3 Mart 2015 Salı

Yitik Özgünlüğü Aramak-3

Kişinin kendine karşı sahte değil de dürüst olmasının tüm insanlar için önemli olduğu ve bunun özgünlüğün en kısa tanımı olduğunu düşünebiliriz. Nitekim gerek varoluşsal ve humanist gerekse psikodinamik psikoloji yaklaşımlarında, özgünlüğe ilişkin bireysel farklılıklar, kişilerin psikolojik iyilik halinin (“well-being”) önemli bir göstergesi olarak kabul edilir.1 Özgünlük bir taraftan benlik gelişimi diğer yandan sosyal davranışları anlama işlevi ile alakalı olup, bu ikisi üzerinden şekillenen bireyselleşme-bireycileşme ve toplulukçuluk-ortaklaşalık temelli bilinçlenme süreçlerinin de geniş kapsamlı farklılıklar kümelenmesinin de bir ürünüdür; ama kendini üretenleri ve diğer başka değerleri fazlasıyla üreten bir ürün.

Ağırlıklı anlamda, bireyci kültürlerdeki insanların kendi-odaklı, toplulukçu kültürlerdekilerinse diğer-odaklı (veya sosyal ahengi kollamakla ilgili) oldukları düşünülmektedir. Yakın ilişkiler alanından bir örnek verecek olursak, bağımsızlığın önemsendiği bireyci toplumlarda söz konusu ilişkilerin, aslen birbirinden kopuk olan insanların kişisel isteklerine bağlı girişimleriyle oluşturulduğu; diğer yandan bağlaşıklığa dayalı toplulukçu toplumlarda ise sosyal varoluşun kaçınılmaz bir olgusu niteliğinde olan ilişkilerin karşılıklı yükümlülüklerle sürdürüldüğü varsayılmaktadır. Sonuç olarak, bireyci yönelimdeki kişiler daha “özgün” veya kendi öz-varlıklarına bağlı ve tutarlı, toplulukçu yönelimdeki insanlar ise çevresel baskılara göre hareket etmeye açık olarak nitelendirilmektedir.2

Burada bireyciliği ve toplulukçuluğu karşıt uçlar gibi ele almayı ve özgünlüğü bireycilikle eşleştirmeyi içeren açık veya örtülü bir varsayım söz konusudur. Ancak, toplulukçu kabul edilen kültürlerde özgünlük konusunun hemen hiç incelenmemiş olup; mevcut bir çalışmada da özgünlüğün iyilik hali üzerindeki etkisinin kültürel benlik kurgularından bağımsız olduğuna işaret edilmiştir.3 Ayrıca ilgili bazı gözlemlerimizden hareketle, “özüne sadık olmanın” toplulukçu ortamlarda da değerli kabul edilebileceğini söyleyebiliriz. Örneğin, toplulukçu özellikler gösteren geleneksel kültürlerde de Attar’dan aktarımla Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” öğüdü, yalnız Sufilerin yaklaşımında olanlar arasında değil, geniş halk kesimlerinde tasdik bularak saygıyla anılır. Yine gerek günlük yaşamda gerekse dinin özüne ilişkin öğretilerde “özü sözü bir olmak” önemli bir değer olarak nitelendirilir. Tabii ki bu tip öğütlerin veya deyişlerin bulunması, toplulukçu kabul edilen kültürlerde insanların günlük davranışlarını bu ilkelere göre yönlendirdiği anlamına gelmemektedir. Ancak yine de anılan türde atıfların varlığı, özgünlüğün, toplulukçu kökenden gelen insanların da en azından bazılarınca önemsendiğine işaret eder. Aynı şekilde bireyciliğin yaygın olduğu kültürlerde de özgünlüğün baskın-yaygın bir unsur olduğunu iddia etmek çok da tutarlı olmayacaktır. Ama her hâlükârda bireyselleşmenin ve bireyciliğin özgünlüğün düzeyine katkı yaptığını varsayabiliriz. Bunu en kısa yoldan fark ettiğimiz saha sanata dair olanıdır.

Özgünlüğün bireysel ve toplumsal alanlar üzerinden okumasının yapılması, özgünlüğün esasına ilişkin kafa karışıklığına neden olabilir. Aslında iki alanın geçirgen, entegre ve katmanlı olduğu gözden kaçırıldığı için bu ayrım yapılmaktadır. Hâlbuki özgünlüğün davranışsal boyutu, kişinin ödül kazanmak, cezadan kaçınmak veya birilerinin hoşuna gitmek için “sahte” şekilde değil, kendi değerleri, gereksinimleri ve tercihleri doğrultusunda açık, içten ve gerçek olmasıyla alakalıdır. Bunların yanı sıra özgünlüğü oluşturan bazı unsurları şu şekilde özetleyebiliriz: Yaşama dair farkındalık ve bunun sonucu farklılık, uyumlu olabilme, kendine değer verebilme, kimlik birleşimi, yüksek ilişki memnuniyeti duyma vb. İmdi bu ögelerin kişisel bazda gerçekleşebilir olma ihtimali ile toplumsal katmanda da geçerli olma olasılığı arasında derin farklar yoktur.

Özgünlüğün bireysel anlamda gerçekleştirilebilir görülmesi ve bununla sınırlandırılması konuyu çok da ilginç kılmayacaktır. Bir topluluğun da benzer biçimde özgünlüğü içselleştirmesi mümkündür; tabii ki bu tür özgünlüğün yansıması ve nitelikleri kişisel olan ile birebir örtüşmeyecek, dolayısıyla ikisinin yansımaları ve icra usulleri arasında farklar olacaktır. Birincisinde kendisi olma, bağımsızlık ve bir tür ilişkisizlik-ayırt edicilik ön planda iken (intrapersonal differentiation), ikincisinde öznellik üzerinden karşılıklı bağlılık, bağlaşıklık, tamamlayıcılık ve ilişkili olmak, yani özneler arası ahenk, uyumlanma ve etkinlik (interpersonal integration) önceldir. Aslında toplum yaşamından yalıtılmış olmak haricinde, toplum realitesinin karşılığı ikinci duruma uygun olanıdır; yani karşılıklı bağımlılık gerçeği oldukça nesnel ve insan fıtratına koşut olandır. Zaten mütenasip bir benlik yapılanmasını sağlayan da budur. Bunun dışında benliğin durumu bireycilik üzerinden tekbenciliğe, dolayısıyla kendisine tapınmaya, asosyalitenin en şiddetli hallerinin zuhur ettiği benlik aşamasına değin uzanacaktır. Bunun sonucu, kişinin kendine yönelik içsel gelişimine paralel olarak genleşen potansiyel söz konusu iken, dışa karşı açılımı belirleyen içsel kristalizasyon proseslerinin yol açtığı bir daraltım, çerçeveleme söz konusu olacaktır. Benmerkezci bireysel gelişimin fikri üretimini dogmatik yapan da bu bağnaz anlayıştır. Bağnazlık ile özgünlüğün bir arada olması ise doğasında zıtların çatışması olduğundan olanak dışı bir durumdur.

Bireysel gelişimin özgünlüğe yelken açması, farklı olabilmenin imkânlarını da sunduğundan kişinin özgün bir stil, yaşam tarzı oluşturmasını da sağlar. Bu yöndeki bireysel gelişim, kişinin zatında hapsolmadıkça çevresel inkişafa ve böylelikle topluluğun da terakkisine katkıda bulunur. Tek bir kişide yoğunlaşan özgünlük, diğer insanlara değer katmadığı sürece kemâlât yolculuğunu sürdüremez. İşte bundan dolayıdır ki, ilgi sahamızı şekillendiren, bireylerin özgünlüklerinin toplumsal olana etki yapan, ona yarar sağlayan ve anlam taşıyan, kazandıran yönüdür. Bununla kastettiğimiz özgünlüğün kolektif yansıması değildir. Filvaki özgünlük kolektif karaktere haiz değildir, malik olduğu husus toplulukta oluşturduğu aktif nitelikli sinerjidir. Bu sebeple, topluluklarda dönemsel olarak tecelli eden ve etkin olan özgünlük, yaşamdaki değişim-dönüşüm ilkesine bağlı olarak aşınır ve hatta unutulur. Her iki durum da doğallık içermekle beraber, unutma fiili “baskılama ve taklit yollu yenileme” ile “unutturulmaya” dayanıyorsa, dokusal uyumsuzluk galebe çalacaktır ve topluluklar üzerinde yaygın rahatsızlığa neden olacaklardır. Zorbalığın yol açtığı zorunluluk hali, zamanı dolduğunda artan basınç etkisiyle patlayan balon gibidir. Billurlaşma hakiki, samimi ve özgün olandan neşet etmiyorsa, peyda olan kalıplaştırılmış düşüncelerin fetişleridir.

1 Türk Psikoloji Dergisi, Haziran 2011, 26 (67), 27-43

2 a.g.e.


3 a.g.e.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...