: Kamu Yönetişiminin Çok Yönlü Dinamizmi ve Özel Sektörün Kullanışlı Aygıtı Olarak Uygun Tasarım-1

Bu sözler büyük bir holdingin vakıf üniversitesinde görev yapan bir akademisyenin ‘Corporate Governance’ (CG) ile ilgili olarak çeşitli kamu ve özel kuruluşlardan gelen üst düzey yöneticilere yaptığı sunumdan alıntılanmıştır:1
‘Kurumsal Yönetim’ sözcüğünü kullanıyorum prezantasyonumda ama bu tercümenin çok yerine oturmadığı kanısındayım çünkü ‘Governance’ yönetim değil. ‘Corporation’ anonim şirkete karşılık geliyor daha çok. Kavramların üretildiği dil kullandığınız dil olmayınca böyle zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Çoğu gelişmekte olan ülkede bir tercüme sorunu yaşanıyor bu konuda. ‘Corporate Governance’ kodları diye adlandırdığımız belgelerin çok garip isimler aldığını görüyoruz. Esas olarak ‘Corporate Governance’in anonim şirketlerin (anonim ortaklıkların) yönetimi ile ilgili çok disiplinli bir çalışma alanı olduğunu söylemek gerekir. Yani konumuz bütün şirketlerin değil, konumuz anonim şirketlerin, yani ortaklarının sorumluluğu sınırlandırılmış şirketlerin sorumluluğu ortaklar adına üstlenen Yönetim Kurulları tarafından yönetimi. Her ne kadar Kurumsal Yönetim ilkelerinin bütün şirketlere, şirket uygulamalarından çıkartılan derslere dayanarak kamu şirketlerinin yönetimine ve hatta Avrupa Birliği yönetimine uygulanması gerektiği gibi tartışmalar olmakla beraber bunlar gereksiz ve uygunsuz genellemeler. Nasıl tercüme ederseniz ediniz ‘Corporate Governance’ anonim şirketlerin yönetimiyle ilgili bir çalışma alanı. Henüz kabul gören başka bir sözcük olmadığı için Corporate Governance’in karşılığı olarak bundan sonra "Kurumsal Yönetim" kavramını kullanacağım. Kurumsal Yönetimin amacını dikkate almamız gerek. Kurumsal Yönetimi iyileştirerek yapmak istediğimiz şey şirketlerin daha verimli ve daha karlı çalışmalarını sağlamaktır. Neden bu önemli bir amaç olarak karsımıza çıkıyor? Çünkü dünyada refahın ve zenginliğin itici gücü şu anda özel sektördür. Beğenelim ya da beğenmeyelim, gerçek bu yöndedir.
Yukarıdaki aktarımı yapmamın sebebi; bir holdinge bağımlı olan bir vakıf “üniversitesinde” görev yapan bir akademisyenin, ya kapitalist ideolojinin daraltılmış kalıplarıyla veya işvereninin anlamak istediği şekilde ya da genel geçer, vasat bilgi ile düşünme tembelliğine dayanan kısıtlı bir zihin yapılanmasıyla Corporate Governance’i betimlemesine iyi bir örnek teşkil etmesidir. Ülkemizde yönetişim üzerine yapılan akademik çalışmaların sayısı oldukça azdır. Bu durum belki akademyanın nicelliği yönüyle genel düzeyine aykırı değildir; ancak yapılan çalışmaların niteliği açısından konuya yaklaştığımızda –buradaki alıntının karşısında marksist ideolojinin dar, dogmatik yaklaşımlarına dayalı çalışmaları da zikrederek- yönetişim olgusunun global gelişim sürecinin izlenmediği, titizlikle incelenmediği ve bilvasıta daha da önemlisi alana katkı sağlayabilecek çalışmaların maalesef yapılmadığını tespit etmemizdir (zorunda kalmamızdır). Olguların yorumlanmasının çeşitlilik arz eden araştırmalara dayanması ve minimum seviyede de olsa özgünlük içermesi akademyanın sorumluluğu olmalıdır. Ancak bu zahmet, gayret ve tefekkür-zihni derinlikli işlev gerektiren çalışmalarla mümkündür. Fikri genişliğe haiz çok yönlü bir olguyu ağırlıklı olarak oportünist amaçlar için araçsallaştırmanın açtığı yol, bilimi gerek etik gerekse değer yargısının özgürlüğü açısından çıkmaza sokan bir yoldur; dahası açık toplum olmanın önünü de –“ucuz pragmatizm” uğruna- kesmektir. İdeolojilerin dar kalıplarına sıkışan türden bir akademik zihniyet ya gerçekten sadece bir aktarım işçiliğidir ya da belirli bir zümrenin çıkarlarına hizmet eden fikri köleliktir. Bu bağlamda, kadimdeki zengin ilmi, irfanı ve hikmeti gelişmenin özgün dinamiği kılmak yerine, ideolojik dogmalarla çerçevelemek bu coğrafyayı tuhaf bir hâlet-i ruhiyeye, adeta “kaçınılmazın mitosuna” mahkûm etmektir. Bunun akademya ve aydınlar tarafından yapılması her türlü yorum bir yana, tek sözcükle vicdansızlıktır.
Öncelikle, Corporate Governance’in Türkçede tam bir karşılığının olmadığını beyan ederek, buna karşılık olarak "Kurumsal Yönetim" kavramını kullanmak, Türkçeye son derece isabetli ve daha da kapsamlı bir biçimde ‘yönetişim’ sözcüğüyle aktarıldığını bilmemek, fark etmemek bir ihtimal olmakla birlikte, yönetişimin bir şirketin yönetimindeki kararların geniş yayılımlı birliktelik ve katılımla alınması hususlarının göz ardı edilerek, özellikle çalışanların katılımının kararlardaki rolü bu yolla dışlanmaktadır. Zaten sendikalaşmaya dahi yasal zorunluluklar dolayısıyla tahammül edilen ve bunun için bazı örtülü baskıcı yöntemlerin uygulandığı ‘yeni düzende’ çalışanların birkaç kademe daha ön planda yer almasının önlenmek istenişi rasyonel bir hedef olarak görülebilir. Yönetişimin kurumsal yönetim olarak tek yönlü bir sevk ve idare biçimine indirgenmesi, bilhassa anglo sakson iş dünyasında da kullanış bulan bir yaklaşımdır. Ülkemizde de özel sektörün ağırlıklı bir şekilde bu yaklaşımı benimsemesi, son yılların neo-liberalizme ve finans kapitale yaslanan kartel politikalarına uyum sağlamak açısından öncelikli tercihi olduğu malumdur. Günümüzde yönetişime dair en geniş kapsamlı ve uygun çalışmaların; demokratik, şeffaf ve çalışanları da karar alma sürecine dâhil ederek, katılımcı tarzı benimseyen Orta Avrupa ülkelerinde (başta Almanya olmak üzere, İsviçre ve İskandinav ülkelerinde) gerçekleştirilmeye çalışılması ‘yönetişim madalyonunun’ diğer yüzüdür.
Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, yönetişim bir sevk ve idare modellemesi kapsamında, önce bir öneri olarak ‘Corporate Governance’ kavramı altında BM, OECD, DB, IMF gibi ulus üstü kuruluşların “bir ülkenin her düzeyindeki işlerinin yönetiminde iktisadi, siyasi ve idari otorite kullanımı” şeklindeki tanımıyla ortaya çıkmıştır. Ancak, 1990’ların sonlarında meydana gelen büyük yolsuzluk skandallarını müteakip, devletin gerek kendi kuruluşlarına gerekse özel sektörün anonim şirketlerine yönelik olarak hukuki düzenlemelere dayanan bir üst yapı marifetiyle oluşturduğu bağımsız, özerk kuruluşları (Türkiye’de BDDK, EPDK, RK, TMSF gibi) vasıtasıyla özgül manada denetime ve lüzuma göre yaptırım uygulama yetkesiyle donatılmasıyla çok katmanlı sistemik ve karşılıklı etkileşimli bir yönetme yapılanmasına dönüşmüştür.
Yasal düzenlemelerin özel sektörü öncelikle şeffaflaşma, denetlemelerinin de kontrolü, hesap verilebilir kılmasıyla birlikte kavram, anonim şirketlerin de gündemine girmiş ve mali ve idari yönlerden onların da devletin organları tarafından takibini yürürlüğe sokmuştur. Anglo-amerikan zihniyetin hâkim olduğu ülkelerde, topluma zarar verecek herhangi bir durum oluşturmadığı takdirde her türlü girişimin özgürce yapılması düsturuna (izin verilen yapılabilir) uygun olarak ‘Corporate Governance’ tam anlamıyla kapitalist sistematiğin yeni biçimi neo-liberal yaklaşıma uygun olarak daha geniş bir serbestiyet içinde uygulanmış, fakat 2008-2009 ekonomik bunalımdan sonra devletin önleyicilik ilkesini benimsemesiyle kıta Avrupa’sındaki uygulamalara benzer hale gelmiştir. Kıta Avrupası’na hâkim olan franco-german modelin baskın düsturu ise devletin izin vermesine dayalı ağsal bürokratik bir yapı olduğundan, ‘Corporate Governance’ önleyicilik prensibine dayalı olarak işin daha baştan sıkı tutulmasıyla uygulamaya konmuştur; yani burada öncellik kanun kuvvetine dayanmaktadır. Bu model her ne kadar franco-german olarak adlandırılsa da german modeli diğerine nazaran bilhassa uygulamada daha sıkı ve özgün bir yapıya haizdir. Bundan dolayıdır ki, Almanya, İsviçre ve İskandinav ülkeleri son iktisadi bunalımdan en az etkilenen Batı ülkeleri olmuştur. Ayrıca, CG’i en farklı ve özgün biçimde dönüştüren ülkenin Almanya öncülüğünde diğer zikrettiğimiz ülkeler olduğunu da belirtmeliyiz. Burada olgunun ayırım yapmadan özel sektör şirketlerine yönelik olarak “katılımcı ve birlikte karar almaya dayalı demokratik şirketler” mottosu altında geliştirilen bir yönetim şekli olduğunu kısaca belirtmekle yetineceğiz.
İstanbul-HABİTAT II/5 toplantılarının Ülke Raporu’nun “Yönetişim Alt Bölümü” içeriğinde de belirtilen “bir ülkenin her düzeyindeki işlerinin yönetiminde iktisadi, siyasi ve idari otorite kullanımı” şeklindeki tanımdan hareketle; DB, IMF gibi uluslararası örgütler bu tanıma katılarak, gelişmekte olan ülkelerin hem neo-liberal ekonomik politikaları, hem de ‘Corporate Governance’ modelini benimsemeleri gerektiğini savunmuşlar ve bahusus yönetilebilirlik sorununa ilgi göstermişlerdir. Bu yaklaşıma göre, iyi bir ekonomi ve yönetilebilirlik problemini çözmek için anılan model, neo-liberal politikaların gerçekleşmesini sağlayabilecek uygun bir araçtır. Bu noktada yönetişime ilişkin yapılan negatif veya pozitif atıflar olmakla beraber, bunların bazılarında –haklılık yanları olsa da- yoğun ideolojik yaklaşımların oluşturduğu aşırı öznellik ağır basmakta ve verimli tartışmaların, bilgi çıkarımlarının önü kesilerek kısır döngüler oluşturulmaktadır. Hâlbuki olguların titizlikle gözlenerek bilişsel ve deneysel bağlamda teorik yapılanmaları olgunlaşmadan sert eleştirilere tabi tutulması, yaklaşımları kristalize ve atıl kılmaktan başka getiri sağlamayacaktır. Örneğin, yönetişime dair sert nitelikteki sol tandanslı eleştirilerde gözden kaçırılan önemli bir husus, yönetişim olgusunun içerdiği öz yönetimsel fikirlerin ağırlıklı olarak sosyalist kökenli olmasıdır.
Daha önceki bölümlerde yönetişimin bir yüzüyle yönetsel paradigmal bir yapılanmayı, diğer yüzüyle ise araçsallığı sayesinde yöntemselliği içerdiğinden söz etmiştik. Her iki halde de; arzu edilen yönetişimin –ister yönetimsel isterse yönetsel araç manasında- şeffaf, dürüst, iyi niyetli ve insani amaçlara hizmet eden “inşa ve imar edici” bir yapıtaşı olarak uygulanmasıdır. Ancak insanın büyük keşfi (!) olan pragmatik araçsallaştırma sayesinde yönetişim de sıklıkla her türden menfaatin temini veya meşruiyet sağlama aygıtı olarak kullanılmaktadır. Bu meyanda, önce büyük şirketlerde başlayan ve daha sonra KOBİ’lere kadar uzanan “kurumsallaşma, kurumsal yönetim” gibi kavramlar bilhassa gelişmekte olan ülkelerde yönetim-işletme alanyazınına moda akımlar olarak yerleşik bir giriş yapmışlardır.
İngilizcedeki “Corporate Identity” sözcüğü “şirket/firma kimliği” şeklinde bir anlama haiz ise de sıklıkla, Türkçeye yapılan çevirisinden ve kelimenin kendisinden kaynağını alan “kurumsal yönetim” kavramı ile ifade edilmektedir. “Corporate Identity” bir şirketin özelliklerinin (Alm. Charakteristika), özgünlüğünün toplamıdır ki, “bu toplam” bir şirketi karakterize eden nişanedir ve onu diğerlerinden ayıran niteliktir.2 Bunun dışında şirket/firma kimliğinin oluşmasına, süreçsel gelişimine eşlik eden diğer bir unsur “şirket-organizasyon ve iş kültürü” olgusudur. Bu olguyla bir şirketin zaman içinde oluşan ve gelişen “değerler tasviri” ve bunların fiili tecellileri kastedilmekle beraber, kavram belirli idealleri de temsil eder.25 Gerek kimlik gerekse kültür-iş kavramlarının iyice anlaşılması ve derinlemesine okumasının yapılmadan “kurumsal” sıfatına geçerek, buna ilaveten “kurumsal yönetim” olgusundan söz etmek yerinde olmayacaktır. Öyle ki, arada atlanan önemli bir kavram da “kurum” kelimesidir. Türkçede kelimenin etimolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, tahminimce “kurmak” fiilinden türetilmiş olabilir. Batı dillerindeki kökü Latince “institutio”, yani tesis etmek fiiline dayanan kurum kelimesinin sosyal bilimler çerçevesinde, kavramsal açıdan üzerinde tam bir birlik sağlanamamıştır. Üzerinde mutabakat sağlanan görüş, kurumun geniş kapsamlı bir “kurallar sistemi” olarak anlaşılmasıdır. Söz konusu sistem, bireysel sosyal davranış ve aksiyonları, etkileşim içindeki katılımcıların beklentilerine göre, kendine uyumlu gruplar ve cemiyetler şeklinde düzenler, stabil kılar ve yönlendirir. Örneğin, STK’lar, resmi kuruluşlar, mahkemeler, üniversiteler ve okullar da birer kurum olarak kabul edilirler.3 
Kurumsal (İng. institutional) sıfatı kurum sözcüğünden (İng. institution) türetilmiştir. Son yılların bir hayli revaçta olan yönetim şekli olarak ön plana çıkan kurumsal yönetim konusunda literatürde farklı tanımlamalara gidilmiştir. Yapılan tanımlamaların bazılarının kurumsal yönetimin kapsamına dar veya geniş açıdan bakılarak, bazılarının ise kurumsal yönetimin özelliklerinden bir veya birkaçının ön plana çıkarılması suretiyle yapıldığı görülmektedir.4

1 http://cgft.sabanciuniv.edu/sites/cgft.sabanciuniv.edu/files/MBsemineri.pdf [Erişim: 31.05.2015]
2 http://de.wikipedia.org/wiki/Corporate_Identity
3 http://de.wikipedia.org/wiki/Organisationskultur

4 http://de.wikipedia.org/wiki/Institution  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...