2 Mart 2017 Perşembe

Yönetişim ve Kuramsal Kaynaklarına Dair: Unutulan Demokratlık-3

Yönetişimi destekleyen bakış açılarında merkeze oturtulan ana fikir onun kaçınılmazlığı üzerine temellendirilir. Devlet aygıtı üzerinden özel sektöre doğru şekillendirilen bilimselleştirme ve piyasalaştırma, tersine bir hareketle de özel sektörün devletten beklentileri ve talepleri arasında gidip gelen dinamik bir süreç yönetimidir. Bu meyanda devlet mekanizmalarında azaltılan bürokrasi, ihalelerin dağıtımı, teşvikler, ucuz krediler, devletin girişimci rolündeki artış ve bunu özel sektörle etkileşim içinde gerçekleştirmesi, devlet tarafından açılan yeni yatırım alanlarına özel sektörün ikame edilmesi vb. uygulamalar yönetişimin şirketlere sağladığı avantajlar olarak değerlendirilmektedir. Diğer bir ilginç husus, yönetim olgusu açısından devlet kurumları ile özel şirketler arasında birbirine yakınlaşan ve hatta benzeşen yönetim araçları ve tarzıdır. Bu arada yeni şekillenmeler devlet kurumlarının sayısını çoğaltmakta ve buna bağlı olarak istihdamda da devletin rolü artmaktadır. Ama kamu sektörü ile özel sektör arasında iyice belirginleşen fark, kamuda iş güvencesi, ücret ve sosyal hakların özel şirketlerindekine nazaran çok daha iyi olmasıdır. Oysa bu durumun en azından eşit seviyede olması hükümetlerin beklentisidir. Fakat Türkiye ve benzer konumdaki ülkelerde bu alandaki gerçekleşme –maalesef- gerekli gelişmenin tersine olmasıdır. Kamu yönetiminden toplumsal alanlara doğru yayılan politik iktisadın en belirgin gelişimi, 1990’lardan itibaren devlet ve toplum arasındaki kurulu dengeyi, kamu sektöründen özel sektöre doğru genişleten ekonomik eğilimdir. Bu süreçte, “küçük devlet, güçlü piyasa” formülasyonunun yanı sıra “devlet-piyasa” arasında var olduğu ileri sürülen ikilemin de reddedildiğini ortadadır.1 Ancak burada atlanmaması gereken ayrıntı, kısaca “minimal devlet” düşüncesi olarak adlandırılan bu yaklaşımın 1990’ların sonunda ortaya çıkan büyük finans ve piyasa skandallarını takiben Dünya Bankası’nın bir şekilde buna karşı çıkarak bunun yerine “etkin devlet” sloganıyla “Corporate Governance” söylemini ortaya koymasıdır. Sol kaynakların bu değişikliği kendi savlarının bir tür tasdiki olarak sunmaları ise tuhaf bir iddiadır; zira burada değişen liberal politikaların özü değil, sistematiğin muhafazasına yönelik önlem alıcı bir politikanın yürütüme konmasıdır.
Daha önce de vurguladığımız gibi teorik olarak kuramcıların yönetişim olgusuna bakış açılarında hâkim olan yaklaşım, yönetişimin yönetim kavramını ikame eden yeni bir şey olduğudur. Bundan dolayı, devletlerin yönetim politikalarındaki bazı değişimler ve bunlara bağlı uygulamalar (küçük, girişimci, piyasa dostu, düzenleyici ve denetleyici devlet vs.) sanki yönetim işinin yerine yeni bir ameliyenin konduğu, ismen yönetişim, tezini ön plana çıkarır. Gerçi bu yaklaşım biçimi kullanışlıdır, ama son otuz yıllık süreçte meydana gelen paradigmal değişimi yanlış okumak anlamına da gelir. Değişen bizzat yönetim olgusunun kendisi değildir; değişen politik yaklaşımlar ve onun araçlarıdır. Bu nedenle, bize göre yönetişim politik-yönetimsel ve uygulamada kullanım alanları birbirinden farklı ve geniş kapsamlı, çok yönlü modelleme imkânları da sunabilen bir araçtır. Bu bağlamda teorisyenlerin büyük bir çoğunluğunun ortaya koydukları tezler, yaptıkları örneklemler aslında direkt olarak etkin paradigmal değişime uyumlanmaya çalışılan (neo) liberal politikaların sonuç-etkileri olup, sonraları “Corporate Governance” olarak etiketlendirilen ve bazılarının yücelttiği (!) bazılarının ise şiddetle yerdikleri politik iktisadi usuller-değerler dizinidir. Bu vurgumuz kritik ettiğimiz kuramsallığın reddiyesi olarak anlaşılmamalıdır. Zira böyle bir duruş olgunun realitesini inkâr anlamına gelir; işaret ettiğimiz husus, özünde, hâkim ikame edici görüşe karşı öne sürdüğümüz hipotetik bir yaklaşımdır.   
Yönetişimin yaygın şekliyle sunulan teorisinin temellendirilmesi, devlet aygıtından özele alana (şirketler, STK’lar, sosyal ve KAGK vd.) doğru yapılan (neo) liberal politikalara müstenit, (klasikleştirilen) yönetimin yerini alan ve iki yönlü (yandaş ve karşıt) evrik bir stilde popülerleştirilen “yeni bir yönetme süreci” ya da toplumun “yeni bir yönetim tarzı” ile yönlendirilmesi çerçevesinde idaresi şeklinde atfen anlamlandırılmasına dayanır.
Bilhassa marksist görüşlerin bazı noktalarda yönetişime dair düşüncelerinin haklılık arz ettiği ortadadır. Ancak bununla birlikte söz konusu yaklaşımların durumu okumasında ve değerlendirmesinde fark etmediği veya reddiyesindeki zayıf-yetersiz temel ayak şudur: Yeni çağın paradigma değişimine dair realite. Bir kere kapitalist düzen sanayi devrimi yanıyla iki asırlık bir gerçekliktir; diğer yandan kapitalist uygulamalar yekparelik arz etmezler ve farklı biçemlerde de olsa bunların milattan önceye dayandığını ifade etmek pek de yanlış olmayacaktır; faiz aracı, ticaret, istihdam, ücret ödeme ve farklı şekillerde de olsa artı(k) değer ve sömürü gibi unsurların varlığı inkâr edilemez. Ama her nedense batılı düşünce tarzının dünyanın diğer kısmına dayattığı pek çok kavrama ve ön kabullenme bu tematik için de geçerlidir (mesela dünyanın çeşitli adlar altında bölgelendirilmesi –Ortadoğu, Uzakdoğu vb. ve bunlara atfedilen karakteristikler).
Daha önce de belirttiğimiz gibi hem yönetişimi anlama hem de sınırlarını belirleme yönüyle yaklaşımlar arasında farklılıklar bulunmaktadır. Buna ayrıca yaygınlık ve yönetişimin ne tür zihniyetlerle ele alındığı türünden tutumlar da eklenmektedir. Ama her hâlükârda özellikle bilgi teknolojilerinin (ince teknoloji) öncülüğünde farklı üretim alanlarının ortaya çıkışı, değişik ürünlerin arzı, çeşitlilik, pazar ilişkilerindeki değişimler, ekonomik büyümede mekân kaymaları, oransal değişiklikler, artı(k) değerden sermaye ve servete değin geçişkenlikler ve görecelilikler, kestirimi zorlaşan karşılıklı bağımlılık münasebetleri, kuşaklar arası kırılmalarda derinleşmeler vb. pek çok faktörün etkileşimleri yeni paradigmal geçişin çok katmanlı ve detaylı aksiyomlarıdır. Bu paradigmal değişimin okumasında kavramlar kapsam ve içerik itibarıyla önceki yüzyıla nazaran pek çok yan unsuru ve soyutlamayı katmansal manada barındırmaktadır. Bu bağlamda yönetişim olgusunun alışılmış anlama şablonlarıyla irdelenmesi yetersizdir. Liberalizm, kapitalizm, sınıf mücadeleleri, devlet, piyasa vb. kavramların kifayetsizliği kısır döngülerin ve daha önce söylenenlerin tekrarından öteye gidememektedir. Pratiklik, faydacılık ve araçsallaştırma gibi realiteler, ideolojileri aşmış durumdadırlar. Olumlamalar ve kritikler politika açısından kendilerine özgün değerler ifade edebilirler; ama önemli diğer bir gerçeklik her hâlükârda –bu kadar fikri üretim sırasında- unutulan açık topluma dayalı demokrasidir; insanın tarihi boyunca keşfedebildiği belki de en gelişmiş yönetme kabiliyetinin ürünü olan demokrasi. Bu nedenle çok katmanlı sosyoloji, ağsal ilişkiler asgari düzeyde de olsa anlaşılmalı; karşıt veya yandaş duruşlardan farklı bir vizyonla demokratik işletmesel yönetime imkânlar sunabilecek yönetişimin bir de bu yönüyle elverişli bir araç olarak değerlendirilmesinin gerekli olduğu kanısındayım.


1 B. Jessop, a.g.e., s. 31

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...