28 Mart 2016 Pazartesi

Çok Katmanlı Sistemler (ÇKS): Kuramsal Altyapı-2

Doğuda sistem düşüncesi matematik, tıp, astronomi, felsefe, sosyoloji (özellikle İbn-i Haldun’la; -ki görüşümce sosyolojinin kurucusudur- bugün dahi ünlü eseri Kitâbu'l-İber’in giriş bölümü olan Mukaddime zengin bir öğrenme kaynağıdır) ve pek çok ilim dalında önemli bir rol oynamış, siyaset alanında da sistem kuramının belki de ilk kompakt öğretisi olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun temel siyasi düzenini oluşturan "Nazariyet-ül Nizam" tamlaması ile üst kavramını şekillendirmiştir. Siyasette Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri ve Siyâsetnâme adlı eserin müellifi olan ve Nizam al-mülk lakabıyla bilinen Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali, dünya tarihinin en etkili devlet yönetimlerinden ve toplum düzenlerinden birini inşa etmiş ve yapılandırmıştır. Burada derinliğine inemeyeceğimiz için şunu belirtmekle yetinelim: Nizam al-mülk’ün kurduğu siyasi düzen Osmanlı’yı da aşarak günümüz Türkiye’sinin dahi siyasi yapılanmasında kurumsal uzantıları bulunan bir sistematiğe haizdir. Sistem teorisi Müslüman âlimler tarafından genel anlamda nazariyat olarak adlandırılsa da genel bir yöntem, bir bakış açısı ve bir değerlendirme yöntemi olarak da kullanılmıştır ki, günümüzde batıda da fen bilimlerinin yanı sıra eğitim, psikoloji, sosyoloji, siyaset, ekonomi gibi sosyal bilimlerin dallarında da ağırlıkla yöntem bilimsel olarak uygulama imkânı sağlamaktadır.

Epistemolojik açıdan sistem, belirli parçalardan (alt birimlerden) oluşan, bu parçalar arasında belirli ilişkiler olan, bunların aynı zamanda dış çevre ile ilişkili olduğu, bir amaca veya sonuca ulaşmak üzere fiziksel veya kavramsal, birden çok bileşenin oluşturduğu bir bütündür. Diğer yandan aynı zamanda birbirleriyle ilişkili küçük parçalardan oluşan, fakat kendisi de daha büyük bir sistemin parçası olarak işlevde bulunan kombine ve bütünsel bir birleşimdir. Sistem yaklaşımında, onun içerisindeki bileşenler dinamik olarak birbirleriyle ilişkili veya bağımlıdırlar. Dışında kalan öğeler, onun -duruma göre- kapsamına dâhil olabilen çevresinioluşturmaktadır. Sistemde düzenli ve uyumlu bir işleyişin olduğu varsayımı önemli bir yer tutar. Epistemolojik anlamda bu durum evrendeki düzenli işleyişin doğal bir sonucudur. Düzenli ve uyumlu işleyişteki bir aksaklık veya uyumsuzluk soruna veya sorunlara yol açar ki, bunların büyümesi bunalımlar, krizler olarak zuhur eder.

Örgütsel açıdan bakılacak olursa; Sistem Yaklaşımı yönetsel birimlerin birbirleri ile olan ilişkilerini ve bu ilişkilerin niteliklerini incelemeyi, belirli bir birimdeki gelişmelerin diğer birimler üzerindeki etkilerini araştırmayı; kısacası yönetimin olaylarını başka olaylarla ve dış çevre şartları ile ilişkili olarak değerlendirmeyi bir metot olarak benimser. Bu metodoloji doğrultusunda, saptanan her olayı belirli bir çerçeve içinde, başka olaylarla ilişkili olarak incelemenin, olayları anlama, tahmin etme ve kontrol etme açılarından daha etkili olduğu öngörülerek “bütüncü(l)” görüşün yönetim konularına uygulanması ile “Yönetimde Sistem Yaklaşımı” çıkarsanabilir. Bu yaklaşımın, iş hayatında bahusus belirli aşama-süreç niteliksel işlerin sistematik tasvir-açıklanması ve bunun basit dokümantasyonu (izlekler) vasıtasıyla devredilmesi-delege edilmesi ile geniş anlamda organizasyonun öğrenmesi açısından pratik kullanım olanakları sağladığı görüşündeyim. Sistem anlayışı bağlamında -çalışma hayatım içinde bizzat uyguladığım- bu türden ilişkili-birleşik dizinli işlerin icrası yönünde kullanım fırsatları yaratan söz konusu usulü “Babil Örneklemi” olarak adlandırmaktayım.1 

Klasik yönetim anlayışları örgüte önem veren bir bakış açısına sahiptir. Bu açıdan bütünsel olarak bakıldığında çıkış noktasındaki Sistem Yaklaşımı ile klasik yaklaşımlar arasında örgüte verilen önem noktasında bir çelişki görülmez. Çünkü örgütün kendisi sistemin üst yapıdaki asli çekirdeğini oluşturmaktadır. Fakat burada bir üst sistem olarak çevrenin dikkate alınması gerekliliği bulunurken, klasik teorilerde çevre konusuna yeterince önem verilmemiştir. Yine insanı hemen hiç dikkate almayan klasik yaklaşımların aksine, neoklasik Sistem Yaklaşımı hem birey olarak hem de gruplar halinde insanı dikkate almayı zorunlu kılar. Örneğin biçimsel olmayan gruplar, sendikal örgütlerin kurum içi yapılanmaları, çalışma takımları, yönetim birimlerindeki ve alt bölümlerinde çalışanların hem mekân hem de statü olarak konumlanmaları sistem açısından önem arz eder. Çünkü bunların hepsi sistem içindeki alt sistemler veya birimlerdir. Söz konusu neoklasik teorilerde insan merkezli bir yaklaşım baskın iken, örgüt düşük düzeyde dikkate alınmıştır. Bu nedenle bunlar, bizce zatında ve kavramın kapsamına uygun ve uyumlu olması gereken Sistem Yaklaşımı ile aralarında önemli sayabileceğimiz bir bakış açısı farklılığı mevcuttur. Sistem yaklaşımının terminolojisi ile ifade edilecek olursa neoklasik görüşlerde alt sistemler (insan ve gruplar, onları motive eden faktörler) dikkate alınırken, üst sistem üzerinde yeterince durulmamıştır. Bu da alışılmış ve tipik hâlihazır sistemci görüşler açısından eksiklik arz eden bir durumdur. Çünkü tümdengelim yöntemi ile de belirli ortak noktalar içeren sistem anlayışının belirleyici özelliklerini, bütünü olabildiğince kapsamlı bir biçimde anlamadan sadece parçaları ile değerlendirebilmek mümkün değildir. Bundan dolayı, düşünceme göre sistem teorisinin yaygın anlaşılma tarzının güncellenmesi gerekmektedir. Şöyle ki, kişinin sistem düşüncesinin bütünselliği ön plana alan zihni genleşmeye uygun olarak örgüt ve insan vb. ayrımlar üretmemesi, her iki unsuru da kapsayıcı tek bir anasır içinde “ayrılamaz bileşik özgünlük çıkarımı” olarak görmesi ve bu bakış açısını bilincinde içselleştirilmesi zorunludur. Tipik görüşe göre; insana izafeten örgütün, çevrenin veya insanla ilgili herhangi bir ‘şeyin’ pratikte ayrı olduğu sanısının farkına varılmasının ve en vurgulayıcı misallerini kırsaldaki insanda gözlemlediğimiz “bileşik-bütünsel yaşama” tabiatının-zihniyetinin, diğer bir deyişle öz devinimli doğal anlayışın kavranması gerektiğini düşünmekteyim. Örneğin, Anadolu’da köydeki bir kadın mekân ve zaman anlayışında kendini, bireyselliğini tarlada çalışırken, orada işi bittiğinde önceliğine göre ya evdeki çocuğuna yönelerek onunla veya ahırdaki hayvanıyla ilgilenmesi gerektiğini bir bütünlük anlayışı içinde yaşar. Bu bağlamda onun için kendisi, tarladaki işi, çocuğu ya da hayvanı arasında herhangi bir ayrılık, hatta farklılık söz konusu değildir. Diğer bir tabirle kendisi dâhil tüm öğeler belirli bir vasat düzlemin ayrılmazlarıdır.

Bu makalede temanın tümselliğinin temelini oluşturan çok katmanlı sistemlerin (ÇKS) ve ona bağlı olarak yönetişim olgusunun üst şemsiyesi ve aynı zamanda –paradoksal görünse de-en önemli altyapısal birimi olan sistem teorisinin ortaya koyduğu 3 ana yaklaşım bulunmaktadır. Bunların arasında aşağıda ilk sırada belirttiğimiz “Parça-Bütün Yaklaşımı” ÇKS’in de asli çıkış kaynağıdır;
·         Parça-Bütün Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre sistem, birbiriyle etkileşim içinde olan parçaların oluşturduğu bir bütün olarak ele alınmaktadır.
·         Süreç Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre, sistem belirli bir girdiyi işleyerek çıktıya dönüştüren bir süreç olarak ele alınmaktadır.
·         Diyalektik Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre iç çelişkisi olan her şey bir sistemdir: Diyalektik süreç; “Tez + Antitez = Sentez” bağıntısına göre işler.
Diğer iki yaklaşım parça-bütün yaklaşımına göre daha sınırlı ve kısıtlı alan bilgisi ve düşünce imkânı sunarlar. Bunlardan bilhassa 3.sü Türkiye gibi ithal hâkim öğretilerin yaygın olduğu ülkelerde, katı ideolojik yorumlamalar doğrultusunda sistem düşüncesini neredeyse mutlak anlamda siyaset ekonomisi ve buna bağlı olarak dar anlamlı bir şekilde tevil edilen diyalektik materyalist esinli alanlara sıkıştırmaktadırlar.

1 Söz konusu örnekleme adını, Tevrat’ta ismen anılan, Kur’an da ise ad verilmeden ve daha kısa olarak zikredilen insanların aynı ortak lisanı konuştukları devirde, çoğunun kibirlenerek “Tanrıya giden kapı” olarak Babil’de inşa ettikleri kulenin yapımı sırasında aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle ayrı dilleri konuşmaya başlaması ve birbirlerini anlayamamaları kıssasından hareketle esinlenerek verdim. 9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin “Peygamberler ve Krallar Tarihi” adlı eserinde öyküye ilişkin daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nemrut Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında lisan açısından oluşan bu farklılık, Kur’an-ı Kerim’de 49:13’te geçtiği üzere, “… Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız…” her türden farklılık gösteren ve kopukluk gibi gözüken şeyler arasındaki ilintileri, ilişkileri, illiyetleri, bağlantıları ve ‘hayranlık ve hayret verici’ ayrılık ve parçalanma yansımalarının derinliğinde saklanan kombine birliğin derin hakikatini ve bunun bizlere sunduğu çok yönlü zenginliği, çeşitliliği keşfetmemiz ve faydalanmamız açısından insana bahşedilen lütuftur.   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...