Şirketlerin
büyümesi ile birlikte mülkiyet ve yönetim ayrımıyla belirginleşen ve
keskinleşen iktisadi gücün yoğunlaşmasını sınırlandırabilecek iki ana faktör
bulunmaktadır: Yatay anlamda büyük şirketler arasında büyüyen rekabet ve dikey
olarak ürünler ile rekabet (yüksek ürün veya hizmet fiyatlarının alternatifleri
geliştirmesi, örn. yüksek karayolu nakliye fiyatları demir- veya denizyolu
sevkiyatını, yüksek doğalgaz fiyatları kömür tedarikini artırır vb.). İşletme
biliminde; yönetişim kavramını anlama isteğine bağıl yorumlama ağırlıkla
küresel politik-iktisadi gelişime paralel olarak, ama aynı zamanda modern
yönetim modellerinin klasikleşen tarzlarına özgü bakış açısının özel sektörde
baskın olması hususu fazla değiştirilmeden sürdürülmesi yönündedir. Böylece
yönetişim belirli uluslararası kuruluşların daha çok denetleme amacını öncel
kıldığı mekanizmalar çerçevesinde, aslında yönetimin kurumsallaştırılması
şeklinde tevil edilerek uygulanmaya çalışılmaktadır. Yani şirketler, büyük veya
küçük, yönetişimi devletin oluşturduğu yasal ve kurumsal yaptırımlara zorunlu
uyum sağlamak bağlamında ele almaktadırlar. Bu nedenle, yönetişim -geleneksel
anlamda- yönetim kavramının önüne “kurumsal” sıfatı getirilmek suretiyle bir
hayli benzer anlamda kullanılmaktadır. Hâlbuki yönetişim “Corporate Governance”
kavramının karşılığı olarak devleti ve kamu yönetimini, özel sektör ve sivil
toplum kuruluşlarını içine alan kompleks bir sistemi ve bunların kendi
aralarındaki ilişkiler ağını ve karşılıklı etkileşimlerini ifade etmek için
kullanılmaktadır. Bu anlama benzer bir şekilde yönetişimin özel sektör
tarafından da “Corporate Governance” anlamında yönetim olgusuna bir tür
eklemlenerek “kurumsal nitelemesi” ile asimile edilmesi, pek çok özel sektör
kuruluşunun olguyu kendine uygun bir şekilde tasarlaması, kavramı bu sayede
örtülü kılarak bilhassa şirket içine dönük olarak klasik-alışılmış yönetim
tarzını belirli bir ölçüde “makyajlayarak” sürdürmesidir (anglo amerikan stil).
Örneğin,
Türkiye’deki büyük şirketlerin neredeyse tamamında yönetişim kavramı “Corporate
Governance” manasında ele alınarak uygulanmaktadır. Bu bağlamda şirket
yönetimleri, Corporate Governance’i bazen yönetişim, sıklıkla ise kurumsal
yönetim anlamında kullanmaktadırlar. Hatta ileri bir aşama olarak
nitelendirdiğim “yönetişim” üzerine araştırmalar yapan ve konuyu gerek ulusal
gerekse uluslararası platformlarda işleyen ve bazı şirketlere yönetişimle
ilgili danışmanlık hizmeti veren iki STK’da* olgunun günümüzde özel alan
açısından evirildiği kapsamı sunmaktan maada, söz konusu klasik anlama-okuma
tarzını gündemde tutmaktadırlar. Elbette şirketlerin yeni küresel şekillenmede,
yönetişim olgusunun bir yönüyle Corporate Governance’i karşılayan paradigmal
bir yapılanması olduğunu bilmeleri gereklidir. Ama bu yapılanmanın daha önce
belirttiğimiz üzere öncelikle devletin, uluslararası kuruluşların ortaya koyduğu
biçimiyle piyasaya yönelik olarak bazı denetleyici mekanizmaları oluşturması ve
bunlar vasıtasıyla piyasa aktörleri olan şirketleri, yasalara dayalı kontrol
erki ile hesap verebilir kılmasıdır. Diğer yandan devlet kendi içine yönelik
olarak yine yasalar yoluyla düzenlemelere giderek kurumlarının kendi içinde ve
dışta özel sektöre yönelik denetleme gücünü arttırmış, yeni düzenleyici
kurumları önemli yaptırım gücüyle piyasa kontrol mekanizmaları olarak kurmuş
(BDDK, EPDK, RK, TMSF vd.); aynı zamanda Corporate Governance’in pratik
formülasyonları sayesinde yönetime dair çok yönlü erişime dayalı kontrolü, yeni
kurum organizasyon stillerini inşa etmiş, katı bürokratik yapıları esnetmeyi ve
vatandaş ile devlet arasındaki katmanları BT sayesinde de kolay ve yalın etkileşime
sokarak (bürokratik işlemlerin elektronik ortamlar vasıtasıyla
kolaylaştırılması-hızlanması; e-devlet uygulamaları ki, Türkiye bu konuda
dünyadaki en başarılı ülkelerin başında gelmektedir) her türlü iletişimsel
pratikler ile işleri daha kolay ve etkin bir biçimde çözümlenir bir hale
dönüştürmüştür. Açık bir şekilde 10 yıl öncesi ile kıyaslandığında özellikle
belirli kamu kuruluşlarının ve yerel yönetimlerin iş yürütümlerinde oldukça
başarılı bir şekilde ön plana çıktığı ve vatandaş ile etkileşimde etkin bir
sinerji oluşturdukları rahatlıkla gözlemlenmektedir. Corporate Governance’in
kamu maliyesinin güçlenmesinde, Türkiye’nin kendi içinde ve periferisinde
etkili bir aktör haline gelmesinde de önemli katkıları olmuştur. Belirli zaman
ve durumlarda, Türkiye belirli düzeyde eklemlendiği küresel politik iktisadi
sisteme karşı eleştirel çıkışlar yapmakta (dünya 5’ten büyüktür, NATO’ya karşı
kritikler, dış yardımlar, arabuluculuklar vb.) ve böylelikle önceki dönemlerde
hüküm süren tek yönlü bağımlılığını, büyük oranda karşılıklı bağımlılığa
dönüştürebilmiştir. Ancak, ülkemizin bu gelişimi henüz sağlam bir devlet
politikası şeklinde pekiştirdiğini söylemek mümkün değildir. Bunun başlıca
nedeni, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu zihniyetinin kodlarını iç siyasanın, yani
siyasi partilerin büyük-baskın çoğunluğunun iyi okuyamaması,1
İstanbul’da yükselen ekonomik aktörlerin ağırlıklı manada distribütör
bağımlılıklarını giderememeleri, iç dinamiklerin içeride oluşturulan belirli
unsurların çatıştırılması vasıtasıyla malul kılınması ve bu türden
pozisyonların zemininde çıkar gruplarının dışa dönük ulusal bir politika
oluşturamadıkları gibi zayıflıklardır.
Yukarıda
bahsettiğimiz üzere yönetişim kavramının anglo amerikan zihniyetindeki büyük
şirketlerin birçoğu tarafından örtülü kılınarak şirket içine dönük olarak,
klasik-alışılmış yönetim tarzını belirli bir ölçüde “makyajlayarak” sürdürmesi
bir yönüyle reel bir tarz olsa da, son yıllarda yönetişimin kullanımında ve
algılanan öneminde özellikle German model alanında yapısal ve işlevsel mühim
değişiklikler olmaktadır. Düzenlenmiş kuralların şartlarının değişmesi ve söz
konusu kültür alanının sosyal odaklı geleneklerine paralel olarak, yönetim
biçimlerinde yeni yöntemler gündeme gelmiş ve yönetişim süreci yeni çıktıların
devreye girmesiyle kamusal yönetim-yönetişim anlayışından ayrılmaya
başlamıştır.
Yönetişim
yaklaşımı, Kıta Avrupa’sında Almanya’nın başını çektiği AB yapılanması
çerçevesinde, “kürek çeken değil dümen tutan devlet”2 anlayışıyla,
pasif tüketiciliği içermeyen katılımcı vatandaşlık anlayışı ile
şekillenmektedir. Bu süreçte üzerinde anlaşılan hedefler doğrultusunda
işbirliğine ve uzlaşmaya vurgu yapan ve yönetişim mekanizmalarını uygulamaya
aktaracak olan yeni bir sevk ve idare tarzına doğru bir yönlenme, gelişim
oluşmaktadır. Aslında yönetişimin teorik kökenleri, kurumsal ekonomi,
uluslararası ilişkiler, örgütsel ve iktisadi gelişmeye dönük çalışmalar, politika
bilimi, kamu yönetimi gibi unsurları kapsamaktadır. Ama odakta politik-ekonomik
sistemin gelişimi bulunmaktadır.
Yönetişim
kavramı ayrıca, yönetime katılma kavramına bir seçenek olarak da ortaya
konulmaktadır. Bu şekilde demokratikleşmeyi sağlaması düşünülen katılımcı
yönetimle, yönetilen temsilcilerinin karar sürecinde yer almaları
hedeflenmektedir. Ancak, bunun sonucunda yöneten ve yönetilenlerin durumlarını
durağanlaştıran bir yönetim anlayışı oluşma ihtimali yüksektir. Oysa yönetişim
kavramı, dışarıdan bir baskı olmadan, aralarında etkileşimin olduğu aktörlerin
etkilediği bir yapıyı ya da düzeni kastetmektedir. Bu durum, toplumsal-politik
eylem için hem kısıtlayıcı hem de aynı zamanda ona yetenek kazandıran veya onu
güçlendiren bir koşul olarak görülebilir; yani olanak ve riskin
karşılaştırılabilir bir zeminde müsavileşerek oluşturdukları tamamlayıcı bir
paradoks olarak zuhur etmeleri gibi.**
* Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) ve Argüden Yönetişim Akademisi.
1 II. Abdülhamid’in
devrilmesiyle birlikte Osmanlı’nın hızlı düşüşüyle başlayan son derece acı
sürecin, Lozan’la sağlanan kısmi noktalanmasını müteakip İ. İnönü’nün “100
yıllık nefes alma” süresi kazandığımıza dair hedef gösteren sözünün ne anlama
geldiği –ne yazık ki- TC siyasasının birçok aktörü tarafından anlaşılamamıştır.
Aslında günümüzde Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın sıklıkla dillendirdiği
“2023 hedefi” kaynağını, Cumhuriyetin kurucu zihniyetinin o zamanlar zorunlu
olarak şifrelediği İnönü’nün o sözünden almaktadır.
2 Almanca’da yönetişim sözcüğü aynı zamanda “yönetim, kontrol, sevk ve
idare etme, dümen tutma” gibi anlamları içeren “Steuerung” (İng. steering;
yönetişime atıfla sık kulanılan bir sözcük) kelimesiyle de ifade edilmektedir.
** Çincede ‘risk’ kelimesinin aynı zamanda
fırsat anlamını içermesi bu paradoksu aydınlatması açısından elverişli bir
örnektir.