15 Ocak 2015 Perşembe

İş’in Teorisi 10/1- 3: Girizgâh: Yapay İlhamdan Varsayımsal Yönetim Kavramına

Günümüzde bilgi olgusuna yaklaşımda işletmeler açısından bir göz attığımızda belirli öğreti kalıplarının üst çerçevelemelerle donatıldığını fark edebiliriz: Başat üst çerçeveler olarak bilgi, süreçler ve yönetimin kavramları. Bilginin tanımında kavramın geniş açılımı, bundan hareketle kavramlaştırmalar ve bunlara bağlı çeşitli alternatif görüşlerin eksikliği dikkat çeken bahislerdir. Bu durumun yarattığı asli problem ise genel anlamda “yönetim” olgusuna dair yaklaşımlardaki kısırlıktır. Belirli kalıp modeller işletmelerin uygulamaya gayret ettikleri yönetim tarzlarını oluşturmaktadır. Ancak, bu yaklaşım-lar-ın akıp, insan ummanına döküldüğü noktadan itibaren sorunlar zuhur etmekte ve insanı mutlu etmesini umut ettiğimiz bilgi, zıttı etkilere ve neticelere neden olmaktadır. Gerçekten de, en azından işletmelerin özellikle insanın –en başta çalışanlarının- durumuna ilişkin sorgulama yapmamaları veya bazılarının bunu kasıtlı olarak icra etmemesi, günümüzde diğer gelişmeler ve ortaya çıkan darlandırıcı koşulların da eklenmesiyle ciddi anlamda kaosa ve bunalıma yol açmaktadır. Bu bunalım-lar iktisattan, topluma ve insan psikolojisine ve genel sağlığına, şirketlerden devletlere değin çok geniş bir alanda gitgide baskın bir hal almaktadır. Peki, bu durumda “Kutadgu Bilig” olması gereken bilgi üzerinde ne gibi tasarruflarımız var ve neyi hatalı yapıyoruz ki; insan hayatında önemli bir yer tutan iş ve işletme bizler için tuhaf sorunların ve mutsuzluğun kaynağı olmaktadır? Özellikle son 15 yılda netleşen sorunsal, bazı yönleriyle sanayinin ortaya çıkışını müteakip İngiltere’nin başını çektiği batı dünyasında baş gösteren ve toplumlar için son derece dramatik olaylara-yaşanmışlıklara ve sonuçlara sebep olan “sosyal soru(n-y)a (Alm. Die soziale Frage)” benzemektedir. Bilgi öylesine güçlü bir merkez ve çevre oluşturur ki, hayrı da şerri de öylesine güçlüdür. “Bilgi ve onun yönetimi” kavramları yalnızca betimlemelerini içermez, aynı zamanda bize “verilenin” dışında meydana getirdikleri yaşam kompartmanlarının da sorgulanması zorunludur; bilhassa içinde bulunduğumuz yeni zamanlarda…
        Yukarıdaki bölümlerde değindiğimiz ve günümüzde de süregelen bilginin konumlandırılmasına ilişkin bir sorunu daha detaylı ele almanın yararlı olacağı kanısındayım. Çünkü bu sorunun aydınlatılması, bize sunulan ve bizim eriştiğimiz bilginin karakterini ortaya koymak açısından elzemdir. Bahsini ettiğimiz konu, iddialı olan bilginin doğruluğu ve güvenirliliği açısından karşılaşacağı belki de en can alıcı probleme dairdir: Temellendirme Sorunu. Bilim insanı evrene, dünyaya ve hayata dair bakış açısını bilimsel nitelik içeren bilgi doğrultusunda oluşturur. Bunu günlük, sıradan bilgi olarak nitelediği “Halk Birikimi”nin önüne geçirir. Burada halk birikimi olarak vurguladığım kavram, insan ve toplum hayatının genelini kapsayan ve yeryüzündeki topluluk ve/veya toplumların gündelik yaşantısını idame ettirmesinde birincil rol sahibi olan karmaşık bilgiler kümesidir. Bu birikim içinde fikirlerin doğru veya yanlış olması çok da hayati bir önem arz etmez. Bu bağlamda inanç-batıl inanç, somut-soyut, doğru-yanlış, fizik-metafizik vs. olguların keskin bir biçimde ayırt edilmesi de elzem değildir. Bu dallı budaklı kümenin içinde düşünceler, fikirler olduğu gibi duygular da yer alır. Bu kümeyi gelenekler-görenekler, âdetler, örf, töre vs. unsurlar oluşturur. Bunlar kendine özgü(n) açıklaması, hatta mantığı bulunduğu varsayılan kemikleşmiş yalın durumlardır. İşte tam da bu noktada bilim insanı, kendi açısından inanç, sanı veya dogmalaşmış olarak addettiği bu türden yansımalara karşı mesafeli durur, onları bilim dışı olarak rafa kaldırır; hatta sıklıkla onları kısmen ya da tamamen reddeder. Bu edim, bilimin sınırlandırma prensibinin de bir gereğidir. Lâkin bilgi Platon’un Theaetetos’unda tanımladığı gibi bir nevi “gerekçelendirilmiş doğru inanç”tır. Yani, nihai olarak bugün öyle ya da böyle sözünü ettiğimiz bilimsel bilginin çıkış noktasının inanç ile yakın bir ilişkisi vardır. İnanç olarak adlandırdığımız sistemler bütününün günümüze değin uzanan birçok bilimsel erişimde oynadığı rolü yadsımamamız gerektiği kanaatindeyim. Ancak, genel anlamda bu durumun göz ardı edildiğini ya da bilinçli olarak unutturulduğunu, bilimsel bilginin de zamanla geleneksel bir niteliğe büründüğünü belirtmek pek de yanlış olmayacaktır.
Bilginin felsefesinden teorilerin egemenliğine uzanan bilim insanı, felsefi düşünme tarzının sorguladığı bilginin gerçekliği ve sağlamlığı sorusu ile karşı karşıyadır. Teorinin dayandığı esas sorgulanmalı, sınamalara tabi tutulmalıdır. Hatta Sir Karl. R. Popper’in vurguladığı gibi, teorinin bilimsel olup olmadığı dahi irdelenmelidir. Ulaşılan bilginin amacı açık bir şekilde gerçeği elde etmemizi ve bunu bilmemizi sağlamaktır. Bilginin gerçek olduğu hususunda emin olabiliyorsak, bilgimizin köklü bir temel üzerine oturduğu sonucuna varabiliriz. Belirttiğimiz bu aşamalarda; gerçek olma, eminlik, güvenme vb. öğelerdeki ortak nokta yalnızca sorgulama değil, ağırlıklı olarak insanın hissetme ve inanma gibi irrasyonel olarak nitelendiren sezgileridir.
Temellendirmenin çıkış notası şudur: Eriştiğimizi varsaydığımız bilimsel bilgi temellendirildiği takdirde şüphelerin üstünde yer alacaktır. Bu denli kesinlik arz etme, bilginin doğruluğu gibi koşulların bilginin gerçekten doğruluğu ve geçerliliği için temel ölçüt olduğu bir anlayış son derece sorunludur. Hem eriştiğimiz bilgi hem de temellendirmenin tam olarak sağlanması hususlarının kendisi birer varsayım iken. Ama mesele şudur ki, bizim kabullerimiz kesinlik taşıyorlarsa, bu yalnızca belirli deneysel ve bilişsel sonuçların bize sağlayacağı bir bilgi üzerinde kuruludur. Ve bu bilgi de geçici geçerliliğe haizdir. Ama hayır, bu geçici değil iddiasında isek, bilmeliyiz ki tecrübî bilgimizin dahi dönüştüğü ve değiştiği, bugün geçerlilik ve doğruluk arz eden bilgilerin ileride ne şekilde yanlışlandığını, revize edilmek zorunda kalındığını bilmekteyiz. Örneğin, suyun donma derecesinin uzun yıllar boyunca 0 derece  olduğu veya 100 derecede kaynamaya başladığı, ay ile yeryüzü arasındaki mesafenin ya da ekvatorun çapının, Everest’in yüksekliğinin veya Türkiye’nin yüzölçümünün değerlerindeki farklılıklar vb. değişimlerin bize gösterdiği şudur: Koşulların çerçevelediği bilgi sınırlamaların sonucudur ve bilim sınırlamalara dayanarak uygulanabilirlik kazanır. Bu basit çıkarım göstermektedir ki; bilgi şu veya bu şartlar altında şu gerçeği ya da doğruyu yansıtır. Öyle ise hem kesinlik hem de geçicilik köksel olarak belirli şartlarda ve durumlarda geçerlilik arz ederler; doğru-yanlış, gerçeklik, gerçek dışılık için de durum pek farklı değildir. Böylece, Popper’in de vurguladığı gibi bilgimiz hipotetik karakterlidir. Buna Hans Albert’in şu ifadesini de ilave edebiliriz: “Bazı tahminler gerçeğe, doğruya daha yakındırlar.” 
Aklın önderliğindeki salt temellendirmeyi imkânsız kılan, ikna olduğumuz hususların haklılığına dair bizleri kuşkuya sevk edecek bilgilerin ortaya çıkmasıyla beraber bu konuların tamamen doğru olduğu konusunda tatminsizliğimizdir; yani hissiyatımızdır. İşte tamda bu noktada kişi, kendini daha da sağlam bir sebeplendirmeye ulaştıracak olduğuna inandığı ‘’Arşimet Noktası”nı aramaya başlar. Arşimet noktası ile kastedilen sağlam ve tam anlamıyla güvenilir bir gerekçelendirme, açıklayıcı bir sebep veya mantıklı bir silsile ve düzen içindeki sebepler zinciridir. Buradan hareketle belirli koşullar altında bütün gerçek bilgiler gerçek, bütün yanlışlar yanlış olarak ortaya çıkmalıdır. Gerçekliği tanıyabilme ve tespit edebilme açısından bilimsel bilginin arşimet noktasını aramak tam bir “temellendirme fikrinin” özünü teşkil eder. Bu şekilde sadece bilgiye ilişkin sağlam bir temellendirmeye değil, aynı zamanda temellendirme sorununun altında yatan yöntemsel problemlerin çözümüne de yaklaşılır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...