18 Mart 2016 Cuma

Çok Katmanlı Sistem Teorisi ve Yönetim: Karşılıklı Bağımlılığın Rasyonalitesi, Bilimcilik ve Ulusal Geleneklerden Çok Katmanlı Yönetsel İkileme-1

Ulusüstüleşme çok katmanlı sistemlerin (ÇKS) belirgin ve merkez yansımalarından olan politik etkinliği, ulus devletlerin bileşik ve karşılıklı bağımlılık içinde oluşturdukları işbirliklerini zorunlu kılar. İşbirliklerinin baskınlığı ekonomi üzerinden şekilde görünür olsa da, arka planı ve esası politika belirler. Örneğin, AB’ye bakıldığında dikkat çeken birleştirici unsur ekonomik faktörler gibi görünse de, temelinde kıta Avrupa’sında ve oradan da dünyada etki yapmaya yönelik olan Almanya ve Fransa’nın politik baskınlığıdır. Burada Almanya’nın ağırlıklı olarak iktisadi ve siyasi aklı, Fransa’nın ise askeri ve bürokratik enstrümanı öne çıkarttığı görülmektedir. AB içinde yer alan İngiltere ise Kıta Avrupa’sında merkezileşen politik güce adeta A.B.D.’nin koordinatörü olarak eklemlenmiştir. Yoksa birleşik-entegre ülkeler birliği anglo sakson siyasetin başkaları için tercih ettiği, ama kendisi için kesinlikle karşı olduğu düşük ilişkili parçalar bölünmüşlüğü yönetilmesi politikasına ters gelen bir pozisyondur. Aslında birleşik krallık mecburiyetin bir dayatmasıdır.* AB’nin varlığı İngiliz politik aklını yaşamsal manada ilgilendiren bir unsur değildir. Bundandır ki, İngiltere ekonomik gücün yansımalarından olan ortak para birimine dâhil olmamıştır. Öyle ki, son yıllarda İngiliz siyaseti içinde AB’den tamamıyla ayrılma fikri oldukça tartışılır bir hale gelmiştir ve günümüzde AB içindeki Yunanistan sorununda İngiltere oldukça mesafeli bir tutum almıştır. Aslında A.B.D.’nin siyasi istemi devrede olmasa, büyük ihtimalle İngiltere daha önce AB’den ayrılma konusunda çoktan referanduma gitmiş olurdu. Bu tip örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Bu durum, çok katmanlı sistemlerdeki ilişkilerin ve girişimsel uygulamaların çeşitli ve çok yönlü şekillerde olabileceğini gösterdiği gibi, aynı zamanda bir yönüyle ÇKS’in bünyesinde barındırdığı karşılıklı, çok yönlü ve karmaşık etkileşimini ve eşgüdüm gayretini; ya da tam tersi diğer yandan ise ÇKS’in politik-sosyal bir görüngü olarak izahının doğa bilimlerinden aktarma bir analog kümesiyle tam olarak açıklanamayacağını gösterir. Biyoloji, fizik veya bir başka doğa bilimi sektörüne ait herhangi bir sistemik yapı ile siyasal-sosyal ve ekonomik değerler dizisi arasında benzerlikler olabilir; ama aralarında bu benzerliklerin olması homojenik işlerliğe işaret etmez veya benzeşen çıkarımlar yapmamıza netice açısından olanak sağlamaz. Doğadaki düzenlilik ve istikrar sosyal yaşamda aynı biçimde karşılık bulmaz.  
Ancak ÇKS ile ilgili olarak fikri yayılım bu doğrultuda değildir. Şöyle ki, ÇKS’in oluşumuyla beraber başlayan ideal düşünce, sistemin unsurlarının ortak-bileşik bir amaca beraber yürüyerek en azından simgesel bir sonuca ulaşmaktır. Örneğin, AB’de söz konusu netice baskın biçimlenme olarak ulus devletlerin-toplumların “Avrupalılaşma”sıdır. Nitekim bu erek başı çeken Almanya ve Fransa’nın istediği yönde evirilmiştir; her ne kadar bağlar görünene göre daha zayıf, düzensiz ve istikrarsız olsa da. Avrupalılaşma düşüncesi, politikanın tüm süreçlerinde (İng. polity) ihtivasını (İng. politics) ortaya koyarak görünür yapılanmasının (İng. policy) çatısını oluşturur ki, kendisini en saydam şekilde gösterdiği alan hukuk ve ekonomidir.
AB gibi –ki dünya üzerindeki en ideal örnektir- bir yanıyla politik ekonomiyle belirli durumlarda tek taraflı ve karşılıklı bağımlılık şeklinde, diğer yanıyla sosyo-kültürel biçimiyle simgeleşen birlikler, lokal otoritelerin gücünü zayıflatıp yerel uygulamaları kendi çeperleri içinde tam meşruiyetin dışındaymış gibi gösterirler. Bu gibi etkiler, birlik içinde direnç hatta çatışmalar oluştursa da, asli tesir bu gibi etkileşimler aracılığıyla bilgi-bilim seçkinlerinin ortaya çıkan hâkimiyeti ve kürevi geçerlilik verilen “bilimsel-leştirilen” temelli rasyonalite modelleridir. Bu modeller bireylere yerel ve ulusal bağlardan, hiyerarşik kontrollerden bağımsızlaşma imkânı verirler ve bu sayede yaşamın hemen tüm alanlarına nüfuz eden piyasalarda bireysel girişimin yolunu açarlar. Politikanın örtülü kalan yanı ise, temeli oluşturan “bilimcilik (İng. scientization)” ve “piyasalaştırma (İng. marketization)” anasırlarının felsefi içerikli vizyonudur. Bu vizyon küresel bağlamda (bazı) bireylerin diğerleriyle ortak çıkarlar oluşturdukları organizasyonlar vasıtasıyla önemli ve belirleyici aktörler olmalarını sağlar.
Bu serbestiyet vasıtasıyla bölgesel iktidarların diğer tarafında bulunan toplumsal yaşamdaki hiyerarşi dar sınırlara doğru itilmiş olur. Bu aksiyon insan eylemlerinin koordine edilmesiyle birlikte pazarlarda-piyasalarda verimli sahaları hazır eder. Von Hayek’in de ifade ettiği gibi, yaşam pazarlar sayesinde açık eşgüdümü meydana getirir. Pazarların oluşturulması ise eylemler sayesinde gerçekleştirilir. Tasarımsal fikir eyleme nazaran zayıf bir olgudur.1 Her ne kadar von Hayek tasarımı ikinci plana atsa da bunun ‘eksik’ bir saptama olduğu ortadadır. Zira eylemlerin arka planını ve temelini inşa eden tepkisellik dışında hemen her zaman tasarımsal yaklaşımdır; bu nedenle her iki işlev de tamamlayıcı unsurlardır. Eylem somut sahada, tasarım ise soyut alanda tezahür ederler, ama eylemin ‘anası’ sonuç itibarıyla tasarımdır. Çünkü tasarım bizatihi farklı bir eylem biçimi olarak aksiyonu mündemiç kılan yaratımcı bir süreçtir. Örneğin, başlangıçta söz mesabesinde sorunsal açıdan soyut gibi görünse de, psikolojide çözüme yönelik fikirler ya sağaltım ya da psikiyatri-psikopatoloji aracılığıyla eylem olarak tezahür ederler. 
Yönetim olgusunun bilimselleştirilmesinin ve piyasalaştırılmasının günümüzdeki yoğun eğilimlerin, yaşam tarzının bireyselleştirilmesinin ve yaşama dair fırsatların bölüştürülmesinin yapısal sistemler içindeki unsurların birbirleriyle olan tesadüfi ilişkilerinin dışında derininde yatan sebep şudur: Yönetselliğin ulusüstülüğü ve sosyalizasyon. Bunlar iki ana süreç olarak özellikle dikkatten kaçırılmamalıdır. Aynı zamanda bu her iki husus süreçsellikleri, başat prosesler olan bilimselleştirmenin ve yönetselin piyasalaştırılmasının aşamaları içinde toplumsal olayların ve çok katmanlı sistemik yönetimin ulusüstülüğünün, yani karşılıklı bağımlılığının sonuçları olarak muhteviyata dönüşürler. Çok katmanlı yönetsel sistematiğin ilginç bir özelliği de zaten budur; süreci içeriğe evirmek. Bu hususiyet ama aynı zamanda ÇKS’in uzantısı olan yönetişimin bazı türevlerinde zuhur eden yönetsel ikilemi de doğurur. Bu dilemmanın temelinde bireysel ekonomik ve sosyal refaha dayanan avantaj veya tersine dezavantaj yaratan bakış açıları yatar. Gerek bizdeki gerekse batı literatüründe basitleştirilmiş bir şekilde siyasetin sağ ve (yeni) sol söylemleri dâhilinde sınırlandırılan söz konusu perspektifler, aslında ÇKS’in çok yönlü boyutsallığına mündemiçtirler. Yani burada söz konusu olan sağ veya sol ideolojilerin kısır döngüleri değil, yönetici erklerin ya yararcı ya da dengeleyici yaklaşımlarıdır. İkilemi oluşturan da sanıldığı gibi tabii diyalektikten maada bilimselleştirmeden kaynaklı yaklaşımlardaki belirgin veya ince ayrımlardır.
ÇKS’in siyaset kurumları açısından kapsayıcılığı ve AB uygulamaları ile oluşan süreçlerde gelişen bilimci politikalar, birer vasıta olarak genel anlamda yönetim modellerini işin pratiğinde yer alan aktörlerden çok akademik uzmanların eline bırakmıştır. Mart 2000 tarihinde Portekiz'in başkanlığında, Lizbon'da yapılan Avrupa zirvesinde, ön planda AB ekonomisini yeniden yapılandırmayı, Avrupa Birliği'nin genel gelişme perspektifini belirleyen plan olan Lizbon Stratejisi (Lizbon Ajandası) arka planında bilim toplumunun etkinliğini siyasal ve sosyolojik eğilimler bağlamında baskın kılarak demokratik yönetimden ziyade bilimsel yönetime aktarımın güç odaklarını belirlemiştir. Merkezinde çok katmanlı sistemlerden türetilmiş çok yönlü, ama ayrışmaya yatkın yönetişim modellemelerinin yer aldığı bu politikanın üst ve alt yapılarının mimarları akademik uzmanlardır ve bunların kullandığı başlıca usullerin ana unsurları; bilimciliğe vardırılan bilimselleştirme, piyasalaştırma, ulusüstücülük ve derinleştirilen post modernist izafiyetçiliktir. 

*Sultan II. Mehmed’in düşündüğü ve nihayet padişah II. Abdülhamid’in istihbarat siyasetiyle körüklenen yoğun protestan-katolik ayrılığına dayalı çatışma ile oluşan İrlanda sorunu merkezdeki İngiltere’yi birleşik krallığa razı eden sebeplerden biridir.
1 F. A. v. Hayek, “Die Ergebnisse menschlichen Handelns, aber nicht menschlichen Entwurfs…” (Türk. “pazarların-piyasaların oluşmasını insanın eylemlerinin sonuçları oluşturur; onun tasarımının neticeleri değil.”) in: ders.: Freiburger Studien. Gesammelte Aufsätze, Tübingen, 1969, 97–107.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...