22 Ekim 2015 Perşembe

İş'in Teorisi 12/2: Sosyal Sistemler Kuramı ve İşletmesel Örgütlerde Alt Sistemler: Çok Katmanlı Sistemlerin İpuçları

Ludwig von Bertalanffy’nin ‘Genel Sistem Teorisi’nden hareketle önce Talcott Parsons’un “On Building Social Systems Theory: A Personal History” adlı eserinde ortaya koyduğu ve Niklas Luhmann’ın “Soziale Systeme”1 isimli çalışmasıyla taban bulan ve üzerine halen tartışılan çok yönlü içeriğe haiz “Sosyal Sistemler Kuramı (SSK)”nın yapılandırılması titizlikle incelendiğinde, söz konusu teori her ne kadar organik bir analojiye dayanmış olsa da, toplumsal yapı ve kurumların genel yapısını kapsamlı bir şekilde işleyen ‘yeni işlevselci’ yaklaşımıyla; H. Knoblauch’un deyişiyle “sistem teorisi Luhmann’ın katkılarının ötesinde artık farklı disiplinlerin alanında, çok geniş soyutlama düzeyi ile gelişim sürecinde olan bir teori durumuna gelmiştir.2
Önceki kısımlarda bahsettiğimiz üzere; sosyal bilimsel niteliğe dönüşme sürecinde sistem teorisi, farklı bilgilerin bütünleşmesini ve çeşitli alanlarda “teorik uygunluk” olarak  kullanılabilmesini mümkün kılan bir meta-teori olarak şekillenmiş; teorik gelişime bağlı olarak ‘sistem’ kavramı, içerdiği birbiriyle uyumlu unsurların toplamını aşan yeni bir yapıyı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
SSK her şeyden önce ‘yapı (Alm. Struktur)’ ve ‘işlev (Alm. Funktion)’ kavramlarını temel almaktadır. Bu çerçevede ‘yapı’, bir sistemin içinde oluşan ve belli ölçüde istikrarı mümkün kılan düzenlilikler ve kurallılıkları, ‘işlev’ ise sistemin korunması ve sürdürülmesinde parçanın katkısını ifade eden anahtar kavramlar durumundadır. Yapı ve işlev halen kullanılan kavramlar olmakla beraber, Luhmann’ın bunların yerine, kendi kendini düzenleme/kendi kendine gönderimsellik (Alm. Selbstreferentialität) ve kendini yaratma-oluşturma/kendini yaşamda tutma (Alm. Selbsterschaffung/Selbsterhaltung veya Autopoiesis, Grc. autospoiein) temel öncüllerini de kavram olarak tercih ettiği görülmektedir. Değişime bağlı olması nedeniyle ‘yapı’ kavramı teoride öncelikli bir öneme sahip değildir, yapılar yalnızca göreli bir istikrarı gösterirler. Sisteme dâhil olmayan şeyler ise sistemden daha karmaşık olan ‘çevre’ kavramıyla ifade edilir.3 İşte tam da bu noktada, çevre ile ilgili dikkat çeken husus “sisteme dâhil olmayan” ifadesidir ki, çalışmamızda odakta yer alan çok katmanlı sistemler ve onun üzerinden yönetişim olgularının geçerlilik arz ettiği işletmesel sistemlerde ‘çevre’ kavramı pratik açıdan kullanışlı değildir; zira bugün sistem dışı gördüğümüz herhangi bir ’şey’, yarın sistem içinde önemli rol oynayan bir unsur olabilir. Bu nedenle insan zihninde, hangi surette olursa olsun, ihtimal olarak dahi zuhur eden ve işletmesel sistemle irtibatlı olarak görülen herhangi bir öğe es geçilmemeli ve bir varsayım –uzak bir gelecek için olsa bile- olarak yedekte tutulmalıdır.
Bizim çok katmanlı sistemlerin işletmesel örgütlerdeki yapılanması ve işlevi ile ilgili olarak ön plana aldığımız yaklaşımlarda ‘çevre’ olarak nitelendirdiğimiz, sistem teorisindeki gibi ‘dışarıda, ilgili olmayanı” değil, sadece durumsal ve o anın süreci için “olasılık” olarak varsayılanı ve her an “içeride olabilecek şey”i kastetmektedir. Buradaki gayemiz çok katmanlı sistemlerin işletme mantığına bağlı olan önemli bir özelliğine, GST ve diğer sistem kavramlarından ayıran farklı bir bakış açısı olarak ‘çevre’ olgusunun boyut olarak sisteme dâhil edilmesinin yanı sıra, kapsamdaki iki alana vurgu yapmaktır: Olanaklar ve riskler. Aktüel süreç(ler) esnasında çevreye ait olarak dışarıda bırakılan herhangi bir unsur; bir işlet-  me açısından, örneğin; inovatif girişim için zemin oluşturan yarar getirici fikri bir olanak olabileceği gibi, diğer yandan başka bir ‘çevresel öğe’ risk ve akabinde zarar verici bir olasılık  içerebilir. Varsayımların işletmeler için önemi sadece dâhilde değil, çevre olarak nitelediğimiz alanlar içinde de yer alırlar ve onlar olanakları olduğu kadar riskleri de barındırabilirler. Bilhassa işletmelerin tasarım düşüncesi ve proje işlevleri yönüyle bu türden bir varsayım yaklaşımı avantaj sağlayıcı önemli bir öğedir. Aslında varsayım hem olanağı hem de riski içeren düşünsel ve özgün bir araçtır.
Olanaklar ve riskler hadd-i zâtında zıtlık içeren olgular değildir; her biri yekdiğerini içkin kılan paradoksal görünümlü olgulardır. Sistem düşüncesinin içselleştirilmesinde öncelikle çevre kavramının dışarıda kalan bir saha olarak algılanmaması, sonra da olanaklar ve risklerin birbirinden tamamen farklı olgularmış gibi anlaşılmaması gerekir. Sûfi öğretisinde yer alan ve “ikiyüzlü dünya” olarak temsil edilen bu yaşamın bir yüzü ‘âlem-i imkân’ iken, diğeri ‘âlem-i misal’dir ve bunlar “çarkıfeleğin ikizleri”dir.* Bu bağlamda örgütsel sistemler açısından bir nevi eşyanın tabiatı olan çok katmanlılığın haiz olduğu önemli hususiyetlerden biri yönetim olgusunu olabildiğince genleştirebilme kabiliyeti ve böylelikle “ferasete haiz** akıllı yönetim”i yapılandırabilmesidir. Ferasetin gücü de yalnızca kapsamda olanı öngörebilme değil, dışarıda addedileni de lüzumu halinde fark ederek içeriğe katmakta yatar.
Görüşüme göre, bir şirketin ve onun baz-alanı olan işletmesel örgütün genel amaç ve hedeflerini belirleyen politikadır. Politika, bilhassa işletmesel sistemin temel yapıtaşları olan alt sistemlerin hedef ve standartlarını bütünleştirici kapsayıcı strateji ile bunun uygulama öğelerini belirler, kontrol altında sevk ve idare edilmesine aracılık eder. Bu yönetme işinde en önemli anasır, teşkil edilen ilişki üzerinden şekillenen iletişim düzenini sağlamak ve bunu mutlak surette en etkin şekilde koordine etmektir. Eğer ilişki ve eşgüdüm sağlanamazsa iletişim sözde kalacaktır. İşletmesel kapsayıcı sistemin üst yapısını oluşturan vizyon, misyon, değerler, ilkeler ve standartlar bağlamında yönetmelikler, prosedürler, kurallar, iş ve görev tanımları vd. işin-edimin bizzat uygulanarak gerçekleştirildiği derinlik dinamiği olmadan su üstündeki ve/veya buza yazılı yazılardan farksızdır. Alt sistemler işletmelerin derinliğini belirler ve her türlü işin, ilişkinin, iletişimin ve dolayısıyla etkileşimlerin cereyan ettiği, yaşam bulduğu katmanların üst çerçeveleridir. Bir işletmenin hakiki kalitesini belirleyen en önemli öğeler kümesi şirketin alt sistemleri ve bunu oluşturan boyutlar ile işin başarılı ve etkin bir şekilde ifa edilmesidir. İşletime dair başarılı ve etkin nitelemeleri verimlilik, katma değer, istikrar, problem çözme, bilgi ve deneyim aktarımı, iyi ilişki-iletişim, öğrenme, sosyallik vb. unsurları içermelidir.
Alt sistemlerin bir işletmenin derinliğini belirlemesinde belirleyici asli faktörün ne olduğu önemli bir sorudur. Ancak ‘ne’ sualinin cevabını müteakip tekrar ‘ne’ ile başlayan sorular sıklıkla soruluyorsa, ilk ‘ne’ sorusuna karşılık olarak saptanan yanıt büyük ihtimalle isabetsizdir. Çünkü doğru ve isabetli cevabı takip edecek sorular “nasıl ve niçin” şeklinde ise alt sistemlerin özelliği ve gerçekliği, aynı zamanda fonksiyonları işletmesel örgütün mahiyetini anlamamızı sağlayacaktır. Bir şirketin değiştirilemez en önemli gerçekliği insandır; insanın işgören olmasına ilişkin vasıflandırma işlevselliği ön plana çıkarttığı için değil, rasyonelliği ve daha da mühimi sosyalliği mündemiç kıldığından ötürü şirket ve işletmesel örgüt açısından önem arz eder. Sosyalliğin olmadığı insana ilişkin ortamlarda ne motive edici canlılıktan, dolayısıyla ne de rasyonellikten söz edilebilir. Geçmişte de, günümüzde de birçok şirketin gerekli sosyalizasyonu sağlayamadıkları için sistemik yönetimi olgunlaştıramadıkları sıklıkla yaşanan bir realitedir. Daha da doğrusu –radikal bir söylemmiş gibi gelse de- pek çok kuruluşun bu hususlarda bilgi sahibi dahi olmadığını söyleyebiliriz.

Genel anlamda sistem kuramı ve çıktıları olan sistem düşüncesi, sistem yaklaşımı ve ilgili modellerinin çalışma yaşamına dair katkıları kritik yönleriyle beraber, işletmeler açısından kullanışlı pratikler sunmaktadır. Bu görüşümün akademyada pek de kabul görmediği aşikârdır; çünkü sistem teorisi ve bazı fikri çıkarımlarının işletmesel örgütler açısından uygulanabilirlik olanakları üzerine, teorinin kütleselliğinin karmaşık bulunması nedeniyle yeterli olarak düşünülmediği kanaatindeyim. Örneğin, sistem teorisi üzerine Türkiye’de yapılan az sayıda çalışmalara önemli bir katkı yapan Doç. Dr. Y. Yoldaş dahi, bu karmaşıklığın teorik açıklamalara hâkim olan soyut ve anlaşılmaz kavramların bileşimi, aynı ifadelerin farklı cümle kalıplarıyla yeniden tekrarlanması, bu teoriyi anlamaya yönelik 
çabaları son derece güçleştirmekte olduğu ve teoride pratik örneklere yeterince yer verilmeyişi, sistem teorisini pratiğe aktarma açısından da büyük güçlükler doğurduğu gibi sebepler ileri sürmektedir.4 Bir teorinin yapılandırılarak ortaya konmasının zaten öncül pratik bir işlev içerdiği ve kuramların ille de –bahusus sosyal-beşeri bilimlerde- uygulamaya yönelik açılımlarının yalnızca kuram yapıcı tarafından değil, daha çok ilgililerince-araştırmacılarca yapılması gerekliliği bilinmelidir. Ayrıca, sosyal nitelikli teorilerden doğa bilimleri kuramlarının teknik ile pratik bulması gibi bir beklenti yerinde olmaz; zira sosyal nazariyeler doğası gereği diğerlerine nazaran çok daha düşük ölçüde teknik aktarım marifetine haizdir. Teorileri sorgulayan, irdeleyen, tahlil edip araştırmalar yapanların teori-pratik problemini iyi kavrayarak, bu sorunun bir kilitlenmeden maada kurama yönelik praktikaların neler olabileceği üzerine tefekkür edilmesine işaret ettiğini fark etmeleri ve uygulama alan(lar)ıyla bağlamlar oluşturmalarının bilimsel araştırmanın mantığına uygun olacağı hususunu atlamamaları gerekmektedir. Gerçi bu tutumun sosyal-beşeri bilim çevrelerinde –maalesef- bir alışkanlık haline getirildiği de sıklıkla rastlanan bir durumdur. Hâlbuki en azından bir işyerinin işletmesel fonksiyonlarının kavranması ve işletmesel örgüt oluşumunun öneminin bilincine varmak gibi ağırlıklı soyut temellerin farkındalığı yönüyle olsa dahi sistem olgusunun işlevselliği tecrübelerle de ortada olan bir realitedir. Ancak, gerçek anlamda iktisat gerçekliğine uyum sağlanmak isteniyorsa, sistemselliğin sosyal boyutlarının mutlak şekilde dikkate alınması kaçınılmazdır. Zira düzey değeri ne olursa olsun, sosyallik insanın işlevselliğinin ön koşullarından biridir; özellikle topluluklar halinde yaşanıyorsa…

1 N. Luhmann, Soziale Systeme, Grundriß einer allgemeinen Theorie, neue Aufl., Frankfurt am Main, 1984, 2001
2 H. Knoblauch, Religionssoziologie, Sammlung Göschen, Walter de Gruyter, Berlin, 1999
3 http://www.systemische-beratung.de/systemtheorie.htm#Systemisches Denken–heute [Erişim: 08.05.2015].
*  Çarkıfelek, kökeni antik çağlara dayanan felsefî bir kavramdır. İnsanın kaderine ve alın yazısına bağlı olarak elde edeceği kayıp ve kazançlar ile ödül ve cezaları temsil eder. Çarkıfelek sözcüğü Türkçede, Farsça kökenli "çark" ve Arapça kökenli "felek" (dünya) sözcüklerinin birleşimiyle oluşturulmuştur.
** Söz konusu izahlara göre feraset, “varlık veya hadiselerin perde arkasını görmek, bir meseleyi doğru ve hızlı değerlendirmek, çabuk kavramak, hükümde isabet etmek” demektir. Doğru telaffuzu “firâset” olan bu meleke, biri kesbî (çalışılarak kazanılan), diğeri vehbî (Allah vergisi) olmak üzere iki kısımdır. Kesbî olanı bir çeşit ilim yahut sanattır ki “zahirdeki emarelerden hareketle akıl yürütüp işin iç yüzüne vâkıf olmaya” derler. Bu türlü ferasetle mesela bir insanın eşkaline, kıyafetine, söz ve davranışlarına bakılarak onun ahlâkı, karakteri, mizacı hakkında doğru bir hükme varılabilir. Tecrübeye, bilgiye, akıl yürütmeye dayandığı, talim ve terbiye ile geliştirilebildiği için kesbîdir.
4 Niklas Luhmann’ın sosyal sistemler kuramı üzerine yaptığı açılımlarının bir yerinde Yoldaş’ın ileri sürdüğü çıkarımdır. Yunus Yoldaş, İşlevsel –Yapısal Sistem Kuramı, 1. Baskı, Roma Yayınları, Ankara, 2004, s. 156 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...