Yeni yönetim yapılanmasının
özelliği eskisine nazaran kısıtlayıcı özellikler yerine genişletici alanlar
barındırmasıdır. Eskinin “itaat, denetim, sözleşme ve kısıtlama” gibi
unsurlarının karşısında, yeninin işgören-işveren ilişkilerini olumlu yönde
etkileyen, güçlenmesini sağlayan inanç, bağlılık ve sorumluluğu geliştiren,
“disiplin, destek, güven ve yayılma” olarak nitelendirilen genişletici alanları
bulunur. Geleneksel örgüt yapısının en önemli özelliklerinden biri itaattir.
İşgörenler genel politikaların ve yöneticinin talimatlarını takip etmek ve
itaat göstermek zorundadırlar. Bu tür örgütsel yapılarda güçler merkezde
toplanmış ve otoriter bir yönetim anlayışı hâkimdir. Bu yönetim tarzı, pek çok
görev unvanının yer aldığı hiyerarşik bir yapı, biçimsel ilişkiler, esnek
olmayan kurallar geliştirmiştir. Aynı zamanda farklı görüşlere veya görüş
ayrılıklarına tahammülü olmayan otoriter bir anlayışla tam bir itaat kültürü
oluşturmuştur. Otoriteye veya otoriteyi destekleyen kurallara itaat, sistemdeki
genel bağlılığın (İng. cohesion) bir gerekliliğidir.1
Yönetimin yapısı öz disiplin
vasıtasıyla şekillendirildiğinde ise, ilişkilerin yapısı otoriteye dayalı
ilişkilerden ziyade gönüllü ilişkiler üzerine kurulacaktır. Bu ilişkilerde
“disiplin” sadece bireysel davranışı etkilemek için bir araç olarak görülmektedir.
Diğer bir ifadeyle “öz disiplin” (self-discipline), işletmenin faaliyet
süreçleriyle bütünleştirilmekte ve günlük yaşamın her alanına yansıtılmaktadır.
Bu anlamda disipline olmuş organizasyonlarda insanlar, verilen emir ve
direktiflerden daha fazlasını gönüllü olarak yapma eğilimindedirler. İtaatten
ziyade öz-disiplin anlayışı temeline dayanan bu kültürel yapıda bireysel
davranışları ve sorumluluğu destekleme eğilimi vardır. Davranışlar yukarıdan
aşağıya doğru empoze edilerek yönlendirilmekten ziyade, işgörenlerin kendi
yükümlülüklerini yerine getirmedeki gönüllü çabaları ile aşağıdan yukarıya
doğru istekle yönlendirilmektedir. Geleneksel yönetim anlayışındaki otoriteye
mutlak itaatin zorunluluğu ve itaatsizlikteki cezalandırma anlayışı yerini “özdisiplin”
anlayışına terk etmektedir. Bu anlayış, performanslarını arttırmaları ve daha
fazla bireysel sorumlulukları alabilmeleri için işgörenleri sürekli güçlendiren
ve cesaretlendiren bir yapıya sahiptir.2
Drucker, öz-disiplinle oluşan
“bireysel sorumluluk” anlayışının hâkim olduğu yönetim yapısını şöyle
değerlendirmektedir:3 “Bilgiye dayalı organizasyon, amaçlar
konusunda, katkılar konusunda, hatta davranışlar konusunda, herkesin sorumluluk
almasını gerektirmektedir.” Bu ifadeye göre, bütün işgörenler kendi amaçlarını
ve katkılarını düşünecek ve hem kendi ve hem de organizasyonları için
sorumluluk alacaklardır. Bununla ilgili olarak, Drucker bütün işgörenlerin
kendilerine şu soruları sormalarının gerekli olduğunu ileri sürmektedir: “Benim
şu zamanda bu kuruluşa yapabileceğim en önemli katkı nedir?” Bu ifadede
Drucker’in işgörenlere yeni bir sorumluluk yüklediği görülmektedir. Bu
sorumlulukta, her işgören, sorumluluk sahibi ve karar verme sürecinde yetkili
olarak çalışma ve kendisini yönetici gibi görme durumundadır. Bu yeni örgütsel
anlayış, organizasyonda “kendiliğinden itaat”ın yerini” kendiliğinden saygı”
kültürünün oluşması sürecine bırakmasına vesile olacaktır.
Geleneksel örgütlerde
hiyerarşik yapıyı nitelendiren normların temelini oluşturan ikinci sınırlayıcı
alan denetim araçlarıdır. Klasik hiyerarşi ile karakterize edilen bu önemli
yönetim aracı, Taylorist ve Fordist mekanik yaklaşımların etkisi, bürokratik
örgüt yapısının gelişmesiyle birlikte etkili olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Hiyerarşik ilişkilerin tepeden aşağıya doğru denetimle tanımlandığı bu örgütsel
yapıda, kararları verme ve uygulatma yetkisi, komuta kontrolünü ellerinde tutan
%15’e ait olmakta ve bununla birlikte geriye kalan %85’lik kısım ise, otoriteye
sebat ve itaat göstererek “beyinlerini dışarıda bırakmışlar” olarak kararları
uygulamak zorunda kalmaktadır.4 Geleneksel yönetim anlayışına göre
çalışanların iyi performans sergilemeleri için ekonomik ihtiyaçların tatmini ön
plana çıkmıştır. Bu anlayış, kendisini Mc Gregor’un “X” teorisinde tam
anlamıyla göstermiş ve bu teoriye göre, çalışanların performanslarını
arttırmada “havuç – sopa” ikilemi etkili olarak kullanılmıştır.5 Bu
düşünceyle, “ekonomik insan” modelinden yola çıkarak insanın ekonomik
bağımlılığı ve bencilliği göz önünde bulundurulmuş, ekonomik ödüller ve denetim
araçları ön plana çıkarılmıştır. Yönetimin zamanını ve enerjisini tüketen bu
denetim kültüründe temel yaklaşım, sorunların kaynağına inmek yerine, suçluyu
bulmak ve cezalandırmaktır. Örgütlerde sorunların kaynağı büyük ölçüde
sistemdir. Böyle olmasına rağmen, bu denetim anlayışıyla sisteme değil de
insana yönelinmekte ve örgütte sorunlar çıktıkça işgörenler potansiyel sorun
kaynağı olarak görülmektedir. Bu tür bir yaklaşım söz konusu sınırlayıcı
karakteristiğin örgütlerde hakimiyetinin uzun yıllar sürmesine neden
olmaktadır.
Örgütün sınırlayıcı
yönlerinden birisi olarak nitelendirilen bu denetim kültürü, önceki dönemlerde
üretkenlik üzerinde olumlu etkiler yapmıştır. Fakat örgüt içi iletişim ve
etkileşimi olumsuz yönde etkilemiş ve işgörenlerin tahrikle geçici
güdülendikleri ya da korku temelli performanslarını zorlamaya yöneldikleri
görülmüştür.6 Bu durum, sorunların çözülmesinde etkili olmadığı
gibi, örgüt içi iletişim kopukluğuna, gerçekçi olmayan bağlılık ve itaat
gösterimlerine ve korku kültürünün oluşmasına neden olmuştur.
Yoğun küresel rekabet, zamanı
ezen dağıtım, ürün gelişimi ve hızlı işlev yenilenmesi ile birlikte yüksek
kalite ve tam zamanında üretimin baskısıyla örgütler, kendi insan kaynaklarını
aktif olarak örgütleme ve geliştirme konusunda daha önce hiç olmadığı kadar
bağımlı hale gelmiştir.7 Yeni şartlar işletmeleri, insan
kaynaklarını sürekli güçlendirerek yüksek teknolojiye uyumu sağlayacak ve çok
yönlü yetenekler kazandırma çabaları içine itmiştir. Bu amaçla, yönetim
yalınlaştırılmış, işgörenler desteklenerek problem çözme ve karar verme
süreçlerine katılımları sağlanmıştır. Gelişmelerin bir sonucu olarak “destek”,
yönetim süreçlerinde kapsamlı bir etkiye sahip olarak yönetim felsefesinin bir
parçası haline gelmekte ve yönetim süreçlerinde kapsamlı etkiye sahip “içsel
destek” sistemi oluşmaktadır. Yeni sistemde, kararlar yukarıdan gelen kontrol
tarafından değil, aşağıdan gelen destek tarafından korunmaktadır. Böylece
geliştirici fikirler ön hatlarda oluşturulur ve desteklenecek öneriler haline
dönüştürülürler. İçsel destek oluşturma süreci, örgütsel bilginin gelişimini
sağlamakla birlikte, örgütsel bağlılığı kazandıracak ve taahhütlerin de yerine
getirilmesine yardımcı olacaktır.8 Bu noktada sıklıkla dillendirilen
örgütsel bağlılık, şirket bağlılığı şeklindeki kavramsallaştırma genel olarak
farklı algılamalara iten bir söylem haline gelmiştir. Bizim burada örgüt
bağlılığı olarak vurguladığımız husus, işgören sınırları içinde gelişen bir mekân-kişi
bağlılığı ya da bağımlılığı değil, insana sunulan “rızık kapısı ile olan
düzgün, dürüst ve vefalı ilişki bütünlüğüdür”. İnsan güzel bir ahlaki duruş,
tutum içinde karşılıklı uzlaşı etkileşimi içinde çalışkanlığı ve iyi niyeti ile
kendini özdeşleştirici manada değil, muayyen bir vasatta mekâna yönelik olmadan
muhatabı işveren ile saygın bir ilişki oluşturması manasında ve karşılıklı
mutabakat ve sorumluluklar çerçevesinde bağ kurar.
Geleneksel örgütlerde tutumlar
ve davranışlar üzerinde güçlü etkiye sahip olan diğer bir yapı ise,
organizasyon ile çalışanları arasındaki ilişkinin sözleşmeye dayanan doğasıdır.
İşgören-işveren arasındaki açık sözleşme beklentileri tanımlamayı, ilişkilere
açıklık ve kesinlik kazandırmayı sağlarken, işgörenlerin örgüt hakkındaki düşüncelerine
de bireysellikten uzak bir biçimsellik kazandırır.9
İşletmelerin son dönemde,
yoğun bir şekilde yaşamakta oldukları örgütsel değişim çalışmaları, onların
küçülmelerine ve insan kaynakları politikalarında işgörenler açısından olumsuz
değişiklikler yapmalarına neden olmaktadır. Bu değişiklikler iş, kariyer ve
ücret kaybı gibi risk algıları oluşturarak işgörenler üzerinde baskı meydana
getirmektedir. Bu baskı, işgörenlerin motivasyonlarını kırmakta, örgütsel
bağlılık ve itaatlerinde düşüşler oluşturmakta, işverenlerine karşı güvensizlik
duygularının oluşması gibi olumsuz sonuçlara da neden olmaktadır. Bu durumda,
biçimsel sözleşmelerle belirlenmiş olan ilişkiler, ekonomik çıkarlara dayalı
bir süreç içine girmekte ve taraflar kendi çıkarlarını korumaya
yönelmektedirler.10 Kendilerine ihanet edildiği düşüncesine kapılan
işgörenler, kendilerini “aile” benzeri bir sosyal kurumun üyesi olmaktan
ziyade, karşılıklı çıkarların korunduğu bir ekonomik oluşumun çalışanı olarak
hissederler. Örgütlerle işgörenler arasındaki ilişkiler deterministik
sözleşmelerle belirlenmekle birlikte, daha organik bir yapıda itaat, bağlılık
ve güven üzerine kurulmuş, duygusal bağlarla da tanımlanabilmektedir. Güven ve
değerler üzerine kurulmuş olan sözleşmeler, örgütsel görevlerin yerine getirilmesinde
açıklık ve kesinlik oluşturacaktır. Bu ilişki, işgörenlerin kendilerini
yaptıkları işe izafeten sorumluluk ve risk almalarına, gerektiğinde durumsal
manada gönül güçlerini işe katmalarına neden olacaktır.11 İşgörenler
ile karşılıklı amaçların uyumlaştırılmasında ve sorunların çözülmesinde,
doğrudan (sosyal) diyalog temeline dayanan bu güven ortamı, ilişkilerin
“güvenilir taahhüt” üzerine kurulmasını sağlamaktadır. Bu gelişmelerle, güven
ve gönüllülük üzerine kurulmuş olan işgören-işveren ilişkileri artık, “biçimsel
sözleşmeler” yerine, “psikolojik sözleşmelerle” düzenlenme sürecine girmiştir.12
Bu süreçte özellikle, yeni insan kaynakları politikalarında insan
davranışlarını anlamaya yönelik yaklaşımlara önem verilmesi ön plana alınmakta
ve hatta “insan kaynakları” teriminde dahi değişikliğe gidilmesi yönünde
tartışmalar başlatılmıştır.
Geleneksel örgütlerin davranışsal yapılarındaki diğer bir
özellik ise sınırlamadır. Yönetimin tarihsel süreci boyunca örgütlerde,
çalışanlar üzerinde etkinlik sağlamak amacıyla pek çok yöntem ve sistem
geliştirilmiştir. Geliştirilen bu sistemler genel itibariyle, otoritenin
merkezileştiği, iş bölümü ve uzmanlaşmanın yaygınlaştığı mekanik yapılar
olmuştur. Dikey hiyerarşik kontrol mekanizmalarının yaygın olarak kullanıldığı
bu yapılarda genel olarak, merkezi emir-komuta ilişkilerinin hâkim olduğu
görülmektedir.13 Bu örgütsel yapılarda insanlar, sınırlandırılmış ve
sıkı görev tanımları yapılmış, otorite alanı içinde verilen emirleri yerine
getirmekle yükümlüdürler. Bu organizasyonel yapı içinde yeni düşünce, öneriler
ve uygulamaların gelişmesi mümkün olmamakla birlikte, hantal ve mekanikleşmiş
yapı da örgütün değişim kabiliyetini sınırlamaktadır. Anılan örgütlerde
sınırlandırıldığı duygusu içinde olan işgörenleri, performanslarını arttırma,
örgütsel faaliyetlere ve değişime gönüllü olarak katılma konusunda ikna etmek
oldukça güç olabilir.
Esnekliği olmayan mekanik
olarak yapılanmış bir örgütün, yüksek değişim trendi içinde çevresel değişime
hemen cevap verememesi, entropi ihtimalini arttırmaktadır. Bu nedenle,
değişimin en önemli faktörü olan işgörenleri güçlendirmek, onların güçlerini
sınırlayan mekanik, hantal ve sınırlayıcı yapılardan kurtarmak ve verimli
sistemler kurmak artık işletmeler için bir zorunluluk haline gelmektedir.14
Balzac’ın “Cüceler tarafından
hareket ettirilen dev güç” olarak tanımladığı15
geleneksel-bürokratik yapıları, daha yalınlaştırılmış, yetkileri tepeden
aşağılara doğru aktarılmış, daha esnek örgütsel yapılara dönüştürmek değişimin
bir gerekliliği olmaktadır. Bu nedenle, sıkı iş tanımları ve sıkı denetim
yerine, kendi kendine disiplin -öz-disiplin- ve oto kontrol, yetkilerin tabana
yayılmasıyla işgörenlerin karar ve problem çözme süreçlerine katılması gibi
yenilikler, işletmenin değişmesi ve sınırlayıcı alanlarını yok etmesi anlamına
gelecektir. Bu değişim, işgörenlerin enerji ve potansiyellerini sınırlayan
güçleri ortadan kaldıracaktır. Sınırlamanın kalktığı duygusu kazandırılmış
işgörenler ise, sorumluluk alarak inisiyatif kullanmada gönüllü hareket
edeceklerdir.
Güçlendirme pek çok işgörenin
normal düzeydeki performansını daha üst seviyelere taşır. Motivasyon çeşitli
biçimlerde verilen bir girdidir ve çıktısı dahi sağlanan ortama tekrar girdi
olarak katkı yapar. Sınırlamanın kalkması, bireysel gelişimi ve yenilikçiliği
gerçekleştirmenin bir yöntemidir; katılım istekliliğini ve enerjisini arttırır,
yeni düşünce ve öneri alternatiflerinin oluşmasını sağlar. Yönetimin ve
bireysel davranışın yeni çerçevesini aşağıdaki şekil üzerinde belirtmek
mümkündür:16
Şekilde de görüldüğü gibi,
inisiyatif alma becerisi ve istekliliği, yayılma ve disiplin arasındaki doğruda
merkezi bir yere sahiptir. Önceki örgütsel enerjiye kaynaklık yapmakta, diğeri
ise potansiyel enerjiyi dönüştürerek süreçlere katmaktadır. Disiplinsiz yayılma
(güçlendirme) faydasız olduğu gibi, yayılımsız disiplin ise, işletmenin
varlığını sürdürmek ve geliştirmek amacıyla hayati öneme sahip yaratıcı
düşünceleri cesaretlendirmekten ziyade, dar girdaplar içinde kilitler. Benzer
bir ilişki güven ve destek arasında söz konusudur. Güven ve destek
kombinasyonu, kolektif hareket ve işbirliğini motive eder. Güven, işbirliği
isteğini uyandırırken, destek ise insanlarda değişme ve kendini geliştirme
isteği uyandırır. Her ikisi de organizasyonda tutkal görevi üstlenen elementler
olup, insanların gelişmesini ve bütünleşmesini sağlayacak yeterli tatmin ortamı
oluştururlar.
1 A. Christopher Bartlett,
Sumantro Ghoshal, a.g.e., s. 15
2 L. Sharon, M. Wagner, C.
Rush, “Altruistic Organizational Citizenship Behavior: Context, Disposition,
and Age.”, Journal of Social Psychology, V. 140 Is. 3, 2000, s. 379
3 P. F. Drucker, Değişim
Çağının Yönetimi, Türk Henkel Der. Yay., İstanbul, 1995, s.210.
4 R. W. Feller, “Action
planning for personal competitiveness in the broken workplace” Journal of
Employment Counseling, V.32, Is. 4, 1995, s. 156
5 R. W. Feller, a.g.e., s. 157
6 İ. Türkmen, “Katılımcı
Yönetimin Önkoşulu Yönetsel Değişmeler”, Anadolu Üni. İ.İ.B.F. Der., Cilt. XV,
Sayı, 1-2, 1999, s. 664
7 M. Bagshaw, “Coaching – not
new but newly relevant”, Industrial and Commercial Training, V. 29, N.5, 1997,
s.167
8 A., Piasecka, “Creating
Champions”, Industrial and Commercial Training, V. 33, N. 2, 2001, s. 72
9 A. Christopher Bartlett,
Sumantro Ghoshal, a.g.e., s. 45
10 J. Sinclair, “Reacting to
What?”, Journal of Organizational Change Management, V..7, Is. 5 1994, s. 8
11 V. I. Coleman, “Why employee
empowerment is not just a fad” Leadership & Organization Development
Journal, V. 17 I, 1996, s. 4
12 J., Boddy, “Negotiating the
psychological contract”, Training Journal , Is, 2000, s.2
13 C. Grey, N. Mitev,
“Re-engineering organizations: a critical appraisal”, Personnel Review, V. 24,
Is.1, 1995, s. 3
14 N. A. M., Worren, K., Ruddle,
K. Moore, ”From Organizational Development To Change Management” Journal Of
Applied Behavioral Science, , V. 35, Is. 3, 1999, s. 279
15 G., BUDAK, Yenilikçi Yönetim
Yaratıcı Birey, Sistem Yay., İstanbul, 1998, s. 82
16 A. Christopher Bartlett,
Sumantro Ghoshal, a.g.e., s. 17