İnsanın yönetim olgusu içinde
karşılaştığı mekân boyutu genel olarak statik manalara zemin olurken, zaman
boyutunda hemhal olduğu durumsallık örtülü olarak mekânsallığı içermesi
hasebiyle hem durağanlığı hem de diğer yönüyle işin-ameliyenin doğası sebebiyle
zamansal açıdan dinamik özellikleri barındırır. Yönetim İş’e (Arap. Ameliyye)
bağ(ım)lıdır. Her iş ise düzenleme (organizasyonla) ile açıklamasının ilk
adımını atar. Günümüzde iş dendiğinde geçerli çıkarım, iş’in değer(ler) biçilen
varlıkların değiş tokuşu ve bunun sonucunda taraflar için (satıcı ve alıcı)
ortaya çıkan veya ileride çıkacak kazancın karşılığıdır. Yani iş değerin
içeriğinde yer alan iki oluşturucu unsurun, anlam ve kazancın, ne olduğu ile
anlamlandırılır. Burada kazançtan kasıt mutlaka parasal ve başka türden maddi
olan değil, mental veya duygusal (ödül) olan da olabilir. Kazanç kavramının temelinde mübadele yatar.
Bu nedenle iş olgusunun kökeninde de mübadele mantığı bulunur. Mübadele mantığı
sadece kazanca yönelik yanıyla değer taşımaz, değişimi anlamlandırması yönüyle
de öğreticidir. İş olgusu belirtmeye çalıştığımız bu türden muhteva
özellikleriyle de katmansal bir karakteristiğe haizdir. Asırlardır insanın iş
vasıtasıyla meydana getirdiği mekânsal boyut işletmenin felsefi temelidir.
İster büyük şirketler isterse KOBİ olsun, tüm işletme özelliği taşıyan
kuruluşların iş’in felsefesinin oluşturduğu işletme felsefesi vardır. Misalen
bir şirketin öncelikli iş felsefesi müşteri odaklılık, bir diğerininki ise
esnek iş yapma olabilir. Bu doğrultuda işletme felsefesi, çalışma dünyasında
belirli bir şirketin değerlerinden ya da yaklaşımlarından ya da bir pazarın
dinamiklerinden bahsetmek için kullanılan bir terimdir. İş felsefesi anlam
genleşmesi imkânı sunan bir yapıya haizdir. Bundan dolayı, iş felsefesi
üzerinden daha geniş bir anlam çerçevesinde toplumsal sistemlerin çoğunluğunda
(kapitalist ya da sosyalist) öne çıkan husus işletmenin operasyonlarıdır. Bu
bağlamda iş felsefesi, operasyonlar ve anlamları arasındaki farkları,
hükümetlerin işletmeleri düzenleme derecelerini, işletmenin topluma karşı
ahlâki yükümlülüklerini, işletmenin temelinde daha ekonomik ya da daha sosyal
bir olgu olup olmadığını da içeren insan çabalarıyla ilgilenir. Bu noktada iki
faktör en ön plandadır ve bunlar iş ve işletmenin toplumsal yaşamın tüm
unsurlarıyla hayati ilişki içindedirler: İnsan ilişkileri ve ahlâk. Bu iki
birim ve ilave pek çok öğe yönetim olgusu ile mantıksal bütünlük içindedir; ama
mantığı işlevsel kılan yönetim işinin muhtevası ve bunun haiz olduğu tüm bağlantıların
niceliği ve niteliğidir. Yönetme ve yönetilme etkileşimi bağlantıların
işlevselliği için gerekli olması bir yana, işin doğası doğrultusunda da zuhur
edendir.
Söz konusu bu alaka zinciri bütünselliği
içinde yönetimi organize olmakla –örgütlenme ile ilişkilendirir. Yönetim ve
organizasyon ilişkisi arasındaki düzeni sağlayan unsur ise faaliyetler
arasındaki iletişim ve eşgüdümdür.
İletişimi ve eşgüdümü besleyen kaynak ilişkidir; gelişmiş ve olgun
ilişki diğer ikisine de aynı özellikleri (gelişmişlik ve kemâlât) ödünç verir.
İletişim araçlarının veya eşgüdüm sağlayıcıların gelişmişliği, kullanım
yaygınlığı ve kolaylığı gibi öğeler, ilişkinin de geliştiği anlamını taşımaz;
hatta günümüzde sıklıkla gözlemlenebileceği gibi ters orantılı bir bağın teşekkülüne
dahi sebebiyet verebilirler. İlişkilerin tesis edilmesi ve daha da mühimi
geliştirilmesi ve muhafazası onların düzenlenmesi ile beraber yönetilmesini de
zorunlu kılar. Ama netice itibarıyla, öncel olan ilişkinin yaratımını sağlamak
hususunda ortaya konması gereken yönetme işidir. İlişkinin yönetimi bundan
sonraki iştir. Günümüzdeki yönetim kategorileri arasında yer alan “Stratejik
İletişim Yönetimi”nin özünü oluşturan ilişkinin sağlanması, geliştirilmesi ve
sürdürülmesi hususudur ki, maalesef pek çok yöneticinin ya da çalışanın bu
konuda daha girift öğrenme metotlarını öğrenmesi yoluna gitmemesi daha en
baştan atılması gereken ama eksik kalan adımdır. Ayrıca, ilişki olgusunun
bizzat kendisinde yatan tabiilik, sohbet-muhabbet kültüründen kök alır, yaşamakla
filizlenir, beslenir ve büyür. Fakat günümüzde hâkim olan genel ortam
karşılıklı etkileşimin doğal olduğu ilişkinin yerini onun alt dallarından olan
iletişimin almasıdır. Zira insanlar arası ilişkiler zaman ve mekân
boyutlarındaki hız ve değişkenliğe dayalı değişim faktörlerinin yarattığı yeni
durumlar nedeniyle irtifa kaybına uğramıştır. Yeni zamanlar değişim ve
dönüşümün dönemidir; özellikle son yirmi beş yılda istense de istenmese de
“diğer tüm durumlar sabitken veya her şey birbirine benzer” prensibi (Lat.
ceteris paribus) değişmiştir ve günümüzün istikrarsız, dengesiz ve çalkantılı
şartları tarafından kuşatılmıştır.1
Progogine’den hareketle
Toffler’e göre halen devam eden paradigma değişimi sanayi toplumundan bilgi
çağına geçiş ile vuku bulmaktadır ve bunun ana belirtisi günümüzün değişken,
dengesiz ve çalkantılı koşullarının oluşturduğu kaostur. Bu doğrultuda yeni
paradigmayı en iyi şekilde ortaya koyan, açıklayan -belki de- kaos teorisidir.2
Bu teori aslında kuantum paradigmasına paralel olarak geliştirilmiştir.
Bilindiği üzere, kuantum düşüncesinde doğa ve evren algılayışı, mekanik doğa ve
evren anlayışından farklıdır. Mekanik doğa algılayışında kendini sürekli tekrar
eden ve değişmeyen standart tekil ve noktasal davranış ve bunlara ilişkin
yasalar geçerlidir. Kuantum dünyasında; tek yönlü noktasal nedensellikten, çok
boyutlu ağ etkileşimine dayalı, dinamik sistem ve süreçlere geçiş yaşanmıştır.
Dinamik sistem ve süreçler, kaçınılmaz olarak zaman ve mekân boyutları içinde
yapılanmış çoklu unsurların karşılıklı etkileşimine dayalı, canlı, yaşayan ve
sürekli değişen, üstelik yaşananlardan sürekli öğrenen ve öğrendiğini sistem ve
sürece yeniden katan bir işleyişe sahiptir. Buradaki işleyişte, incelenen olay
veya olgunun bir anlık soyutlamaya dayalı noktadaki marjinal koşulları değil,
olay veya olguyla ilgili tüm akış ve işleyiş yanında bununla bağlantılı kurum
ve insanlar, başta araştırmacının olaya ilişkin sezgileri olmak üzere; dinamik
ve çoklu işleyişin bir parçası konumundadır.3
Progogine ve Stengers
geleneksel bilimin dengeyi, düzeni, tekdüzeliği, muvazeneyi vurgulama
eğiliminde olduğunu tartışmaya açarlar. Geleneksel bilim, çoğunlukla kapalı
sistemlerle ve küçük girdilerin daima aynı tarzda küçük sonuçları verdiği
doğrusal ilişkilerle ilgilidir. Ağır enerji, sermaye ve emek girdileri üzerine
dayanan bir sanayi toplumundan, bilginin ve keşfin kritik kaynaklar olduğu
ileri teknoloji toplumuna geçişte, yeni bilimsel dünya modellerinin ortaya
çıkması normaldir. Progogine’ci paradigmayı özellikle ilginç yapan günümüzün
hızlandırılmış sosyal değişmesini tanımlayan gerçeğin görünüşlerine dikkati
çekmesidir. Düzensizlik, kararsızlık, çeşitlilik, dengesizlik, doğrusal olmayan
ilişkiler içinde küçük girdiler çok büyük neticeleri başlatabilir ve geçicilik
zamanın akışına karşı yüksek bir duyarlılık içermektedir.4
Progogine’ci şartlarda bütün
sistemler sürekli düzensiz bir şekilde değişen alt sistemleri içerir. Zaman bir
tek düzensiz değişim veya bunların bileşimi olumlu geri beslemenin bir sonucu
olarak o kadar güçlü bir hale gelebilir ki, daha önce var olan düzeni
paramparça edebilir bu noktaya “çatallaşma noktası” denilmektedir. Değişimin
süreç içinde hangi yönde gelişeceğini kestirmenin ve gerekiyorsa karar
almaların olanaksız olup olmadığı, buna bağlı olarak sistemin dönüşüp
dönüşmeyeceği; yoksa yeni ve daha farklılaşmış, daha yüksek seviyede bir düzen
veya “dissipatif yapı” (kendilerinin yerini aldıkları daha basit yapılara
oranla daha yüksek organizasyona dönüşmesi) oluşup oluşmayacak mı sorgulamasının
yapılması mühimdir. Bu sorgulamadan hareketle Toffler, kaos teorisinin sosyal
bilimlerdeki devrimlerin merkezinde olduğunu, bu fikirlerin makine çağının
bitişi ve “Üçüncü Dalga” olarak nitelendirdiği yeni uygarlığın yükselişi ile
yakından ilgili olduğunu ifade eder. Çökmekte olan ikinci dalga toplumu için
“çatallaşma ikilemini” daha farklı ve yükselmekte olan üçüncü dalga toplumunu
da “dissipatif yapılar” olarak niteler. Bu nitelendirmeye göre, aynı şekilde
Newton’culuktan, Progogine’ciliğe sıçramak da aynı şekilde görülebilir.5
Progogine ve Stengers ile
onlardan esinlenerek Toffler’in yaklaşımlarında karmaşık yapılanmaların doğa
bilimlerinden yapılan analojilere dayandığını ve her ne kadar kuantum
modellerinden hareketle bir düşünce sistematiği çıkarsanmak istense de, netice
itibarıyla paradoksal bir şekilde mekaniğin mantığında disipline edilen bir
düzeneğin oluşturulmak istendiğini görmekteyim. Bilhassa Toffler’de bu stil
daha baskındır ve popüler bilimselleştirme manasında kaostan düzenlemeye doğru
bir mekaniksel sistematikleştirme çabasının öne çıktığı kanaatindeyim.
Progogine ise ÇKS’yi fark ederek belirli şartlarda bütün sistemlerin sürekli,
değişken ve düzensiz bir şekilde değişen alt sistemleri içerdiğini ifade
etmektedir. Aslında bizim insan olarak sınırlı ve kısıtlı potansiyelimizin
düşünce havzasındaki bir yanılsama olarak nitelendirdiğim karmaşıklık fenomeni
zihni dezorganizasyonun refleksiyonudur. Birinci olarak çok katmansallık
belirli şartların değil, her şartın farklı tecelliler içeren durumudur; ikincisi
bizim karmaşıklık olarak gördüğümüz kendi doğasında, yaratılışında bir
sistematiğe ve düzene tabidir.* İnsan
sınırlı oluşunun farkında ve bunun terbiyesi ile bilinçlenmiş ise,
karmaşıklığın düzeni için adım adım hareket etmesi gerektiğini bilir. Örneğin,
günümüzde son derece basitleştirilmiş, düzenli çalışan ve çalıştırılan pek çok
birimsel sistem, dünün karmaşıklığından üretilmiştir. Bu tezimiz yeni zamanların
sıklıkla altı çizilen “karmaşıklık sendromu”nu inkâr ettiğimiz anlamında
anlaşılmamalıdır. İşaret ettiğimiz karmaşıklığın ya da diğer bir deyişle kaosun
neticede teorisinin temel özelliklerinden olan “düzensizliğin içinde bir düzen
vardır ve düzen düzensizlikten doğar” ilkesinden hareketle düzenin asli
kaynağının düzensizlik olduğu hususudur. Ayrıca, bugün sıklıkla dillendirilen
karmaşıklık söylemi ve temelde buna dayanarak ortaya konan paradigmal dönüşümün
merkezinde bilgi teknolojilerinin bulunduğunu ifade edebiliriz. Tabii olarak bu
merkezi tespitin yanına çok çeşitli ve türden faktörlerin eklemlendiği de
yadsınamaz.
1 A. Toffler, Bilim ve Değişme,
İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 1998, Önsöz Progogine I. ve Stengers I.:
Kaostan Düzene.
2 I. Progogine, I. Stengers,
Kaostan Düzene, İz Yayıncılık, İstanbul, 2005
3 H. Erkan, C. Erkan, “Bilgi
Ekonomisinde Teori ve Politika”, s. 55, http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/13-01.pdf
[Erişim: 30.08.2015]
4 A. Toffler, a.g.e., s. 13
5 I. Progogine ve I. Stengers,
a.g.e., s. 26
*Sünnetullah olarak Kur’anda
vurgusunu bulan yaradılış nizamı doğrultusunda, karmaşıklık -insani olarak- bizim
nitelendirmemizin sonucudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder