13 Ocak 2015 Salı

İş’in Teorisi 10/1- 2: Girizgâh: Yapay İlhamdan Varsayımsal Yönetim Kavramına

Daha önce belirttiğimiz paradoksal duruma paralel olarak; bilginin kavramsal betimlemesine ilişkin herhangi bir mutabakata felsefede de varılamamıştır. Hatta modern bilimin anasırı olan bilimler teorileri ve öğretisi için de aynı durum geçerlidir. Bilim dışı diye tasnif edilen öğrenme yolları (kadim bilgi, özgün bilgelik, geniş anlamda ‘ilim’ vs.) açısından ise konu açık durur; ya metafiziğin sahasına dâhil edilerek tamamen dışlanır (pozitivist tutum) ya da belirli bir değer atfedilerek rafta tutulur. Ancak bize göre, bu hususta sıklıkla atlanan ayırıcı nokta Marx Wartofsky’nin de açıkladığı üzere meta-fizik kavramının tek yanlı olarak anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca bazı dönemlerde daha açık görüleceği üzere, bilgi üretiminde gerçeklik tabanı hakkında çok fazla spekülasyon yapılarak, düşünceler ve bilgi üzerinden marjinale ve akıl dışılığa kaymalar olmuştur. Hâlbuki metafiziğin felsefe ile olan bağlantısında, onun düşüntülerden uzak tutularak olabildiğince asli amacı doğrultusunda kullanıldığı açıktır. Geniş anlamda, felsefeden de önceye dayalı bir geçmişe sahip olan metafizik Wartofsky’nin de belirttiği gibi “teorik anlama gücümüze imkan sağlayan alternatif kavram çerçevelerini eleştirici ve sistemli bir biçimde ifade eden en kapsamlı yöntemdir.,, Metafizik bize teoriler oluşturmanın koşullarından atıf, yapı ve soyutlama üçlüsünü sunar.” Joseph Agassi’nin deyişiyle “metafizik, bilimdeki teorilerin kavramları ile malzemelerini sağlayan kaynaktır”. Gerçekten de spekülatif olmayan metafizik, felsefe ve bilimin en önemli yapı taşlarındandır. Ama geçmişte de, günümüzde de metafiziğin “adını kötüye çıkaran” spekülatif meta-fizik sürümler olarak adlandıracağımız, eleştiriye kapalı dogmatik saplantılar, katı ideolojik şartlanmalar veya uçuk, mantıksız ve içeriğinde bolca tuhaf sözcüklerin yer aldığı ve hedefi sadece rant olan bir takım yoz mistifikasyonlar, yeni çağ dinleri, işletme astrolojisi, kuantum-secret soslu kişisel gelişim programları, para-psikolojik vb. sömürgen tuhaflıklardır. Yine de her halde, metafiziğe dair yaptığımız bu kısa açıklama, olgucu bakış açısına aşırı saplanmış olanları tatmin etmeyebilir. Zaten, akl-ı selim düşündüğümüzde, son tahlilde; böyle bir problemin varlığı sadece konuya duydukları ilgiyi aşırılaştıranlar için bir türlü aşılamayan bir tartışmanın konusu olabilir (en az 300 yıldır olmaktadır da). Bilimler öğretisinde yer alan “Temellendirme Problemi” de benzer ve kısır döngüye neden olan bir sorun olmakla beraber, problemin bilhassa bilimin gelişimini engelleyici yönünün fark edilmesi ve bir teorinin aslında temellendirme amacı ile dogmalaşmaya ve hatta bir tür ‘suni’ bağışıklık kazandırılması yoluyla dokunulmazlık kazandırılmasına vasıta olması, böylece bilimsel ilerlemeye engel teşkil etmesi dolayısıyla, detaylı sınamalara tabi tutularak yanlışlanma noktalarının bulunması ve böylelikle problemin aşılması yoluna gidilmiştir. Bu bağlamda, bilgi temasının felsefi ve bilim teorileri açısından değerlendirilmesinde şu çıkarımı yapmamız, bu çalışmanın mihenk taşlarından biri olması hasebiyle gerekli olmaktadır: Bilgi yönetimi alanına giren her türlü bilgi, tahminlerimiz ve varsayımlarımızdan oluşan bir demettir. Hipotetik bilgi; ama deneysel ama bilişsel ve tüm yöntemlere açık ve sonuçta bizim muhatap olduğumuz hemen her türlü bilgi. Böyle bir bilgiyi kuşatmak, onu yönetmek ve ona hâkim olmak isteyen insan, aynı bilginin aynı zamanda kendisini kuşattığını unutmamalıdır. Hele çağımızda dakikada GB’larla ifade edilen bir yığın veriye maruz kalan insan için bilginin derlenip toparlanması, çekilip çevrilmesi tüm teknolojik olanaklara rağmen oldukça sınırlıdır; aynı insanın kuşatılmasında fıtratına uyumlanan ve onu bazen çaresiz kılan durumlarda olduğu gibi. Bilgiye dair belki de en önemli ve kritik durumlardan biri, onun iman gibi algılanması veya kabulü ile zihinsel şablonlarımızın çoğunluğunun “verilenin kabulüne” göre yönlenip oluşması, dar alanda çapa atması ve yaygın olarak şartlandırılmış kodlara bağımlı kalmasıdır. Sufilerin insanın zindanları olarak simgelendirdiği düşünme tarzlarımız ve zihinsel şablonlarımız, insanda var olan ve Yaratıcı’nın ona bahşettiği tefekkür, basiret ve feraset vasıtasıyla derinlemesine görülemezse ve bu duruma ilişkin bilinçlenme sağlanamazsa aşılması çok güç ve ciddi engellere dönüşürler ve insanın yeryüzündeki “asli dramı” olurlar: Zannın hâkimiyeti ve buna boyun eğen zihin. 

Bilgiye ilişkin yukarıda belirttiğimiz hususlardan hareketle yapacağımız çıkarım; ister günlük veya felsefi, isterse bilimsel olsun bilginin ve ondan hareketle oluşturacağımız her türden somut veya soyut ‘şeyler’; ispat, kesinlik, kesin çözüm veya sonuçlar iddiasını barındırsalar dahi eninde sonunda değişim, dönüşüm ve yenilenmeye veya tamamen çürütülmeye mahkûmdurlar. Eğer tersi mümkün olsaydı; insanın gösterdiği gelişim, değişim, aynı şey üzerine farklı ve değişken bulgular, yaratılandaki çeşitlilik, zenginlik ve süreklilik bu düzeyde fark edilemezdi.. Ama gerek küresel gerekse yerel yönden, insana ‘kanıtlanmış ve kesin gerçek budur’ tarzında sunulan tutucu ve buyurgan zorlamalar olduğunu bilmekteyiz. Sadece evrim teorisi tartışmalarını bu duruma örnek olarak göstermemiz yeterli olacaktır: Tarafların öne sürdükleri evrimsel bilgi teorilerinden, geleneksel ve mikro biyolojinin bulgularına, genetik biliminden sosyal darvinizme ve ilahiyata, mistiğe ve ilaveten post modernist görüşlere değin geniş bir alan çeşitli çıkarımlara ve sonuçlara (geçici nitelikli) zemin hazırlamaktadır. Bu durum, Darwin’in bizzat teoriyi ortaya koyduğu zamandan bu yana devam etmektedir. Her bir taraf geçerli gerçeğin-hakikatin kendisinin ortaya koyduğu sonuç-açıklama olduğu iddiasındadır. Dikkat çekici olan bu ve benzeri tartışmalarda veya bilimselliğin ön plana alındığı ortamlarda, bilimsel bilginin ve dahi bilimin çekirdeği olan teorik düşünmenin bu devinim içinde eriyerek dikkatin teknoloji ve teknolojik ilerleme anlayışı ile özdeşleştirilmesidir. Bilim insanının teknolojik kavramlara çok fazla dayanması, bilimsel bilginin düzeyini ve derinliğini indirgeyici bir rol oynamakla beraber, bilim insanının benmerkezciliğine “tavan” yaptırmaktadır. Teknolojinin şekillendirdiği ve sunduğu bilgi gerek onu oluşturan gerekse ondan neşet eden bilgiye adeta yegânelik tescilini yüklemektedir. Bu durumun kullanıcı için kabulü doğaldır, ancak bilgi sahibinin kendini kendi yarattığı buluş ile özdeşleştirmesi tuhaf ve sağlıksızdır. Bunun en berrak tezahürü, varsayımsal bilginin taşıdığı tevazuya rağmen, bazı bilim insanlarında kibrin taassubunun belirginleşmesi ve hâkim olmasıdır. Bu durumun getirisi ise ya aşırı öne çıkarıcı ya da savunmacı reaktif tutumdur. Peki sonuç nedir? Bilimin kurumlaştırılıp kutsanması ve bilim insanının dokunulmazlık zırhına bürünen mabet şövalyeliği veya baskıcı bir ideoloğa dönüşmek. Hâlbuki bilginin hangi türü olursa olsun, kişinin bazı özellikler ile donanımına vesile olur. Ancak, bu kişiye diğer insanlar üzerinde, bilhassa psikolojik üstünlük ve baskınlık hakkının verilmesi değildir. Oysa felsefi veya derin düşünmenin, tefekkürün ana işlevlerinden birisi eleştirel, yapıcı ve özgürlükçü bir biçimde insanlar ve kültürün farklı alanları arasında, örneğin; bilim, hukuk, ahlak ve din, sanat ve edebiyat, teknik, ekonomi ve siyaset vs. ilişki ve iletişim tesis etmektir. Ama insanın sıklıkla unuttuğu bir husus şudur: “Oysa O dilemedikçe insanlar O’nun ilminden hiçbir şey edinemez, hiçbir şey kavrayamazlar.” (Kuran-ı Kerim, 2-255).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...