Küreselleşme, uluslararası ilişkileri ve bu alanda
karşılıklı etkileşimi sınır aşan ölçüde kapsayan bir olgu olmakla birlikte,
yerelin-yerel olanın yer aldığı ortamdaki-ülkedeki ve dahi kısmi sektörel
anlamda ülke aşırı önemini de arttırmış ve yerel kümesi bilhassa kendini
yöneten kuruluş (örneğin Belediyeler) üzerinden, çevresi ile interaktif
davranışlar dizini içinde ortak bir ağ sistemi oluşturmuştur. Ülkemizde bu
düşünce; bu hususta başı ve dikkati çeken ilk ivmeyi kazandıran -1990’lı
yıllarda- bir siyasi partinin, ismen Refah partisinin, belde belediyeleri
aracılığıyla tabana indirdiği yerel yönetimde birebir hemşeri ilişkisi kurumunu
etkin kılmaya başlamasıyla pratiğe geçirilmiştir. Bu çalışmaların
teşkilatlanmasında bilgi ve iletişim teknolojisi o zamana göre üst düzeyde
kullanılmıştır. Daha önce 1970‘li yıllarda çeşitli sebeplerle başarısız olan ve
Bülent Ecevit’in aynı zamanda taslak proje plancılığını üstlendiği “Köy Kent”
projesini de örnek olarak verebiliriz. Yani günümüzde gerek AB kriterleri arasında
bulunan gerekse ülkemizin iç dinamikleri tarafından realize edilmeye çalışılan
yerel yönetim projesi, son on yılda yasama organının da girişimleri ile belirli
bir seviyeyi yakalamamıza aracı olmuştur. Yani her hâlükârda kürevi gelişime
ayak uydurmanın temelinde yerel ve periferisinin önemli bir rolü bulunmaktadır.
Bu gelişim bir yönüyle dış, diğer yönüyle de iç dinamiklerin inter-aktif
olmasını gerekli kılmaktadır. Eğer günümüzde yaygın bir şekilde bahis konusu
olan küreselleşme olgusunu pek çok gelişim, değişim ve hatta geniş çaplı
savrulmaların aktive edici unsuru olarak ön plana çıkarıyorsak, küresel
etkinliği yerel gelişimin dışında göremeyiz. Yereli doğuran kürevi dünya
görüşü, (Alm. Weltanschauung) birçok farklı olgunun hem oluşturucusu hem de eklemleyici
aygıtıdır.
İçinde bulunduğumuz milenyum zamanı/yeni zamanlar,
toplumlar açısından BT/IT’nin zirveye tırmandığı dönemdir. Bilgisayar ve iletişim olguları hızla
değişmekte ve dönüşmektedir. 2000’li yıllara değin belirli alanlarda hüküm
süren enformasyon kütlesi, özellikle son 15 yıldır ağ tabanlı ortamlarda
işlevsel hale gelerek insanın etkin olduğu ortamlar arası düzeye terfi
etmiştir. Bu etkinlik internet sayesinde kişisel olarak da geçerlilik kazanmıştır.
Tabi burada ortaya çıkan soru şudur: Realitede; insan mı, yoksa bilgi mi
etkindir? Özdeşleşilen, öne alınan gerçekte nedir? Bilgi mi, insan mı? Bu soru
irdelenmediği sürece insanın öz-ü-gürlüğü ve dolayısıyla egemen olmanın natürü
askıda kalacaktır. Askıda veya diğer bir deyişle muallakta, belirsizlikte kalan
bir husus zanların ve dahi vehimlerin türetici zeminini oluşturacaktır. Böyle
bir zemin üzerinde ne sağlıklı bilgi üretimi ne de onun yönetimi mümkün
olamayacaktır. Ya da diğer bir deyişle, yöneten yönettiğinin kuşatması altında
kalacak ve bir nevi onun bağımlısı olacaktır.
Görece soyut düzlemden somut olarak
nitelendirdiğimiz her türlü bilgi ve onun ürünlerinin üzerimizde kendi
ellerimizle kurduğumuz hâkimiyetini fark edebiliyorsak, iki ana seçenek
karşımıza çıkar: Ya bunu araçsallaştırmak ve menfaatlerimiz doğrultusunda
herhangi bir ahlaki kaygıya düşmeden kullanmak veya birinci seçeneği de fark
ederek tersine hareket etmek. Her iki durumda da bilginin yönetimini
üstlenmemiz gereklidir; ancak bahsettiğimiz yönetim seçenekleri fazla sayıda
varyasyonları içerir ve neticede yönetme işlevinin çekirdeğinde yer alan
“egemenlik sorununu” uzlaşma ve barış ile aşabilmek neredeyse olanaksızdır.
Ayrıca, bu sorunu bize bahşedilen egemenlik potansiyeline bağışıklık
kazandırabilme sayesinde aşabileceğimize dair garantilenmiş durumlar da yoktur.
Bu iki seçeneği fark eden ve bunlardan birine ya da belirli ölçüde sentezlemeye
göre yürütmede bulunanlar küçük bir azınlığı oluştururlar. Dünyamızda cereyan
eden ve sıklıkla dillendirdiğimiz rekabetin derininde yatan egemenlik
mücadelesinin asli taraflarını bu üç akım temsil eder. Üçü de bilginin
kudretini iyi kavramışlardır; basit bir deyişle bunlar “İyi, Kötü ve Araf’ın”
yeryüzündeki kompartmanlarıdır. Bazen ayrışmaları keskindir, bazen ise iç içe
geçmişlerdir. İyi ile kötünün zıtlar olarak tek kümede var olması gibi.
Bireysel anlamda da kişinin bilgi ile olan ilişkisinde belirleyici unsur, kimin
veya neyin, kimi veya neyi, nasıl yönettiğidir!
Literatürde umumi olarak öne sürülen ön kabulün -hammadde
ve sermayenin de önünde birinci öncelikli faktörün bilgi olduğu- abartıldığı
görüşündeyim. Her üçü de eşit ağırlıklı ve öncellenmeleri konjonktürel olan
öğelerdir. Eğer bilgi olgusu günümüzde öne çıkartılan bir faktör ise, bunu
sağlayan unsurlar, teknolojiyi tamamlayan finans kapital, kaynak materyaller ve
yüksek direkt-endirekt kazançlardır. Klasik endüstriyel üretimin ürünlerinin
getirisi BT ürünlerininkinden daha düşüktür, hatta çoğu kez hizmetlerinkinden
de. Varsayalım ki elinizde insanlığı derinden etkileyecek, sarsacak bir bilgi
olsun; eğer finansman ve diğer kaynaklara ulaşacak olanaklarınız yoksa söz
konusu bilgi atıllığa mahkûmdur. Bilginin değer özelliği kazanması para ve ek kaynaklarla
mümkündür. Bir de rafta tuttuğumuz bilgiyi metaya dönüştüreceğimiz uygun
zamanlama ve konumlandırma ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder