Bilimcilik hakkında en sert eleştirileri
yapan Paul Feyerabend, bilimin bir yandan bir piyasa aracı haline getirilmesi,
diğer yandan ideolojik hiyerarşik bir sistem haline dönüştürülmesiyle kendine
münhasır bir “kilise” ve sömürü aygıtı olarak kullanıldığını vurgulamıştır. Ona
göre, hakikat arayışında bilginin edinimi yalnızca modern bilimle değil, insanın gelenekselleştirdiği diğer yollarla da mümkündür. “Bilimsel
yönteme hayır” mottosuyla bilimler teorileri alanına ‘anarşist modellemeler’
gibi görüşleri taşıyan Feyerabend, “karşılaştırılamazlık kuramı” vasıtasıyla
teorik yapılanmaların eninde sonunda izafilikleriyle malul olduğunu sıklıkla
tekrarlamıştır.1 Feyerabend’ın bu yöndeki yaklaşımları gerçekten de
bilimi dogmatik bilimciliğe dönüştürerek bilim cemaatleri oluşturan ve bunun
üzerinden her türlü sömürüyü meşrulaştıranlara karşı girişilen yerinde, bir
yanıyla devrimci ama diğer bir yanıyla bazen izafiyetçiliğe eğilim gösteren bir
mücadeledir.
Bilimsel bilginin, tarihsel bağlantı
içerisinde yeşeren yaşam anlayışı ve bu gelenekselliğin sağladığı sağlam
meşruiyeti bir noktaya kadar insan topluluklarına göre farklılıklar arz etse de
galebe çaldığını söyleyebiliriz. Geleneğin değerli geçerliliğinin, bilimsel
bilginin yaşam tarzlarını devam eden süreç içinde dönüştürmesiyle oldukça
yitirildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.2 Zaman-mekan
bağlamında üretilen modellemelere bağlı bilgi, norm ve davranış stillerinin
batının bilimi karşısında sorgulanır bir hale gelmesi tabii olarak kabul gören
anlayışları bozguna uğratmıştır. Tarih kökenli bağlantılar çerçevesinde oluşan bilgi, örf ve davranış
biçimleri, bilimin baskınlığı vasıtasıyla kendi nitelikleri doğrultusunda
geçerliliklerini kaybederler; hatta bunlar dünyadaki kültürel bağlamlarında
genel olarak bilimsel olanla ilişkili olarak amaçlara erişim için araçsal
rasyonalite ile bazı değişim ve dönüşümler açısından kullanışlıdırlar. Örneğin;
bilginin (tartışmalı) ilerlemeci gelişimi ve maddi refah seviyesindeki artış,
araçsal aklı somutlaştıran başat etkenlerdendir. Bu meyanda çevreyle ilgili
problemlerin refah artışı için tehlikeli bir hal alması durumunda, yine bundan
erinç devşirmeye yönelik araçsal akıl bu sorunu da bertaraf etmek için devreye
girer.
Özellikle John Meyers’in neo-kurumsallaştırma
olarak nitelendirdiği yaklaşımla, batının etkisiyle biçimlendirilen dünya
kültürü anlayışı aracılığıyla rasyonel pratiğin bilimsel temelli modellerinin
yayılımı açıklanabilirdir. Şöyle ki, bilimsel ve rasyonel batı kaynaklı dünya
görüşlerinin malum prensiplerine göre; dünya sahnesinde yer alan bireyler,
organizasyonlar ve ulus devletler öncelikle akılcı aksiyon alan aktörler
vasfını elde ederler ve bunun üzerinden yeni düzenin aktörleri olarak hareket
etmeye kendilerini zorunlu hissederler. Zira rasyonel hareket eden aktörlerin
meşru statülerini kazanmaları için bu başlıca koşullardandır. Böyle bir ortamın
inşası açısından küresel uzman ağların ve uluslararası örgütlerin ilişkisel
tanımlayıcı güç olarak uygulamacı merciler haline gelmeleri büyük önem arz eder
ki, bunu realize etmek rasyonel davranışın asli öğelerindendir.3
Çok katmanlı sistemler kuramlarının bir
çıkarımı olarak yönetişim olgusunun biçimlenmesinde demokratik idareyle alâkalı
olarak bilimciliğin tesiri oldukça önemlidir. Bilimcilik zihniyeti yönetişimi
transnasyonalist/ulusaşırı ötesi bir çıkarımla kürevi bağlamda çok katmanlı
uluslararası sistemin zeminine taşır ve böylelikle parlamentoların, siyasi partilerin
ve kuruluşların yetkelerini baskılayarak zayıflatır. Bu durum bilimci
uzmanların, danışmanların ve farklı komisyonların güç devşirmesini sağlar.4
Örnek olarak; söz konusu güç kaymasının en üst meşruiyet düzeyine eriştiği
nokta, yönetişimin Avrupa formu üzerine yapılan bilimsel tartışmalarda
erişilenidir. Bu tartışmalarda güç kayması artan bir şekilde anlam kazanan
teorilerden dışa yansır. Söz konusu kaymayı özellikle AB’de düzenleyici bir
devlet çerçevesinde tanımamız mümkündür. Ancak düzenleyici devlet biçeminin,
dağıtıcı ve milli sosyal (refah) devletinin yerini aldığı da diğer bir
gerçekliktir. Düzenleyici devletin ana yürütümü denetleme işleviyle şekillenir;
politikacıların ve tipik-klasik bürokratların yerine uzmanların, danışmanların
vesayeti belirleyici unsur olmaya başlar. Örneğin, AB’nin komitolojisinin
kurullarındaki tartışmalara dayalı pazarlıklar, demokratik karar alma
mekanizmalarını çözeltileyen, dönüştüren faktörel öğeler başında danışmanlar ve
uzmanlar gelmektedir.
Bu türden bilimsel kurgular parlamentoların,
partilerin ve diğer kuruluşların meşru temellerinin uzmanlar aracılığıyla
güçsüzleştirilmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda klasik bürokrasinin de
çözüldüğünü ifade etmek yanlış olmayacaktır.5 19. Yy. dan bu yana
gittikçe güçlenen ve teknolojik sıçramalarla zirveye çıkan bilim olgusu, yine
bilgi teknolojilerinin buna paralel sağladığı geniş kapsamlı imkânlarla
politikanın üretken desenlerini de değişimlere ve dönüşümlere müsait
kılmaktadır. Örneğin çağımızda dikkati çeken hızlı ve kapsayıcı stratejik
iletişim olanakları politikanın yenilikçi yapılanmalarında (İng. policy) önemli
bir rol oynamakta ve “bilimsel toplumun” temel taşlarını oluşturmaktadır.
Parlamenter sistemi ve bilimciliğin bir hayli
örtülü kıldığı açık toplum hedefini zayıflatarak, kitle iletişim araçlarının
şekillendirdiği politik iletişimin oyun sahasını görünürde amaçsızca büyüten
yönelim(ler) bilgi toplumunun bir gerçekliği olarak karşımızdadır. Bunun bir
neticesi toplumun malûmat tarzındaki bilginin adeta bombardımanı altına
girmesidir. Ancak bu durumun yol açtığı diğer bir biçimlenme yeni türden
entelektüel bilgi kümelerinin oluşturulmasına da imkân sunmaktadır. Şöyle ki,
insanlığın asırların süreçsel süzgecinden geçirerek eriştiği kavramlar,
eklemlenen yeni zihinsel bulgularla çeper genleşmesi kazanmaktadırlar. Bu da
günümüzde yeni bir kavram* olarak neşet eden “büyük veriye” ilave olmaktadır.
Büyük veri açısından insanı ilgilendiren en önemli husus, her nedense onun
yönetiminde odaklanmaktadır. Bu her yönüyle anlaşılır olmakla beraber; büyük
verinin yönetiminden önce onun eleştirel süzgeçten geçirilmesi, karşıt bilgiler
aracılığıyla taşıdığı pek çok verinin elimine edilmesi gerekmez mi acaba?
Örneğin, politik iletişimi karmaşıklaştıran kitlesel ve kütlesel enformasyonun
Dikkat Ekonomisinin normları doğrultusunda kritikçi incelemesinin yapılması iyi
bir önerme olarak kullanılabilir mi veya benzer sınamalara dayalı sorgulamalar
yapmak nasıl olacaktır?..
1 P. Feyerabend,
Erkenntnis für freie Menschen, veränderte Ausgabe, Frankfurt, Suhrkamp Verlag,
1980
2 G. Drori, World Society and the Authority and Empowerment of
Science, in: dies. (Hg.): Science in the Modern World Polity, Stanford, 2003,
23–42.
3 J.W., Meyer, Weltkultur: Wie die westlichen
Prinzipien die Welt durchdringen, Frankfurt/M., 2005
4 R., Münch, Constructing a European Society by
Jurisdiction, in: European Law Journal, 14/5, 2008, s. 519–541; ders.: Die
Konstruktion der europäischen Gesellschaft Zur Dialektik von transnationaler
Integration und nationaler Desintegration, Frankfurt/New York, 2008
5 C. Joerges, J.
Neyer, From Intergovernmental Bargaining to Deliberative Political Processes:
The Constitutionalization of Comitology, in: European Law Journal, 3/3 (1997),
273–299
*Büyük veri, yeni bir kavram gibi gözükse de;
Kur’an’daki şu ayet ironik bir şekilde bu hususa işaret etmektedir: “Tevrat'ın yükü ile onurlandırılmış iken bu
yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına kitaplar yüklenmiş (ama onlardan
habersiz bulunan) merkebin durumuna benzer...” (Kur’an-ı Kerim, 62/5)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder