Ludwig von Bertalanffy’nin ‘Genel Sistem Teorisi’nden hareketle önce
Talcott Parsons’un “On Building Social Systems Theory: A
Personal History” adlı eserinde ortaya koyduğu ve Niklas Luhmann’ın “Soziale
Systeme”1 isimli çalışmasıyla taban bulan ve üzerine halen
tartışılan çok yönlü içeriğe haiz “Sosyal Sistemler Kuramı (SSK)”nın
yapılandırılması titizlikle incelendiğinde, söz konusu teori her ne kadar
organik bir analojiye dayanmış olsa da, toplumsal yapı ve kurumların genel
yapısını kapsamlı bir şekilde işleyen ‘yeni işlevselci’ yaklaşımıyla; H.
Knoblauch’un deyişiyle “sistem teorisi
Luhmann’ın katkılarının ötesinde artık farklı disiplinlerin alanında, çok geniş
soyutlama düzeyi ile gelişim sürecinde olan bir teori durumuna gelmiştir.”2
Önceki kısımlarda
bahsettiğimiz üzere; sosyal bilimsel niteliğe dönüşme sürecinde sistem teorisi,
farklı bilgilerin bütünleşmesini ve çeşitli alanlarda “teorik uygunluk”
olarak kullanılabilmesini mümkün kılan
bir meta-teori olarak şekillenmiş; teorik gelişime bağlı olarak ‘sistem’
kavramı, içerdiği birbiriyle uyumlu unsurların toplamını aşan yeni bir yapıyı
ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
SSK her şeyden önce
‘yapı (Alm. Struktur)’ ve ‘işlev (Alm. Funktion)’ kavramlarını temel
almaktadır. Bu çerçevede ‘yapı’, bir sistemin içinde oluşan ve belli ölçüde
istikrarı mümkün kılan düzenlilikler ve kurallılıkları, ‘işlev’ ise sistemin
korunması ve sürdürülmesinde parçanın katkısını ifade eden anahtar kavramlar
durumundadır. Yapı ve işlev halen kullanılan kavramlar olmakla beraber,
Luhmann’ın bunların yerine, kendi kendini düzenleme/kendi kendine
gönderimsellik (Alm. Selbstreferentialität) ve kendini
yaratma-oluşturma/kendini yaşamda tutma (Alm. Selbsterschaffung/Selbsterhaltung
veya Autopoiesis, Grc. autospoiein) temel öncüllerini de kavram olarak tercih
ettiği görülmektedir. Değişime bağlı olması nedeniyle ‘yapı’ kavramı teoride
öncelikli bir öneme sahip değildir, yapılar yalnızca göreli bir istikrarı
gösterirler. Sisteme dâhil olmayan şeyler ise sistemden daha karmaşık olan
‘çevre’ kavramıyla ifade edilir.3 İşte tam da bu noktada, çevre ile
ilgili dikkat çeken husus “sisteme dâhil
olmayan” ifadesidir ki, çalışmamızda odakta yer alan çok katmanlı sistemler
ve onun üzerinden yönetişim olgularının geçerlilik arz ettiği işletmesel
sistemlerde ‘çevre’ kavramı pratik açıdan kullanışlı değildir; zira bugün
sistem dışı gördüğümüz herhangi bir ’şey’, yarın sistem içinde önemli rol
oynayan bir unsur olabilir. Bu nedenle insan zihninde, hangi surette olursa
olsun, ihtimal olarak dahi zuhur eden ve işletmesel sistemle irtibatlı olarak
görülen herhangi bir öğe es geçilmemeli ve bir varsayım –uzak bir gelecek için
olsa bile- olarak yedekte tutulmalıdır.
Bizim çok katmanlı
sistemlerin işletmesel örgütlerdeki yapılanması ve işlevi ile ilgili olarak ön
plana aldığımız yaklaşımlarda ‘çevre’ olarak nitelendirdiğimiz, sistem
teorisindeki gibi ‘dışarıda, ilgili olmayanı” değil, sadece durumsal ve o anın
süreci için “olasılık” olarak varsayılanı ve her an “içeride olabilecek şey”i
kastetmektedir. Buradaki gayemiz çok katmanlı sistemlerin işletme mantığına
bağlı olan önemli bir özelliğine, GST ve diğer sistem kavramlarından ayıran
farklı bir bakış açısı olarak ‘çevre’ olgusunun boyut olarak sisteme dâhil
edilmesinin yanı sıra, kapsamdaki iki alana vurgu yapmaktır: Olanaklar ve
riskler. Aktüel süreç(ler) esnasında çevreye ait
olarak dışarıda bırakılan herhangi bir unsur; bir işlet- me açısından, örneğin; inovatif girişim için
zemin oluşturan yarar getirici fikri bir olanak olabileceği gibi, diğer yandan
başka bir ‘çevresel öğe’ risk ve akabinde zarar verici bir olasılık içerebilir. Varsayımların işletmeler için
önemi sadece dâhilde değil, çevre olarak nitelediğimiz alanlar içinde de yer
alırlar ve onlar olanakları olduğu kadar riskleri de barındırabilirler.
Bilhassa işletmelerin tasarım düşüncesi ve proje işlevleri yönüyle bu türden
bir varsayım yaklaşımı avantaj sağlayıcı önemli bir öğedir. Aslında varsayım
hem olanağı hem de riski içeren düşünsel ve özgün bir araçtır.
Olanaklar ve riskler hadd-i zâtında zıtlık
içeren olgular değildir; her biri yekdiğerini içkin kılan paradoksal görünümlü
olgulardır. Sistem düşüncesinin içselleştirilmesinde öncelikle çevre kavramının
dışarıda kalan bir saha olarak algılanmaması, sonra da olanaklar ve risklerin
birbirinden tamamen farklı olgularmış gibi anlaşılmaması gerekir. Sûfi öğretisinde
yer alan ve “ikiyüzlü dünya” olarak temsil edilen bu yaşamın bir yüzü ‘âlem-i
imkân’ iken, diğeri ‘âlem-i misal’dir ve bunlar “çarkıfeleğin ikizleri”dir.* Bu
bağlamda örgütsel sistemler açısından bir nevi eşyanın tabiatı olan çok
katmanlılığın haiz olduğu önemli hususiyetlerden biri yönetim olgusunu
olabildiğince genleştirebilme kabiliyeti ve böylelikle “ferasete haiz** akıllı
yönetim”i yapılandırabilmesidir. Ferasetin gücü de yalnızca kapsamda olanı
öngörebilme değil, dışarıda addedileni de lüzumu halinde fark ederek içeriğe
katmakta yatar.
Görüşüme göre, bir
şirketin ve onun baz-alanı olan işletmesel örgütün genel amaç ve hedeflerini
belirleyen politikadır. Politika, bilhassa işletmesel sistemin temel
yapıtaşları olan alt sistemlerin hedef ve standartlarını bütünleştirici
kapsayıcı strateji ile bunun uygulama öğelerini belirler, kontrol altında sevk
ve idare edilmesine aracılık eder. Bu yönetme işinde en önemli anasır, teşkil
edilen ilişki üzerinden şekillenen iletişim düzenini sağlamak ve bunu mutlak
surette en etkin şekilde koordine etmektir. Eğer ilişki ve eşgüdüm sağlanamazsa
iletişim sözde kalacaktır. İşletmesel kapsayıcı sistemin üst yapısını oluşturan
vizyon, misyon, değerler, ilkeler ve standartlar bağlamında yönetmelikler,
prosedürler, kurallar, iş ve görev tanımları vd. işin-edimin bizzat uygulanarak
gerçekleştirildiği derinlik dinamiği olmadan su üstündeki ve/veya buza yazılı
yazılardan farksızdır. Alt sistemler işletmelerin derinliğini belirler ve her
türlü işin, ilişkinin, iletişimin ve dolayısıyla etkileşimlerin cereyan ettiği,
yaşam bulduğu katmanların üst çerçeveleridir. Bir işletmenin hakiki kalitesini
belirleyen en önemli öğeler kümesi şirketin alt sistemleri ve bunu oluşturan
boyutlar ile işin başarılı ve etkin bir şekilde ifa edilmesidir. İşletime dair
başarılı ve etkin nitelemeleri verimlilik, katma değer, istikrar, problem
çözme, bilgi ve deneyim aktarımı, iyi ilişki-iletişim, öğrenme, sosyallik vb.
unsurları içermelidir.
Alt sistemlerin bir
işletmenin derinliğini belirlemesinde belirleyici asli faktörün ne olduğu
önemli bir sorudur. Ancak ‘ne’ sualinin cevabını müteakip tekrar ‘ne’ ile
başlayan sorular sıklıkla soruluyorsa, ilk ‘ne’ sorusuna karşılık olarak
saptanan yanıt büyük ihtimalle isabetsizdir. Çünkü doğru ve isabetli cevabı takip
edecek sorular “nasıl ve niçin” şeklinde ise alt sistemlerin özelliği ve
gerçekliği, aynı zamanda fonksiyonları işletmesel örgütün mahiyetini anlamamızı
sağlayacaktır. Bir şirketin değiştirilemez en önemli gerçekliği insandır;
insanın işgören olmasına ilişkin vasıflandırma işlevselliği ön plana çıkarttığı
için değil, rasyonelliği ve daha da mühimi sosyalliği mündemiç kıldığından
ötürü şirket ve işletmesel örgüt açısından önem arz eder. Sosyalliğin olmadığı
insana ilişkin ortamlarda ne motive edici canlılıktan, dolayısıyla ne de
rasyonellikten söz edilebilir. Geçmişte de, günümüzde de birçok şirketin
gerekli sosyalizasyonu sağlayamadıkları için sistemik yönetimi
olgunlaştıramadıkları sıklıkla yaşanan bir realitedir. Daha da doğrusu –radikal
bir söylemmiş gibi gelse de- pek çok kuruluşun bu hususlarda bilgi sahibi dahi
olmadığını söyleyebiliriz.
Genel anlamda sistem
kuramı ve çıktıları olan sistem düşüncesi, sistem yaklaşımı ve ilgili
modellerinin çalışma yaşamına dair katkıları kritik yönleriyle beraber, işletmeler
açısından kullanışlı pratikler sunmaktadır. Bu görüşümün akademyada pek de
kabul görmediği aşikârdır; çünkü sistem teorisi ve bazı fikri çıkarımlarının
işletmesel örgütler açısından uygulanabilirlik olanakları üzerine, teorinin
kütleselliğinin karmaşık bulunması nedeniyle yeterli olarak düşünülmediği
kanaatindeyim. Örneğin, sistem teorisi üzerine Türkiye’de yapılan az sayıda
çalışmalara önemli bir katkı yapan Doç. Dr. Y. Yoldaş dahi, bu karmaşıklığın teorik açıklamalara hâkim olan soyut ve anlaşılmaz
kavramların bileşimi, aynı ifadelerin farklı cümle kalıplarıyla yeniden
tekrarlanması, bu teoriyi anlamaya yönelik
çabaları son derece
güçleştirmekte olduğu ve teoride pratik örneklere yeterince yer verilmeyişi,
sistem teorisini pratiğe aktarma açısından da büyük güçlükler doğurduğu gibi
sebepler ileri sürmektedir.4 Bir teorinin yapılandırılarak ortaya
konmasının zaten öncül pratik bir işlev içerdiği ve kuramların ille de –bahusus
sosyal-beşeri bilimlerde- uygulamaya yönelik açılımlarının yalnızca kuram
yapıcı tarafından değil, daha çok ilgililerince-araştırmacılarca yapılması
gerekliliği bilinmelidir. Ayrıca, sosyal nitelikli teorilerden doğa bilimleri
kuramlarının teknik ile pratik bulması gibi bir beklenti yerinde olmaz; zira
sosyal nazariyeler doğası gereği diğerlerine nazaran çok daha düşük ölçüde
teknik aktarım marifetine haizdir. Teorileri sorgulayan, irdeleyen, tahlil edip
araştırmalar yapanların teori-pratik problemini iyi kavrayarak, bu sorunun bir
kilitlenmeden maada kurama yönelik praktikaların neler olabileceği üzerine
tefekkür edilmesine işaret ettiğini fark etmeleri ve uygulama alan(lar)ıyla bağlamlar
oluşturmalarının bilimsel araştırmanın mantığına uygun olacağı hususunu
atlamamaları gerekmektedir. Gerçi bu tutumun sosyal-beşeri bilim
çevrelerinde –maalesef- bir alışkanlık haline getirildiği de sıklıkla rastlanan
bir durumdur. Hâlbuki en azından bir işyerinin işletmesel fonksiyonlarının
kavranması ve işletmesel örgüt oluşumunun öneminin bilincine varmak gibi
ağırlıklı soyut temellerin farkındalığı yönüyle olsa dahi sistem olgusunun
işlevselliği tecrübelerle de ortada olan bir realitedir. Ancak, gerçek anlamda
iktisat gerçekliğine uyum sağlanmak isteniyorsa, sistemselliğin sosyal
boyutlarının mutlak şekilde dikkate alınması kaçınılmazdır. Zira düzey değeri
ne olursa olsun, sosyallik insanın işlevselliğinin ön koşullarından biridir;
özellikle topluluklar halinde yaşanıyorsa…
1 N.
Luhmann, Soziale Systeme, Grundriß einer allgemeinen Theorie, neue Aufl.,
Frankfurt am Main, 1984, 2001
2 H. Knoblauch,
Religionssoziologie, Sammlung Göschen, Walter de Gruyter, Berlin, 1999
3
http://www.systemische-beratung.de/systemtheorie.htm#Systemisches Denken–heute
[Erişim: 08.05.2015].
*
Çarkıfelek, kökeni antik çağlara dayanan felsefî bir kavramdır. İnsanın
kaderine ve alın yazısına bağlı olarak elde edeceği kayıp ve kazançlar ile ödül
ve cezaları temsil eder. Çarkıfelek sözcüğü Türkçede, Farsça kökenli
"çark" ve Arapça kökenli "felek" (dünya) sözcüklerinin
birleşimiyle oluşturulmuştur.
** Söz
konusu izahlara göre feraset, “varlık veya hadiselerin perde arkasını görmek,
bir meseleyi doğru ve hızlı değerlendirmek, çabuk kavramak, hükümde isabet
etmek” demektir. Doğru telaffuzu “firâset” olan bu meleke, biri kesbî
(çalışılarak kazanılan), diğeri vehbî (Allah vergisi) olmak üzere iki kısımdır.
Kesbî olanı bir çeşit ilim yahut sanattır ki “zahirdeki emarelerden hareketle
akıl yürütüp işin iç yüzüne vâkıf olmaya” derler. Bu türlü ferasetle mesela bir
insanın eşkaline, kıyafetine, söz ve davranışlarına bakılarak onun ahlâkı,
karakteri, mizacı hakkında doğru bir hükme varılabilir. Tecrübeye, bilgiye,
akıl yürütmeye dayandığı, talim ve terbiye ile geliştirilebildiği için
kesbîdir.
4 Niklas
Luhmann’ın sosyal sistemler kuramı üzerine yaptığı açılımlarının bir yerinde
Yoldaş’ın ileri sürdüğü çıkarımdır. Yunus Yoldaş, İşlevsel –Yapısal Sistem
Kuramı, 1. Baskı, Roma Yayınları, Ankara, 2004, s. 156
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder