15 Ocak 2015 Perşembe

İş’in Teorisi 10/3: Varsayımsal Yönetim: Sürdürülebilirliğin Okuması ve Kuramsallaştırma

Sürdürülebilirlik kesintisizliği kastetmez. Hâlbuki yaygın olarak bu türden modellemelerde nedense kesintisiz bir döngü ve/veya girdiye dönüşlü doğrusallar verilmektedir. Yaşamda ise döngüsellik veya genel anlamda geometrik biçimlerde kesintiler, istikrarsızlıklar ve asimetri sıklıkla mevcuttur.  Sözünü ettiğimiz sürdürülebilirlik ise, gerekliliklere ve zorunluluklara paralel olarak aksiyon alınması ve değişim-dönüşüme uyum sağlanmasına işaret eder ki, bu bağlamda sabitlenmiş modellerden maada değerler dizini anlamında paradigmal yapılanmalar ön plandadır.  Bunun için de yenilenmeci işletmeler kendi özgün kuramsal çerçevelerini oluşturmaya ihtiyaç duyarlar. Kuramsal çerçevenin işletmesel karakterini belirleyen öncelikli unsurlar, kuramın yalnızca geçici bir dogma oluşu, esnek yapı arz etmesi ve çalışanların, insanların değerlere sahip olmalarıdır. Ve bu değerlerin tamamının mutlak surette şirket değerleriyle birebir örtüşmesi de gerekli değildir.
Sürdürülebilirlik şirketler için kilit pozisyonlarda görev yapan personelden başlamak üzere –ki en başta yöneticiler- kendini tanıma üzerinden kendini yönetmeye olabildiğince malik olmayı gerektirir. İstediğiniz kadar sistemi öncelleyin veya asli yönetim kabiliyetinin sistem vasıtasıyla tecelli edeceğini iddia edin, bilinmelidir ki, iyi sistemi iyi ve yetkin insanlar kurarlar. Buna rağmen bireysel veya örgütsel gedikler oluşacaktır ve bu normaldir. Kötü sistemler, kendini tanımanın zahmetine girmeyen, yetkin olmayan ve iyi çalışmayan insanların ürünüdür. Ama her durumda, her işletmenin sisteminin başat kurucusu yöneticilerdir. Hatanın insandan değil, sistemden kaynaklandığı tezinin pek de dillendirilmeyen yanı; insandan neşet eden eksiklerin aslında sistem içinde giderilmediğine işaretle, sistemin işleyişindeki yitikliğin altını çizmektir. Bir şirketin sistem kurulumundaki yetki nasıl ağırlıklı olarak yöneticilere aitse, işleyişindeki arızaların sorumluluğu da yine ağırlıklı olarak onlara mütedairdir.
Sürdürülebilir bir paradigmanın en önemli özelliği kendini etraflıca, açık, şeffaf ve sorumluluk duygusuyla tüm işletme sistemine, yani insanlara tanıtmasıdır. Kuramsal tasavvurlar idealleştirmeler içerse de, şunu açıklıkla ortaya koyar: Sürdürülebilirlik insana ve ondan bağımsız oluşların üretimi olan değerler zincirinin canlılığına, dinamizmine ve bazı diğer unsurlara bağlı ve bağımlıdır. Sürdürülebilir modelin açıklaması ne olduğundan daha fazla, ne olmadığının belirtimi ile mümkündür. Örneğin, bizim bu çalışmada tanıtmaya çabaladığımız bilgi yönetimi, süreçleri ve bu bağlamda türetilen süreç modelleri sürdürülebilirliğe dair modellemeler değildirler. Onlar yalnızca dönemlik ve abartılı bir deyişle anlık durumsallıklarını yansıtan grafiklerdir. Ama bu tespitimiz onları küçümsediğimiz ve faydasız gördüğümüz anlamına gelmez. Onlar da bir değere haizdirler ve insan eğitimi için yararlıdırlar. Fakat aradığımız ve bize kullanım-uygulama için gerekli olan onlar değildir. Bahsettiğimiz bir sistemdir; değişkenlere bağımlı, dinamik ve herhangi bir statik model grafiğinde şekillendirilemeyen ve uyumlanabilir karakterli; bir noktada insanın kendisi gibi.
Sürdürülebilir modellemelerin en belirgin iki özelliği; iniş-çıkışlı ve dalgalı olmaları ile işletmesel kuram içermeleridir. Kuramların en önemli hususiyeti değişim-dönüşüme odaklanmaları ve değiştirilebilir olmalarıdır; yani hem sürdürülebilir modeller hem de kuramlar, dinamik ve konjonktürel değişimlere açık, iç içe geçişli ve kritik noktalarda eklemlenmiş bütünleşik ve fakat gerektiğinde ayrıştırılabilir kümesel rejimlerdir. Bunlar işletme ile insanlar ve sistem arasında keskin ayrım yapmazlar, insanı kurucu ve yapıcı bir varlık olarak gördüklerinden her zaman sistemin önünde tutarlar. İnsan unsurları oluşturandır ve öğeler insan karşısında suret mesabesindedirler. Geçerlilik açısından ise unsurlar hem yaratıcısı insan, hem de diğer işletmesel somut ve soyut türetimler için pratiğin yapı taşlarıdır.
Daha önce de belirttiğimiz üzere tüm kişisel değerlerin ille de şirket değerleri ile birebir örtüşmesi şart değildir. Yeter ki “olmazsa olmaz” durumlar söz konusu olmasın. Zira bazıları için bu gibi durumlar zuhur edebilir; bu noktada örgütün yapması gereken ilk iş çatışma veya çelişkiye sebep olan değeri tekrar gözden geçirmek ve irdelemektir. Çünkü bazen bir kişinin duruşu, çoğunluğa nazaran doğru ve haklı olabilir.
Bu çalışmada sözünü ettiğimiz sürdürülebilir kuramsal modellemeler bir şirketin kültürü ile bağlantı içindedir, ancak onun parçası değildirler. Zaten bunlar kültürel bir olguya dönüşüyorlarsa, bu durum anasırların ve alt unsurların sağladığı imkânların, bakış açılarının ve bunların temellendirdiği hareketli zihniyetin aktivasyonlarının, yöneticiler tarafından bazı nedenselliklere dayalı olarak tüketildiği ve dolayısıyla kuramsallığın da durağanlaştığı ve fonksiyonelliği yitirdiği anlamına gelir. Bu durumda işletmenin ilk olarak söz konusu duraklamanın yönetimden mi, yoksa kuramsal çerçevenin artık yetersiz kalmasından mı kaynaklandığını soruşturması gerekir.
İş dünyasında dillere pelesenk olan kurumsallaşma kavramı ile bahsettiğimiz kuramsal çerçevenin birbirine karıştırılmaması önemlidir. Birçok şirket yönetimi, kurumsallaşma olgusunun bir takım yöntemsel girişimler ve buna bağlı yapılandırma çalışmaları ile oluşturulacağına inanırlar. Hâlbuki kurumlaşma bir şirket için başlangıcı olan sıfır noktasından itibaren en az iki nesil sonrasında söz konusu olabilecek bir olgudur. Devlet erkinin hâkimiyeti ve yürütümünün olmadığı her kuruluş, kendi kültürü yaşama geçmeden, inişli-çıkışlı yaşanmışlıklar ve bu süreçte özgün bir tarz oluşturmadan, iyi veya kötü gerçek ve samimi bir şirket mevzuatı oluşturmadan, işçi-işveren örgütlenmesini sağlamadan, sınamalara uğrayıp ayakta kalmanın ne demek olduğu tecrübesine sahip olmadan kurumsallaşamaz. Bundan dolayı günümüzde sıklıkla kullanılan kurumsallaşma sözcüğünün altının sadece bir takım yapılandırma çalışmaları ile doldurulmaya çalışılması son derece alelade bir girişimdir. Bu bağlamda kuramsal çerçeve ile kurumlaşma olgusunu paralel ve entegre kavramlar gibi değerlendirmek yerinde olmayacaktır.
Kuramsal çerçevenin en belirgin özelliği yönetsel tabanlı varsayımlar üzerinden oluşturulması ve bunların gerçekliklerle olan karşılıklı, tutarlı ve etkin bir uyum içinde seyretmesidir. Yani kuramsal çerçeve bir yönüyle gözlem ve deneye dayalı çıkarsamalara, tezlere; diğer yandan işletme içi düşünsel edimlerin gerçekliklere dönüştürülebilirliği ile alakalıdır ve bu etkileşimlerin bir ürünüdür. Kuramsal çerçevenin üretimi sürdürülebilir olmayanları gerek önceden tecrübe ederek gerekse tecrübeleri olabildiğince piyasa bütünlüğü içerisinde inovatif girişimlerle değer yaratarak gerçekleştirmektir. Bu çerçevede işletme yönetiminin örgütü olabildiğince işlere dâhil etmesi şarttır; bu noktada devreye sokulacak yönetsel yaklaşım “çok katmanlı sistemin” detaylı okumasını yapmaktır. Bu okumalar, insanların işidir ve kurumsallıkla ilgisi yoktur. İlgili olan, örgüte can veren insanlar arası ilişkilerin dayanışmasını sağlayan dengeli yönetsel siyasa ve bunun sağladığı canlılıktır. İşyerinde oluşturulan boş zamanlarda bir araya gelerek sohbet eden insanlar işlek örgütler yaratırlar. Bunlar keyif verirler ve çalışma yolculukları haz veren, motive eden ve morallendiren istasyonlarda mola vererek sürer. Örgüte aidiyet duygusu sempati ile oluşmuş ise, insanlar fazladan çalışacakları zamanı dahi iştahla karşılarlar. Bu tip işletmelerde yönetim kademesinin görüş alanı çok geniştir ve onlar kendileri dâhil tüm çalışanları öncelikle “katılımcı paydaş” olarak görürler.       



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...