12 Mart 2017 Pazar

Yönet(im)sel Paradigma Değişimini Okumak: Gerçekliğin İrdelenmesi-1

İnsanın yönetim olgusu içinde karşılaştığı mekân boyutu genel olarak statik manalara zemin olurken, zaman boyutunda hemhal olduğu durumsallık örtülü olarak mekânsallığı içermesi hasebiyle hem durağanlığı hem de diğer yönüyle işin-ameliyenin doğası sebebiyle zamansal açıdan dinamik özellikleri barındırır. Yönetim İş’e (Arap. Ameliyye) bağ(ım)lıdır. Her iş ise düzenleme (organizasyonla) ile açıklamasının ilk adımını atar. Günümüzde iş dendiğinde geçerli çıkarım, iş’in değer(ler) biçilen varlıkların değiş tokuşu ve bunun sonucunda taraflar için (satıcı ve alıcı) ortaya çıkan veya ileride çıkacak kazancın karşılığıdır. Yani iş değerin içeriğinde yer alan iki oluşturucu unsurun, anlam ve kazancın, ne olduğu ile anlamlandırılır. Burada kazançtan kasıt mutlaka parasal ve başka türden maddi olan değil, mental veya duygusal (ödül) olan da olabilir.  Kazanç kavramının temelinde mübadele yatar. Bu nedenle iş olgusunun kökeninde de mübadele mantığı bulunur. Mübadele mantığı sadece kazanca yönelik yanıyla değer taşımaz, değişimi anlamlandırması yönüyle de öğreticidir. İş olgusu belirtmeye çalıştığımız bu türden muhteva özellikleriyle de katmansal bir karakteristiğe haizdir. Asırlardır insanın iş vasıtasıyla meydana getirdiği mekânsal boyut işletmenin felsefi temelidir. İster büyük şirketler isterse KOBİ olsun, tüm işletme özelliği taşıyan kuruluşların iş’in felsefesinin oluşturduğu işletme felsefesi vardır. Misalen bir şirketin öncelikli iş felsefesi müşteri odaklılık, bir diğerininki ise esnek iş yapma olabilir. Bu doğrultuda işletme felsefesi, çalışma dünyasında belirli bir şirketin değerlerinden ya da yaklaşımlarından ya da bir pazarın dinamiklerinden bahsetmek için kullanılan bir terimdir. İş felsefesi anlam genleşmesi imkânı sunan bir yapıya haizdir. Bundan dolayı, iş felsefesi üzerinden daha geniş bir anlam çerçevesinde toplumsal sistemlerin çoğunluğunda (kapitalist ya da sosyalist) öne çıkan husus işletmenin operasyonlarıdır. Bu bağlamda iş felsefesi, operasyonlar ve anlamları arasındaki farkları, hükümetlerin işletmeleri düzenleme derecelerini, işletmenin topluma karşı ahlâki yükümlülüklerini, işletmenin temelinde daha ekonomik ya da daha sosyal bir olgu olup olmadığını da içeren insan çabalarıyla ilgilenir. Bu noktada iki faktör en ön plandadır ve bunlar iş ve işletmenin toplumsal yaşamın tüm unsurlarıyla hayati ilişki içindedirler: İnsan ilişkileri ve ahlâk. Bu iki birim ve ilave pek çok öğe yönetim olgusu ile mantıksal bütünlük içindedir; ama mantığı işlevsel kılan yönetim işinin muhtevası ve bunun haiz olduğu tüm bağlantıların niceliği ve niteliğidir. Yönetme ve yönetilme etkileşimi bağlantıların işlevselliği için gerekli olması bir yana, işin doğası doğrultusunda da zuhur edendir.       
 Söz konusu bu alaka zinciri bütünselliği içinde yönetimi organize olmakla –örgütlenme ile ilişkilendirir. Yönetim ve organizasyon ilişkisi arasındaki düzeni sağlayan unsur ise faaliyetler arasındaki iletişim ve eşgüdümdür.  İletişimi ve eşgüdümü besleyen kaynak ilişkidir; gelişmiş ve olgun ilişki diğer ikisine de aynı özellikleri (gelişmişlik ve kemâlât) ödünç verir. İletişim araçlarının veya eşgüdüm sağlayıcıların gelişmişliği, kullanım yaygınlığı ve kolaylığı gibi öğeler, ilişkinin de geliştiği anlamını taşımaz; hatta günümüzde sıklıkla gözlemlenebileceği gibi ters orantılı bir bağın teşekkülüne dahi sebebiyet verebilirler. İlişkilerin tesis edilmesi ve daha da mühimi geliştirilmesi ve muhafazası onların düzenlenmesi ile beraber yönetilmesini de zorunlu kılar. Ama netice itibarıyla, öncel olan ilişkinin yaratımını sağlamak hususunda ortaya konması gereken yönetme işidir. İlişkinin yönetimi bundan sonraki iştir. Günümüzdeki yönetim kategorileri arasında yer alan “Stratejik İletişim Yönetimi”nin özünü oluşturan ilişkinin sağlanması, geliştirilmesi ve sürdürülmesi hususudur ki, maalesef pek çok yöneticinin ya da çalışanın bu konuda daha girift öğrenme metotlarını öğrenmesi yoluna gitmemesi daha en baştan atılması gereken ama eksik kalan adımdır. Ayrıca, ilişki olgusunun bizzat kendisinde yatan tabiilik, sohbet-muhabbet kültüründen kök alır, yaşamakla filizlenir, beslenir ve büyür. Fakat günümüzde hâkim olan genel ortam karşılıklı etkileşimin doğal olduğu ilişkinin yerini onun alt dallarından olan iletişimin almasıdır. Zira insanlar arası ilişkiler zaman ve mekân boyutlarındaki hız ve değişkenliğe dayalı değişim faktörlerinin yarattığı yeni durumlar nedeniyle irtifa kaybına uğramıştır. Yeni zamanlar değişim ve dönüşümün dönemidir; özellikle son yirmi beş yılda istense de istenmese de “diğer tüm durumlar sabitken veya her şey birbirine benzer” prensibi (Lat. ceteris paribus) değişmiştir ve günümüzün istikrarsız, dengesiz ve çalkantılı şartları tarafından kuşatılmıştır.1
Progogine’den hareketle Toffler’e göre halen devam eden paradigma değişimi sanayi toplumundan bilgi çağına geçiş ile vuku bulmaktadır ve bunun ana belirtisi günümüzün değişken, dengesiz ve çalkantılı koşullarının oluşturduğu kaostur. Bu doğrultuda yeni paradigmayı en iyi şekilde ortaya koyan, açıklayan -belki de- kaos teorisidir.2 Bu teori aslında kuantum paradigmasına paralel olarak geliştirilmiştir. Bilindiği üzere, kuantum düşüncesinde doğa ve evren algılayışı, mekanik doğa ve evren anlayışından farklıdır. Mekanik doğa algılayışında kendini sürekli tekrar eden ve değişmeyen standart tekil ve noktasal davranış ve bunlara ilişkin yasalar geçerlidir. Kuantum dünyasında; tek yönlü noktasal nedensellikten, çok boyutlu ağ etkileşimine dayalı, dinamik sistem ve süreçlere geçiş yaşanmıştır. Dinamik sistem ve süreçler, kaçınılmaz olarak zaman ve mekân boyutları içinde yapılanmış çoklu unsurların karşılıklı etkileşimine dayalı, canlı, yaşayan ve sürekli değişen, üstelik yaşananlardan sürekli öğrenen ve öğrendiğini sistem ve sürece yeniden katan bir işleyişe sahiptir. Buradaki işleyişte, incelenen olay veya olgunun bir anlık soyutlamaya dayalı noktadaki marjinal koşulları değil, olay veya olguyla ilgili tüm akış ve işleyiş yanında bununla bağlantılı kurum ve insanlar, başta araştırmacının olaya ilişkin sezgileri olmak üzere; dinamik ve çoklu işleyişin bir parçası konumundadır.3
Progogine ve Stengers geleneksel bilimin dengeyi, düzeni, tekdüzeliği, muvazeneyi vurgulama eğiliminde olduğunu tartışmaya açarlar. Geleneksel bilim, çoğunlukla kapalı sistemlerle ve küçük girdilerin daima aynı tarzda küçük sonuçları verdiği doğrusal ilişkilerle ilgilidir. Ağır enerji, sermaye ve emek girdileri üzerine dayanan bir sanayi toplumundan, bilginin ve keşfin kritik kaynaklar olduğu ileri teknoloji toplumuna geçişte, yeni bilimsel dünya modellerinin ortaya çıkması normaldir. Progogine’ci paradigmayı özellikle ilginç yapan günümüzün hızlandırılmış sosyal değişmesini tanımlayan gerçeğin görünüşlerine dikkati çekmesidir. Düzensizlik, kararsızlık, çeşitlilik, dengesizlik, doğrusal olmayan ilişkiler içinde küçük girdiler çok büyük neticeleri başlatabilir ve geçicilik zamanın akışına karşı yüksek bir duyarlılık içermektedir.4
Progogine’ci şartlarda bütün sistemler sürekli düzensiz bir şekilde değişen alt sistemleri içerir. Zaman bir tek düzensiz değişim veya bunların bileşimi olumlu geri beslemenin bir sonucu olarak o kadar güçlü bir hale gelebilir ki, daha önce var olan düzeni paramparça edebilir bu noktaya “çatallaşma noktası” denilmektedir. Değişimin süreç içinde hangi yönde gelişeceğini kestirmenin ve gerekiyorsa karar almaların olanaksız olup olmadığı, buna bağlı olarak sistemin dönüşüp dönüşmeyeceği; yoksa yeni ve daha farklılaşmış, daha yüksek seviyede bir düzen veya “dissipatif yapı” (kendilerinin yerini aldıkları daha basit yapılara oranla daha yüksek organizasyona dönüşmesi) oluşup oluşmayacak mı sorgulamasının yapılması mühimdir. Bu sorgulamadan hareketle Toffler, kaos teorisinin sosyal bilimlerdeki devrimlerin merkezinde olduğunu, bu fikirlerin makine çağının bitişi ve “Üçüncü Dalga” olarak nitelendirdiği yeni uygarlığın yükselişi ile yakından ilgili olduğunu ifade eder. Çökmekte olan ikinci dalga toplumu için “çatallaşma ikilemini” daha farklı ve yükselmekte olan üçüncü dalga toplumunu da “dissipatif yapılar” olarak niteler. Bu nitelendirmeye göre, aynı şekilde Newton’culuktan, Progogine’ciliğe sıçramak da aynı şekilde görülebilir.5
Progogine ve Stengers ile onlardan esinlenerek Toffler’in yaklaşımlarında karmaşık yapılanmaların doğa bilimlerinden yapılan analojilere dayandığını ve her ne kadar kuantum modellerinden hareketle bir düşünce sistematiği çıkarsanmak istense de, netice itibarıyla paradoksal bir şekilde mekaniğin mantığında disipline edilen bir düzeneğin oluşturulmak istendiğini görmekteyim. Bilhassa Toffler’de bu stil daha baskındır ve popüler bilimselleştirme manasında kaostan düzenlemeye doğru bir mekaniksel sistematikleştirme çabasının öne çıktığı kanaatindeyim. Progogine ise ÇKS’yi fark ederek belirli şartlarda bütün sistemlerin sürekli, değişken ve düzensiz bir şekilde değişen alt sistemleri içerdiğini ifade etmektedir. Aslında bizim insan olarak sınırlı ve kısıtlı potansiyelimizin düşünce havzasındaki bir yanılsama olarak nitelendirdiğim karmaşıklık fenomeni zihni dezorganizasyonun refleksiyonudur. Birinci olarak çok katmansallık belirli şartların değil, her şartın farklı tecelliler içeren durumudur; ikincisi bizim karmaşıklık olarak gördüğümüz kendi doğasında, yaratılışında bir sistematiğe ve düzene tabidir.*  İnsan sınırlı oluşunun farkında ve bunun terbiyesi ile bilinçlenmiş ise, karmaşıklığın düzeni için adım adım hareket etmesi gerektiğini bilir. Örneğin, günümüzde son derece basitleştirilmiş, düzenli çalışan ve çalıştırılan pek çok birimsel sistem, dünün karmaşıklığından üretilmiştir. Bu tezimiz yeni zamanların sıklıkla altı çizilen “karmaşıklık sendromu”nu inkâr ettiğimiz anlamında anlaşılmamalıdır. İşaret ettiğimiz karmaşıklığın ya da diğer bir deyişle kaosun neticede teorisinin temel özelliklerinden olan “düzensizliğin içinde bir düzen vardır ve düzen düzensizlikten doğar” ilkesinden hareketle düzenin asli kaynağının düzensizlik olduğu hususudur. Ayrıca, bugün sıklıkla dillendirilen karmaşıklık söylemi ve temelde buna dayanarak ortaya konan paradigmal dönüşümün merkezinde bilgi teknolojilerinin bulunduğunu ifade edebiliriz. Tabii olarak bu merkezi tespitin yanına çok çeşitli ve türden faktörlerin eklemlendiği de yadsınamaz. 
1 A. Toffler, Bilim ve Değişme, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 1998, Önsöz Progogine I. ve Stengers I.: Kaostan Düzene.
2 I. Progogine, I. Stengers, Kaostan Düzene, İz Yayıncılık, İstanbul, 2005
3 H. Erkan, C. Erkan, “Bilgi Ekonomisinde Teori ve Politika”, s. 55, http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/13-01.pdf [Erişim: 30.08.2015]
4 A. Toffler, a.g.e., s. 13
5 I. Progogine ve I. Stengers, a.g.e., s. 26

*Sünnetullah olarak Kur’anda vurgusunu bulan yaradılış nizamı doğrultusunda, karmaşıklık -insani olarak- bizim nitelendirmemizin sonucudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...