Sürdürülebilirlik
kesintisizliği kastetmez. Hâlbuki yaygın olarak bu türden modellemelerde
nedense kesintisiz bir döngü ve/veya girdiye dönüşlü doğrusallar verilmektedir.
Yaşamda ise döngüsellik veya genel anlamda geometrik biçimlerde kesintiler,
istikrarsızlıklar ve asimetri sıklıkla mevcuttur. Sözünü ettiğimiz sürdürülebilirlik ise,
gerekliliklere ve zorunluluklara paralel olarak aksiyon alınması ve
değişim-dönüşüme uyum sağlanmasına işaret eder ki, bu bağlamda sabitlenmiş
modellerden maada değerler dizini anlamında paradigmal yapılanmalar ön
plandadır. Bunun için de yenilenmeci işletmeler
kendi özgün kuramsal çerçevelerini oluşturmaya ihtiyaç duyarlar. Kuramsal çerçevenin
işletmesel karakterini belirleyen öncelikli unsurlar, kuramın yalnızca geçici
bir dogma oluşu, esnek yapı arz etmesi ve çalışanların, insanların değerlere
sahip olmalarıdır. Ve bu değerlerin tamamının mutlak surette şirket
değerleriyle birebir örtüşmesi de gerekli değildir.
Sürdürülebilirlik
şirketler için kilit pozisyonlarda görev yapan personelden başlamak üzere –ki
en başta yöneticiler- kendini tanıma üzerinden kendini yönetmeye olabildiğince
malik olmayı gerektirir. İstediğiniz kadar sistemi öncelleyin veya asli yönetim
kabiliyetinin sistem vasıtasıyla tecelli edeceğini iddia edin, bilinmelidir ki,
iyi sistemi iyi ve yetkin insanlar kurarlar. Buna rağmen bireysel veya örgütsel
gedikler oluşacaktır ve bu normaldir. Kötü sistemler, kendini tanımanın
zahmetine girmeyen, yetkin olmayan ve iyi çalışmayan insanların ürünüdür. Ama
her durumda, her işletmenin sisteminin başat kurucusu yöneticilerdir. Hatanın
insandan değil, sistemden kaynaklandığı tezinin pek de dillendirilmeyen yanı;
insandan neşet eden eksiklerin aslında sistem içinde giderilmediğine işaretle,
sistemin işleyişindeki yitikliğin altını çizmektir. Bir şirketin sistem
kurulumundaki yetki nasıl ağırlıklı olarak yöneticilere aitse, işleyişindeki
arızaların sorumluluğu da yine ağırlıklı olarak onlara mütedairdir.
Sürdürülebilir bir paradigmanın
en önemli özelliği kendini etraflıca, açık, şeffaf ve sorumluluk duygusuyla tüm
işletme sistemine, yani insanlara tanıtmasıdır. Kuramsal tasavvurlar idealleştirmeler
içerse de, şunu açıklıkla ortaya koyar: Sürdürülebilirlik insana ve ondan
bağımsız oluşların üretimi olan değerler zincirinin canlılığına, dinamizmine ve
bazı diğer unsurlara bağlı ve bağımlıdır. Sürdürülebilir modelin açıklaması ne
olduğundan daha fazla, ne olmadığının belirtimi ile mümkündür. Örneğin, bizim
bu çalışmada tanıtmaya çabaladığımız bilgi yönetimi, süreçleri ve bu bağlamda
türetilen süreç modelleri sürdürülebilirliğe dair modellemeler değildirler.
Onlar yalnızca dönemlik ve abartılı bir deyişle anlık durumsallıklarını yansıtan
grafiklerdir. Ama bu tespitimiz onları küçümsediğimiz ve faydasız gördüğümüz
anlamına gelmez. Onlar da bir değere haizdirler ve insan eğitimi için
yararlıdırlar. Fakat aradığımız ve bize kullanım-uygulama için gerekli olan
onlar değildir. Bahsettiğimiz bir sistemdir; değişkenlere bağımlı, dinamik ve
herhangi bir statik model grafiğinde şekillendirilemeyen ve uyumlanabilir
karakterli; bir noktada insanın kendisi gibi.
Sürdürülebilir
modellemelerin en belirgin iki özelliği; iniş-çıkışlı ve dalgalı olmaları ile
işletmesel kuram içermeleridir. Kuramların en önemli hususiyeti
değişim-dönüşüme odaklanmaları ve değiştirilebilir olmalarıdır; yani hem
sürdürülebilir modeller hem de kuramlar, dinamik ve konjonktürel değişimlere
açık, iç içe geçişli ve kritik noktalarda eklemlenmiş bütünleşik ve fakat
gerektiğinde ayrıştırılabilir kümesel rejimlerdir. Bunlar işletme ile insanlar
ve sistem arasında keskin ayrım yapmazlar, insanı kurucu ve yapıcı bir varlık
olarak gördüklerinden her zaman sistemin önünde tutarlar. İnsan unsurları
oluşturandır ve öğeler insan karşısında suret mesabesindedirler. Geçerlilik
açısından ise unsurlar hem yaratıcısı insan, hem de diğer işletmesel somut ve
soyut türetimler için pratiğin yapı taşlarıdır.
Daha önce de belirttiğimiz üzere tüm kişisel
değerlerin ille de şirket değerleri ile birebir örtüşmesi şart değildir. Yeter
ki “olmazsa olmaz” durumlar söz konusu olmasın. Zira bazıları için bu gibi
durumlar zuhur edebilir; bu noktada örgütün yapması gereken ilk iş çatışma veya
çelişkiye sebep olan değeri tekrar gözden geçirmek ve irdelemektir. Çünkü bazen
bir kişinin duruşu, çoğunluğa nazaran doğru ve haklı olabilir.
Bu çalışmada sözünü ettiğimiz sürdürülebilir
kuramsal modellemeler bir şirketin kültürü ile bağlantı içindedir, ancak onun
parçası değildirler. Zaten bunlar kültürel bir olguya dönüşüyorlarsa, bu durum
anasırların ve alt unsurların sağladığı imkânların, bakış açılarının ve
bunların temellendirdiği hareketli zihniyetin aktivasyonlarının, yöneticiler
tarafından bazı nedenselliklere dayalı olarak tüketildiği ve dolayısıyla
kuramsallığın da durağanlaştığı ve fonksiyonelliği yitirdiği anlamına gelir. Bu
durumda işletmenin ilk olarak söz konusu duraklamanın yönetimden mi, yoksa
kuramsal çerçevenin artık yetersiz kalmasından mı kaynaklandığını soruşturması
gerekir.
İş dünyasında dillere pelesenk olan kurumsallaşma
kavramı ile bahsettiğimiz kuramsal çerçevenin birbirine karıştırılmaması
önemlidir. Birçok şirket yönetimi, kurumsallaşma olgusunun bir takım yöntemsel
girişimler ve buna bağlı yapılandırma çalışmaları ile oluşturulacağına
inanırlar. Hâlbuki kurumlaşma bir şirket için başlangıcı olan sıfır noktasından
itibaren en az iki nesil sonrasında söz konusu olabilecek bir olgudur. Devlet
erkinin hâkimiyeti ve yürütümünün olmadığı her kuruluş, kendi kültürü yaşama
geçmeden, inişli-çıkışlı yaşanmışlıklar ve bu süreçte özgün bir tarz
oluşturmadan, iyi veya kötü gerçek ve samimi bir şirket mevzuatı oluşturmadan,
işçi-işveren örgütlenmesini sağlamadan, sınamalara uğrayıp ayakta kalmanın ne
demek olduğu tecrübesine sahip olmadan kurumsallaşamaz. Bundan dolayı günümüzde
sıklıkla kullanılan kurumsallaşma sözcüğünün altının sadece bir takım
yapılandırma çalışmaları ile doldurulmaya çalışılması son derece alelade bir
girişimdir. Bu bağlamda kuramsal çerçeve ile kurumlaşma olgusunu paralel ve
entegre kavramlar gibi değerlendirmek yerinde olmayacaktır.
Kuramsal çerçevenin en belirgin özelliği yönetsel
tabanlı varsayımlar üzerinden oluşturulması ve bunların gerçekliklerle olan
karşılıklı, tutarlı ve etkin bir uyum içinde seyretmesidir. Yani kuramsal
çerçeve bir yönüyle gözlem ve deneye dayalı çıkarsamalara, tezlere; diğer
yandan işletme içi düşünsel edimlerin gerçekliklere dönüştürülebilirliği ile
alakalıdır ve bu etkileşimlerin bir ürünüdür. Kuramsal çerçevenin üretimi
sürdürülebilir olmayanları gerek önceden tecrübe ederek gerekse tecrübeleri
olabildiğince piyasa bütünlüğü içerisinde inovatif girişimlerle değer yaratarak
gerçekleştirmektir. Bu çerçevede işletme yönetiminin örgütü olabildiğince
işlere dâhil etmesi şarttır; bu noktada devreye sokulacak yönetsel yaklaşım
“çok katmanlı sistemin” detaylı okumasını yapmaktır. Bu okumalar, insanların
işidir ve kurumsallıkla ilgisi yoktur. İlgili olan, örgüte can veren insanlar
arası ilişkilerin dayanışmasını sağlayan dengeli yönetsel siyasa ve bunun
sağladığı canlılıktır. İşyerinde oluşturulan boş zamanlarda bir araya gelerek
sohbet eden insanlar işlek örgütler yaratırlar. Bunlar keyif verirler ve
çalışma yolculukları haz veren, motive eden ve morallendiren istasyonlarda mola
vererek sürer. Örgüte aidiyet duygusu sempati ile oluşmuş ise, insanlar
fazladan çalışacakları zamanı dahi iştahla karşılarlar. Bu tip işletmelerde
yönetim kademesinin görüş alanı çok geniştir ve onlar kendileri dâhil tüm
çalışanları öncelikle “katılımcı paydaş” olarak görürler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder