Doğuda sistem düşüncesi matematik, tıp,
astronomi, felsefe, sosyoloji (özellikle İbn-i Haldun’la; -ki görüşümce
sosyolojinin kurucusudur- bugün dahi ünlü eseri Kitâbu'l-İber’in
giriş bölümü olan Mukaddime zengin bir öğrenme kaynağıdır) ve pek çok ilim
dalında önemli bir rol oynamış, siyaset alanında da sistem kuramının belki de
ilk kompakt öğretisi olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun temel siyasi düzenini
oluşturan "Nazariyet-ül Nizam" tamlaması ile üst kavramını
şekillendirmiştir. Siyasette Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri ve Siyâsetnâme
adlı eserin müellifi olan ve Nizam al-mülk lakabıyla bilinen Ebu Ali Kıvamuddin
Hasan bin Ali, dünya tarihinin en etkili devlet yönetimlerinden ve toplum
düzenlerinden birini inşa etmiş ve yapılandırmıştır. Burada derinliğine
inemeyeceğimiz için şunu belirtmekle yetinelim: Nizam al-mülk’ün kurduğu siyasi
düzen Osmanlı’yı da aşarak günümüz Türkiye’sinin dahi siyasi yapılanmasında
kurumsal uzantıları bulunan bir sistematiğe haizdir. Sistem teorisi Müslüman
âlimler tarafından genel anlamda nazariyat olarak adlandırılsa da genel bir yöntem, bir bakış açısı ve bir değerlendirme
yöntemi olarak da kullanılmıştır ki, günümüzde batıda da fen bilimlerinin yanı
sıra eğitim, psikoloji, sosyoloji, siyaset, ekonomi gibi sosyal bilimlerin
dallarında da ağırlıkla yöntem bilimsel olarak uygulama imkânı sağlamaktadır.
Epistemolojik
açıdan sistem, belirli parçalardan (alt birimlerden) oluşan, bu parçalar
arasında belirli ilişkiler olan, bunların aynı zamanda dış çevre ile ilişkili
olduğu, bir amaca veya sonuca ulaşmak üzere fiziksel veya kavramsal, birden çok
bileşenin oluşturduğu bir bütündür. Diğer yandan aynı zamanda birbirleriyle
ilişkili küçük parçalardan oluşan, fakat kendisi de daha büyük bir sistemin
parçası olarak işlevde bulunan kombine ve bütünsel bir birleşimdir. Sistem
yaklaşımında, onun içerisindeki bileşenler dinamik olarak birbirleriyle
ilişkili veya bağımlıdırlar. Dışında kalan öğeler, onun -duruma göre- kapsamına
dâhil olabilen çevresinioluşturmaktadır. Sistemde düzenli ve uyumlu bir
işleyişin olduğu varsayımı önemli bir yer tutar. Epistemolojik anlamda bu durum
evrendeki düzenli işleyişin doğal bir sonucudur. Düzenli ve uyumlu işleyişteki
bir aksaklık veya uyumsuzluk soruna veya sorunlara yol açar ki, bunların
büyümesi bunalımlar, krizler olarak zuhur eder.
Örgütsel
açıdan bakılacak olursa; Sistem Yaklaşımı yönetsel birimlerin
birbirleri ile olan ilişkilerini ve bu ilişkilerin niteliklerini incelemeyi,
belirli bir birimdeki gelişmelerin diğer birimler üzerindeki etkilerini
araştırmayı; kısacası yönetimin olaylarını başka olaylarla ve dış çevre
şartları ile ilişkili olarak değerlendirmeyi bir metot olarak benimser. Bu
metodoloji doğrultusunda, saptanan her olayı belirli bir çerçeve içinde, başka
olaylarla ilişkili olarak incelemenin, olayları anlama, tahmin etme ve kontrol
etme açılarından daha etkili olduğu öngörülerek “bütüncü(l)” görüşün yönetim
konularına uygulanması ile “Yönetimde Sistem Yaklaşımı” çıkarsanabilir. Bu
yaklaşımın, iş hayatında bahusus belirli aşama-süreç niteliksel işlerin
sistematik tasvir-açıklanması ve bunun basit dokümantasyonu (izlekler) vasıtasıyla
devredilmesi-delege edilmesi ile geniş anlamda organizasyonun öğrenmesi
açısından pratik kullanım olanakları sağladığı görüşündeyim. Sistem anlayışı
bağlamında -çalışma hayatım içinde bizzat uyguladığım- bu türden
ilişkili-birleşik dizinli işlerin icrası yönünde kullanım fırsatları yaratan
söz konusu usulü “Babil Örneklemi” olarak adlandırmaktayım.1
Klasik yönetim anlayışları örgüte önem veren
bir bakış açısına sahiptir. Bu açıdan bütünsel olarak bakıldığında çıkış
noktasındaki Sistem Yaklaşımı ile klasik yaklaşımlar arasında örgüte verilen
önem noktasında bir çelişki görülmez. Çünkü örgütün kendisi sistemin üst
yapıdaki asli çekirdeğini oluşturmaktadır. Fakat burada bir üst sistem olarak
çevrenin dikkate alınması gerekliliği bulunurken, klasik teorilerde çevre
konusuna yeterince önem verilmemiştir. Yine insanı hemen hiç dikkate almayan
klasik yaklaşımların aksine, neoklasik Sistem Yaklaşımı hem birey olarak hem de
gruplar halinde insanı dikkate almayı zorunlu kılar. Örneğin biçimsel olmayan
gruplar, sendikal örgütlerin kurum içi yapılanmaları, çalışma takımları,
yönetim birimlerindeki ve alt bölümlerinde çalışanların hem mekân hem de statü
olarak konumlanmaları sistem açısından önem arz eder. Çünkü bunların hepsi
sistem içindeki alt sistemler veya birimlerdir. Söz konusu neoklasik teorilerde
insan merkezli bir yaklaşım baskın iken, örgüt düşük düzeyde dikkate
alınmıştır. Bu nedenle bunlar, bizce zatında
ve kavramın kapsamına uygun ve uyumlu olması gereken Sistem Yaklaşımı ile
aralarında önemli sayabileceğimiz bir bakış açısı farklılığı mevcuttur. Sistem
yaklaşımının terminolojisi ile ifade edilecek olursa neoklasik görüşlerde alt
sistemler (insan ve gruplar, onları motive eden faktörler) dikkate alınırken,
üst sistem üzerinde yeterince durulmamıştır. Bu da alışılmış ve tipik hâlihazır
sistemci görüşler açısından eksiklik arz eden bir durumdur. Çünkü tümdengelim
yöntemi ile de belirli ortak noktalar içeren sistem anlayışının belirleyici
özelliklerini, bütünü olabildiğince kapsamlı bir biçimde anlamadan sadece
parçaları ile değerlendirebilmek mümkün değildir. Bundan dolayı, düşünceme göre
sistem teorisinin yaygın anlaşılma tarzının güncellenmesi gerekmektedir. Şöyle
ki, kişinin sistem düşüncesinin bütünselliği ön plana alan zihni genleşmeye
uygun olarak örgüt ve insan vb. ayrımlar üretmemesi, her iki unsuru da
kapsayıcı tek bir anasır içinde “ayrılamaz bileşik özgünlük çıkarımı” olarak
görmesi ve bu bakış açısını bilincinde içselleştirilmesi zorunludur. Tipik
görüşe göre; insana izafeten örgütün, çevrenin veya insanla ilgili herhangi bir
‘şeyin’ pratikte ayrı olduğu
sanısının farkına varılmasının ve en vurgulayıcı misallerini kırsaldaki insanda
gözlemlediğimiz “bileşik-bütünsel yaşama” tabiatının-zihniyetinin, diğer bir
deyişle öz devinimli doğal anlayışın kavranması gerektiğini düşünmekteyim.
Örneğin, Anadolu’da köydeki bir kadın mekân ve zaman anlayışında kendini,
bireyselliğini tarlada çalışırken, orada işi bittiğinde önceliğine göre ya
evdeki çocuğuna yönelerek onunla veya ahırdaki hayvanıyla ilgilenmesi gerektiğini
bir bütünlük anlayışı içinde yaşar. Bu bağlamda onun için kendisi, tarladaki
işi, çocuğu ya da hayvanı arasında herhangi bir ayrılık, hatta farklılık söz
konusu değildir. Diğer bir tabirle kendisi dâhil tüm öğeler belirli bir vasat
düzlemin ayrılmazlarıdır.
Bu makalede temanın tümselliğinin temelini
oluşturan çok katmanlı sistemlerin (ÇKS) ve ona bağlı olarak yönetişim
olgusunun üst şemsiyesi ve aynı zamanda –paradoksal görünse de-en önemli
altyapısal birimi olan sistem teorisinin ortaya koyduğu 3 ana yaklaşım
bulunmaktadır. Bunların arasında aşağıda ilk sırada belirttiğimiz “Parça-Bütün
Yaklaşımı” ÇKS’in de asli çıkış kaynağıdır;
·
Parça-Bütün Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre sistem, birbiriyle
etkileşim içinde olan parçaların oluşturduğu bir bütün olarak ele alınmaktadır.
·
Süreç Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre, sistem belirli bir
girdiyi işleyerek çıktıya dönüştüren bir süreç olarak ele alınmaktadır.
·
Diyalektik Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre iç çelişkisi olan her şey
bir sistemdir: Diyalektik süreç; “Tez + Antitez = Sentez” bağıntısına göre
işler.
Diğer iki yaklaşım parça-bütün yaklaşımına
göre daha sınırlı ve kısıtlı alan bilgisi ve düşünce imkânı sunarlar. Bunlardan
bilhassa 3.sü Türkiye gibi ithal hâkim öğretilerin yaygın olduğu ülkelerde,
katı ideolojik yorumlamalar doğrultusunda sistem düşüncesini neredeyse mutlak
anlamda siyaset ekonomisi ve buna bağlı olarak dar anlamlı bir şekilde tevil
edilen diyalektik materyalist esinli alanlara sıkıştırmaktadırlar.
1 Söz konusu örnekleme adını, Tevrat’ta ismen anılan, Kur’an da ise ad
verilmeden ve daha kısa olarak zikredilen insanların aynı ortak lisanı
konuştukları devirde, çoğunun kibirlenerek “Tanrıya giden kapı” olarak Babil’de
inşa ettikleri kulenin yapımı sırasında aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle ayrı
dilleri konuşmaya başlaması ve birbirlerini anlayamamaları kıssasından
hareketle esinlenerek verdim. 9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin
“Peygamberler ve Krallar Tarihi” adlı eserinde öyküye ilişkin daha detaylı
bilgi verilir. Öyküye göre Nemrut Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu
kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye
ayırır. Aslında lisan açısından oluşan bu farklılık, Kur’an-ı Kerim’de 49:13’te
geçtiği üzere, “… Sizi milletler ve
kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız…” her türden
farklılık gösteren ve kopukluk gibi gözüken şeyler arasındaki ilintileri,
ilişkileri, illiyetleri, bağlantıları ve ‘hayranlık ve hayret verici’ ayrılık
ve parçalanma yansımalarının derinliğinde saklanan kombine birliğin derin
hakikatini ve bunun bizlere sunduğu çok yönlü zenginliği, çeşitliliği
keşfetmemiz ve faydalanmamız açısından insana bahşedilen lütuftur.